Sessizliğin Sesi: Sessiz Bir Yer: Birinci Gün

Teknoloji geliştikçe her şey değişiyor. Eskiden rahatsızlık veren trafik sesi, artık insanı hasta edecek boyuta ulaşsa da duyulmuyor bile. Buna bağlı olarak sessizliği yeniden sağlamak gerekir. Elektrik kesilir jeneratör devreye girer gürültü. Hava sıcaktır veya soğuktur iklimleme cihazları gürültüsü (yaydığı ısı da) insanı çileden çıkaracak kadar yüksektir. Evet, sessizliği sağlamak gerekir.

Diğer taraftan “sessiz kalmak” da doğru değil; özellikle toplumsal yaşamın içinde karşımıza çıkan tüm olumsuzluklara karşı sesimizi yükseltmeliyiz. Buna da bağlı olarak sessizlik pek de aranan bir şey değil…

Daha önce John Krasinksi’nin çektiği, gişe başarısı yakalamış Sessiz Bir Yer (ikincisi de çekildi ve izleyici beğendi) konunun ortasından girip başı sonu olmayan bir öykü olarak sunulmuştu. Şimdi, izleyicinin de merakını gidermek -öncesini sonradan izle(t)mek yeni moda- için olayların en başına gidiyoruz. Bu kez yönetmen koltuğunda Michael Sarnoski var. Tabii, izleyicinin olayları bildiği gerçeği göz ardı edilmediği için bazı ayrıntılar atlanmış. Ancak kim ne derse desin, ilk iki filmden çok daha sinema bu “Sessiz Bir Yer: Birinci Gün”, çünkü duyarlılığı da var içinde.

Dünyayı, buradaki dünya ABD doğal olarak, istila eden, sesin saldırı güdüsünü tetikleyen birtakım yaratıklar en küçük sesi duydukları an canavarlaşıyor ve yakıp yıkıyor, öldürüyor. Bir yerin yıkılması sırasında çığlık atanlar ya da bir taşa dokunup da ses çıkaranlar anında katlediliyor. Kim bu canavarlar, nereden geldiler, ne istiyorlar, ne yapacaklar bilmiyoruz (belleğimi zorluyorum, ilk filmde de yoktu bu detaylar).

Sessiz Bir Yer: Birinci Gün, yakın planlarıyla alabildiğine ilginç; ritmik, akıcı, kolay anlaşılır ve kısa bir film. Çok da başarılı… Aslına bakılırsa normal uzunlukta, 90 dakika, ama son dönemde filmler uzadı da uzadı.

İnsan sıcağı, duyarlılık…

Doktorların iki yıl, altı ay hatta saat vererek ömür biçtiği kanser tedavisi gören genç şair Samira (Lupita Nyong’o), son arzusunu yerine getirmek için kaldığı bakımevindeki arkadaşlarıyla kukla tiyatrosuna gider. Oyunun ardından, küçükken babasının onu götürdüğü ve hâlâ unutamadığı pizzayı yiyecek, ölümü bekleyecektir. Ancak sesten etkilenen o canavar yaratıklar kenti altüst edince yapabilecek bir şey kalmamıştır. Samira öleceğinin farkında, alabildiğine yardımcı olmaya çalışır, zaten ömrünün sonuna gelmiştir, hiç değilse bir faydası dokunsun insanlara diye düşünür.

Biz gene sese dönelim… Gürültü ile sesi ayırmak gerekir. Sesimiz, müzikle, yalınlıkla, sakinlikle çok anlamlı; kavgayla, teknolojiyle, gerginlikle gürültüye dönüşüyor. Gelin siz, siz olun gürültüye pabuç bırakmayın. Sesinizin güzelliğiyle kalın.

28 Haziran’dan başlayarak gösterimde…

(27 Haziran 2024)

Korkut Akın

korkutakin@gmail.com

Özgürlüğe Uzanan Yolda: Shayda / Şeyda

“Kol kırılır yen içinde kalır” (mı)? Kalmalı mı? Kalırsa kim kazanır, kim kaybeder? Kalmazsa kim(ler) kazanır?

İnsanlar bir arada yaşayan, birlikteliklerle zorlukları aşan varlıklardır. Evliliklerin de altında bu gerçek yatar, bana sorarsanız. Erkek egemen dünyada, kadının adı gibi söz hakkı da yok; öyle olunca itiraz etmesi, başkaldırması, özellikle mahalle baskısı nedeniyle kolay olmuyor. İtiraz edenler ise çok daha büyük zorluklarla karşı karşıya kalıyor.

Kadın Yaşam Özgürlük!

Shayda / Şeyda, İranlı bir kadının ayakta kalma savaşımını anlatan bir ilk film. Kocasının tecavüzü bardağı taşıran son damla olmuş ve kızı Mona’yı alıp çıkmış… Bir kadın sığınma evinde kalıyor; çok kadın var, benzer durumda, onlarla bir arada (kültürel, ekonomik nedenlerle farklı olsa da) yaşamak zorunda.

Nora Niasari’nin kendi yaşamından yola çıkarak yazıp yönettiği, gerçekten de çok başarılı film, kadının var olma, yaşama ve özgürlük mücadelesini sergiliyor. Şeyda, kocasının (eşinin diyemiyorum, çünkü veteriner olmak için eğitim almasına karşın “eş” olma niyeti yok; tıpkı bizdeki kadın cinayetleri gibi. Kadınlar en çok baba, koca, kardeş ve tabii devlet tarafından katlediliyor) ve kendisinin eğitimi nedeniyle (siyasi bir neden de var aslında, çünkü koca, “başını açmana karışmayacağım” diyor bir yerde) Avustralya’dalar.

Şeyda, kendi geleneklerini sürdürmek de istiyor ve İran’dan oraya gelmiş insanlarla buluşuyor, yerel yemekler yapıyor, kızına o duyguları aşılıyor. Ancak kocası da aynı çevrenin arkadaşı ve kendilerini buluyor.

Adalet bunun neresinde?

Mektupla veya telefonla kızıyla görüşmesi engellenen kocaya, mahkeme -nasıl oluyorsa- yüz yüze görüşme izni veriyor. Yasalara karşı boynu ince insanların; Şeyda kızını götürüyor babayla görüşmesine… Baba ise başka bir hesap peşinde… Çocuğunun dindar olması ve kökenlerini unutmamasını isterken annenin olası erkek arkadaşlarını da araştırıyor.

Ya benimsin ya kara toprağın!

Koca, baba, aile ve devlet baskısı bizde olduğu gibi İran’da da alabildiğine yaşanıyor. Başını düzgün (!) örtmediği için gözaltında öldürülen Mahsa Amini örneği gibi hemen her gün haberlere konu olan kadın cinayetlerini orada da görüyor, izliyoruz. Şeyda’nın kocası da tam, erkek egemen devletin istediği tipte biri. Gözü kendi çıkarlarından başkasını görmüyor. İstediği olmazsa öldürmekten bile çekinmeyecek kadar gözü dönmüş biri…

Bir de göçmenlik var…

Nora Niasari, birçok ödüle aday olup çok sayıda ödül kazanan Shayda / Şeyda filminde -kendisinin de içinde olduğu- ilticacı / göçmen / mülteci sorununu da işliyor. Bulundukları yerde alışverişlerini bile kendi ülkesinden gelmiş kişilerin dükkânlarından hatta ülkelerinden gelmiş ürünlerden yapıyorlar. Bu, bir anlamda gettolaşmaksa da diğer taraftan “yabancı” oldukları için “güven” aramalarından.

Yerel kültürün önemini vurgulayan filmin bir diğer özelliği de çocukların yaşamına olumsuz etkisi görülen yerel kültürün gericiliği…

28 Haziran’dan başlayarak gösterimde…

(26 Haziran 2024)

Korkut Akın

korkutakin@gmail.com

21. Filmmor Perdeyi Parola: Barış ile Açıyor

Uluslararası Gezici Filmmor Kadın Filmleri Festivali 20 Haziran 2024 Perşembe günü sinemasever izleyicileri 21. kez selamlamaya hazırlanıyor. Filistin’i İşlemek (Stitching Palestine) filminin online gösterileceği Açık Seans ile başlayacak festivalde Kadınların Sineması, Parola: Barış, Yerel Siyaset Yerinden Sinema, Feminist Bellek, Hak Odaklı Sinema bölümlerinde filmler, forumlar, atölye ve söyleşiler yer alıyor. 25 Haziran’da İBB Zafer Mahalle Evi, 26 Haziran’da İBB Örnektepe Mahalle Evi’ne konuk olan festival, İBB Beyoğlu Sineması ve Fransız Kültür Merkezi’nde 30 Haziran tarihine kadar sürecek.

21. Filmmor Perdeyi Parola: Barış ile Açıyor yazısına devam et

Ferhan Baran Yazıyor: Evren Sabit Değilse Siz de Değilsiniz

Amerikan sinemasının kıdemli bağımsızlarından Richard Linklater imzalı ‘Hit Man’ 2001 yılında ‘The Texas Montly Article’da Skip Hollandsworth imzasıyla yayınlanmış makalede hikâye edilen ‘sahte tetikçi’ Gary Johnson’ın gerçek yaşamından esinlenmiş. 43. İKSV Festivali’nin açılış filmi olan yapım, Nietzche’den bir alıntıyla başlıyor. New Orleans Üniversitesi’nde psikoloji ve felsefe dersleri veren Johnson (Glen Powell), ünlü filozofun … Devamı…»

La Hay de Maske

Sefa Özçelik’in yönettiği ve Ayhan Taş, Burak Satıbol, Nuri Alço ile Tuğba Özay’ın oynadığı La Hay de Maske, 28 Haziran 2024’de TME Films dağıtımıyla Sineline Yapım tarafından vizyona çıkarılıyor.
Salgının tüm dünyayı etkisi altına aldığı zamanda pandemi ilan edilir. İnsanlar salgından korunmak için maske arasalar da  bulamazlar. Üstelik bazı fabrikalar stokçuluk yapmaktadır. La Casa De Papel’den etkilenen Rahmi, bir maske fabrikasını soymaya karar verir ve bu amaçla mahalle esnaflarından oluşan 9 kişilik amatör bir soygun ekibi kurar. Soygun planlarını uygulamaya kalktıklarında, yaptıkları işler pek de hesapladıkları gibi yürümez.

La Hay de Maske yazısına devam et

Engelsiz Filmler Festivali 2024’te Ödüller Sahiplerini Buldu

“Bir arada film izlemek mümkün” diyerek on ikinci kez düzenlenen Engelsiz Filmler Festivali’nin, Ulusal Uzun Film Yarışması ve Kısa Film Yarışması’nda yarışan filmlerinin ödülleri, 13 Haziran 2024 Perşembe günü Ankara’da Goethe – Institut Salonu’nda gerçekleşetirilen ödül töreninde sahiplerini buldu. Nehir Tuna’nın yönettiği Yurt (Dormitory) filmi festivalde 2 ayrı ödülün sahibi oldu. Ulusal Uzun Film Yarışması’nda Seyirci Ödülü’nü alan Nehir Tuna, Ulusal Uzun Film Yarışması’nda Jüri Ödülü’nün de sahibi oldu. Uluslararası Kısa Film Yarışması’nda En İyi Film Ödülü’nü yönetmenliğini Çağıl Bocut’un yaptığı Her Gün Biraz Daha Kolay (Every Day It Gets A Little Easier) filmi kazandı.

Engelsiz Filmler Festivali 2024’te Ödüller Sahiplerini Buldu yazısına devam et

MaXXXine

Ti West’in yönettiği ve Mia Goth, Elizabeth Debicki, Moses Sumney ile Michelle Monaghan’ın oynadığı MaXXXine, 12 Temmuz 2024’de UIP Filmcilik dağıtımıyla UIP Filmcilik tarafından vizyona çıkarılıyor.
1980’lerin Hollywood’unda, yetişkin film yıldızı Maxine Minx sonunda büyük çıkışını yaşar. Ancak gizemli bir katil Hollywood’un yıldız adaylarını takip ederken, kan izleri onun uğursuz geçmişini ortaya çıkarır.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Fragman
  • IMDb

MaXXXine yazısına devam et

Motorcuların Altın Çağına Ağıt

Çağdaş Amerikan Bağımsız Sineması’nın öne çıkan isimlerinden Jeff Nichols ülkesinin yakın geçmişine belgeselci bakışını sürdürüyor. Danny Lyon’ın 1968 tarihli fotoğraf albümünden yola çıkan ‘Motorcular / The Bikeriders’ ABD’de baş döndürücü bir kültürel değişimin yaşandığı 60’lı yılların gözde alt kültürlerinden ‘asi motosikletlilerin’ özel dünyasına içerden bir bakış atıyor.

James Dean ekolünün boylu poslu karizmatik temsilcisi Benny (Austin Butler) ile hikâyenin anlatıcısı Kathy (Jodie Comer) motorcuların takıldığı yerel bir barda karşılaşıyor. Bilardo masasının başındaki karizmatik Benny’den gözünü alamayan genç kadın toplumdaki kendi deyimiyle ‘saygın’ konumunu bir yana bırakarak yabancısı olduğu yeni bir maceraya gözü kapalı atılıveriyor. Orta Batı Motosikletliler Kulübü’nün kurucusu Johnny’nin (Tom Hardy) teminatıyla tipler ne kadar serkeş gözükse de Kathy’nin başına bir şey gelmeyecektir burada. Yaşını almış evli iki kız babası kamyon şoförü, siyah deri ceketiyle sinema ikonları arasına girmiş genç Marlon Brando’nun TV’de izlediği 1953’den kalma ünlü ‘The Wild One’ filminden almıştır esinini. Vietnam kargaşasının tam göbeğinde Amerika’da yerleşik düzene isyan eden genç kuşakların ve de işçi sınıfı mensuplarının motorculuk gibi renkli, tehlikeli, özgürlük vaadi ile çekici bir alt kültürün bayrağı altında birleştiği yıllardır bunlar.

Bir kısmı meslek ve aile sahibi olan alt gelir grubundan motorcular birlikte gezer, pikniğe gider, içki içer, ot kullanır. Toplum tarafından alayı serseri olarak kabul edilen, 1969 yapımı ünlü Dennis Hopper klasiği ‘Easy Rider’da yerel halk tarafından acımasızca katledilen motorcuların kimselere zararı yoktur başlarda. Ancak ülkenin dört bir yanında kulübün yeni şubelerinin açılmasıyla motorculuğun namusu bozulmaya yüz tutar. Sorunlu ve isyankâr yeni kuşak ile Vietnam’dan dönmüş ağır uyuşturucu kullanan işsiz güçsüz takımının ipleri eline almasıyla eski düzenin yerini, adam kaçırma, toplu infaz ve uyuşturucu ticaretinin devreye girdiği acımasız bir gangster düzeni alacaktır.

‘Motorcular’ ayrımcılığa ve baskıya karşı çıkan hippi ya da ‘çiçek çocukları’ yıllarında, uçsuz bucaksız yollarda özgürlüğün izini süren alt sınıflardan bir kuşağın altın çağından izlenimler sunuyor. Bu hır gür arasında üç muhteşem oyuncunun başrolde olduğu bir üçlü aşk hikâyesine tanıklık ediyoruz. Benny’de ‘Elvis’ kompozisyonuyla Oscar adayı olmuş genç kuşağın en yetenekli isimlerinden Buttler; motosikletine bindiği an nefesi kesilen, onu hep değiştirebileceğini sandığı halde zamanla kendisi değişen ve çevresindekilere benzeyen aşık Kathy’de Comer; ‘yabani’ Brando’nun kült filmdeki adını taşıyan, Benny’yi veliahtı olarak gören ve ona derin bir baba – oğul sadakatiyle bağlı Johnny’de önümüzdeki yıl Oscar adaylıklarında adının geçmesini beklediğim Hardy müthiş bir seyir keyfi sunuyor. Eski usul western ile Scorcese tarzı gangster öykülerinin mükemmel bir karışımı olan film, esinini aldığı siyah – beyaz Lyon fotoğrafları yerine renkli ancak özgün karelerin vintage özelliğini koruyan görselliği ile nefes kesiyor. Nichols’ın değişmez yoldaşı Adam Stone’un 35 mm filmle anamorfik formatta çekilmiş enfes kadrajlarını geniş bir sinema perdesinde (örneğin benim izlediğim Kanyon 9 no’lu salonda) izlemenizi hararetle öneriyorum.

(20 Haziran 2024)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com

Engelsiz Filmler Festivali Bugün Sona Eriyor

Puruli Kültür Sanat tarafından “Bir arada film izlemek mümkün” sloganıyla on iki yıldır sinemasever izleyicilerle buluşan Engelsiz Filmler Festivali, 12 Haziran günü Kıyıda (On the Shore), Yurt (Dormitory) ve Kısa Film Yarışması’ndaki filmlerin Paribu Cineverse ANKAmall’daki gösterimlerine devam etti. 12 Haziran günü saat 15:00’te Spor Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni: Jorgen Leth başlıklı bir konuşma gerçekleştirildi. Socrates Dergi ekibinden spor yazarı ve bisiklet anlatıcısı İnan Özdemir’in katılımıyla yapılan etkinlik, Cehennemde Bir Pazar (A Sunday in Hell) filminin Goethe – Institut Salonu’nda 13:00’teki gösteriminden sonra düzenlendi.

Engelsiz Filmler Festivali Bugün Sona Eriyor yazısına devam et

Gülümse 2

Parker Finn’in yönettiği ve Rosemarie DeWitt, Kyle Gallner, Naomi Scott, Lukas Gage, Dylan Gelula, Peter Jacobson, Daphne Zelle ile Raul Castillo’in oynadığı Gülümse 2 (Smile 2), önümüzdeki aylarda UIP Filmcilik dağıtımıyla UIP Filmcilik tarafından vizyona çıkarılıyor.
Yeni bir dünya turuna çıkmak üzere olan küresel pop fenomeni Skye Riley, giderek daha korkunç ve açıklanması mümkün olmayan olaylar yaşamaya başlar. Artan dehşet ve şöhretinin baskısından sıkılan ve bunalan Skye Riley, tamamen denetimden çıkmadan önce hayatının kontrolünü yeniden kazanmak için karanlık geçmişiyle yüzleşmek zorunda kalır.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Fragman
  • IMDb

Gülümse 2 yazısına devam et

Duygular Çarpışıyor

Pixar’ın belki de en yaratıcı animasyonlarından biri olan ‘Ters Yüz / Inside Out’ 9 yıl aradan sonra serinin devam filmi ile dönüş yapıyor. İlk film ailesiyle birlikte taşradan büyük şehre taşınan 11 yaşındaki Riley’nin duygusal bocalamaları üzerine kuruludur. Doğup büyüdüğü Minnesota’da mutlu bir hayatı olan küçük kız buz hokey takımı arkadaşlarından uzakta San Fransisco’daki yeni hayatına adapte olmaya çalışırken beş temel duygu hayatı onun için kolaylaştırmaya uğraşır. Duyguların yöneticisi durumundaki ‘Neşe’ onun üzerinde sürekli mutlu olma baskısı kurarken diğer duyguların yaşanmasına engel olmayı görev bilmiştir. Neşe’nin her biri farklı renkte karakterlere ve seslere bürünmüş diğer duygular olan ‘Üzüntü’, Korku’, Öfke’ ve ‘Tiksinti’yi bastırma girişimi (ya da savunma mekanizması dediğimiz şey) yaşamı daha da karmaşık hale getirecek, hayatta güzel olmayan ve yolunda gitmeyen şeylerle yüzleştikçe sorunların çözümü kolaylaşacaktır. Önemli olan acısıyla tatlısıyla geçmişte yaşananları kabul etmek ve yıkıldığın yerden yeniden ayağa kalkmak değil midir?

İlk filmin bu içten mesajının animasyonu izleyen çocuklar için fazla soyut kaldığını ve yetişkin izleyici için ve özellikle psikoloji dünyası için bir cazibe merkezi haline geldiğini biliyoruz. Yönetmenliği de üstlenmiş olan Pete Docter ile Ronnie del Carmen’in özgün hikâyelerinden yola çıkmış olan metin son derece yaratıcıdır. ‘Kişilik Adacıkları’, ‘Hayal Ormanı’, ‘Düşünce Treni’, ‘Rüya Üretim Merkezi’, ‘Unutulanlar Uçurumu’ ya da ‘It’in ünlü palyaçosunun da yer aldığı ‘Bilinçaltı’ benzeri hayranlık uyandırıcı sekanslarıyla eşi benzeri olmayan bir serüvendir serinin ilk halkası.

‘Ters Yüz 2 / Inside Out 2’ ilk serüvenden bir yıl sonrasının, Riley’nin ergenliğe adım attığı 13. yaşının hikâyesi. Yeni çevresine uyum sağlamış küçük kız okulun buz hokey takımında kendini göstermiştir. Şimdiki hedefi bölgenin tanınmış kulüplerinden birine kapağı atabilmektir. Hafta sonu yaz kampının bunun için biçilmiş kaftan olduğunu düşünür. Ortaokuldan iki yakın takım arkadaşıyla kampa gittiğinde kendilerinden büyük ve de havalı sporcular arasına katılabilmek için Riley neler yapacaktır. Tam da bu noktada dört yeni duygu hayatına dahil olur. Bunlardan en baskını olan ‘Kaygı’, ‘Gıpta (ya da ‘Kıskançlık’), ‘Utanç’ ve ‘Bıkkınlık’ onun hayatını yeniden şekillendirmeye ve sahip olduğu değerleri kurcalamaya başlar. ‘Neşe’ önderliğindeki kadim duygular bu noktada harekete geçecek ve Riley’deki temel cevheri korumaya çalışacaktır. Eski duyguların kendilerini ‘sofistike’ olarak gören yeni duygularla mücadelesi kaçınılmazdır.

Hikâyenin ilk sahibi Pete Docter’in yönetmenliği daha genç bir ekibin başındaki Kelsey Mann’e devrettiği ‘Ters Yüz 2’ başarılı bir devam filmi olmuş. Olay örgüsünün kimi noktaları ister istemez bir ‘déja vu’ duygusu yaratıyor olsa da yeni karakterleri, ‘daha zamanın gelmedi’ denilerek geçiştirilen ‘Nostalji’ tiplemesini çok sevdim. ‘Beyin Fırtınası’ bölümüne ise bayıldığımı söylemeliyim.

(19 Haziran 2024)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com

Sinemacılık ve Filmcilik Yararına Bağımsız İletişim Platformu