“Burjuvalar yüksek duvarlarla çevirmişler avlularını” Ataol Behramoğlu’nun, benim kısafilm tanımlama amaçlı kullandığım dörtlüğün ilk dizesi. “Evrensel Dil”de, sadece avlular değil, kentler duvarlarla hem de insan boyunu çok aşan arkasında ne olduğunu göstermeyen duvarlarla çevrilmiş. Biraz Dali (gerçeküstü), biraz Fellini, birazdan çok Buñuel (simgeler) bir araya gelmiş, iç içe geçmiş insanları anlatan, üzerine estetik, hareketli ve izleyiciyi … Devamı… »
Ferhan Şensoy Belgeseli
ENKA Sanat, Türk tiyatro tarihinin önemli isimlerinin ilham verici hikâyelerini kayıt altına alarak, bu mirası gelecek kuşaklara aktarmayı hedeflediği belgesel serisine, 2021 yılında vefat eden usta sanatçı Ferhan Şensoy ile devam ediyor. ENKA Sanat Direktörü Gül Mimaroğlu, ENKA Sanat’ın yapım sponsorluğunda hazırlanan belgeselin çekimlerinin, 1885 yılında Mimar Campanaki tarafından inşa edilen ve 1989 yılında Ferhan Şensoy tarafından tiyatroya binasına çevrilen Ses Tiyatrosu’nda başladığını açıkladı.
- Basın Bülteni
- Tanıtım Filmi: 1 / 2
Altın Portakal’ın En İyi Filmi Mukadderat Gişede 87 Bine Ulaştı
61. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Film ödülünü kazanan Mukadderat gişede de büyük ilgiyle karşılandı, gösterimde kaldığı sürede filmi 87 bin kişi izledi. Festivalde En İyi Film ödülünün yanı sıra film ekibinden Nur Sürer’in En İyi Kadın Oyuncu, Osman Sonant’ın En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü’ne layık görülen filmin başarısı gişeye de yansıdı. Kadın emeğini odağına alan film 08 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde tekrar vizyona çıkacak.
- Basın Bülteni
- Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
- Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
Altın Portakal’ın En İyi Filmi Mukadderat Gişede 87 Bine Ulaştı yazısına devam et
Pera Film’den Dünya Kadınlar Günü’ne Özel Film Programı: Başka Bir Yerde
Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi Film ve Video Programları (Pera Film), 08 Mart Dünya Kadınlar Günü’ne özel hazırladığı Başka Bir Yerde film programını sinemaseverlerle buluşturuyor. Program, kadın yönetmenlerin imzasını taşıyan altı uzun metraj filmle, kadın karakterlerin içsel ve dışsal yolculuklarını merkezine alıyor. Beyazperdenin öncü ve sevilen kadın yönetmenleri Chantal Akerman, Jane Campion, Agnès Varda, Lucrecia Martel, Kelly Reichardt ve Payal Kapadia’nın önemli eserlerinden oluşan seçki, seyircisini yalnızca fiziksel mesafelerle değil; zaman, hafıza, beden ve kimlikler üzerinden şekillenen değerli yolculuklara davet ediyor.
Pera Film’den Dünya Kadınlar Günü’ne Özel Film Programı: Başka Bir Yerde yazısına devam et
Acı Kardeşliği
Çağımızın yetenekli genç aktörlerinden Jesse Eisenberg’in hem oyuncu hem yönetmen olarak kotardığı ikinci uzun metrajı ‘Gerçek Acı / A Real Pain’ üç ay arayla dünyaya gelmiş iki kuzenin havaalanında buluşması ile açılıyor. Takıntılı Dave (Jesse Eisenberg) uçağa zar zor yetişirken, vurdumduymaz izlenimi veren Benjamin (Kieran Culkin) saatler öncesinden bekleme salonunda yerini almıştır bile. Benji havaalanlarında binbir çeşit farklı insanla karşılaşmaktan hoşlanmaktadır çünkü.
New York’ta dijital reklamcılık işiyle uğraşan evli ve bir küçük oğlan babası Dave ile boş gezenin boş kalfası kuzenin Polonya yolculuğu, yakın bir zamanda yitirdikleri sevgili büyükannelerinin vasiyeti üzerine onun doğup büyüdüğü toprakları ziyaret etmek amacını taşır. Üçü Yahudi asıllı, bir diğeri Ruanda’daki soykırımdan kurtularak sığındığı Kanada’da Museviliği kabul etmiş kişilerin dahil olduğu mini ‘soykırım turu’nun rehberliğinde sırasıyla başkent Varşova’daki tarihi getto, direnişçiler adına dikilmiş anıt ziyaret edilir. Çok zengin bir Yahudi tarihine sahip olan Lublin kenti gezilir. Daha sonra şehir merkezinden yalnızca 3 km uzakta kurulmuş Majdanek toplama kampına uğranır.
İçe dönük büyük kuzene karşılık hınzır bir çekiciliğe sahiptir Benji. Girdiği her ortamda insanların aklını çelmeyi başarır, ama sonrasında deli dolu halleri ve ölçüsüz davranışlarıyla Dave’in deyimiyle bir çuval inciri berbat eder. Film zıt ikilinin uyuşmazlığı üzerinden yürüyor gibi başlasa da, düzenlenen tur acı ile ilgilidir. Geriye dönüp aile büyüklerinin yaşadığı dehşete tanık olunduğunda kafa karıştırıcı bir rahatsızlık, bir uyumsuzluk duygusuna kapılır Benji. Lublin’e birinci sınıf mevkide seyahat etmek, lüks otellerde kalıp süslü yiyeceklerle yol almak bir nevi suçluluk duygusu yaşatır ona. ‘80 yıl önce bu trenin arkasında sığır gibi sürükleniyorduk’ diyerek trenin arka vagonuna kaçması bundandır.
SS subaylarının alelacele terk etmek zorunda kaldığı toplama kampında sağlam kalmış belge ve kanıtlar ürpertir herkesi. Ölüm fırınlarının duvarına kazınmış Zyklon B gazının uğursuz mavisi ile göz göze gelindiğinde filmin alaylı neşesine eşlik eden Chopin’in o güzelim noktürnleri susar, dehşet ile baş başa kalınır. Soykırımın kitlesel acıları Dave ile Benji’nin saklı acılarını dağlayarak gün ışığına çıkarıvermiştir. Büyük kuzen mega kentin karmaşası içinde, aldığı ilaçlar ve çekirdek ailesine olan bağlılığı sayesinde ayakta kalabilmektedir. ‘Benimse hiçbir şeyim yok’ diyecek olan Benji ise Dave’in şefkatli kucaklaması karşısında daha iyi olacağının sözünü verir. Büyükanne Doris’in şimdi başka bir yaşlı teyzenin ikamet ettiği eski evinin kapısında, onu onurlandırmanın ve hatırlamanın güzelliği ile şifa bulmaya çalışır kuzenler.
‘Gerçek Acı’ uçarı görünümü altında derin bir melankoliyi oya gibi işleyen son dönemin ilgiye değer yapımlarından. 02 Mart gecesi en iyi yardımcı erkek oyuncu dalında Oscar kazanan Culkin çok haklı bir ödülün sahibi olmuş.
(05 Mart 2025)
Ferhan Baran
Paylaşırım Kalbinin Kederini
Tahran ile Winnipeg arasında hayali bir yerdeyiz. Negin (Rojina Esmaeili) ile Nazgol (Saba Vahedyousefi) buzun içinde kalmış bir banknotu donduğu yerden çıkarmak için uğraş vermektedir. Bu parayla sınıf arkadaşları Omid’e (Sobhan Javadi) bir hindinin çalıp götürdüğü gözlüğünün yerine yenisini almak isterler. Bu esnada yardım istedikleri Massoud (Pirouz Nemati) soğuğun da etkisiyle kafaları hayli bulanmış turist kafilesini Winnipeg’in tarihi anıtları ve brütalist tarzın gri bej binaları arasında dolaştırmaktadır. Québec devlet dairesindeki bunaltıcı işini bırakan Matthew (Matthew Rankin) ise uzun zamandır görmediği 76 yaşındaki yaşlı annesini ziyaret etmek üzere yollara düşmüştür. 29 Şubat’ın dondurucu soğuğunda zaman, coğrafya ve kişisel kimliklerin içiçe geçtiği bir sürreel güldürü bizlere göz kırpmaktadır.
Deneysel sinemacı Matthew Rankin’in dünya prömiyerini geçtiğimiz yıl Cannes’da yapan ödüllü çalışması ‘Evrensel Dil / Une Langue Universelle’ hınzır bir biçimde kurgulanmış çizgi dışı bir deneyime davet ediyor izleyiciyi. Sanatçının Matthew rolünü bizzat üstlendiği, özenle seçilmiş çocuk karakterler haricinde tüm kişileri film ekibi ya da yakın çevresinden dostlarının canlandırdığı filmde Rankin 80’li 90’lı yıllarda büyük bir atağa geçmiş İran sinemasının ustalarından Abbas Kiarostami ve Cafer Panahi estetiğini, Kanadalı idolü Guy Maddin ve de Finlandiyalı Aki Kaurismaki ve İsveçli Roy Anderson başta olmak üzere kuzeyli sinemacılarda aldığı feyz ile harmanlıyor.
Kanadalı oyuncu – yönetmenin 2019 yapımı ‘20. Yüzyıl / The Twentieth Century’nin ardından gelen bu ikinci uzun metraj çalışması, Farsça ve Fransızca’nın resmi diller olduğu hayali bir Winnipeg’de geçiyor. ‘Arkadaşlık Adına’ vurgusuyla açılan filmde, ilkokul öğrencilerinin uzak plan sınıf penceresinden yansıyan şamatısını izlerken, otobüsü yolda kaldığı için valizi ile onca yolu yayan arşınlamış Fransızca hocasının aynı plan içinde okula girişini izliyoruz. Birbirinden cin küçükler için iyi birşeyler yapmaya çabaladığını söyleyen boğazlı kazaklı, elektro gitar çalan, küpe takan öğretmenleri, hükümetteki işini ve yabancısı olduğu büyük kenti, evinin anahtarlarını çöpe atarak terkeden Matthew ile bozulan otobüste yanyana koltukları paylaşmıştır. Seyir ilerledikçe filmdeki tüm karakterler, aile ilişkileri ya da türlü rastlantılarla karşılaşmayı sürdürür, gerçeküstücü meselin eliptik çemberi böylece şekillenir.
Yönetmenin ‘otobiyografik halüsinayon’ olarak tanımladığı masalında tabelalar Farsi dilinde, kişiler Farsça konuşuyor. Rankin daha önce Tahran’ı ziyaret etmiş, filmde de rol almış olan İranlı ortak senaryo yazarları Ila Firouzabadi ile Pirouz Nemati de karşılıklı olarak Winnipeg atmosferini deneyimlemiş. Bunu takiben, bu yıl 10 dalda Oscar adaylığı bulunan, bu yazı yayına girdiğinde bazı önemli ödülleri toplamış olacak olan Brady Corbet’nin hikâyesinden aşina olduğumuz brütalist tarzın birbirinden hayli uzak bu iki diyarı benzer kıldığından yola çıkmış, devasa anıt yapıların gölgesinde ufacık kalmış iki ayrı kültürden kişilerin ‘insan olma halinin’ etrafında kucaklaşmasını anlatmak istemişler.
Rankin, İran sinemasına yazılmış bu aşk mektubunda, kendine özgü soğukkanlı mizahı ve şefkatli yaklaşımıyla coğrafi ve sinemasal anlamda farklı dünyaları çok keyifli bir anlatımla bir araya getirmiş. Farklı dilleri, kültürleri ve kimlikleri harmanlayan yapısıyla küresel izleyici kitlesine hitap eden yapımda, hindiler bembeyaz kar örtüsü üzerinde tur atıyor, Kanada’nın ünlü kahve zinciri Tim Horton’da İran usulü çay servisi yapılıyor. Oryantal kostümüyle buz dansı yapan artistik patinajcıya tar, santur, ney ve duduk eşlikli müzik eşlik ediyor. Güzellik yarışmalarına soktuğu gözbebeğinin izini süren yaşlı hindi yetiştiricisinin ‘dönersen geri, paylaşırım seninle kalbimin kederini’ sözlerini içeren içli şarkısı alaturka kulağımızı okşarken, mekân ve coğrafya farkı bulanıklaşıyor, insan olmanın hazzıyla buluşuyoruz.
(04 Mart 2025)
Ferhan Baran
Görsel Efekt Dünyası 22 – 23 Şubat’ta EFEKT İstanbul’da Buluştu, Türkiye’nin İlk Görsel Efekt Ödülleri Sahiplerini Buldu
EFEKT Görsel Efekt Günleri ve Ödülleri, VFX dünyasının en prestijli isimlerini İstanbul’da bir araya getirdi. İlk EFEKT Uluslararası Vizyoner Ödülü, VFX Akademi (Oscar) ödüllünü kazanan ikinci kadın olarak tarihe geçen Sara Bennet’a verilirken, Ulusal VFX Yaşam Boyu Başarı Ödülü Türk sinemasına görsel efekt sanatçısı olarak büyük emekler vermiş Hilmi Güver’e takdim edildi. Görsel efektin, sinemada bir sihir gösterisi olarak doğduğu ve bugün yapay zekâ ile sınırlarını genişlettiği bir dönemde, Türkiye’deki görsel efekt ve animasyon sektörünün kreatif endüstrilerdeki konumunu vurgulayan EFEKT 2025, 22 ve 23 Şubat’ta gerçekleştirildi.
- Basın Bülteni
- Etkinlik hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
29. Türkiye – Almanya Film Festivali’nde Galalarla Film Manzaraları
Türkiye – Almanya Film Festivali, her yıl tutkuyla Türkiye, Almanya ve diğer ülkelerden zengin bir film seçkisi sunuyor. Bu yılki sunumda uluslararası prömiyer, bir Almanya prömiyeri ve üç ülkeden 13 film bulunuyor. Açılış, Mukadderat’la başlayacak, ardından müziğe ve direnişebir saygı duruşu olan Cem Karaca’nın Gözyaşları gelecek. 8X8 ve Büyük Kuşatma ise dünya prömiyerlerini Nürnberg’de yapacak.
- Basın Bülteni
- Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
29. Türkiye – Almanya Film Festivali’nde Galalarla Film Manzaraları yazısına devam et
Son Bir Nefes, 28 Şubat’ta Sinemalarda
Gerçek bir olaydan ilham alan Son Bir Nefes (Last Breath), izleyicileri okyanusun karanlık ve amansız derinliklerinde soluksuz bırakacak bir hayatta kalma mücadelesine davet ediyor. Deneyimli derin deniz dalgıçlarının, dalgaların ve zamanın acımasız baskısı altında verdikleri mücadeleyi konu alan bu sürükleyici yapım, insan iradesinin sınırlarını zorlayan çok farklı bir hikâyeyi gözler önüne seriyor. Alex Parkinson’un yönetmenliğini üstlendiği filmin senaryosu Mitchell LaFortune, Alex Parkinson ve David Brooks’a ait. 2019 yılında yine Alex Parkinson’un çektiği belgeselin sinema uyarlaması olan yapım, izleyiciye daha derin bir anlatım sunuyor.
- Basın Bülteni
- Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
AKM Yeşilçam Sineması’nda Bu Hafta
Atatürk Kültür Merkezi (AKM) Yeşilçam Sineması’nda bu hafta Flow: Bir Kedinin Yolculuğu (Flow), Düzen (The Order) ve Aydınlık Hayallerimiz (All We Imagine As Light) filmlerini gösteriyor. Justin Kurzel’in yönettiği ve Jude Law ile Nicholas Hoult’un oynadığı Düzen, Amerika’da şiddetini artıran banka ve zırhlı araç soygunlarının ülke düzenini sarstığı 1983 yılında geçiyor. Filmde, bir FBI ajanı olan Terry Husk, olayların kaynağına iner ve suç zincirinin arkasında Amerikalı beyazların üstünlüğünü savunan militan örgüt The Order’ın lideri Robert Jay Mathews’ın olduğunu keşfeder. Mathews, ABD hükümetine karşı planladığı savaş için yandaşlarının giderek sayısını artırmaktadır.
Rıza Karataş’ı Kaybettik
Uzun yıllar Özen Film bünyesinde sinema ve film işletmeciliği yapan, en son Kadıköy’ün Bahariye caddesinde hizmet vermiş sinemaları Hakan Sineması, Bahariye Sineması, Broadway Sineması ve Hollywood Sineması’nın yöneticiliğini yapmış olan Rıza Karataş, 24 Şubat 2025 Pazartesi günü hayatını kaybetti. Kadıköy’ün tarihi sinemalarının yaşatılmasında önemli rol oynayan Rıza Karataş, sinema sektöründeki çalışmaları ve deneyimiyle tanınıyordu. Özellikle bağımsız yapımlara verdiği destek, Türk sinemasında alternatif seslerin duyulmasına olanak tanıdı. Merhuma Tanrıdan rahmet, kederli ailesine sabırlar dileriz.
Zifiri Karanlıkta Mucize
Gerçek bir olaydan yola çıkan ‘Son Bir Nefes / Last Breath’ izleyiciyi okyanusun zifiri karanlık acımasız derinliklerinde soluksuz bırakan bir hayatta kalma hikâyesini anlatıyor. 18 Eylül 2012’de yaşanmış olayı konu alan 2019 yapımı belgeseli daha önce izlemiştik. Belgeselin yaratıcılarından Alex Parkinson yönetiminde çekilmiş, tanınmış oyuncuların gerçek kişileri canlandırdığı, aynı adı taşıyan uzun metraj kurgu çalışması ile olağanüstü mücadelenin bu kez daha geniş bir izleyici kitlesine ulaşması hedeflenmiş.
Aberdeenshire, İskoçya’da evlilik hazırlığını sürdüren dalgıç Chris Lemons (Finn Cole) Kuzey Denizi’nin derinliklerinde 32 km uzunluğundaki petrol boru hattının rutin onarımını yapan ekibine dahil olmuştur. Hevesli genç adam yeni görevi öncesi nişanlısı Morag (Bobby Rainsbury) ile vedalaşırken heyecanlı olduğu kadar keyiflidir de. Öyle ya, deniz seviyesinin 100 metre altında çalışan profesyonel dalgıçlar için tehlikeli olduğu kadar, uzaya gitmek gibi havalı bir iştir bu. Chris’in son 3 dalışında yönlendiren emektar Duncan Allock (Woody Harrelson) ve Uzakdoğu asıllı deneyimli dalgıç Dave Yuasa’dan (Simu Liu) oluşan ekip 28 gün boyunca okyanusun dibinde olacaklardır.
Astronotların kullandığına benzer giysilerine göbek bağı misali bağlanmış kordonlarla zifiri karanlık sulara bırakılan dalgıçlarımız için başlangıçta her şey yolunda gözükse de hava şartları beklenmedik ölçüde bozulmaya başlar. Azgın bir fırtına sisteminin içinde bilgisayar sistemi stop eden dalış destek gemisi sürüklendiğinde dipteki dalgıçlardan onları suya indiren tankın güvenli alanına dönmeleri istenir. Deneyimli Dave kendini kurtarırken, Chris’in kordon bağı boru hattı istasyonuna sıkışır ve ve destek gemisinin sürüklenmesiyle oluşan gerilime çok fazla dayanamayarak kopar. Acilen kurtarma kitine geçen Chris’in yalnızca 10 dakikalık bir oksijen yedeği kalmıştır. Dave onu kurtarmaya gelecektir ancak Chris’in bu süreçte derinlikte kaybolmaması için kolektörün üzerinde kendini sabitlemesi gerekmektedir. Bundan sonrası zamana karşı bir ölüm kalım mücadelesidir.
Belgeseli izlememiş ya da vakayı duymamış olanlar için yazının bundan sonraki bölümü spoiler içermektedir. Umutların tükendiği, kurtarma ekibinin ancak bir cesede ulaşmak için çabaladığını düşündüğü anlarda zifiri karanlıkta, Hollywood kalıplarının ötesinde bir ‘büyülü gerçeklik’ deneyimi yaşatan beklenmedik bir mucize gerçekleşir. Gemidekilerin hayatını tehlikeye atmamak ya da bir çevre felâketine yol açmamak için temkinli ama yılmadan çözüm bulmaya çalışan gemi ekibi Dave Yuasa’nın da cansiperane müdahalesi ile Chris’e ulaşıp onu gemiye çıkarmayı başarmıştır. Genç dalgıç oksijensiz geçen 28 dakikanın ardından güvenli tanka ulaştığında bembeyaz yüzü hareketsizdir. Duncan’ın müdahalesinin ardından gözlerini açması ve kalıcı fiziksel hasar olmadan konuşması, gemi ekibini olduğu kadar izleyiciyi de gözyaşlarına boğmaya yetecektir.
Chris’in göbek bağına tutunmuş bebeğin doğum sahnesi tasviriyle perdeye yansıyan yeniden doğuşu son derece etkileyicidir. Parkinson’ın belgeselci titizliği ve detaycılığı ile hadisenin özünde yatan müthiş gerilimi bire bir aktarışını, Paul Leonard-Morgan’ın enfes müzik çalışmasının desteklediği değme aksiyon filmlerine taş çıkartan hikâyenin özünü süslemelere gerek duymadan dürüstçe anlatışını takdir ederiz. Mucizenin nasıl gerçekleştiği bugün uzmanların yanıtlayamadığı bir soru olarak gizemini korumaktadır. Son jenerikte, Duncan’ın da konuklar arasında yer aldığı Chris ile Morag’ın belgeselde de yer almış nikah töreninden enstantaneler işimizi ısıtır, tüm belirsizliğine karşın hayata olan bağımız güçlenir, geleceğe olan umudumuz tazelenir.
(03 Mart 2025)
Ferhan Baran
Adresi Olmayan Ev’in Yeni Durağı Danimarka
Yönetmenliğini Hatice Aşkın’ın yaptığı Adresi Olmayan Ev’in yeni durağı Danimarka oldu. Festivallerde büyük ilgi gören film Kopenhag Türk Film Günleri’nde açılış filmi oldu. 27 Şubat’ta yapılacak Danimarka prömiyeri film ekibinin katılımıyla gerçekleşecek. Avrupa’nın en prestijli fonu Eurimages desteğini kazanan filmde açgözlülük, kibir, şehvet, öfke, kıskançlık, tembellik, savurganlık, ihanet ve şiddet suçlarından birini işleyenler unutma yasasıyla yargılanır. Suçu kişilerin ölümüyle birlikte tüm eşyaları toplanarak mülkiyetlerine el konuluyor. Suçluların kişisel eşyaları ile cesetleri öğütme fabrikasında öğütülerek izleri hayattan tamamen siliniyor.
- Basın Bülteni
- Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
Uluslararası Urla Gastronomi ve Film Festivali Kapsamında Açık Perde’de Özel Seçkiler İzleyicilerle Buluşuyor
Uluslararası Urla Gastronomi Film Festivali, gastronomiyle ilgili hikâyeleri sinemanın beyazperdesine taşımanın gücüne inanarak yola çıktı. Yemek kültürü, mutfak ritüelleri ve yerel ürünler sadece sofralarımızda değil, arkasında kültür, tarih ve duygular barındıran çok güçlü hikâyeler olduğu vurgusuyla hareket eden festivalde, bu hikâyelere hayat veren bağımsız sinemacıları görünür kılmak ve hikâyelerini yayınlayabilecekleri bir alan yaratmak amaçlanıyor. Festival kapsamında yapılacak Açık Perde seçkisi yalnız bir film gösterimi değil, sinemacılar için değerli bir vitrin olma özelliğini de taşıyor.
- Basın Bülteni
- Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
Ferhan Baran Yazıyor: Depresyonun Portresi
Mike Leigh’nin 6 yılın ardından setlere dönüş filmi ‘Acı Gerçekler / Hard Truths’, Pansy Kingsley Deacon’ın (Marianne Jean – Baptiste) uykusundan çığlık atarak uyanmasıyla açılıyor. Çatıda yürüyen güvercinlerin sesinden ürkmüştür, ancak çevresindeki herşey irkiltmeye yetmektedir onu. Evin diğer fertlerinden tesisatçılık yapan kocası Curtley’nin (David Webber), 22 yaşındaki boş gezenin boş kalfası oğlu Moses’ın (Tuwaine Barrett) … Devamı…»