Sadi Çilingir tarafından yazılmış tüm yazılar

Ferhan Baran Yazıyor: Zifiri Karanlıkta Mucize

Gerçek bir olaydan yola çıkan ‘Son Bir Nefes / Last Breath’ izleyiciyi okyanusun zifiri karanlık acımasız derinliklerinde soluksuz bırakan bir hayatta kalma hikâyesini anlatıyor. 18 Eylül 2012’de yaşanmış olayı konu alan 2019 yapımı belgeseli daha önce izlemiştik. Belgeselin yaratıcılarından Alex Parkinson yönetiminde çekilmiş, tanınmış oyuncuların gerçek kişileri canlandırdığı, aynı adı taşıyan uzun metraj kurgu çalışması ile olağanüstü mücadelenin … Devamı…»

Gastronomi ve Sinema, Uluslararası Urla Gastronomi ve Film Festivali’nde Buluşuyor

Bu sene ilk kez gerçekleştirilecek olan Uluslararası Urla Gastronomi Film Festivali dopdolu programıyla katılımcıların karşısına çıkıyor. “Sofradan Beyaz Perdeye: Yemek ve Sinemanın Buluşma Noktası” temasıyla yapılacak festival kapsamında sinema ve gastronomi öğrencilerine yönelik Masterclass etkinlikleri düzenlenecek.  Gastronomiyle ilgili hikâyeleri sinema perdesine taşımanın gücüne inanarak yola çıkan festival, söyleşi, workshoplar, film gösterimleri gibi etkinliklere ev sahipliği yapacak. Konuşmacılar arasında Nazan Kesal, Fadik Sevin Atasoy, Zeynep Atakan, Serkan Anavatan, Tayfun Pirselimoğlu, Erkan Avcı ve Serkan Çakır yer alıyor.

Beyoğlu’nda Bir İlk Daha: 1. Kadın ve Sanat Şenliği Başladı

Beyoğlu Belediyesi tarafından düzenlenen 1. Kadın ve Sanat Şenliği, yoğun katılımla başladı. Her yıl farklı bir temayla gerçekleştirilecek olan şenliğin bu yılki odağı sinema oldu. İBB Beyoğlu Sineması’nda düzenlenen açılış programında “Directed By Women Türkiye” Özel Gösterim Seçkisi izleyicilerle buluştu. Kadın yönetmenlerin imzasını taşıyan kısa filmler büyük beğeni topladı. Şenlik, atölyeler, söyleşiler ve film gösterimleriyle sanatseverlere dopdolu bir program sunacak. Yönetmenlerden senaristlere, konusunda uzman olan pek çok kadın sanatçı, deneyimlerini paylaşmak için bir araya gelecek.

Beyoğlu’nda Bir İlk Daha: 1. Kadın ve Sanat Şenliği Başladı yazısına devam et

Ölmek Nasıl Bir Duygu

Hayatta kalabilmek ve geçinebilmek için defalarca ölmek zorunda kalan Mickey Barnes (Robert Pattinson) sürekli bu soruya maruz kalıyor. Bu ne biçim iştir dediğinizi duyuyor ve hemen hikâyeye geçiyorum. 2054’lerin kaotik dünyasında kankası Timo (Steven Yeun) ile makaroncu dükkânı açmak için tefeciden borçlanan Mickey, iş yürümeyince zor duruma düşer. Alacağını pek de dert etmeyen, buna karşılık geri ödeme tarihini geçirenlerin dehşetengiz katlinin video görüntüsünü izlemekten keyif alan Darius Blank’in elinden nasıl kurtulacaktır şimdi. Dünyayı haddinden fazla sömürmüş olan küresel güçlerin gözünü uzayın boşluğundaki gezegenlere diktiği pek uzak olmayan bir gelecekte, bahtsız Mickey çareyi hızlıca bir uzay keşif ekibine sızmakta bulur. Eski siyasetçi Kenneth Marshall’ın (Mark Ruffalo) dünya düzeninde varolan bir dolu etik kaygı ve dinsel tantanayı bertaraf etmek üzere yola çıktığı bakir gezegenleri kolonileştirme sürecinde, çeşitli deneylerde kobay olarak kullanılmak üzere sözleşme imzalar. Başta zikrettiğimiz üzere artık geçinebilmek için mütemadiyen ölmeye razı olacak, her ölümün ardından tıpkı basım kopyası üretilerek yeniden hayata dönecektir.

Edward Ashton’ın ‘Mickey 17’ adlı aynı adlı kitabından sinemaya uyarlanan Bong Joon Ho imzalı yapım işte böylesine ilginç bir serüveni konu alıyor. Şirketin tanımlamasıyla ‘harcanabilir’ olmayı kabul etmiş ve 4 küsur yıl boyunca o gezegenden bu gezegene eşek gibi çalıştırılıp yıpratılmış Mickey’nin karla kaplı Niflheim gezegeninde düştüğü buzul çukurunda açılıyor film. Mağaranın sakinleri olan ‘Alien’ misali yaratıklar tarafından bir an önce yutulmayı beklerken, laboratuvar ortamında klonlanarak yeniden doğacağının tuhaf kaygısı bakışlarında sezilmektedir. Ekibe katılırken beden taraması yapılmış, anıları boşluk olmayacak biçimde bir hard disk’e yüklenmiştir gerçi, lakin bundan önceki ölümlerinde akıllara zarar miktarda radyasyona maruz kalan cildi feci şekilde yanmış, bir deney sırasında gözlerini kaybetmiş, bıçaklanmış ve türlü acılı biçimde yaşama veda etmiş olduğundan bu defa acısız bir ölüm arzusundadır. Kahramanımız, yaratıklar onu midelerine atmak yerine düştüğü çukurdan kurtarıp hayata döndürdüğü için, yeniden basıla basıla etinin yenmez hale gelmiş olduğuna hayıflanırken, ortadan kalktığı düşünülerek Mickey 18 adıyla yeniden üretildiğinde işler hayli karışacaktır.

2019 yılında ‘Parazit / Gisaengchung’ ile sinema alemini sallayan, Cannes’da Altın Palmiye’nin ardından bir Uzakdoğu yapımı olarak en iyi film, yönetmen, özgün senaryo ve uluslararası yapım gibi 4 önemli dalda Oscar ödülünü kucaklayan Bong Joon Ho, sinemasının temel motiflerini barındıran Ashton metninin senaryo uyarlamasını, hepimizin aşı testlerinin kobayı haline geldiğimiz pandemi döneminde tamamlamış. ‘Kar Küreyici / Snowpiercer’ (2013) ile 2017 yapımı ‘Okja’nın yeni ve ilginç bir karışımı olan ‘Mickey 17’ sinemacının vahşi kapitalizm eleştirisini bir kez daha perdeye taşıyor. İşçi haklarının, sendikanın, emekliliğin lafının geçmediği karanlık bir yakın gelecekte insan hayatını en ucuz meta olarak resmediyor. ‘Kar Küreyicisi’nin sınıflar arası uçurum teması, aynı trende arka vagonlara atılmışların lüks kategorideki zenginlerin arzularına hizmet edişinden doğan sistem eleştirisi burada da sürüyor.

Kibirli, iğrenç ve komik diktatör tiplemesi içinse aklımıza ilk anda Trump figürü düşüyor. Ruffalo’nun abartılı konuşma tarzı ve duruşu bunu hissettiriyorsa da yönetmen taze ABD başkanını tek örnek olarak almadığını, Kuzey Koreli Kim Jong-un’dan başlayarak gelmiş geçmiş ve günümüzde bolca rastladığımız dikta heveslilerinden ilham aldığını ifade ediyor. Marshall’ın baskın karısı Yfla (Toni Collette) ile olan Macbeth’ler tarzı ilişkisini Çavuşesku benzeri karı-koca dikta sevdalılarından esinle çizdiğini ekliyor. Mickey’nin Marshall ve şirketi ile trajikomik çatışması, çürümekte olan gezegenimize alternatif uzayda yeni yaşam alanları için kolları sıvamış Jeff Bezons ya da Elon Musk benzeri figürler öncülüğünde uzayı kolonileştirme ideallerini de akla getiriyor kuşkusuz.

Brad Pitt’in ortağı olduğu Plan B’nin yapımcıları arasında olduğu bu distopik bilim kurgu Koreli yönetmenin Hollywood sisteminden beslenen en pahalı yapımı olmuş. Keskin bir devrimci tavrı yok kuşkusuz ancak çağımızın giderek otoriterleşen dünyası üzerine hayli çoşkulu bir taşlama olarak ilgiyi hak ediyor. Biri içe dönük iken diğerine öngörülemez bir asilik kattığı çifte performansı ile günümüzün en iyi aktörlerinden biri olarak çok takdir ettiğim Pattinson yine döktürmüş. Trump motifli dikta heveslisinde Ruffalo, sos düşkünü dominant eşinde Collette çok iyiler. Spielberg’ün değişmez yoldaşı usta Darius Khondji’nin görüntüleri, Londra Senfoni Orkestrası’nın yorumladığı temadan temaya evrilen Jung Jae-il imzalı müzik çalışması da birinci sınıf.

(12 Mart 2025)

Ferhan Baran

[email protected]

Günün Gündemini Yakalayan Film: Gecenin Kıyısında

Sinemacı gündemi yakaladığında, inanın ki, hem izleyicinin beğenisini kazanır hem de gerçekten başarılı olur. 15 Temmuz darbesi, ne kadar darbedir, ne kadar manipülasyondur tartışılır. Kimin kazandığı ya da kaybettiği de, ancak bir ülkenin ve yurttaşlarının yaşamını değiştirdiği kesin bir gerçektir.

Türker Süer, hem ilginç, ilginç olduğu kadar önemli ve bir o kadar da gerekli bir film yapmış hem de filmin tartışılmasını sağlamış. Kazandığı ödüller kanıtı…

Babalarının yolundan giderek asker olan iki kardeş, askerliğin temelinde yatan emir komuta zincirinin gerekliliğiyle astın üste itaatini ilke edinmiştir. Ancak büyük kardeş, hâlâ üsteğmenken, küçük kardeş itaatkârlığıyla yüzbaşılığa yükselmiştir. Abi Kenan (Berk Hakman), emre itaatsizliği firarla doruğa çıkarırken, onu mahkemeye götürme görevi kardeş Sinan’a (Ahmet Rıfat Şungar) verilmiştir. Onlar yoldayken 15 Temmuz darbesi yapılır. Yol üstü bir garnizona girerler, ama acaba darbecilerin hâkimiyetindeki bir yer midir? Tabii ki, sorgulanacaklardır ve acaba kim darbecilerin safına geçecek, hangisi direnecektir?

Çarpıcı bir planla açılan filmin temposu sonuna kadar düşmüyor. İzleyici, sürekli yol ayrımında neye karar vereceğini sorguluyor. Oyuncuların da görüntüler gibi başarılı olduğunu söylemeliyim. Filmin en çarpıcı yanı, “erkek egemen ülkede, erkek egemen askerlikle erkek egemen bakışın hayatı ne denli zorladığı”dır. General, hem kadını aşağılıyor (tam da 08 Mart haftasında, alabildiğine itici kuşkusuz) hem de mahiyetindeki subayı. Bir an, “ne yapıyorsun” ya da “kimseyi aşağılamaya hakkınız yok” diye itiraz etmek geçti içimden. Hoş, Sinan’ın eşi, benim içimden geçenleri, birebir değilse de dillendirdi de rahatladım.

Kuvvetler ayrılığının hiçe sayıldığı, Anayasanın bile rafa kaldırıldığı, parlamentonun bir öneminin kalmadığı bir dönemde, askeri veya benmerkezci vesayet her zaman etkin olmak isteyecektir. Üsteğmen Kenan gibi itiraz edebilen, Yüzbaşı Sinan gibi sonradan fark eden subaylar hukukun ve demokrasinin koruyucu gücü olacaktır.

14 Mart’tan başlayarak gösterimde…

(11 Mart 2025)

Korkut Akın

[email protected]

Bağımsız Hikâyeler: 08 Mart Seçkisi

Beyoğlu Atlas 1948 Sineması ve Institut Français Türkiye, 08 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü kutlamak için çok özel bir program hazırladılar. 05 – 09 Mart 2025 tarihleri arasında gerçekleştirilecek programda, Alice Guy’in uzun ve kısa metraj filmlerinden oluşan bir seçki de sinemaseverler ile buluşacak. Sinemanın öncülerinden olan Alice Guy, Dünya’nin ilk kadın yönetmeni olarak da tanınıyor. Etkinlikte ayrıca sinemamızın geçen yılın bol ödüllü filmi Mukadderat, önceki yıllardan Kar ve Ayı ile Zuhal adlı filmleri de sinemaseverlere sunulacak. Etkinliğin son gününde ise Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Atölyesi yapılacak.

Bağımsız Hikâyeler: 08 Mart Seçkisi yazısına devam et

Bukalemun

Wade F. Jackson’un yönettiği ve Laird Akeo, Debbie Bernstein, Christoph Pieczynski, Dafne Rotolo, John Anthony Wylliams, P. K. Simone, Will Turner Sanders ile Helena St-Laurent’in oynadığı Bukalemun (Persona), 14 Mart 2025’de Özen Film dağıtımıyla Özen Film tarafından vizyona çıkarılıyor.
Genç ve çok da yakışıklı bir adam, tanıştığı baştan çıkarıcı, tehlikeli bir kadın tarafından birden fazla kimliğe bürünmesi için ikna edilir. Kadının yalanlarla örülü suç ağının içine çekilen genç adam bir sonraki kurban olmamak için parçası olduğu ve bulaştığı komplonun iç yüzünü ortaya çıkarmalı, hayatta kalmalıdır.

  • Basın Bülteni
  • Fragman
  • IMDb

Bukalemun yazısına devam et

28. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali

Ankaralı sinemaseverlerle 28. yılında buluşmaya hazırlanan Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali, bu yıl 27 Mayıs – 04 Haziran 2025 tarihleri arasında düzenlenecek. Festival kapsamında her yıl, sinemadaki kadın emeğini görünür kılmak ve kadın sinemacıları yeni üretimlerine teşvik etmek amacıyla kadın sinema emekçileri ödüllendiriliyor. Bu yıl festivalde Onur Ödülü oyuncular Hülya Darcan ve Gülşen Bubikoğlu’na, Bilge Olgaç Başarı Ödülleri oyuncu Bennu Yıldırımlar, cast direktörü Harika Uygur ile yapımcı ve festival yönetmeni Başak Emre’ye, Genç Cadı Ödülü ise oyuncu Mina Demirtaş’a verilecek. Ödüller, sahiplerine 27 Mayıs 2025 akşamı düzenlenecek açılış töreninde takdim edilecek.

28. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali yazısına devam et

Üç Harfliler: Fal Filminden Fragman Yayınlandı

Yapımını TME Films ve Muhteşem Film’in üstlendiği, senaryosu ve yönetmenliği Mert Uzunmehmet’e ait olan 28 Mart 2025 Cuma günü gösterime girecek olan Üç Harfliler: Fal filminin fragmanı internet ortamında yayına verildi. Korku ve gerilim tutkunlarının merakla beklediği, falcı Müzeyyen’in gerçek hikâyesinden uyarlanan Üç Harfliler: Fal, sinema salonlarında tüyler ürpertici bir atmosfer yaşatacak. Seyircileri en derin korkularıyla yüzleştirmeye hazırlanan filmin kadrosunda Alara Eriç, Ecem Ustaoğlu, Nisa Arslan, Nazan Beyazıt, Adem Tosun, Reyhan İlhan, Oğuzhan Mengubeti, Hicran Çalı, Önem Pişkin, Yaren Bozkuş yer alıyor.

  • Basın Bülteni
  • Fragmanı izlemek için tıklayınız.
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.

Abartılı Gerçeklik: Balkondaki Kadınlar

Küresel ısınma, kentlerde, ısı adası oluşturan beton yığınları arasında kendini daha çok gösteriyor ve zaten çok sıcak olan gün(ler) daha da çekilmez oluyor.

Abartı sadece havanın sıcaklığında değil, yaşamlarda da… hatta “Balkondaki Kadınlar”da da o kadar büyük ki, abartının abartısı gerilimden komediye, aşk hikâyesinden korkuya dönüp duruyor.

Üç kadın arkadaş, Marsilya’nın kendine özgü dar, ama yüksek binalarla çevrili sokaklarından birinde, balkondan hem evleri dikizliyorlar hem de kendilerince hikâyeler oluşturuyorlar. Kadınların ilki, filmin de yönetmeni olan Noémie Merlant’ın canlandırdığı, oyuncu Elise karakteri… İkinci kadın kamera karşısında erotik gösteriler yapan Ruby (Souheila Yacoub)… Üçüncüsü ise yazarlık yolunda, ilham gelmesini bekleyen Nicole (Sandra Codreanu). Üç arkadaş, gençliklerinin, heyecanlarının da etkisiyle karşı apartmanda yaşayan genç adamın evine gider, bir akşam. Bundan sonrasını anlatmak yerine izlemenizi önermeliyim; biraz şehvet, biraz erkek egemen yaşam, biraz kadın özgürlüğü, feminizm, biraz erotizm, birazdan çok gerilim ve heyecan dolu.

Filmi izlerken bir yandan kahkaha atarken bir yandan da merakla ne olacağını bekliyorsunuz. Filmin akışını “Balkondaki Kadınlar” belirliyor, dikizledikleri gibi, izleyiciyi de o dikize katıyorlar. Film; hızı, kamerası (özellikle çevrinmesi –eskiden ‘pan’ denirdi), müziği ve dar alanda (ağırlıklı olarak apartman dairesinde) hareketliliğiyle öne çıkıyor. Kadınların öfke ve yaşam sevincine katılmamak elde mi, ama jinekolojik muayenenin insanı nasıl da kötü hissettirdiğini içiniz ürpererek izliyorsunuz.

Yaşananlar gündelik hayatın dışında gibi olsa da izleyici olarak kendinizi hiç de dışarıda görmüyorsunuz, çünkü beyazperdeye yansıyanların hepsi yaşanması olası şeyler. Karısının gözünü morartan kocasının, bayılan kadına su vermesi için tekmelemesi, yetmeyip su dökerek ayıltması karşısında kadının kocasını öldürmeyi (hak ediyor kuşkusuz, bizim ülkemizde de öyle değil mi; kadın cinayetleri ya eşler, ya sevgililer tarafından işleniyor en çok) başarması gerçekten etkili. Üç arkadaşın birbirini korumaya çalışması, dayanışması da farklı değil.

İnsanın, keşke 08 Mart öncesinde gösterime girseydi düşüncesi geçiyor aklından.

14 Mart’tan başlayarak gösterimde…

(10 Mart 2025)

Korkut Akın

[email protected]

Ödüllü Çiğdem Filmi 07 Mart’ta Beyazperdede

Çeşitli dünya festivallerinden ödüllerle dönen ve dünya prömiyerini İskoçya’nın Glasgow kentinde yoğun bir katılımla gerçekleştiren Kurtuluş Baştimar imzalı Çiğdem filmi 07 Mart 2025 Cuma günü Türkiye’de sinemalarında gösterime girerek sinemaseverlerle buluşacak. Cannes Film Festivali ödüllü yönetmen Serge Avedikian’ın “Umudumuzu kaybetmememiz gerektiğini gösteren bir eser” sözleriyle değerlendirdiği Çiğdem filmi, çocukların sesini, düşlerini ve başarılarını yine onların çaresizliğine şahit olan dağlara yazdıran çocukların filmi ve iddialı bir yapım olarak öne çıkıyor. Çekimleri, Kars’ta terk edilmiş ve âtıl bir köyde yapılan filmin konusu ise taşradaki eğitim sorunu.

31. İFSAK Kısa Film Festivali Başlıyor

Bu yıl 31. kez düzenlenecek olan İFSAK Kısa Film Festivali, 10 – 16 Mart 2025 tarihleri arasında gerçekleşecek. Festival kapsamında yarışmalı Ulusal ve yarışma dışı Uluslararası bölümler yer alacak. Özel gösterimler ve söyleşilerle sinemacılar ve izleyiciyi buluşturacak festivalde İFSAK Sinema Emek Ödülü’nün bu yılki sahibi Fransız Kültür Merkezi sinema salonunun makinisti Aleksandr Senkopovsky olacak. Festivalde ayrıca Hamit Demir tarafından verilecek bir de masterclass yer alacak. Etkinlik, 15 Mart Cumartesi Salon İKSV’de izlenebilecek. Ödül töreni 15 Mart 2025 Cumartesi günü, Salon İKSV’de yapılacak, festival 16 Mart Pazar günü kapanacak.

31. İFSAK Kısa Film Festivali Başlıyor yazısına devam et

Beyoğlu’nda Bir İlk: Kadın ve Sanat Şenliği Başlıyor

Beyoğlu Belediyesi, kadın emeğini ve sanatını görünür kılmak için 1. Kadın ve Sanat Şenliği’ni hayata geçiriyor. Şenliğin bu yılki teması “Sinema” olacak. 04 – 07 Mart 2025 tarihleri arasında yapılacak şenlikte film gösterimleri, atölyeler ve söyleşilerle Beyoğlu, sanatın merkezi olacak. Yönetmenlerden senaristlere kadar, konusunda uzman pek çok kadın sanatçı, deneyimlerini paylaşmak ve ilham vermek için bir araya gelecek. Şenlik, 04 Mart Salı günü İBB Beyoğlu Sineması’ndaki açılış programıyla başlayacak. Açılışta, Directed By Women Türkiye Özel Gösterim Seçkisi sinemaseverlerle buluşacak.

Beyoğlu’nda Bir İlk: Kadın ve Sanat Şenliği Başlıyor yazısına devam et

İstanbul Uluslararası Spor Filmleri Festivali’nin Lansmanı Yapıldı

Sporun büyüleyici anlatım gücünü beyazperdeye taşıyan İstanbul Uluslararası Spor Filmleri Festivali, bu yıl ilk kez sinemaseverlerle buluşmaya hazırlanıyor. Belgesel sinemacı Gökçe Kaan Demirkıran’ın direktörlüğünde 20 – 23 Mart 2025 tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleşecek festivalin detayları, önceki akşam Hope Alkazar’da düzenlenen tanıtım etkinliği ile paylaşıldı, ilk yıl teması “Kan, Ter, Gözyaşı” olarak belirlendi. Demirkıran, ilk yıl olmasına rağmen iyi bir katılımla 24 ülkeden 95 film başvurusu aldıklarını söylerken, 9 kısa film ve 11 belgesel filmin yarışma finalistleri olarak seçildiğini belirtti. Festival boyunca yaklaşık 60 film izleyiciyle buluşacak.

Şeyh Galib’in Başyapıtı Hüsn-ü Aşk, Çizgi Romana Uyarlandı

Ketebe Yayınları edebiyat sahnesindeki özgün eserlerine bir yenisini daha ekledi. Yayınevi, Şeyh Galib’in Hüsn-ü Aşk adlı eserini Kaderin Kalemi başlığıyla çizgi roman evrenine taşıdı. 28 Şubat 2025 Cuma günü Türkiye Tasarım Vakfı’nda, Proje Editörü Güray Süngü’nün moderatörlüğünde, metni günümüze uyarlayan Nazar Karacan ve Görsel Sanat Yönetmeni Emre Karacan ile zamansız bir hikâyenin, hayal gücüyle buluştuğu özel bir tanıtım toplantısı gerçekleştirildi. Katılımcılar, Şeyh Galib’in Hüsn-ü Aşk’ından Kaderin Kalemi çizgi romanının perde arkasını keşfetme fırsatı buldular. Ketebe Yayınları, bu zamansız eseri çizgi roman formatında Şubat ayında yayınladı.

Şeyh Galib’in Başyapıtı Hüsn-ü Aşk, Çizgi Romana Uyarlandı yazısına devam et