Christopher Landon’un yönettiği ve Meghann Fahy, Brandon Sklenar, Violett Beane ile Jacob Robinson’un oynadığı Drop: Kabul Et Veya Reddet (Drop), önümüzdeki aylarda UIP Filmcilik dağıtımıyla ????? tarafından vizyona çıkarılıyor.
Violet, beklediğinden daha yakışıklı ve çekici olan randevusu olan Henry ile şık bir restorana geldiğinde rahatlar. Ancak Violet, telefonuna gelen anonim mesajlarla önce sinirlenmeye, sonra korkmaya başlar ve ikilinin kimyaları bozulmaya başlar. Violet’a kimseye söylememesi ve verilen talimatları takip etmesi söylenir, yoksa evinin güvenlik kameralarında gördüğü kapüşonlu kişi, Violet’ın küçük oğlunu ve bakıcı kız kardeşini öldürecektir. Violet, sevdiklerinin hayatlarını kurtarmak için tam olarak verilen talimatları yerine getirmek zorundadır. Görünmeyen zalim son talimatını verir: “Henry’i öldür”.
Flow: Bir Kedinin Yolculuğu
Gints Zilbalodis’in yönettiği animasyon film Flow: Bir Kedinin Yolculuğu (Flow), 24 Ocak 2025’de Başka Sinema dağıtımıyla Mars Production tarafından vizyona çıkarıldı.
Evi harap olunca bir tekneye sığınan bir kedinin hikâyesi. Kedi, yalnız yaşayan bir hayvandır ancak evi büyük bir sel felâketiyle harap olduğunda kalabalık bir tekneye sığınmak zorunda kalır. Bu hiç bilmediği araçta farklılıklarına rağmen birbirlerine bağlı kalmayı öğrenen türler yaşamaktadır. Ancak kadife pençeli yalnız biri için bu hiç de kolay değildir. Birlikte sular altında kalan manzaralarda gezinip, yeni hayatlarında yollarının bulmaya çalışırlarken, değişen dünyanın zorluklarıyla yüzleşirler.
Hangisi Sahte, Hangisi Gerçek
81. Venedik Film Festivali’nin ana yarışmasında dünya prömiyerini yapmış olan ‘Babygirl’ orta yaşlardaki bir çiftin ateşli sevişme sahnesi ile başlıyor. Film her ne kadar kadının orgazmın eşiğindeki yüzüyle açılsa da, çok geçmeden numara yaptığını anlıyoruz. Romy (Nicole Kidman) sevişme sonrası kaçtığı başka bir odada MacBook’undan açtığı porno video ile gerçek bir doyuma ulaşıyor. Parlak bir akademik kariyer sonrası Ceo’su olduğu kendi robotik şirketini yöneten Romy, 19 yıldır evli olduğu saygın tiyatro yönetmeni kocası Jacob (Antonio Banderas) ve yetişmekte olan iki kızıyla kusursuz bir aile imajı çizmektedir oysa. Yakışıklı stajyer Samuel (Harris Dickinson) ile karşılaştığında, konforlu yaşamı beklenmedik bir biçimde kontrolden çıkacaktır.
İlk uzun metrajını çeken Halina Reijn, çeyrek asır öncesinin ‘Eyes Wide Shut’ karesine atıfla Kidman’ın aradan geçen yıllara direnen güzel poposunu fonda ünlü Şostakoviç valsini anımsatan bir ezgiyle sergileyerek başlıyor hikâyesine. Sokak ortasında saldırmak üzere olan vahşi köpeği cebinden çıkardığı kurabiye ile sakinleştiren genç Samuel’in kararlı baskın bakışı, Romy’nin botoks seansları, buz banyoları ve her türlü terapi ile oluşturduğu kusursuz kimliğini sarsalarken, nicedir bastırdığı cinsel fantezilerini tetiklemiştir. İlerleyen bölümde küstahlığı ve vurdumduymazlığı ile
gerçek yaşamda kendini anında kapı önünde buluverecek olan genç adam, Kidman’ın 25 yıl önce hayat verdiği Kubrick karakterinin rüyalarını işgal eden arzu nesnesinin kanlı canlı tezahürü haline geliyor ve Romy, Dr. William Harford’un karısı Alice’in aksine özgürce duygularının izini sürmeyi seçiyor. Fırtınalı ilişki tüm hızıyla yaşanırken, ucuz otel odalarındaki buluşmalarda güç dengesi Samuel’in lehine değişecek, Romy genç adamın -filme adını veren- küçük bebeği, önünde diz çöktüğü köpeği haline gelecektir.
‘Babygirl’ kadın cinselliği ve güç oyunları üzerine ilginç gözlemler içeriyor. İnsan emeğini ve müdahalesinin üstlenen robotlar varoluşunun her alanını kusursuz bir biçimde örgütlemiş olan Romy’nin metaforu olarak çok güzel çalışırken, neyin gerçek, neyin sahte olduğu sürekli sorgulanıyor. Hollanda asıllı genç yönetmen, bir kadının erotik yolculuğunu sergilerken ahlakçı bir bakış
açısından özellikle kaçınıyor, hali vakti yerinde Romy’nin, ‘Gündüz Güzeli / Belle De Jour’ esinli fantezi arayışını yargılamıyor. ‘Normal’in ne olduğunun canı cehenneme diyebilen sinemacı, Romy’nin erotik yalpalayışlarını özünü arayış olarak yorumlamayı seçiyor, gerçek özgürlüğün cinsel dürtülerimize kayıtsız kalmamaktan geçtiğini hatırlatıyor.
Reijn’in bu ilginç gözlemi son bölümde yara alıyor. Otel odasında George Michael’ın ‘Father Figure’ parçası ile üstü çıplak dansettirdiği Dickinson’ın geçmişi hakkında hiçbir veri sunmuyor. Bunu, hadi Romy’nin erotik serüveninde arzu nesnesi olarak yer alıyor diye sineye çeksek bile, Banderas’ın tek boyutlu karton bir karakter olarak çizilmesi, hele son bölümde o ucuz diyaloglara layık görülmesi filmin başta uyandırdığı ilgi ve heyecanı dizginliyor.
(25 Ocak 2025)
Ferhan Baran
Evrensel Bir Öykünün Modern Zaman Uyarlaması: Kurt Adam
Bir hastalık belirtisinde hemen, genetik yatkınlık sorulur: “Ailenizde var mı?” hekimler ona göre tedavi uygulayacaktır. Ancak bu, o kadar yaygın bir durumdur ki, insanın boyundan kilosuna, hareketliliğinden, usluluğuna, heyecanlılığına kadar geniş bir alana yayılır. Evet, genetik yatkınlığımız belirleyicidir muhakkak. Özellikle stres ve yarattıkları üzerine… Buna bir de yaşamın kendi sorunlarını eklerseniz bundan kurtulabilmek pek de mümkün değildir.
Sanırım kaçmak en kolay yolu… “Tebdili mekânda ferahlık vardır” dediği gibi büyüklerin, yeni bir yere taşınmak, yeni ilişkilerle farklı bir yaşam oluşturmak, çözüm yoludur. Genetik olarak aileden getirdiklerimizi nereye gidersek gidelim, ne yaparsak yapalım bırakamayız, kurtulamayız. Yönetmen Leigh Whannel, Corbett Tuck ile birlikte yazdığı senaryosunda, yalın ve sakin bir anlatım kurmuş. Yönetmen filmine, baba ile oğlu arasındaki gerginliği, babanın oğluna söz geçirmek için üzerinde kurduğu baskıyı anlatarak başlıyor.
Bu baskıdan, gerginlikten, sinirlilikten kurtulmanın yolu, erkenden kaçmak oluyor. Aradan otuz yıl geçtikten sonra, büyüyen oğul, iyi ilişkiler kurduğu ve birbiriyle “beyin okuma” oyunları oynadığı küçük kızı ama aralarındaki sevginin giderek tükendiğini hissettikleri eşiyle yaşıyor. Babadan kalanları toplamak ve belki o güzel, orman içindeki evde ilişkiyi yeniden düzene sokacak bir fırsat olarak görüyorlar.
Gittikleri yerde, çocukken görüp de anlamlandıramadığı Kurt Adam ile karşı karşıya geliyorlar. Acaba Kurt Adam bu aileye, özellikle de çocuğa zarar verecek mi?
“Kurt Adam” bir korku filmi, ama bir korku filmi kadar korkutmak yerine düşündürmeyi amaçlıyor. Büyüyen çocuğun, yıllar sonra kızıyla kurduğu arkadaşlık düzeyine varan o güzel ilişkisi kurt adamla ne kadar ilişkili? Yönetmenin yalın anlatımı, ışık ve müzik kullanımıyla film, izleyiciyi ayırt etmeden yaşananları sorgulamaya yöneltiyor.
24 Ocak’tan başlayarak gösterimde…
(23 Ocak 2025)
Korkut Akın
Usta Oyuncular Aşkın Dünkü Çocukları Filmi İçin Bir Araya Geldi
Sinemaseverlerin içini ısıtacak Aşkın Dünkü Çocukları, 31 Ocak’ta izleyiciyle buluşuyor. Usta isimler ile gençleri bir araya getiren filmin kadrosunda Uğur Yücel, Mehmet Özgür, Hülya Avşar, Derya Baykal, Derya Alabora, Burak Can, Nehir Gökdemir, Bilge Şen, Ümit Çırak, Goncagül Sunar, Jessica May, Mustafa Şimşek, Ali Düşenkalkar, Mustafa Kırantepe, Meral Çetinkaya, Yıldıray Şahinler, Elif İskender gibi oyuncular yer alıyor.
- Basın Bülteni
- Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
Kırarım Kalbini Filminin Ana Afişi Paylaşıldı
Ana afişi paylaşılan Kırarım Kalbini filminin konusu “Ne kadar uğraşırsan uğraş, geçmişinden ayrılamazsın.” cümlesiyle özetlenebiliyor. Bu Sevgililer Günü’nde Ke Huy Quan, geride bırakmak istediği karanlık bir sırrı olan yumuşak huylu bir emlakçı olarak ilk büyük başrolüne koşuyor. Çığır açan aksiyon filmleri Önemsiz Biri, Vahşi Gece, Suikast Treni, Sarışın Bomba ve Dublör’ün yapımcıları 87North’tan içgüdüsel, yüksek oktanlı bir öfke ve intikam hikâyesi geliyor. Emlakçı Marvin Gable, ölüme terk ettiği eski suç ortağı Rose’dan kan kırmızı bir zarf alır. Şimdi Marvin, acımasız tetikçilerin dünyasına geri dönmüştür. Marvin geçmişiyle yüzleşmelidir.
- Basın Bülteni
- Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
Karabasan, Dublaj Seçeneğiyle 07 Şubat’ta Sinemalarda
Sam Claflin’in başrolünde yer aldığı Karabasan filminde, çocukluğu boyunca kendisine musallat olan kötü bir ruhun yeniden ortaya çıkmasıyla yaşamı kâbusa dönüşen bir babanın hikâyesi anlatılıyor. Filmin yapımcılığını Twilight Saga, Maze Runner, Smile gibi birçok başarılı filme imza atan Marty Bowen yapıyor. Ayrıca Black Mirror, Peaky Blinders, Doctor Who ve Sherlock gibi dünyaca ünlü serilerden hatırlanan Colm McCarthy yönetmen koltuğunda oturuyor. Patrick çocukluğundan bu yana asla unutamadığı varlıkla yeniden karşılaşır. Ancak bu kez savaş ailesi içindir. Karabasan, A90 Pictures dağıtımıyla dublaj seçeneğiyle 07 Şubat’ta vizyonda.
- Basın Bülteni
- Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
Gençler Karantina’yı Çok Sevdi
Beyza Alkoç’un Karantina kitabının, aynı isimle sinema uyarlaması gençlerin büyük ilgisiyle karşılandı. Uzun süredir sinemada böylesine bir ilgiye şahit olmadıklarını belirten sinemacılar, gişelerin hareketlenmesinden duydukları memnuniyeti dile getirdiler. 2025’in açılışta en fazla bilet satışı yapan filmleri arasında yer almayı başaran Karantina genç ve çok yetenekli oyuncu kadrosunun yanı sıra, duayen isimlerin de yer almasıyla iyi bir seyirlik olarak sinema izleyicisini memnun etti.
- Basın Bülteni
- Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
Korkut Akın Yazıyor: Feleğin Sillesini: Fidan
Emir (Alican Yücesoy), iki çocuğuyla annesi ve yengesinin yanında yaşarken hem işten atılır hem de hasta olan eşini kaybedince bütün dünyası başına yıkılır. Ne yapacağını bilemez, bunalımdan çıkamayınca da içkiye verir kendini. Erkek egemen dünyanın, erkek egemen kültürüyle büyüdüğü için kızını değil de oğlunu kayırır hep. Kızı Fidan (Leyla Smyrna Cabas), başarılı bir öğrencidir, evdeki durumun farkındadır, liseyi … Devamı… »
Korkut Akın Yazıyor: Yanlışlıklar Çağı: Babygirl
Başlığa “Yanlışlıklar çağı” mı, “Yalnızlıklar çağı” mı yazsaydım diye çok düşündüm, hatta yal(n)ız(lış)lıklar gibi karışık bir sözcük yazmayı bile… Teknolojiyle birlikte robotik yaşama geçince (kalifiye olmayan) insanların büyük çoğunluğu işsiz kalacak; kalifiye olanlarınsa işleri azalacak ve boş zamanları artacak. Ancak öyle bir yaşama alışkın olmayan günümüz insanı ister istemez bunalıma girecek ve çıkışı (çözümü) kendi … Devamı… »
Dayanışma ve Yoldaşlık: Kedi
“Öyle büyük dostlarız ki, kelimesiz anlaşırız” diyor şair. Bir kedi, bir köpek, bir kemirgen (kapibara), bir lemur ile bir kuş -zaten konuşamıyorlar ya, koyun bu bilgiyi bir tarafa- sessizce anlaşıyor, etkileşiyor, dayanışıyor ve birbirini koruyor, kurtarıyor.
Gint Zilbalodis, gerçekten çok başarılı, bir o kadar da anlamlı animasyon filmi “Flow: Bir Kedinin Yolculuğu”nda, birbirleriyle geçinmesi imkânsız hayvanları bir teknede yaşama tutunduruyor. Gerçek gibi değil, çizildiği belli bir film. Bu yalınlık, izleyiciyi görüntüyle birlikte taşıdığı içeriğe yönlendiriyor. Belli ki sesin kullanılmadığı (hayvanların kendi sesleri varsa da neredeyse duyulmayacak kadar az, kısık) filmin anlamı düşürülmek istenmemiş. Tabii ki, müziğin önemi daha bir çıkmış öne. Müzik gerçekten iyi tasarlanmış.
Kedi, kendi halinde, dünyanın sessiz güzelliği içerisinde, ama köpeklerin saldırısından korkarak yaşarken birden her tarafı su basar. Tipik bir Nuh efsanesi. Su, her şeyi yutar. Hiçbir canlı kurtulamayacaktır, teknedekiler dışında. Bin yıllara dayanan kültürel birikim bular altında kalınca teknedekiler ister istemez birbirleriyle anlaşmak zorunda kalırlar. Tembel kapibara, teknenin
ilk konuğudur, kedi onun yanına gelir. Kendini beğenmiş hatta narsist bile diyebileceğimiz lemur, her şeyin kendi etrafında dönmesini ister. Biraz sakar olsa da iyimser labrador köpeğinin arkasından uzun bacaklı, turnayı andıran beyaz kuş doğaları gereği birbirlerini sevmeseler, istemeseler de her şeylerini paylaşırlar. Bir de balina var, kediyi yaşama bağlayan ve gerçekten duygu yüklü sonu.
Konusu, özellikle çocukların da anlayabileceği gibi yalın bu filmi erişkinler de izlemeli. Büyükler izlerlerse, dünyanın geleceğini görebilir ve ona göre doğal yaşama daha çok önem verirler. Çocuklar ise bu filmin etkisiyle büyüklerini de yönlendireceklerdir. Filmi izlerken kendisiyle hesaplaşmayan, yüzleşmeyen var mıdır, bilemem ama bir şey biliyorum: Bu küresel ısıtma, bu betonlaşma, bu fosil yakıt kullanımı, bu ağaç kesimi sürdükçe dünyamız daha bir yaşanmaz olacaktır.
Jeneriği ardından bir sürpriz bekliyor sabırlı izleyiciyi…
25 Ocak 2025’ten başlayarak gösterimde…
(22 Ocak 2025)
Korkut Akın
The Brutalist
Brad Corbet’in yönettiği ve Adrien Brody, Felicity Jones, Guy Pearce ile Joe Alwyn’in oynadığı The Brutalist, 31 Ocak 2025’de UIP Filmcilik dağıtımıyla UIP Filmcilik tarafından vizyona çıkarıldı.
The Brutalist filmi, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Amerikan rüyasını yaşamak için Amerika Birleşik Devletleri’ne göç eden Macaristan doğumlu, Bauhaus eğitimli Holokost kurtulanı mimar Laszlo’nun (Adrian Brody) yolculuğunu ve hayat hikâyesini anlatıyor. Başlangıçta yoksulluk içinde çalışmaya zorlanan mimar Laszlo, kısa süre sonra kendini 30 yıl boyunca hayatının seyrini değiştirecek bir kontrata imza atarken bulur.
SİYAD’ın En İyi Uluslararası Film Seçiminin Galipleri: İlgi Alanı ve Sararmış Yapraklar
Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) 2024 yılının en iyi uluslararası filmlerini seçti. Sinemalarda ve dijital platformlarda gösterilen yılın en iyi filmleri belli oldu. Vizyona giren yabancı filmler arasında Jonathan Glazer’in yönettiği İlgi Alanı (The Zone Of Interest), 2024 yılının en iyi filmi seçildi. 2023 yılında Cannes’da Büyük Ödül aldıktan sonra, Oscar’da da En İyi Uluslararası Film ve ses tasarımı ödüllerine değer bulunan film son yılların en çarpıcı yapımlarından. Listenin ikinci sırasında 2024’te Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye ödülüne layık görülen Sean Baker imzalı Anora yer aldı. Yönetmenliğini Alexander Payne’in üstlendiği Geride Kalanlar (The Holdovers) filmi ise seçiminde üçüncü oldu.
Dünyayı İyi İnsanlar Kurtaracak
Ülke genelinde az sinemada, sınırlı seans düzeninde gösterimi süren ‘Böyle Küçük Şeyler / Small Things Like These’ sade görünümünün derininde çok önemli şeyler söyleyen ve herkes tarafından izlenmesi gerekli bir film. Belçikalı yönetmen Tim Mielants’ın imzasını taşıyan, geçtiğimiz yıl Berlinale’nin açılışında dünya prömiyerini yapmış olan yapım, 80’li yıllarda bir Noel arifesinde İrlanda’nın güneyindeki küçük bir kasabada yaşananları anlatıyor. Karısı Eileen ve 5 kızıyla yaşadığı mütevazi evinde huzurlu düzenini sürdüren kömürcü William Furlong (Cillian Murphy), zorlu yaşam mücadelesine rağmen çevresinde tanıklık ettiği onca yoksulluğu kendine dert edinmiş bir adamdır. Babasını hiç tanımamış, gencecik annesiyle sığındığı çiftlik evinde büyümüş olan genç adam, gün ağarmadan kamyonetine atlar, siparişleri teslim etmeye koyulur. Akşam evine döndüğünde önce ellerinin kirini fırçalar uzunca bir süre. İçerde keyifle günlük işlerini, ödevlerini tamamlayan boy boy kızları ve karısı (Eileen Walsh) ile sıcak aile yuvası beklemektedir onu. Evdeki huzuruna rağmen sessiz ve içe dönüktür genç adam. Yetimliğinin verdiği hüzünle geçmişine dalar
uzun uzun. Acımasız hayat şartlarının altında ezilen, işsiz güçsüz alkolik baba evlerinin çaresiz çocuklarına kol kanat germesi bundadır. Bir şafak vakti kömür siparişi için kasaba manastırına uğradığında, genç bir kızın tüm itirazına rağmen ebeveynlerince rahibelere teslim edilişine tanık olur, daha sonra baş rahibe ile hesap işlerini konuşmak üzere kurumun kapısını çaldığında içerde temizlik yapan bazı kızların yardım çağrısı ile irkilir. Birkaç gün sonra bir şafak vakti yine teslimat için uğrayıp, manastıra kapatılan Sarah’yı (Zara Devlin) üstü başı perişan bir biçimde kömürlüğe kilitlenmiş olarak bulduğunda yine sessiz, yine düşünceli ancak bir karar aşamasında olduğunun farkındadır artık.
Dilimize aynı adla adla çevrilmiş, İrlandalı yazar Claire Keegan’ın 80 küsur sayfalık kısa romanından uyarlanmış olan yapım, daha önce Peter Mullan imzalı 2002 yapımı ‘The Magdalene Sisters’, Stephen Frears’ın yönettiği 2013 yapımı ‘Philomena’ gibi filmlere kaynaklık etmiş ‘Magdalene Çamaşırhanaleri’ vakasından yola çıkıyor. Devlet ve kilise işbirliğiyle evlilik dışı hamilelik yaşadıkları için ailelerin reddettiği bekar anneler, toplumun dışladığı seks işçileri, öksüz, yetim, alkolik ve zihinsel engelli kadınların cezalandırma ve rehabilitasyon amacıyla kapatıldıkları bu kurumlar Birleşik Krallık, ABD, Kanada ve Avustralya gibi İrlanda tarihinin de kirli sayfalarındandır. 1922 – 1988 yılları arasında Magdalene kurumlarına gönderilen 56.000’den fazla genç kadına ve onların
elinden alınan çocuklara adanmış olan film, İrlanda’nın karanlık geçmişine, sıradan insanların öykülerine ‘küçük şeyler’ üzerinden dupduru bir dille ayna tutan Keegan’ın romanına yakışan sade bir biçimde beyazperdeye aktarılmış. Cillian Murphy ‘Oppenheimer’ ve Oscar zaferinin hemen ardından yapımcılığını da üstlendiği bu küçük hikâyede tüm içe dönüklüğü ve sorgulayan gözleriyle muhteşem bir performans sunuyor. Rahibe Mary rolüyle Berlin’den en iyi yardımcı oyuncu ödülü ile dönen harika Emily Watson, küçük yerleşim bölgesinin üzerine kara bir bulut gibi çökmüş gücü temsil ediyor. Cemaate ‘Tanrı Sevgi ve Şefkattir’ cümlesini tekrar ettirirken Bill Furlong’a tehditkâr imalarla rüşvet vermekten çekinmeyen iktidarı temsil ediyor.
Kilisenin içinde dönen dolapları öğrendiğinde ‘ya bizimkilerden biri olsaydı’ diyen Furlong önce karısından ‘bu bizim işimiz değil’ yanıtını alıyor. ‘Huzurlu düzeninin bozulmasını istemiyorsan bazı şeyleri görmezden gelmen gerekir’ diyor bar sahibi dostu. ‘Dışarda başı belaya giren kızlar var ve bizler neye sahip olduğumuzu unutmayalım. Kendini sıkıntıya sokarsan, kilisenin okulunda eğitim gören kızlarının da geleceği ile oynarsın’ diye ekliyor. 2023 Netflix yapımı ‘Wil’de işgal altındaki Belçika’da Nazilerle işbirliği yapan yerel emniyet teşkilatından genç bir polisin tanık olduğu zulüm karşısında insani itirazını dile getirmiş olan Mielants, Yahudilerin yardımına koşan ve bunun bedelini ödeyen genç Wil gibi kömürcü Furlong’u da kendi vicdanı ile başbaşa bırakıyor. Bu küçük ama değeri büyük güzel film ile bizlere zulüm karşısında ne zaman konuşacağımızı soruyor. Alt perdeden, slogan atmadan, ‘dünyayı iyi insanlar kurtaracak diyorsak’ korkusuz ve cesaretli olmamız gerektiğini hatırlatıyor.
(20 Ocak 2025)
Ferhan Baran
Michel Qissi, Dayı 2 İçin İstanbul’da
Döneminin unutulmaz filmleri Kan Sporu, Kana Kan, Aslan Yürek ve Kickboxer’da dövüş sahneleriyle hafızalara kazınan efsane oyuncu Michel Qissi, Dayı 2: Bir Adamın Hikâyesi filminde Ufuk Bayraktar’la karşı karşıya geliyor. Efsanevi Kickboxer serisindeki “Tong Po” karakteriyle aksiyon sinemasının en önemli isimlerinden biri haline gelen Michel Qissi, filmin çekimlere katılmak üzere İstanbul’a geldi. Michel Qissi’nin, Dayı karakterine hayat veren Ufuk Bayraktar ile karşı karşıya gelecek olması sinema tutkunlarını çok oldukça heyecanlandırdı.
- Basın Bülteni
- Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.