Sadi Çilingir tarafından yazılmış tüm yazılar

Maske Filminin Nergis’i Nilay Deniz Hayranlarını Şaşırtmaya Hazırlanıyor

Ters köşelerle dolu Maske filminin başrolünde yer alan güzel oyuncu Nilay Deniz, filmde Nergis karakterine hayat veriyor. Deniz, yerli filmler arasında nadir rastlanan bir türe sahip olan Maske filmi için “Sürprizli bir iş, izleyince çok seveceksiniz.” sözleriyle sinema seyircisine seslendi. Cesur senaryosuyla baş döndürücü bir etki yaratacak filmde intikam hırsıyla gözü dönen Nergis’i canlandıran sanatçı başarılı performansıyla büyük beğeni toplayacak. Maske, Barış karakterinin çelişkili ruh hali ve kontrolünü sağlayamadığı duygularıyla hem kendisini hem de çevresindekileri sürüklediği ilginç olayları merkezine alıyor.

2. Sinematek Günleri: Sektör Buluşmaları Başlıyor

Sinema endüstrisi profesyonellerini bir araya getiren Sinematek Günleri: Sektör Buluşmaları’nın ikincisi 02 – 04 Haziran 2023 tarihleri arasında Sinematek/Sinema Evi’nde yapılıyor. Üç gün sürecek buluşmada paneller, söyleşiler ve atölyeler düzenlenecek. Etkinlik kapsamında sektörde aktif çalışan veya sektöre girmek isteyen sinemaseverlerle profesyoneller buluşacak. 02 Haziran 2023 Cuma günü başlayacak ve 04 Haziran 2023 Pazar günü sona erecek Sinematek Günleri’nde senaryonun fikir sürecinden fon bulmaya, yönetmenin oyuncu seçiminden yapımcılar için yeni dağıtım ve pazarlama stratejilerine kadar farklı başlıklar ele alınacak.

Transformers: Canavarların Yükselişi

Birkaç gün önce yapay zekânın, yöneticisinin sözünü dinlemeyip kendi bildiğine (önceki emre itaat ettiğine) hareket ettiğine, yöneticisini öldürmeye çalıştığına dair bir haber vardı. Şaka gibi, ama ürkünç. Gerçekten ne olacağını bilemediğimiz, öngöremediğimiz bir döneme giriyoruz. Dünyayı robotlar mı yönetecek?

Robotların ilk örneklerini filmlerde gördük. Filmlerde gördüklerimizin yaşanacağını, hayatımızı belirleyeceğini düşünerek kendimizi hazırladık. Kimi zaman iyi şeyler de çıktı, kimi zaman yanlışlıklar serisi de belirleyici oldu. Yapılanların ne sonuç vereceğini bilemediğimizi kabûl etmemiz gerekiyor. GDO’lu (genetiği değiştirilmiş organizmalar) yiyecekler, açlığa çözüm bulacağı inancıyla geliştirildi, ama öyle olmadığı çok kısa bir zaman içerisinde görüldü. Ama yine GDO’lu ürünlerin yaşamamızı ne denli değiştirdiğini de kullanabildiklerimizden biliyoruz. Demek ki, robotlar da yaşamımızda şimdikinden çok daha etkin yer alacak. İnsan zaten zorunlulukları nedeniyle değil mutluluğu ve huzuru için barış içinde yaşamalı. Teknoloji geliştikçe birçok şey değişti, değişecek. İnsanlar daha az çalışacak; gezmeye, görmeye, eğitime, bilime daha çok zaman ayırabilecek. İşleri robotlar yapsın.

Önceden görme işine liderlik diyoruz

Sanatçılar hep önceden görüyor ve işaret ediyorlar… Georges Méliès, 1902’de “Ay’a Seyahat” filmini yaptığında, insanların Ay’a gidebilecekleri hayal bile edilmiyordu. Jules Verne de benzer romanlar yazmadı mı? Aradan geçen yıllar, onların öngörüleri doğrultusunda çalışan bilim insanları tarafından tahayyül edilenlerin gerçekleşmesini sağladı.

Sinemacıların, yine teknolojiyle doğru orantılı, hayalleri geliştikçe beyazperdeye yansıyanlar daha da güzelleşti, ilginçleşti… Bunların başında Transformers serisi geliyor. Bizim kuşağın karada ve suda giden araba sevdası, bugünün çocuklarında Transformers ile hayatı değiştiren arabalara dönüştü.

Görselliği yüksek Transformers’ların her geçen gün gelişmesi doğal, buna da bağlı olarak yeni temalar, yeni arabalar, yeni modeller ve yeni insanlar katılıyor aralarına.

Bu kez Güney Peru’daki 15. yüzyıl Inca kalesi Machu Picchu’da, 1887’de bıraktığımız Transformers’ların duygularını yakalamaya çalışıyoruz. Yıl, 1994 olmuştur, temel aktörler değişmese de birçok giren ve çıkan vardır filmin kadrosuna. Görüntüleri çekip bilgisayarlar yardımıyla stüdyoda filme dönüştürmek yerine, yerinde çekimler yapılınca daha bir ‘canlı ve dinamik’ olmuş perdeye yansıyanlar.

Sinemanın 37 sözcüğü var, biliyorsunuz: İyi – kötü, zengin – yoksul bunların en çok kullanılanı. Bu dramatik yapıda da iyi – kötü çatışması var; tek farkla iyiler de araba, kötüler de… Dünyayı ele geçirmek isteyen kötülere karşı mücadele eden iyilere bu kez iki siyahi genç de katılıyor: Noah Diaz (Anthony Ramos) ve Elena Wallace (Dominique Fishback). Sürükleyici ve dolu bir film. Hayalin ne kadar gerekli olduğunun kanıtı da aynı zamanda.

09 Haziran’dan başlayarak gösterimde…

(08 Haziran 2023)

Korkut Akın

korkutakin@gmail.com

Doktor Teşhisi Koydu: Suçlu: Korkuyorum

Spritüel inanışları olanlar, yaşamı belirleyenin anne baba değil, çocuk olduğunu ileri sürer. Ne kadar doğrudur, bilinmez. Beau is Afraid (Korkuyorum) bunun tam tersini söylüyor. Ancak biz inanışların, düşüncelerin ya da beklentilerin değil filmin üzerine düşünelim…

İnsanın yaşamını ailenin çocuğa verdiği eğitim belirler. Kim ne derse desin, bu kesin. Korkuyla büyütürseniz pısırık biri olur, değer vermişseniz özgüvenli bir kişilik geliştirir, örnekleri uzatmak mümkün. Bu, çevrenin, toplumun değer yargılarının önemsiz olduğunu değil, aileden gelenin üzerine konduğu için daha da güçlendirdiğini gösterir. Muhakkak ki böylesi genellemeler her zaman doğru çıkmaz… ancak yine de hemen her konuda bir genellemeyle yüz yüze kalırız.

Ari Aster’ın, Joaquin Phoenix’i başrolünde oynattığı “Korkuyorum” filmi, uzunluğunun ötesinde izleyiciye, yaşamını gözler önüne sermek amacıyla bir ayna tuttuğu için hem ürkütücü hem de kasap çengeli örneği soru işaretleriyle dolu. Beau Wassermann (Phoenix), anne bağımlılığından kurtulamamış, tedirgin, kimseyi üzmemeye, kimseye bulaşmamaya kararlı, yalnız, yapayalnız biridir. Babasının ölüm yıldönümünde, annesinin yanına gitmek üzereyken tanırız onu. İlk düğme yanlış iliklenirse tümü yanlış olur ya, Wassermann’ın da başına bir sürü iş gelir, hem de “bu kadarı da olmaz” diyebileceğimiz kadar.

Bir Kafkaesk öykü

Yabancılaşma, dışlanma, kimlik sorunlarını tedirgin edici anlatan Kafka tipi yapıtlara Kafkaesk dendiğini biliyoruz. Wassermann da yukarıda sayılan tüm özellikleri barındırıyor kendinde…

Peki, film korkutucu mu? Hayır. Öyleyse iğrenç… O da değil. Ya ne öyleyse? Yüzünüze tutulan bir ayna sadece.

Üç (bir dakika kısa sadece) saatlik filmi, hiç sıkılmadan izleyeceksiniz. Dört bölüme ayırabiliriz. Birincisi içine düştüğü bunalım, altından nasıl kalkacağını bilememesi… İkinci ve üçüncü bölümlerde o içine düştüğü bunalımın sarsıcı etkileri… Sonunda ise “ey izleyici, sen ne düşünüyorsun”. Karşılıklı bir etkileşimden söz edebiliriz. “Sineklerin Tanrısı”nı hem roman hem film olarak anımsarsınız muhakkak. Kurgu olduğu açıklandı, insanın özünü yansıtmadığı ve aslında insanın iyi olduğu belirlendi bilimsel açıdan. Tam da bu filmle çakıştığı nokta burası: İnsan nefret edilecek kadar kötü müdür? Yoksa başta aile olmak üzere, çevre, eğitim, siyaset ve ekonomi sistemi mi kötü hale getiriyor insanı? Beau, insanın en temel hak ve özgürlüklerinden biri olan cinselliği bile yaşayamamış bu nedenle. Kaygılarımız, korkularımız, şüphelerimiz, sancılarımız ve beklentilerimiz hep ailenin oluşturduğu iskelet üzerine yükseliyor; tabii ki, diğer etkenler de tamamlıyor.

09 Haziran’dan başlayarak gösterimde…

(07 Haziran 2023)

Korkut Akın

korkutakin@gmail.com

Bellek Avcıları

76. Cannes Film Festivali’nde özel gösterimi yapılan ‘Hypnotic: Zihin Avı / Hypnotic’ sıcağı sıcağına bizde de gösterime girdi. Film, parkta oynarken gözlerinin önünde kayıplara karışmış 11 – 12 yaşlarındaki kızının izini süren kederli polis Danny Rourke’un (formunda bir Ben Affleck) terapi seansı ile açılıyor. Öfkesini ve küçük Minnie’yi bulma umudunu hiç kaybetmemiş olan görmüş geçirmiş kanun adamı kendini ayakta tutmak için görevine döndüğünde bir banka soygunu haberi alıyor. Bir hafta içinde ‘Bank Austin’in 2 ayrı şubesine saldırılar düzenlenmiş, soyguncular nakde dokunmadan sadece bir kiralık kasayı alarak kayıplara karışmıştır. Bankaya hırsızlardan önce ulaşmayı başaran Rourke ihbarda belirtilen kasada kızının fotoğrafını bulur. Fotoğrafın üzerinde ‘Lev Dellrayne’ı Bul’ notu vardır.

Daha sonra Dellrayne’in (William Fichtner) dünyanın en büyük zihin avcısı olduğunu öğreniriz. Adından da çıkarılacağı gibi zihin avcıları (ya da filme özgün adını veren hipnotikler) başkalarının zihnini yönlendirebilen, alternatif bir gerçeklik yaratmak suretiyle insanlara istediklerini yaptırma yetisine sahip kişilerdir. Öfkeli polisimiz çok gizli bir hapishaneden firar etmiş Dellrayne’in derin büronun emriyle kızının kaçırılmasını organize ettiğine ikna olmuştur artık. Kendi de bir hipnotik olan yerel tarot okuyucusu Diana Cruz (Alice Braga) aynı alemin hacker ve gizli ajanları ile iş birliği halinde büyük sırrın peşine düşer. Lakin hiçbir şey göründüğü gibi değildir.

‘Zihin Avı’nın yönetmen koltuğunda Robert Rodriguez oturuyor. Meksika asıllı aileden gelen Texas’da yetişmiş sinemacı ilham aldığı B tipi yapımlar ve özellikle John Carpenter filmlerinin etkisiyle 24 yaşındayken gerilla usulü çektiği çok düşük bütçeli ‘Gitarım ve Silahım / El Mariachi” (1992) ile sinema evrenine sağlam bir giriş yapmıştı. Sonradan imkânları daha fazla ve başrolde Almodovar’ın gözdesi Antonio Banderas’ın star katına yükseldiği serinin devam öyküleri ile [Desperado’ (1995), ‘Bir Zamanlar Meksika’da / Once Upon A Time In Mexico’ (2003)] ününü perçinleştirdi. ‘B movie’ aleminin büyük hayranı Quentin Tarantino’nun senaryo yazımına dahil olduğu ve oyuncu olarak yer aldığı çılgın vampir fantezisi ‘Günbatımından Şafağa / From Dask Till Down’ (1996); yine Tarantino’nun ‘Ölüm Geçirmez / Death Proof’u ile birlikte 2 Film Birden ‘Grindhouse’ konseptine dahil olan ve 60’lar 70’ler istismar sinemasına coşkulu bir saygı duruşunda bulunan 2007 yapımı ‘Dehşet Gezegeni / Planet Terror’ ile ses getirdi.

Bugün 55 yaşında olan Rodriguez’in en özgün yapıtları stüdyo sisteminin tutsaklığına girmediği bağımsız filmleridir. ‘Zihin Avı’ aile içinde tam bağımsız kotarılmış. Hikâye Rodriguez’in. Senaryoda ortak imzası var. Görüntü yönetmenliğinde Pablo Berron ile ortak yine onun imzasını görüyoruz. Kurguyu oğlu Rocket ile birlikte üstlenmiş. Filmin etkileyici (hadi hipnotik diyelim) müziğini diğer oğlu Rebel bestelemiş. Rodriguez’in öyküsü sürprizleri ve ters köşeleriye soluk soluğa izleniyor. Deneyimli sinemacının en akıllı hamlesi ise, ilerleyen yaşına karşın heybetli fiziği ve star personası ile hâlâ çekici olan Affleck’i Danny Rourke rolünde oynamaya ikna etmesi olmuş. Marvel patentli pahalı prodüksiyonların piyasayı domine ettiği günümüzde bu mütevazı bağımsız yapım ne kadar izleyici toplar bilemem, ama ilerde kültleşeceği kesin.

(07 Haziran 2023)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com

Kadınların Ailelerden Çektikleri… Saint Omer

Hatırlar mısınız, birkaç yıl önce, bir anne, ailesine -çocuğu olduğunu gizlediği için- bayram ziyaretine giderken bebeği beşiğine yatırmış, biberonu da doldurup yanına bırakmış. Bayram dönüşü, bebeğinin ölüsünü kapıp hastaneye götürmüştü de haberlere konu olmuştu. O anne, hangi nedenlerle bebeğinin olduğunu gizlemişti ailesinden, neden korkmuştu aile büyüklerinden? Sahi, ne yaparlardı acaba, kendisine ve çocuğuna?

Bir de, seçimler nedeniyle yapılanlar / yapılamayanlar belirlenirken, 300’ü aşkın polisin intihar ettiği haberi vardı medyada… Doktorlar, hemşireler, subaylar, öğretmenler, öğrenciler de eklendiğinde sayı inanılmaz düzeye çıkıyor. Nedenini kimse soruyor mu?

Buna benzer soruları sormadığımız sürece hem bebekler ölür hem intiharlar çoğalır hem de iş cinayetleri önlenemez. Bu çok önemli konu yerine, bizim ülkemizde kadınların özgürlüklerinin kısıtlanmasına çalışır siyasi partiler ve doğal olarak iktidar. Hatta o kadar ileri gider ki, kendisinin önerdiği, İstanbul’da yapılan toplantılarla kabul edilen sözleşmeden bile çıkmayı kendine yedirir.

Filmin öyküsü…

Ailesinden ayrı, yaşlı sevgilisinin yanında kalan genç üniversite öğrencisi Laurence Coly (Guslagie Malanda), cidden ruhsal bunalıma düşmüştür. Bırakın okula gitmeyi, kendini eve hapsetmiş, yalnızlaşmış, birlikte yaşadığı erkeğin bile “görmediği” biri haline gelmiştir. Bir de hamile kalmıştır, partnerinin bile haberi yoktur… Hamileliği boyunca çektiği sıkıntıların üstüne kimseden “değer” görmeyince, bebeğini kumsala bırakır. Tabii, yakalanır ve yargılanır. Saint Omer, o mahkemenin filmidir. Belgesel tadında, yalın, süssüz, kamera hareketlerinin en aza indirgendiği, ama seyirciyi koltuğuna çivileyen bir film. Alice Diop, Amrita David, Marie Ndiaye’nin yazdığı, Alice Diop’un yönettiği bu ilk film gerçekten büyük ödüllerle başarısını kanıtlıyor.

Edebiyatçının bakışı…

Öykünün içinde bir diğer öykü de roman yazarı akademisyenin yaşadıklarıdır. O da tıpkı Coly gibi, beyaz bir erkekle birliktedir ve dört aylık hamiledir. Filmin kesişme noktalarından biri Rama’nın (Kayjie Kagame) üniversitede, derste görüntülerini gösterdiği İkinci Dünya Savaşı sırasındaki kadınların durumu üzerine örnekler verdiği ünlü “Hiroşima, Mon Amour” (Marguerite Duras) filmidir. Daha film bitmeden kafaları tıraşlanan kadınların yüzündeki hüzün izleyicinin kafasında soru işaretleri oluşturuyor, kasap çengeli örneği.

Kadınların yaşamına müdahalenin bu kadar çoğaldığı, yaşam ve özgürlük mücadelesinin polis zoruyla engellendiği Türkiye’de, özellikle kadın bilinçlenmesi için herkesin izlemesi gereken, çok önemli bir film. Hatta, biraz daha ileri gidip, çocuklarınızın, doğacak torunlarınızın da izlemesi için arşivlemenizi öneririm.

09 Haziran’dan başlayarak gösterimde…

(05 Haziran 2023)

Korkut Akın

korkutakin@gmail.com

Ferhan Baran Yazıyor: Cannes’da Altın Palmiyeler Sahiplerini Buldu

76. Cannes Film Festivali’nde ödüller açıklandı. İsveçli yönetmen Ruben Östlund başkanlığındaki ana jürinin kararı doğrultusunda Altın Palmiye en iyi film ödülü Fransız sinemasının yükselen isimlerinden Justine Triet’nin ‘Bir Düşüşün Anatomisi / Anatomie d’Une Chute’ filmine verildi. Kocası balkondan düşerek ölen bir kadın ile görme yetisini büyük ölçüde yitirmiş ergenlik çağındaki oğluna odaklanan film, gerilimi her an ayakta tutan ince işlenmiş … Devamı…»

Ferhan Baran Yazıyor: Bir Ulusun Yaralarını Sarmak

Japon mitolojisinde yerin altında depremlere neden olduğu varsayılan ‘Namazu’, Edo dönemi resimlerinde devasa bir yayın balığı olarak tasvir edilir. Gök Tanrısı Takemikazuchi tarafından yine devasa bir taş altında tutsak edildiği anlatılan Namazu’nun serbest kaldığı zaman yeri yerinden oynattığı rivayet edilir. Gök Tanrısı besbelli pek iyi iş çıkaramamış olsa gerek ki, Pasifik Deprem Kuşağı’na yakın irili ufaklı 700 adadan oluşmuş … Devamı…»

Ferhan Baran Yazıyor: Umut Her Zaman Vardır

‘Savaş Atı / War Pony’ Kızılderili asıllı bir yaşlı adamın sabah duasına benzer ritüeli ile açılıyor. Güney Dakota’nın Pine Ridge Rezervasyon Bölgesi, Lakota ulusundan halkların yaşadığı yerdir burası. Yoksulluk derecesi hayli yüksek topraklarda yirmili yaşların başlarındaki Bill (Jojo Bapteise Whiting) ile 12 yaşındaki Matho’nun (Ladainian Crazy Thunder) birbiri ile kesişmeyen günlük hayatını izlemeye başlarız daha sonra. İkisi de genç … Devamı…»

Korkut Akın Yazıyor: Tori ve Lokita: Göçmenlerin Yaşadıkları

Bugün, seçim konuşmalarında da, ittifaklar arasında da, yaşamın içinde de en çok konuşulan konuların başında göçmenler geliyor. İster mülteci, ister sığınmacı, ister göçmen, ister sürgün ya da “öteki” olarak tanımlayın; sadece bizim değil dünyanın en büyük sorunlarının başında geliyor bu sorun. Siyasal, sosyal, inançsal, ekonomik, hatta çevresel (kuraklık veya su baskınları) gibi nedenlerle insanlar hiç olmadığı kadar göç ediyor … Devamı… »

Dardenne Kardeşlerin Öfkeli Çığlığı

Jean-Pierre Dardenne ve Luc Dardenne kardeşlerin son filmi ‘Tori ve Lokita’ siyahi bir genç kızın endişeli donuk yakın planı ile açılıyor. Batı Afrika’nın Fransız sömürgesinden ya da şimdiki adıyla Benin’den kaçıp Belçika’nın Liège kentine kapağı atmış olan Lokita, reşit olma yaşına yaklaşmanın gerginliği içinde ‘Göç İdaresi’ görevlisinin sorularını yanıtlamaktadır. Lokita’nın oturma izni alabilmesi, bir göçmen yerleştirme merkezinde birlikte kaldığı 12 yaşındaki Tori’nin kardeşi olduğuna görevliyi ikna etmesine bağlıdır. Geldikleri ülkenin geleneklerine göre annesi doğum sırasında hayatını kaybettiği için büyücülükle suçlanarak yetimhaneye verilmiş ve kötü muameleden geçmiş Tori’ye izin vardır, ancak vakti geldiğinde Lokita’nın ülkesine geri gönderilmesi an meselesidir. Ne var ki Tori, Lokita’nın gerçek kardeşi değildir. Göçmen teknesinde azgın suların ortasında birbirlerine kucak açmış, karaya ayak bastıkları Sicilya’dan Belçika’ya insan kaçakçıları aracılığı ile ulaşmışlardır. Kameranın sabit kaldığı 3 dakikalık sorgu sekansında Tori’nin kardeşi olduğuna ikna için çabalar Lokita. Tek isteği kağıtlarını aldıktan sonra kardeşten öte bellediği küçük Tori ile birlikte bir eve çıkmak, o eğitimini sürdürürken kendisi hizmetçilik yaparak onurlu bir yaşam sürdürebilmektir.

Onurlu diyorum çünkü ikili halihazırda baskı ve tehdit altında yaşamaktadır. Bir yandan, İtalyan pizzacının alt katında uyuşturucu pazarlayan ve Lokita’yı taciz etmekten geri durmayan Betim’in torbacılığını yaparlar. Öte yandan, onları buraya getiren Afrikalı insan kaçakçılarının bitmez tükenmez avantalarına yetişmeye çalışırlar. Arnavut mafyası ile çalışan Betim, çok gizli bir haşhaş üretim deposunda tek başına hiç dışarı çıkmadan 3 ay süreyle çalışması karşılığında genç kıza sahte oturma izni belgesi vadeder. Bu teklifi çaresizce kabûl ederler. Ancak, uzunca bir süre birbirlerinden ayrı kalmak zorunda olacakları süreçte işlerin yolunda gitmesini ne kadar arzu etsek de mutlu son hiç de olası değildir.

Geçtiğimiz yıl Cannes Film Festivali’nin 75. Yılı özel ödülünü almış olan Dardenne kardeşlerin göçmen sorununa el attıkları en sert filmleri ‘Tori ve Lokita’. Ana karakterlerin iki savunmasız çocuk olması öfkelerinin daha da güçlü bir çığlığa dönüşünün nedeni belli ki. İki çaresizin İtalya’da kaldıkları süreçte öğrendikleri tekerlemeli çocuk şarkısı (Alla Fiera dell’est..) film boyunca tekrarlandıkça yürek burkuyor. Ya da Tori’nin uykuya dalmadan Lokita’nın ona söylediği kendi dillerindeki ninniye ne demeli. Lakin Dardenne’lerin sinemasında duygu sömürüsüne yer yok. Hatta dur durak bilmeyen bir kamera çalışmasıyla sınırı zorlayan tür sineması kalıplarına da yüz vermiyorlar. Onların derdi finaldeki duygulu mesaj ile soğumuş kalplere seslenebilmek. Yoksulluğa ve yalnızlığa terkedilmiş, kamu görevlisinden insan kaçakçılarına güçlünün güçsüzü ezdiği bu acımasız dünyada yalnız ve yoksul çocukların seslerini duyurmak tek dertleri. Usta sinemacıların büyük keşifleri olan Pablo Schuls (Tori) ve Joely Mbundu’nun (Lokita) üstün yorumlarıyla yürekleri daha bir acıtan yılın gösterime giren en iyi filmlerinden birine dönüşüyor kardeşlerin öyküsü. Kaçırmamaya çalışın.

(02 Haziran 2023)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com

23. Uluslararası Frankfurt Türk Film Festivali’nin Programı Belli Oldu

23. Uluslararası Frankfurt Türk Filmleri Festivali’nin hazırlıkları devam ediyor. 11 – 16 Haziran 2023 tarihleri arasında gerçekleştirilecek festivalin programı açıklandı. 12 Haziran’da verilecek olan Yaşam Boyu Başarı Ödülü’nün bu yılki sahipleri, 1996 yılında Eşkıya filmindeki Keje rolüyle büyük başarı elde eden Sermin Hürmeriç, Tepenin Ardı isimli sinema filminde oynadığı rol ile En İyi Erkek Oyuncu seçilen Tamer Levent ile Türk kökenli Alman oyuncu Tayfun Bademsoy olacak. Vefa ödülleri ise bu yıl 2008 yılında aramızdan ayrılan oyuncu Suna Pekuysal ile 2000 yılında vefat eden oyuncu Ergün Köknar’a verilecek. Vefa ödülleri, sanatçı çiftin oğulları Sait Ali Köknar’a takdim edilecek.

Korkut Akın Yazıyor: Savaş Atı: Kimdir Kaybeden?

Bir filmi izlerken, beyazperdeye yansıyanları kendinizle özdeşleştir(e)miyorsanız ya da süzemiyorsanız hem istenilen keyfi alamaz hem de filmin mesajını okuyamazsınız. Bu bir tehdit ya da sınırlama değil, ama ister istemez kendinizle bağ kurduğunuzda önünüzdeki perde daha geniş ve daha derinlikli oluyor. Ne bileyim, bana öyle geliyor. “Savaş Atı” (War Pony) aslında bir yaşam öyküsü, hayat kavgasını izliyoruz. Doğaldır ki … Devamı… »

Örümcek Kulübüne Hoş Geldiniz

Örümcek-Adam animasyon serisinin ilki büyük beğeni ile karşılanmış ve uzun metraj canlandırma kategorisinde Oscar dahil 80 küsur ödülle kucaklaşmış olan devam filmi ‘Örümcek-Adam: Örümcek Evrenine Geçiş / Spider-Man: Across the Spider-Verse’ dış sesin ‘Bu sefer farklı bir şey yapalım’ sözleriyle açılıyor. ‘Hayat ona sert vurdu, tek ona değil tabii. Sonra yalnız kaldı, bir tek o değil tabii’ diye devam ediyor. Gerisini bildiğimizi sanıyor muşuz ama bilmiyor muşuz! Serinin bu defa değişen üçlü yönetmen ekibi (Joaquim Dos Santos, Kemp Powers ve Justin K. Thompson) ile büyük emek vermiş animasyon takımı, kuşaklar boyu hayranlarını peşinden sürüklemiş Marvel aleminin bu en duygusal, en kırılgan süper kahramanı hakkında söylenecek yeni şeylerin olduğunu dış ses aracılığı ile böyle haberliyor.

Aslına çok daha uyumlu bir biçimde çizgi karakter olarak karşımıza çıkmasıyla birlikte hem öykü çeşitliliğinin hem de görselliğin çıtasını yükselten ilk filmde (Örümcek-Adam: Örümcek Evreninde / Spider-Man: Inside the Spider-Verse) bunun başarılı bir örneğini izlemiştik. Serinin ikinci bölümü görsellik ve hikâye anlatımında sınırları daha da zorlayan, ilkinden de başarılı bir çalışma olmuş. İlk filmin sonunda kendi evrenine dönüş yapan örümcek kız Gwen Stacy, hem çoklu evrenin geleceğini tehdit eden (Kingpin’in sebebi olduğu) büyük çarpışmanın yaralarını sarmaya hem de dünyamızın halihazırda rüştünü ispat etmiş tek örümcek adamı olan Miles Morales’i görmek için Brooklyn’e dönüş yapıyor. Alchemax’daki işini, ailesini ve yüzünü kaybeden ve bundan Miles’ı sorumlu tutan öykünün yeni kötü adamı Spot ile kapışıyorlar önce. İkili daha sonra, Miles’ın ısrarıyla, Spot’un çoklu evrende açtığı ve açmaya devam edeceğini duyurduğu geçitlerden paralel evrene süzülerek Örümcek Kulübü’ne kapağı atıyor. Rahmetli Stan Lee ile Steve Ditko’nun yaratıcısı olduğu ve yıllar içinde çoklu karakterlere dönüşen örümcek adamlar (ve de kadınlar) toplumunda Miles yalnız değildir artık. Ancak bir hayat bağı ile hepsinin yaşamı birbirine bağlıdır. Hikâye değiştiği anda paralel evrenlerdeki akışlar bozulup tüm boyutlar çökecektir. Lakin komiser babası tehdit altında bulunan Miles kalıpları yıkmaya, hikayeyi kendi istediği şekilde yazmaya kararlıdır.

Böylesine dur durak bilmeyen bir tempoya ve karakter çeşitliliğine sahip çılgın bir hikâyeyi okumak yerine izlemeye ve perdedeki coşkun enerjinin bir parçası olmaya davet ediyorum sizleri. Alabildiğine yaratıcı bir biçimde kaleme alınmış senaryosu, zekâ ürünü espriler, ince bir mizah, ayrımcılığa dair dayanılmaz bir sosyal hiciv içeriyor bu devam filmi. Dudak uçuklatan canlandırma çalışması, renkler ve gölgeler, çizgi roman karesindeki üst yazılar, çılgın detaylar, kendi kinetik gerçekliği dahilinde tüm aksiyon sekansları, duygusallıktan hiç de geri durmayan gerçek olmayan evrenin ‘çok gerçek’ anlatısına hizmet ediyor. Filmin belki de tek kusuru Brooklyn’e dönüş macerasının yarıda kesilmesi olmuş. 2 saat 20 dakikalık film çizgi roman geleneğine uygun olarak ‘Devam Edecek (To Be Continued)’ ibaresi ile noktalanıyor. Çizgi roman tutkunu olduğumuz çocukluk günlerimizde en heyecanlı yerinde kesilen maceranın devamı için bir hafta sonrasını iple çekerdik. Bu maceranın final bölümünün 29 Mart 2024’te gösterime gireceği duyuruldu. Beklemeye değer.

(01 Haziran 2023)

Ferhan Baran

ferhanbaran@gmail.com

2. Sinematek Günleri: Sektör Buluşmaları

Sinematek/Sinema Evi ve Sinema Adası işbirliğiyle düzenlenen II. Sinematek Günleri: Sektör Buluşmaları, üç gün boyunca senaryonun fikir sürecinden fon bulmaya, yönetmenin oyuncu seçiminden yapımcılar için yeni dağıtım ve pazarlama stratejilerine uzanan süreçlerine ve kısa film yapımından dijital kanallara yönelik içerik üretimine kadar farklı başlıkları kapsayan paneller, söyleşiler ve atölyeler düzenlenecek. 02 – 04 Haziran 2023 tarihlerinde her gün 10:00 ile 18:00 saatleri arasında gerçekleşecek Sinematek Günleri: Sektör Buluşmaları’nda 16:45 ile 18:00 saatlerindeki etkinliklere ücretsiz katılım sağlanabilecek.

2. Sinematek Günleri: Sektör Buluşmaları yazısına devam et