İki Kadın İki Film: Kutsal İncirin Tohumu ve Maria

Erkek egemen yapı yıllar, yüzyıllar boyu kadını hep ikinci sınıf olarak görmüş, küçümsemiş ama başarısından da hep gurur duymuş. Bu hafta (denk geldi, aynı gün izledik) iki ayrı kadını, iki ayrı dünyayı, iki ayrı ruhu karşılaştırabilme olanağı bulduk.

Çehov: “Sahnede silah varsa, patlamalı”

İlki Kutsal İncirin Tohumu (The Seed Of The Sacred Fig), yönetmen Muhammed Resulof’un belgeselmiş izlenimi verecek denli güçlü, ama kurgu; öyle ki oyuncularından yapımcılarına kadar kimsenin festivallere katılmasına izin verilmeyen bir İran filmi. Başörtüsünü çıkardığı için hunharca katledilen, bütün dünya için bir simge olan Mahsa Amini protestolarıyla başlıyor. Kimsenin ummadığı kadar büyük bir tepki doğuran İran’da bile kadınları günlerce sokaklara döken ve iktidara acımasız, orantısız güç kullandıran eylemler filmin ana eksenini oluşturuyor.

Biri üniversite, diğeri lise öğrencisi iki kızı olan ve yargıçlığa terfi eden adamın, İman (Missagh Zareh) eşi ve çocuklarıyla yaşadıkları… Dini, ahlâki, siyasal, sosyal hiçbir kalıba sığmayan, ama sırf daha rahat yaşayabilmek için her türlü hukuk dışı kararı vermekten (en azından çekinmemesi öğretilmiş) çekinmeyen yargıca bir silah verilir, olası tehditlere karşı.

Filmin asıl kahramanı anne. Soheila Golestani (Necmiye) tipik annelik içgüdüsüyle çocuklarını ve tabii, eşini korumak için her şeyi yapabilecek bir kadın. Öyle de oluyor. Üniversite öğrencisi Rezvan (Mahsa Rostami) daha bir bilinçlidir, yurtta kalan arkadaşıyla birlikte ucundan da olsa protestolara katılır. Evde kalmasını sağlar, yaralandığında eve getirip bakımını sağlar. Küçük kardeş Sana (Satareh Maleki) çok sevdiği ablasının yanında olur hep. Kızlarını kıramayan anne yaralanan ve tutuklanan arkadaşlarının durumunu öğrenmek için birilerini bulmaya, araya sokmaya çabalıyor; kocasının haberi olmadan kızlarının gönlünü rahatlatmaya çalışıyor.

Yargıç İman, silahı kaybolup da bulamayınca arkadaşlarından kızlarını ve eşini sorgulamalarını ister. Polis, her zaman polistir ve hiç de arkadaşça davranmaz onlara. Baba, durum giderek kötüleşip de bilgileri internete sız(dırıl)ınca ailesini köyüne götürür ve kendisi sorgulamak ister. (Burada güçlü ve güzel bir detay var: girdiği bakkalda kendisini tanıyanlar telefona sarılıp ifşa etmeye çalışırlar.) Anne, hem eşini hem kızlarını korumak için kaybolan silahı kendisinin alıp dereye attığını itiraf (!???) eder. Kızlar da, annelerini korumak amacıyla kendilerinin aldığını iddia ederler.

Yargıç, iki arada bir derede kalmış ve çıldırmıştır; o çok sevdiği çocuklarını öldürmek isteyebilecek denli gözü dönmüştür.

Ego, gurur ve haklı bir ün!

Efsanevi soprano Maria Callas’ın son dönemini ala alan filmi Steven Knight’ın senaryosundan Pablo Larraín çekmiş. Dünyaca ünlü sopranonun sesini, bağlı olarak da ününü kaybetmesi Callas tarafından da kabûl edilebilecek bir şey değildir. Ancak gururlu ve kararlı Callas çevresindekilere bunu hissettirmemeye çalışır.

Benim Jacqueline Kennedy Onassis’e benzettiğim Angeline Jolie, Callas’ı başarıyla (sesi konusu küçük bir soru işareti, ağzı senkron olsa da gerçek Callas’ın sesi kullanılmış sanki, iki sesin farkı fark edilebiliyor) canlandırıyor. Mağrur sopranonun çevresini hiç umursamayan, ama ününe toz kondurmaz tutumu filmin ana izleği… İki yardımcısı var yanında Callas’ın, Ferruccio

(Pierfrancesco Favino) ve Bruna (Alba Rohrwacher). İkisi de canla başla korumak için ünlü sopranonun yanında… Bir de uzatmalı sevgilisi var Callas’ın, evli olsa da dünyanın en zengin insanlarından, memleketlisi Aristotle Onasis. Haluk Bilginer’in fizik olarak da benze(til)diği Onasis rolünde gerçekten çok başarılı olduğu hemen tüm eleştirmenlerin ortak görüşü.

Her şey bir yana… “Maria”da sadece Maria Callas’ın yaşamı değil, bir kadının onurlu, mağrur, ama aşka yenik yaşamı yansıyor beyazperdeye.

10 Ocak 2025 / 21 Şubat 2025’ten başlayarak gösterimde…

(03 Ocak 2025)

Korkut Akın

[email protected]

Korkut Akın Yazıyor: Parthenope: Su Gibi Akıp Geçen Bir Ömür

Herkesi, her şeyi kendi bakışımızla değerlendirir ve belirleriz. Bazen yargıladığımız da olur ama biliriz ki, yaşam bizi taşıyandır ve asla umursamaz kimseyi. Sinema, başından beri (aslına bakarsanız sanatın bütün dalları) mitolojiye dayandırır öykülerini, tabii ki ağırlıklı olarak Yunan Mitolojisine. Mitoloji, her şeyin ötesinde, bilmesek de içimize işleyen, genlerimizi oluşturandır, buna da bağlı olarak hepimiz benimseriz. Dikkat ederseniz, çizgi filmlerden, … Devamı… »

İngiliz Anahtarı: Recep Usta Filminin Galası Yapıldı

Komedinin yıldız isimlerinden Rüştü Onur Atilla’nın başrolde olduğu İngiliz Anahtarı: Recep Usta filminin galası, 25 Aralık 2024 Çarşamba akşamı Levent Paribu Cineverse Kanyon Sineması’nda yapıldı. Sinemamızın başarılı oyuncusu Rüştü Onur Atilla’nın ‘Tesisatçı Recep Usta’ karakterini canlandırdığı filmin galasına adeta ünlü yağdı. Sanat dünyasından çok sayıda isminin katıldığı gecede ekipteki arkadaşları da Atilla’yı yalnız bırakmadı.

İngiliz Anahtarı: Recep Usta Filminin Galası Yapıldı yazısına devam et

2024’den Benim Seçtiklerim

Bir seneyi daha birlikte tamamladık. 2024 yılı içinde izlediklerim arasından seçtiğim 10 filmlik geleneksel en iyiler listemi bir kez daha siz okurlarımla paylaşmak istedim. (Listede yer alan filmler üzerine sadibey.com’da yayına giren yazılarımın tamamına, parantez içinde belirtilen başlık ve tarihlerden ulaşabilirsiniz)

1- ZAVALLILAR / Poor Things
Çağımızın en önemli sinemacılarından Yorgos Lanthimos’un Venedik Film Festivali Altın Aslan ödüllü son şaheseri, anarşist ve sinik tavrının tavan yaptığı bir başyapıt. Yunan asıllı sinemacı Alisdair Gray’in çizgi dışı metninden yola çıkarak yönetmenin daha önceki çalışmalarında ustalıkla inşa ettiği kendine özgü sinema evreninde ihtirası ve zalimliği ile insan ruhunu didik didik etmeyi sürdürüyor. Lanthimos sinemada kadın özgürlüğünün en güçlü manifestolarından biri olan yapımı, ‘en pozitif, en umut dolu filmim’ olarak nitelendirmiş. Yönetmenin kendine özgü sinemasının tuhaflığı ve hınzır nüktesinden ödün vermeden biçimsel büyüleyiciliği ile göz kamaştıran yapımda, çocuk kadınlıktan bilim insanlığına uzanan süreçte her planda var olan Emma Stone kusursuz performansı ile tam anlamıyla yıldızlaşıyor. (‘Şeker ve Şiddet’ / 16.02.2024)

2- İLGİ ALANI / The Zone of Interest
Yahudi kökenli İngiliz yönetmen Jonathan Glazer geçtiğimiz yüzyılın en büyük insanlık suçu Nazi soykırımı vahşetinin özellikle genç kuşaklara yeniden yeniden anlatılmasının önemi üzerinde dururken, meseleyi farklı bir gözle, kurbanlar değil failler cephesinden beyazperdeye taşıyor. Mutluluk ve dehşetin bitişik resmedildiği yapım iki bambaşka dünyayı betimleyen iki ayrı filmden oluşuyor gibidir. Failler dünyasını perdede izlerken, küçük görsel detaylar öteki dünyaya dair ipuçları sunar. ‘Saul’un Oğlu’nda aynı ölüm kampında bir mahkumun gözünden şahit olduklarımız bu defa işitsel olarak tüm hücrelerimize sirayet eder, boğazımızda bir yumruk, sersemlemiş olarak ayrılırız sinema salonundan. (‘Ne Kadar da Bize Benziyorlar’ / 22 Şubat 2024)

3- MÜKEMMEL GÜNLER / Perfect Days
Wim Wenders’in 76. Cannes Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapmış, adını Lou Reed’in tanınmış şarkısından (‘Perfect Day’) alan son başyapıtı, umumi tuvaletleri temizlemekle görevli kamu işçisi Hirayama’nın harika yaşamından 12 günün incelikli detaylarının izini sürüyor. 80’li yaşlarına yaklaşan Alman asıllı sinemacının büyük hayranı olduğu ve yıllar önce hakkında bir belgesel çektiği (‘Tokyo-Ga, 1985’) Japon sinemasının büyük ustası Yasujiro Ozu’ya adanmış şaheserinde, köprü üzerinde iki bisikletlinin yer aldığı sahne ‘Tokyo Story’ye, yaprakların rüzgarda zarifçe salınımı Ozu’ya ve yaşama şükredişin bir ifadesi olarak gönülleri okşuyor. (‘Ozu’ya Adanmış Mükemmel Bir Film / 16.04.2024)

4- SARARMIŞ YAPRAKLAR / Kuolleet Lehdet
Yaşayan büyük ustalardan Aki Kaurismäki 6 yıl aradan sonra sinemaya dönüş filmiyle 90’lı yılların başında tamamladığı ünlü ‘proleterya üçlüsü’ne kaldığı yerden devam ediyor; işçi sınıfına ağıt niteliğindeki ‘Kibritçi Kız’ın hüzünlü finalinin tersine, bu kez nefes aldıkça umut vardır misali sevgiye, şefkate kapılarını açıyor. Godard, Bresson, Melville, Huston ya da Visconti armağanı geçmişin sinema hazineleri yalnız ruhların sığınağı haline geliverirken, hikaye yine Chaplin’e çok zarif bir saygı duruşu ile noktalanıyor. Kaurismäki evreni sinemacının retro estetiğiyle bütünleşirken, görüntü yönetmeni Timo Salminen’in eşsiz mavileri hüznü, sarılar kırmızılar dışa vurmakta zorlanılan arzuları, özlemleri yansıtıyor. (‘Sinemaya ve İşçi Sınıfına Saygı Duruşu’ / 18.05.2024)

5- KABAHATLİLER / Los Delincuentes
Yeni Arjantin Sineması’nın en parlak yıldızlarından yönetmen Rodrigo Moreno, çalışma hayatının bunaltıcılığından kaçmasına yetecek kadar para çalmayı planlayan bankacıların hikayesini anlatıyor. Bu yaman deneme beyaz yakalı yaşamın sıkıcılığına başkaldırı sıradışı bir soygun öyküsüne dönüşürken, bizleri isyankar bir özgürleşme arzusu ve para bağımlılığımıza dair çetin sorularla başbaşa bırakıyor.

6- SÖMÜRGECİLER / Los Colonos
Western türüne yeni bir soluk getiren bu sarsıcı film Şili’nin tarih kitaplarından silinmiş en kara sayfalarından birini, bölgenin yerli halkının soykırımını anlatıyor. 20. yüzyıl başlarında zengin toprak ağasının devasa mülkünün güvenliğini sağlaması için tutulan Amerikalı bir paralı asker ile başına buyruk bir İngiliz teğmene eşlik eden bölgenin yerli halkından Segundo vahşi kapitalizmin serpildiği yıllarda ulus mitinin doğurduğu şiddetle tanışacaktır. Felipe Gálvez’in ilk uzun metrajı, Latin Amerika sinemasında yepyeni ve güçlü bir sesin doğuşunu simgeliyor.

7- BİRAZ YAĞMUR YAĞMALI / Some Rain Must Fall
Çağdaş Çin sinemasından güzel bir sürpriz. 1989 doğumlu yönetmen Qiu Yang, Cannes’dan ödüllü kısa filmlerinde olduğu gibi aile ilişkileri üzerinden ilerliyor. Genç sinemacının doğal sesleri kullanıldığı melankolik filmi, usta işi diyalog ve ayrıntılarının yanı sıra görsel yetkinliği ile göz dolduruyor. Genç bir kadının kendini keşif öyküsünü; geçmişinden başlayarak bugününü, kim olduğunu, yaşamak istediği cinselliği, bir zamanlar herşey olduğunu düşündüğü aile tuzağından kaçma çabasını izlerken, bizler de onunla birlikte keşfe çıkıyoruz. (‘Hayat Boşa Gitmesin’ / 08.08.2024)

8- CEVHER / The Substance
Coralie Fargeat’ın 77. Cannes Film Festivali’nde sansasyon yaratan ikinci uzun metrajı, erkek egemen şov dünyasını, şöhret kültürünü ve kadınların sektörde var olabilmek için uymak zorunda oldukları klişe güzellik standartlarını kıyasıya topa tutan yılın en özgün filmlerinden biri. Çağdaş tüketim toplumunda yapayalnızlığı gözlerimizin içine sokarken, kuşaklararası kadim çatışmayı ve rekabetin karanlık yollara sürüklediği ezeli ebedi ana-kız ilişkisini didikleyen yapım, Cronenberg, Carpenter, Lynch ya da Haneke’den aldığı esinin yanı sıra Kubrick tarzı kırmızı ve beyazın egemen olduğu geniş açılı stilize bir görsel dünyayı ustaca inşa ediyor. (‘Unutma İkisi de Sensin’ / 08.11.2024)

9- EMILIA PEREZ
Yine 77. Cannes Film Festivali’nin ses getiren, Fransız sinemasının deneyimli yönetmeni Jacques Audiard imzalı yapım, suçtan narkotik gerilime, melodramdan pembe diziye uzanan faklı türleri aynı potada birleştirdiği hikayesini cesur ve sıra dışı bir müzikal polisiyenin hizmetine sunuyor. Mexico City’de İspanyolca konuşan oyuncularla çekilen, hukuksuzluğun kol gezdiği bir iklimden yükselen cinsel özgürlük çığlığını Almodovar hissiyatında çok renkli bir çağdaş opera tadında aktaran film yılın en dikkat çekici işlerinden. (‘Kendimi Sevmek İstiyorum’ / 09.12.2024)

10- MUTFAK / La Cocina
Alonso Ruizpalacios Londra’daki öğrencilik yıllarında çalıştığı restoran deneyimini Arnold Wesker’in tek mekanda geçen ünlü oyununa döşemiş. Meksikalı sinemacının New York’a konuşlandırdığı mutfağı çağdaş kapitalizmin mikrokozmosu misali, duygusal paslaşmalardan yeterince nasibini almamış bir dar alanda yaşam savaşı veren yoksul insanların mücadelesini kimi zaman zincirlerinden kopmuş gerçeküstücü komik bir atmosfer içinde aktarıyor. Sinemacı, her birinin ayrı ayrı düşleri, küçük de olsa hayattan beklentileri olan karakterlerine küçük ama etkileyici dokunuşlarla can veriyor. (‘Gökyüzü Çok mu Uzak / 04.12.2024)

(01 Ocak 2025)

Ferhan Baran

[email protected]

Melis Zararsız Yazıyor: Birbirine Tutunarak Güçlenme Hikâyesi: Bir Gün, 365 Saat

Yönetmen arkadaşım Eylem Kaftan’ın pandemi döneminde çektiği ve bugün hâlâ festival festival dolaştığı filmi Bir Gün 365 Saat filmini İstanbul Film Festivali’nin son günlerinde izleme şansı bulmuştum. Cinsel istismar, ensest, pedofili gibi konular ne yazık ki dünyanın her yerinde yaygın olmakla birlikte ülkemizde rahatça konuşulamayan, daha çok yok sayılan, üstü kapatılan durumlar. Toplum baskısı, tehdit, ölüm korkusu ve benzer … Devamı… »

Kutsal Damacana 5: Zombi

Kamil Çetin’in yönettiği ve Şafak Sezer, Ersin Korkut, Nergis Kumbasar ile Aslı Bekiroğlu’nun oynadığı Kutsal Damacana 5: Zombi, 17 Ocak 2025’de A90 Picütures dağıtımıyla Poll Films tarafından vizyona çıkarılıyor.
Filmde, Fikret, Asım ve Artin, ezeli düşmanları İblis’in kurduğu yeni bir oyunla mücadele edecek. Ekip bu kez İblis’in dünyaya yaydığı virüsle oluşturduğu zombi ordusuyla savaşacak.

  • Basın Bülteni
  • Teaser: 1 / 2
  • IMDb

Kutsal Damacana 5: Zombi yazısına devam et

Susan Sontag’tan Rahatsız Edici ve Derinlikli Bir Anti-Roman: İyiliksever

Amerikalı yazar Susan Sontag’ın deneysel kurgu alanındaki ilk çalışması İyiliksever, Can Yayınları etiketiyle okurla buluşuyor. İlk kez 1963’de yayımlanan ve eşsiz bir yazarı dünyaya duyuran bu benzersiz eser, eğlenceli olmasının yanı sıra rahatsız edici ve derinlikli bir anti-roman olma niteliğini taşıyor. İyiliksever, zengin ve hoşgörülü babası tarafından desteklenen, alışıldık insani hırslardan yoksun Hippolyte adlı genç bir adamın rüyalarını yorumlamak için hayatını kullanışını konu alıyor. Hippolyte, bir dizi rahatsız edici rüya görmeye başlayınca bir karar verir: Bundan böyle hayatını yorumlamak için rüyalarını kullanmak yerine, rüyalarını yorumlamak için hayatını kullanacaktır.

Oh, Canada

Paul Schrader’in yönettiği ve Richard Gere, Uma Thurman, Michael Imperioli ile Jacob Elordi’nin oynadığı Oh, Canada, 03 Ocak 2025’de Başka Sinema dağıtımıyla Mars Production tarafından vizyona çıkarılıyor.
Ünlü olduğu kadar, tartışmalı ve hayatının son demlerini yaşayan belgeselci Leonard Fife, eski öğrencilerinden birine son bir röportaj vererek hayatı hakkındaki tüm gerçekleri anlatmaya karar verir. Kameraların önünde filme alınan bu itirafnamede Fife, Vietnam savaşı sırasında askerden kaçarak ABD’den Kanada’ya gittiğini açıklar. Film, parçalı anılardan ve farklı video formatlarından oluşan bir bulmaca olarak kurgulandı.

  • Basın Bülteni
  • Fragman
  • IMDb

Oh, Canada yazısına devam et

Uğur Yücel, Mehmet Özgür ve Hülya Avşar’lı Aşkın Dünkü Çocukları Sinema Filminin Fragmanı Yayınlandı

31 Ocak’ta vizyona girecek olan ve fragmanı yayınlanan Aşkın Dünkü Çocukları arkadaşlığın gücünü aşkla buluşturarak beyazperdeye taşıyor. Film, çocukluk aşkı Isabel ile yıllar önce ayrı düşen, zamanla inatçı, aksi ve yalnız bir adama dönüşen Arif’in hayatına giren Gürcü çocuk Nodiko’nun etkisiyle gelişen pozitif değişimine odaklanıyor. Yaşını almış koca insanların çocukluklarına dönmek için bir araya gelip kurduğu ‘Ünye’nin Dünkü Çocukları’ ekibinin sıcak ve gülümseten hikâyesi etrafında şekillenen, Ünye’den San Francisco’ya uzanan bir aşkı anlatan Aşkın Dünkü Çocukları, seyircilere özlenen duyguları ve çocukluklarını hatırlatacak.

  • Basın Bülteni
  • Fragmanı izlemek için tıklayınız.
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.

Selçuk Baran’ın Daha Önce Hiç Yayımlanmamış Eseri: Günlükler Can Yayınları’nda

Can Yayınları, 1999 yılında kaybettiğimiz usta kalem Selçuk Baran’ın 1948 ile 1989 yılları arasında tuttuğu 12 defterden oluşan Günlükler’i yayımlayarak, ilk kez okurla buluşturuyor. Bu defterler, yazarın entelektüel bilincinin nasıl şekillendiğini gösterirken Türkiye’nin geçirdiği değişimleri de gösteriyor: “İkinci defterimi ve hayatımın bir safhasını kapattığım günden beri bende bir hayli değişiklikler oldu. Onları da yazmalıyım. Bazen geçmiş günlere dönmeyi arzu ettiğim ve bilhassa yaşlanıp artık yeni yeni heyecanlar duyma kabiliyetini ve imkânını kaybettiğim zaman hatıralarla avunmak maksadıyla okumak için yazmalıyım. Sonra çocuklarım ve torunlarım okusun diye yazmalıyım.”

BKM 30. Yılını Çok Özel Bir Kitapla Kutluyor: Yönetmen Yılmaz Erdoğan: Sinema Benim Çocukluk Arkadaşım

2025’te 30. yılını dolduracak olan BKM, 30. yılı için eşsiz ve tekrarı olmayan bir yayına imza atıyor: Yönetmen Yılmaz Erdoğan: Sinema Benim Çocukluk Arkadaşım. BKM, bu yeni yayını ile Yılmaz Erdoğan’a ve sinemasına saygı duruşunda bulunuyor. Proje, şair, yazar, senarist, oyuncu ve yönetmen Yılmaz Erdoğan’ın, toplumsal hafızada yerini alan 8 özel filmin etrafında şekilleniyor. Erdoğan’ın yönetmen kimliğinin ele alındığı kitap, sinema eleştirmeni Mehmet Açar ve sinema yazarı Senem Erdine tarafından hazırlandı. Kitabın tüm tasarımı Türkiye’nin en tanınmış, değerli grafik sanatçısı Bülent Erkmen tarafından yapıldı.

Kumpas Filminin Çekimleri Tamamlandı

Sinemaseverlerin merakla beklediği Kumpas filminin çekimleri tamamlandı. Bağımsız sinemanın cesur ve yenilikçi sesi Kerem Topuz’un yönetmenliğini üstlendiği bu etkileyici yapım, sıra dışı anlatımı ve derinlikli karakterleriyle yılın en dikkat çeken projelerinden biri olmaya aday. Kumpas, insan doğasının karmaşıklığını, güç ve manipülasyon temalarını ustalıkla işleyen sürükleyici bir hikâye sunuyor. Filmin yaratıcı ekibi, görsel anlatıma yaptığı sanatsal dokunuşlarla izleyicileri kendine hayran bırakmaya hazırlanıyor. Başrollerdeki oyuncu kadrosu ve uluslararası standartlardaki prodüksiyon kalitesiyle dikkat çeken film yerel ve uluslararası festivallerde dikkat çekmeyi hedefliyor.

Yüzyıllık Yalnızlık Ciltli Özel Baskısıyla Raflarda

Latin Amerika edebiyatının en büyük başyapıtlarından Yüzyıllık Yalnızlık, ciltli özel baskısıyla Can Yayınları etiketiyle raflarda. Gabriel Garcia Marquez’in hikâye anlatımına yeni bir bilinç getirdiği eseri yayımlanmasının üzerinden elli yedi yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen dünya edebiyatının en sevilen eserlerinden biri olmaya devam ediyor. Kurgu sanatının başyapıtı şimdi özel baskısıyla okurlarını yeniden selamlıyor. Büyülü gerçekçilik akımının en parlak örneklerinden olan romanda, Buendía ailesinin yedi nesil boyunca yaşadığı olayları destansı bir dille kaleme alan Gabriel Garcia Marquez, aşk, savaş, aile bağları ve insanın varoluş mücadelesi gibi tüm evrensel temaları işliyor.

Sadi Bey’in Beyazperde Yazıları

Zaman zaman gazetelerde özlü sözlerden müteşekkil Duvar Yazıları okuruz. Sadi Bey, “Duvar Yazıları oluyor da Beyazperde Yazıları neden olmasın?” diye düşündü, filmlerin seyri sırasında not almaya başladı ve böylece Beyazperde Yazıları diye bir kavram icat etmiş oldu. Notlarına arada sırada yenilerini ekliyor. Son ekledikleri:
Güzellik savaş gibidir, kapıları açar. (Su Perisi – Parthenope, Yön: Paolo Sorrentino)
Hiç bir şeyin seni korkutmasına izin verme. (Geride Kalanlar-The Holdovers, Yön: Alexander Payne.)
Çünkü kolaylık aynı zamanda bir hastalıktır. (Gençlik-Youth, Yön: Paolo Sorrentino.)

Tura Çıkmak İçin İdeal Ekip Geliyor

BKM’den yeni yılın ilk gününde sinemalara Tur Rehberi geliyor. Cem Gelinoğlu imzalı Tur Rehberi yolculuğa çıkmak için ideal ekibi sinemalara getiriyor. 01 Ocak’ta vizyona girecek filmde Cem Gelinoğlu ile birlikte Eda Akalın, Engin Türkoğlu ve çocuk oyuncu Melisa Duru Ünal’ın kahkaha dolu performansları sinema seyircisi ile buluşacak. Yönetmenliğini Hakan Algül’ün üstlendiği Tur Rehberi seyircileri yeni yılın ilk yolculuğuna çıkarıyor.

Sinemacılık ve Filmcilik Yararına Bağımsız İletişim Platformu