Sadi Çilingir Yazıyor: Bohemian Rhapsody

Nişantaşı gibi bir semtte hem “Müslüm”ü hem de “Bohemian Rhapsody”yi gösterebileceği seyirci profiline sahip olan sinemalar, en azından haftada birkaç seansı reklâmsız, fragmansız, arasız, cep telefonsuz ve sessiz ve sedasız gösterime ayırmalı. “Müslüm” filmine gelen “Bohemian Rhapsody” seyircisi ile “Bohemian Rhapsody” filmine gelen “Müslüm” seyircisi rahatsız olmadan, keyifle, tadını çıkara çıkara filmini izlesin. (03 … Devamı… »

Acele Baba Aranıyor

Xavier de Choudens’in yönettiği ve Franck Gastambide, Melisa Sözen, Grine ile Camille Lollouche’un oynadığı Acele Baba Aranıyor (Damien Veut Changer le Monde – Adopt a Dady), 23 Ağustos 2019’da Bir Film dağıtımıyla Bir Film tarafından vizyona çıkarıldı.
Damien ve kız kardeşi Melanie mutlu bir çocukluk geçirmişlerdir, ancak annelerinin ölümünden sonra ailenin büyüsü bozulur. Aradan 20 yıl geçer, Damien artık bir ilkokul öğretmenidir. Ülkede kalması için gerekli evrakları olmayan bir öğrencisi, annesiyle birlikte sınır dışı edilecekken, Damien yetkililere çocuğun kendi çocuğu olduğunu söyler. Çocuğu ve annesini kurtarmak için sıkı bir savaşa girer.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Fragman
  • IMDb

Ecinni: Tılsımlı Mezar

Mehmet Sağlam’ın yönettiği ve Önem Pişkin, Berkay Berkman, Elis Büşra Kılıç ile Aslı Şimşek’in oynadığı Ecinni: Tılsımlı Mezar, 19 Temmuz 2019’da Bir Film dağıtımıyla Sağlam Film tarafından vizyona çıkarıldı.
Ecinni isimli korku filminin sosyal medyada tanıtımını yapmak amacıyla bir Youtuber ile çekilen videodaki hikâyeden yola çıkan Yılmaz ve Sinan, gözcülük yapmaları için yanlarına aldıkları kız arkadaşları Eda ve Sema ile birlikte filmin çekildiği köye giderek, 400 yıl önce kolunda bileziği ile gömülen Ermeni rahibenin mezarını açmak isterler. Mezarı kazmaya başladıkları anda kendini gösteren tılsımlar, korkunç şeylere neden olacaktır.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Fragman

Ecinni: Tılsımlı Mezar yazısına devam et

Nejat Toksoy’u Kaybettik

Bir dönemin efsane müzik grubu Mavi Işıklar’ın solisti Nejat Toksoy, 09 Temmuz 2019 Salı günü hayatını kaybetti. 1960’ların ünlü gurubu, Nejat Toksoy öncülüğünde Çetin ve Metin Yavuzdoğan kardeşler, Cihat Günaydın ve Zamir Manisa tarafından 1964 yılında kuruldu. Hürriyet Gazetesi’nin düzenlediği ilk Altın Mikrofon Yarışması’na katılıp ikinci oldular ve yarışmanın ardından müzik dünyasında hızla yükseldiler. Mavi Işıklar grubu, Muzaffer Arslan’ın yönettiği Şeker Gibi Kızlar adlı sinema filminde orkestra olarak beyazperdeye geldiği gibi aynı filmin müziklerini de yaptı. Nejat Toksoy’a tanrıdan rahmet, kederli ailesine sabırlar dileriz.

45-25: Kusursuz Cinayet

Biray Dalkıran’ın yönettiği ve Gökhan Mumcu, Mehmet Baştürk, Beyzanur Mete ile Sercan Elikara’nın oynadığı 45-25: Kusursuz Cinayet, 06 Eylül 2019’da Bir Film dağıtımıyla DFGS Film & BD America tarafından vizyona çıkarıldı.
Ödül alan sosyal medya fenomenleri öldürülürken, her cinayetin ardından elde edilen kanıtlar, katilin bir sonraki kurban olduğunu göstermektedir. O güne kadar yüzlerce cinayeti aydınlatan Cinayet Büro dedektifleri, ilk defa iz bırakmayan zeki bir katil ve çözülmesi imkansız gibi gözüken bir bulmacayla karşı karşıyadırlar. Ya katili yakalayacak, ya da dünyanın ilk kusursuz cinayetler serisine tanık olacaklardır.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Fragman
  • IMDb

45-25: Kusursuz Cinayet yazısına devam et

William Blake’in Ruhani Yolculuğu

‘Her gece ve her sabah
Doğar bazıları acıya,
Her sabah ve her gece
Doğar bazıları tatlı hazza.
Doğarken bazıları tatlı hazza,
Doğar bazıları sonsuz geceye.’

Yersiz yurtsuz kızılderilinin, Cleveland’dan kopup gelmiş üstü başı düzgün delikanlıya William Blake’in ‘Masumluk Kehanetleri’ şiirinden alınmış bu dizeleri aktarması boşuna değildir. Öyle ya, bölgenin zengin maden şirketinden aldığı mektupla vahşi batı macerasına atılan şehirli genç adam ünlü şairle aynı adı taşımaktadır. Bizim şaşkın Blake, iki ay gecikmeli olarak ulaştığı kanunsuz beldede ilk günden başını belaya sokacak ve karıştığı kanlı düellodan göğsünde bir kurşunla kaçmayı başaracaktır.

Nobody yani Hiç Kimse adındaki Kızılderili, köle tüccarlarının elinde Avrupa, İngiltere gördükten sonra bir yolunu bulup özgürlüğünü kazanmış ve İngiliz şairlerin dizeleriyle ufkunu genişletmiştir. Ölümcül bir kurşun yarası ile arafta gezinen ölü William Blake’in ruhlar katına ulaşma yolculuğunda gönüllü rehberliğine soyunacaktır. Bu ruhani yolculuk Cleveland’lı William Blake’i dönüştürecek ve acımasız vahşi batının kaotik ortamında benzersiz bir kendini bulma deneyimi yaşatacaktır ona.

Güzel bir yaz sürprizi olarak yıllar sonra ülkemizde ilk kez vizyona giren efsanevi Jim Jarmusch filmi ‘Ölü Adam / Dead Man’, kelimelerle anlatılması pek de kolay olmayan şiirsel bir halüsinatif yolculuğun hikâyesi.

Western türünden yola çıkmasına ve janrın bilinen atmosferini ve tiplemelerini kullanmasına karşın, westerni yenileyen de demeyelim, türü mistik bir serüveni aktarmak için araç olarak kullanan bir deneme bu. Kötü adamlar, kanunsuz şerifler, masum yüzlü fettan kızlar, aşağılık porsuk avcıları, yerinden yurdundan edilmiş yerliler, emperyalist sömürü düzenin işbirlikçileri sahtekar misyonerler, türlü türlü caniler, oğlancı yamyamlar hepsi var bu filmde.

Bilge ‘Hiç Kimse’ için ruhani düşlerin peşinde yol almak ulvi bir lütuftur. Bu yolda gözlüklerin olmadan daha net görebilirsin. Kutsal ruhlar yiyip içmeden yol alanları takdir edecek, esirgeyip koruyacaktır. Tüm ruhların geldiği yere dönme vaktinde, bu kaotik fani dünya ruhlar katına yükselmeyi bekleyeni hiç ilgilendirmeyecektir artık.

Jarmusch gençlik döneminin bu belki de en değerli başyapıtında siyah-beyaz Western kalıplarının ardında böylesine şiirsel bir yolculuğun izini sürüyor. Tarkovski klasikleri ve bizde kıymeti bilinmemiş Semih Kaplanoğlu’nun tasavvuf düşüncesini temel alan yakın tarihli filmi ‘Buğday’ ile uzaktan akrabalık taşıyan bir film bu. Farklı olarak, New York’lu sanatçının gençlik dönemine ait (1995 yapımı olmasına karşın tazeliğinden hiçbir şey kaybetmemiş) eseri, türe özgü kalıpları yabancılaştırma yolunda mizahı ustaca kullanmış.

Çağımızın en saygın rock/folk müzikçilerinden Neil Young imzalı serbest vezin müzik çalışması, diyalogların yerini alarak emsalsiz siyah beyaz görüntülere eşlik etmiş. Gencecik bir Johnny Depp belki de kariyerinin en iyi performanslarından birinde ışıl ışıl parlıyor. Efsanevi oyunculardan Robert Mitchum onu en çok hatırladığımız ‘The Night of the Hunter’ filmindekine benzer kısacık bir veda kompozisyonla karşımıza çıkarken, travesti Sally’de ünlü rock yıldızı Iggy Pop ve yine genç Gabriel Byrne, Alfred Molina, John Hurt, Billy Bob Thornton gibi çağımızın önemli oyuncuları kısa rolleriyle filme renk katmışlar.

İlk kez 15. İstanbul Film Festivali’nde (tarihi Emek Sineması’nda) hayranlıkla izleme şansını bulmuş olduğum bu efsanevi filmi, 23 yıl sonra aynı tazelikte bulmuş olmaktan duyduğum keyfi anlatamam. ‘Ölü Adam’ı geniş perdede izlemenin her tutkulu sinemasever için gerekli olduğu düşüncesindeyim.

(15 Temmuz 2019)

Ferhan Baran

[email protected]

Alman Vatandaşı Türk İşadamı Yapımcı Oldu

Aslen Kayserili olan ve Almanya’da doğup büyüyen Alman vatandaşı genç işadamı Ömer Kaya, Alman devletinin son yıllarda Türklere uyguladığı ırkçı politikalarından rahatsız olduğunu ve Türklerin iş yaşamında önünü kestiğini belirterek, yatırımlarını Türkiye’de yapma kararı aldı. Kaya, sinema sektörüne adım atarak ilk filmi Muhteşem Üçlü filmini çekti. Ömer Kaya bundan sonraki süreçte film sektöründe hizmet vereceğini söyledi. Muhteşem Üçlü önümüzdeki aylarda vizyona girecek.

Suyun Sesi, Yıldızların Altında İzlenecek

Gişe rekorları kıran ödüllü film Suyun Sesi, 17 Temmuz gecesi yıldızların altında Akmerkez Üçgen Teras’ta sinemaseverler için gösterimde olacak. Günün tüm stresini ve yorgunluğunu çimler üzerinde film izleyerek atmak isteyen misafirler için Akmerkez açık havada sinema keyfi tüm hızıyla devam ediyor. Guillermo del Toro tarafından yönetilen ve senaryosu del Toro ile birlikte Vanessa Taylor tarafından yazılan ödüllü film, 17 Temmuz’da izleyici ile bulaşacak. Soğuk savaş döneminde yalnız başına olan Elisa’nın ABD’de geçen hikâyesini anlatan film, romantik ve fantastik sahneleri ile büyüleyecek. Ücretsiz izlenebilecek film 21:00’de başlayacak.

Kaan Müjdeci: Sinema Tarihinin Ayıbı

Antalya Uluslararası Film Festivali’nden ulusal yarışmanın kaldırılmasını protesto etmek için Ulusal Yarışma adıyla İstanbul’da düzenlenmesine öncülük eden ünlü yönetmen Kaan Müjdeci, yapımcı Zeynep Özbatur Atakan’ın şikayetiyle kendisi hakkında açılan davaya tepki gösterdi. Yarışmanın kaldırılmasına karşı bir protesto eylemi olarak festivalin sitesini kopyaladıklarını, festival sitesinde yer alan fotoğrafları kullandıklarını belirten Kaan Müjdeci ilk derece mahkemede 05 Temmuz’da aleyhine sonuçlanan 1 TL’lik davanın Türkiye sinema tarihine büyük bir ayıp olarak yazılacağını belirtti. Kaan Müjdeci, davaya bir üst mahkemede itiraz edeceğini açıkladı.

Kaan Müjdeci: Sinema Tarihinin Ayıbı yazısına devam et

Akbank Sanat’da Güncel Venezuela Sinemasına Bir Bakış

Akbank Sanat, 17 – 31 Temmuz 2019 tarihleri arasında güncel Venezuela Sineması’ndan 5 seçkin filmi filmseverlerle buluşturuyor. Bolivarcı Venezuela Cumhuriyeti Türkiye Büyükelçiliği’nin katkılarıyla gösterilecek filmler İspanyolca ve Türkçe alt yazılı gösterilecek. Etkinlikte, Kardeşler (Hermano), Mavi Çok da Pembe Değil (Azul y No Tan Rosa), Azu, Zamanın Sonundaki Ev (La Casa Del Fin de Los Tempos) ve Çirkin Saç (Pelo Malo) adlı filmler gösterilecek.

Akbank Sanat’da Güncel Venezuela Sinemasına Bir Bakış yazısına devam et

Zorlu PSM Amfi’de Film Gösterimleri Başlıyor

Zorlu PSM, yaz boyunca Amfi’de haftanın dört günü birbirinden güzel filmlerle açık havada sinema nostaljisini yaşatacak. 01 Temmuz – 24 Eylül 2019 tarihleri arasında devam edecek film gösterim programında her Pazartesi Fransız filmleri, her Salı Yeşilçam filmleri ve ardından düzenlenecek Türkçe 45’lik Parti’ler, her Çarşamba romantik filmler ve her Pazar süper kahraman filmleri yer alacak. Açık havada ve dev ekranda film izleme keyfinin yanı sıra her zevke uygun birbirinden güzel filmlerle her Pazartesi, Salı, Çarşamba ve Pazar günleri saat 20:00’de ücretsiz ve herkese açık olarak gerçekleşecek Amfi’de film gösterimlerini şimdiden ajandanıza ekleyebilir, işaretleyebilirsiniz.

Zorlu PSM Amfi’de Film Gösterimleri Başlıyor yazısına devam et

Deniz Baysal, 7. Koğuştaki Mucize Filminde Öğretmen Oldu

Mehmet Ada Öztekin’in yönettiği ve Aras Bulut İynemli’nin başrolünde yer aldığı 7. Koğuştaki Mucize’de son yılların gözde ismi Deniz Baysal, Öğretmen Mine rolüyle izleyicilerin karşısına çıkacak. 7 yaşındaki kızıyla aynı zekâya sahip masum bir babanın adalet arayışını konu alan filmin çekimleri geçtiğimiz haftalarda Muğla’da başladı. Aras Bulut İynemli’nin canlandırdığı Memo’nun kızı Ova’nın öğretmenine hayat veren Deniz Baysal’ın çekimlerden ilk kareleri yayınlandı.

Altın Badem Datça’dan Kopuyor

2005 yılında Datça Altın Badem Sinema Günleri olarak başlayan ve yıllar yılı ülke genelinde büyük yankı uyandıran etkinlik yöreye büyük katkı sağladı. Datça halkının, değerli sinema sanatçılarıyla buluşmasına vesile olan festival, yıllar içinde gelişip kabına sığmaz oldu. Hal böyle olunca da, festivalin kapsamını genişletme zorunluluğu doğdu. 2017 yılına gelindiğinde festivalin kurucusu Saygın Medya adına başkan Saygın Kurt, komite ile yaptığı uzun toplantılar sonucunda Datça Altın Badem Turizm ve Yaşam Ödülleri olarak yola devam etme kararı aldı.

Doğu ile Batı Arasında Sıkışan Türkiye Ticari Sineması

Uzun bir aradan sonra bu yıl sinema gişelerindeki bilet satış adetleri büyük düşüşler yaşıyor. 2019’un yedi günlük gösterim haftalarından neredeyse hiçbirinde bir önceki yılın aynı dönemine göre daha fazla satış gerçekleşmedi. Halbuki 2017 ve 2018 yılında 70 milyon adetlik satışlar yapmayı başaran Türkiye ticari sineması yabancı yatırımcıların da ilgisini çeken tablolar ortaya koymuştu. Yerli yapımlarıyla yabancı filmleri ve Amerikan stüdyolarının dev prodüksiyonlarını ezen Türkiye sinemasının ürünleri yıllık satışlardaki % 60’lara varan hakimiyet oranlarıyla Avrupa’da ve dünya çapında ilk 10’a girmeyi başarıyordu. Yeni milenyumun ikinci on yılıyla birlikte önce 30 milyon peşinden 40 ve 50 milyon satış dilimlerini gören gişeler istikrarlı yükselişiyle yatırımcılara 100 milyon satış hedefini koydurmuştu bile. Birçok zayıf ve profesyonel olmayan ögesine rağmen Türkiye popüler sinema piyasası, bütün çarpıklıklarına rağmen bir istikrar yakalamıştı diyebilirdik. Dedik de!..

Koreli eğlence devi CJ’in Türkiye’yi seçmesinden önce ülke sinema piyasası Amerika ve Avrupa’daki teknik gelişmeleri ve ticari stratejileri takip ediyor ve uyguluyordu. Gösterim haftaları, seanslama, denetim, biletleme, VPF, POS, DCP, görsel ve işitsel efektler, bu takip edilen unsurlar olarak sayılabilir. CJ’in öncelikli ve ana amaçla, sinema işletmeciliği alanında yaptığı yatırım devamında dağıtım departmanının güçlendirilmesi, perde reklâmı aracılığında hakimiyet şekil ve stratejileriyle yerleşti. Şirket kendi ürünleri olan görsel ve işitsel bir takım ürünleri de sırasıyla sinema işletmelerine taktı. Bunlarla da yetinmeyip Türkiye’de sinema filmi yapımı, ikinci bir film dağıtım şirketi kurulumu (CGV Mars ve CJ Entertainment) ile pazardaki yerleşimini perçinledi. Anlaşılacağı üzere Uzakdoğu’nun dev holdingi CJ’in Türkiye’deki faaliyetleri, yerelde sinemanın icrasını millileştirme amaçlarından uzaklaştırdı.

Her ne kadar iki sene öncesine kadar yüksek yıllık yerli film bileti satışı hakimiyetlerine sahip de olsak bütün dünyada olduğu gibi Amerikan film endüstrisinin domine ettiği bir piyasaya sahiptik. Bugün; dağıtım, yapım ve sinema işletmeciliği alanlarında ezeli dost ülke Güney Kore’nin hakimiyetinde bir ticaret ilerliyor. Doğu ile batı arasında sıkışan Türkiye ticari sineması faydasız ve gereksiz bir millileşme çabasında…

Ne kadar da ticari sinema ve sanat sineması gibi ayrımlar mevcutsa da her iki tanımın da ortaya çıkması, bu tanımlara uygun ürünler ve yapıtlar verilmesi ihtisas ve incelik gerektiriyor. ‘Yedinci Sanat’ sinemanın, filmlerin, yerel ürünlerin ve yapıtların millileşebilmesi için dilinizin, kullandığınız ekipmanın, zihin gücünün ve ihtiyacınız olan bütün araçların yüksek ölçüde milli olması gerekir. Ülke topraklarının efsanelerini, yaşanmışlıklarını, tarihini, toplumunu taklit etmeden, özgün bir sinema dili ve anlayışıyla, sinema sanatının evrensel ölçüleri çerçevesinde (kurallar – kuramlar) icra edebildiğiniz sürece kitleler üzerinde ilgi uyandırabilir ve endüstri olabilmek için büyük bir adım atmış olursunuz.

Doğu ile batı arasında kalan Türkiye sinema yaşamının yarıdan fazla sinema işletmesinin tabela ismi yabancı harfler ve kelimeler barındırmaktadır, gösterim ve salon ekipmanlarının tamamı yurt dışından ithal edilmektedir. 4K, DBOX, SCREENX, ATMOS, IMAX, 3D, 4DX, DOLBY gibi görsel ve işitsel efektlerinin tamamı yabancı film endüstrilerinin uygulamalarıdır, 2D; dijital projeksiyon makineleri de bütün gösterim kabiliyetini yurt dışından onaylarla tamamlamaktadır. Ticari sinemada en çok para kazandıran görsel ve işitsel efektlerin yanı sıra izleme eşlikçilerinde bile bir yerellik yoktur; kola ve patlamış mısır!

Efektlerle sinema izleyicisinin etkilenmesi hedeflenirken sunulan eşlikçiler de yerel değil yabancı menşelidir. Hiçbir sinema büfesinde döner – ayran kampanyasına rastlayamazsınız. Bu mümkün de değildir. Global pazarlarda yüksek bilet satışlarını hedefleyen Amerikan stüdyoları ile sinema ekipmanları üreticileri gelirlerinin düştüğü pazarlarda, yerel sinema bilet satışlarının yükseldiği ülkelerde de yine kendi üretimi olan ‘silahları’ piyasaya sürmektedir; Netflix… Amerika’nın güzide ürünü Netflix’te Marvel, Universal, Paramount, Sony, Warner Bros., Disney, Fox gibi devlerin sinematik ürünlerini kesinlikle aynı anda göremezsiniz. Disney’in kendisine ait ürünü Disney Plus’ta dahi sinema filmleri çeşitli süre sınırlamalarından önce yer alamayacak. Ne hikmetse birkaç yüz bin dolar karşılığında Türkiye’nin gişe lideri yapımları, ülke seyircisinin sinemada izlediği sırada Netflix’te yer alabiliyor. Gerçekten bu şirketin global bir abone ihtiyacı mı var ve gerçekten bu ihtiyacını Türkiye’nin ticari baş yapıtlarıyla mı giderebilecek? Tabi ki hayır. Yer aldığım toplantılar ve farklı ülkelerdeki meslektaşlarımla gerçekleştirdiğim konuşmalarda ne yazık ki ülkelerinde bir Netflix tartışması olmadığını gözlemledim.

Burada, unutmadan araya girerek iki yaklaşımımın altını çizmek isterim: Türkiye ticari sinemasında millileşme karşıtı değilim, evrensel şartlar eşliğinde kazanç arttırıcı bir millileşme güzel olabilirdi. Yalnız devamında gelen soru: Ne üretiyoruz? Öte yandan her yıl ulusal filmlerin gişedeki hakimiyetinin yüzdesel olarak yüksekte olmasının temelde sinema ekonomimize bir faydası yoktur. Yabancı filmler ile yerli yapımların oranında denge olması, özellikle Amerikan stüdyolarının sinema filmlerinin yüksek izleyici oranlarına sahip olması yerel sinema ekonomilerine daha yüksek faydalar sağlamaktadır.

Batı’nın, filmler aracılığıyla yaşam tarzı, inanç vb. olguları dayatması, uzak ülkelere yaşam tarzı ihraç etmesi gibi stratejilerin de günümüzde –en azından sinema aracılığıyla- yapılması hedeflenmemektedir. Bu, önceki milenyumda kalan, bugün için yararsız bir stratejidir. Sinema haricinde birçok teknik, bu vazife için büyük güçlerin elindedir. Akıllı telefonlar, internet, uydular sinemaya alan bırakmamaktadır. Kaldı ki bırakın sinemayı birçok ticari alanda önlenemez bir iç içe ilişki yaşanmaktadır. Ülkede satılan hamburger adedi ile döner sayısı neredeyse eşittir mesela… Yadsımadığım diğer husus ise sinema olgusuna paralel olarak, her geçen gün gelişerek ve yayılarak, pıtırak gibi çoğalan gösterim olanaklarıdır. Yerelde ve evrenselde bu izleme olanaklarının çoğalması kaçınılmazdır ve sinema için herhangi bir tehlike oluşturmamaktadır.

Belki de sinema, 20 – 30 yıl sonra tamamen ortadan kalkacaktır ya da gelişen efektlerle hakimiyetini sürdürecektir. Evet, gelişen efektler. Bugün her uyandığımız yeni günde gösterim tekniklerinde ve efektlerde yenilikler olmaktadır. Örneğin global sinema endüstrisi, şimdilerde sinema filmlerini perdeye karşıdan yansıtarak değil de perde arkasından iletme yoluyla sunacağı sistemi tartışıyor…

Endüstride yer alan herkesin bildiği, bilmesi gereken ‘sır’: Büyüklük’tür. Günümüzde sinema endüstrisinde ticaret yapan hiçbir departman şayet ‘büyüyemez’ ise büyüleyemeyecektir de! ‘Welovebigscreen’ gibi mottoların yayıldığı, efektlerle devleşen sinema gösterimlerine ayak uyduramayan hiçbir sinema endüstrisi ayakta kalamayacaktır. Global sinema endüstrisinin elindeki koz ve onu var edecek tek olgu ‘büyüklük’tür. Netflix ve benzerleri büyüyemezken, beyaz camlar belli oranlara kadar irileşebilirken sinemanın sunduğu devlik deneyimlerinin ucu bucağı yoktur. Bu yorumlarımdan fantastik sinema filmleri dışında kalan yapıtların ticari sinemada şansının olmayacağı anlaşılabilir. Kısmen öyle olsa da son yıllarda dünyada ses getiren birbirinden önemli tarihsel, romantik, maceracı içeriklerin, ödüllü büyük dramaların çoğunlukla varlığını hatırlatmak da isterim. ‘Büyüklük’ olgusu sadece Örümcek-Adam’ın sıçrayışlarında etkisini göstermemekte, ‘Roma’ benzeri yapıtları da (örnekteki filmin Netflix için üretilmesine rağmen) görsel – işitsel ziyafetlere dönüşebilmektedir. Yalnızca perde içeriğinde değil; ‘büyüklük’ olgusu, Amerikan, Uzakdoğu, Çin ve Hindistan pazarlarında büfede satılan mısır kovalarının boyutlarına bile yansımıştır. Amerika’nın ücra bir kasabasındaki sinemanın büyük boy mısır kovası boyutuna WEB sayfaları aracılığıyla göz gezdirebilirsiniz.

Millileşme noktasına dönecek olursak, ek olarak şu soru sorulabilir; Türkiye sinemasında devleşen, eşsizleşen, büyüyen görsel – işitsel şölen deneyimine uygun içerik üretilmekte midir ve üretilebilir mi? Gerçekçi olmak gerekirse Türkiye’de stüdyosal bir sinema üretimi olmadığı gibi -mesela IMAX ekranına- uygun içerik ne vardır ne de bu yönde hatırı sayılır bir üretim planı bugün için bulunmaktadır.

35 mm. olarak bilinen fiziksel materyalle gösterimlerin yapıldığı dönemlerde sinema salon sayısının bugüne ve diğer ülkelere göre yetersizliğinden ötürü, Türkiye’deki dev sinema kompleksleri bölünmek zorunda kalmıştı. 2000 – 3000 kişilik sinemalar dört beş salonlu komplekslere hızla dönüştürüldü. Artan film sayısının aynı işletmede daha fazla sinemasevere ulaştırılması hedeflenmekteydi. Koca koca salonların bölünmesiyle sayıca az olan sinema kompleksleri niceliği artan filmleri sinemaseverlere sunabiliyordu. Kopya nakliyelerinin zorluğu, zaman alıcılığı ve 35 mm. kopyaların azlığı sebebiyle filmlerin salonlara programlanmasında, işin doğasına ve dönemine ait sorunlar yaşanıyordu. Doksanlı yıllarda Kanada’dan başlayıp bütün dünyaya hızla yayılan ‘Multiplex – Çok salonluluk’ akımı Türkiye’de de hızla yerleşmişti…

Teknik ve dönemsel şartların sorunlarının yanı sıra Türkiye’de sinemacılığın, sinema işletmeciliğinin en büyük derdi günümüzde de ‘salon doluluk oranı’dır. Yıl nüfuslarına, salon kapasitelerine göre Türkiye’de sinema salonlarının doluluk oranı 1989 yılından bu yana, ne yazıktır ki % 14’ü geçememiştir. Oran dünya genelinde ortalama bir değer olmasına karşı Türkiye’deki sinema işletmecilerinin giderlerini karşılamaya yetecek bir değer değildir. Ülke sinema ve koltuk kapasitesine bakıldığında bir yılda 550 milyon koltuk satışa sunulmaktadır. Gişeler son iki yılda bu kapasitenin yalnızca % 12,5’una ulaşabilmiştir. Her yıl bilet satışının nüfusa oranlamasında sınıfta kalan Türkiye, toplam bilet satış adedinde Avrupa altıncısı da olsa uzun yıllardır ‘film üretimi – salon kapasitesi – bilet satışı’ üçgeninde kronik bir sorun yaşamaktadır. Sorun Türkiye’de sinemaya gitme alışkanlığının yaratılamamasıdır; sinemaya gitme alışkanlığı ve sinemada film izleme olgusu…

Her sektörde olduğu gibi sinema izleyicisinin de bilinçlendirilmesi ve bunun yanında memnun edilmesi (içerik, fiyat) gerekmektedir. Türkiye ticari sinemasının gişede yaşadığı satış kısırlığının sebebi ‘mevsimsellik’ gibi basit bir noktaya indirgenemez. Bu durum ülke için çok açık toplumsal bir gerçekliktir aslında. Amerika Birleşik Devletleri’nde yüksek gişe beklentisindeki filmler ilk vizyona çıkışlarını yaz aylarında yaparken Türkiye’de kapalı bir alana, hatta açık bir alana insanları davet edip en az iki saat bir aktivitede bulunmalarını bekleyemezsiniz. Bu, iklimle, coğrafyayla ilintili toplumsal alışkanlığı ve gerçekliği sinema gişelerinin başlıca sebeplerinden biri gibi gösterip 35 derecelik hava sıcaklıklarında sinema salonlarının olağandan daha fazla bir şekilde dolmasını hedeflemek faydasızdır. Mutlaka sıra dışı bir şekilde bu aylarda ve kavuran hava sıcaklıklarında yüksek bilet satışı yapan filmler vardır ve olacaktır da ama bu mevsimden bir çare beklemek yersizdir. Sinema salonlarının modernizasyonu Avrupa’daki benzerlerinden farksız olsa da Türkiye’de yazın ve kışın sinemaya gitme oranının düşük olması -özellikle günümüzde- içerik ve prodüksiyon kalitesi ile ilintilidir.

2018’in son aylarında sinema yaşamının iç meselesi olarak baş gösteren ve konuşulmaya başlanan ‘gelir paylaşımı’ sorunu sinema piyasasının süre gelen teamüllerine devletin Kültür ve Turizm Bakanlığı ile dahil olmasına ve müdahale etmesine sebep olmuştu. Sinemayı ve ona bağlı bütün dinamikleri birebir ilgilendiren bir yasa ile sinemanın ticareti ve icrası her açıdan kontrol altına alındı. Satışlar, perde gösterimleri, filmlerin kimlere gösterileceği, sinema eserlerine ve televizyon eserlerine verilecek desteklerin yapısı büyük bir torbanın içinde birleştirilip kurallara bağlandıktan sonra yasa olarak onaylandı. Kendi sistemine sahip çıkmayan, herhangi bir yönetim ve işleyiş standardı olmayan sinema piyasasının ortadaki boşluktan dolayı böyle bir yasaya ihtiyacı vardı. Anlaşmazlıklar ve paydaşların birbirini şikayeti benzeri, bel altı vuruşlarla piyasa, devlet tarafından düzenlenmiş oldu. Sahi, düzenlendi mi?

Sinema eserlerinden alınan rüsumlardan televizyon dizilerine pay verilecek olması, sinema işletmelerine teşvik verilmeksizin gelirlerinin kısıtlanması ve kontrol altına alınması, gelir arttırıcı tüketici kampanyalarının yapılmasının engellenmesi, film yapımcılarının yapıtlarının önceki yasalara göre daha fazla denetlenerek sansüre tabi tutulacak olması gibi birçok ‘sanatla ve sanatın bağımsızlığıyla’ alakasız yasa içeriğine bakınca olumlu yönde bir düzenlemenin olduğunu söylemek pek mümkün değil. Sinema yaşamının ticaret departmanında yer kaplayan dinamiklerden uzak, belirli kesimleri olumlu belirli kesimleri olumsuz yönde etkileyen bir yasa ne yazık ki evladiyelik olamıyor.

Neredeyse dünyanın hiçbir ülkesinde sinema bileti satış fiyatlarını salon işletmecisinden bir başkası belirlemiyor. Türkiye’de Beyoğlu ve Beşiktaş ilçelerinin bilet fiyatları dönemin duayen sinema işletmecileri Mehmet Soyarslan (Sinepop), Temel Kerimoğlu, Baha Serter (Beyoğlu), Suphi Oktay (Atlas), Sedat Akdemir, Yalçın Selgur (Fitaş), İsmet Kurtuluş (Emek), Adalet Dinamit (Alkazar) ve Şükrü Avşar’ın (Lale) özenli ve saatler süren istişarelerinin ardından belirlenirdi. Bu ritüel kendi kapısının önünü, yaşadığı ve ticaret yaptığı alanın alışkanlıklarını, nüfusunu ve yapısını iyi bilen bütün işletmeciler tarafından kendi bölgelerinde tekrarlanırdı.

Ya şimdi? Bir sinema bileti 16 TL. ortalamasına geldi. Ya 2019 yılının ilk altı ayındaki bilet geliri? Yazıda döneme ait sayıları vermektense metnin ardından karşılaştırmalı bazı değerleri vermeyi tercih ettim. Orada da görüleceği üzere ilk altı ayın bilet geliri önceki yılın aynı dönemine göre daha düşük.

Yasa ile kaybolan ve düşük seviyelerde ortaya çıkan rüsum gelirlerinin doğru seviyeye çekilmesi de hedeflenmişti. Resmi olmayan kayıtlara göre Türkiye sinema gişeleri 2018 yılında 800 milyon TL’nin üzerinde bir gişe geliri elde etti ve bu kayıtlara göre devlete (maliye, belediye ve kültür bakanlığı) aktarılması gereken pay her yıl olduğu gibi açıklanan 800 milyonluk hasılat üzerinden olamadı. Yasa bu kaybı ortadan kaldırmak için maddeler de içeriyor. Daha açık söylemek gerekirse yasa yoluyla ya da piyasa şartları üzerinde yapılacak değişiklikler aracılığıyla uygulanacak baskı ve yasaklamalar hiçbir zaman fayda sağlamayacaktır.

Yasa hazırlanırken birçok yapımcı yürürlüğe girecek maddeler ile gelirlerin artacağını, bilet satışlarının eski seviyelerin de üzerine çıkacağını ve kendi paylarındaki kaybın azalacağını bekliyordu bugün de sipariş haberlerle toz pembe bir tablo sunuluyor. Acı gerçek şudur ki; sinema gişelerindeki bilet satışının düşmesinin yanı sıra büyük gider kalemleriyle boğuşan tek sinema kompleksleri, bağımsız sinemalar birer birer kapanıyor. Yaz ayları geldiğinde faaliyetine ara veren sinema komplekslerinin dışında Türkiye’de Haziran 2019’da kapısını bir daha açmamak üzere kapatan ve mesleğe veda eden 40’ın üzerinde sinema bulunuyor. Yalnızca bağımsız ve tek sinemalar değil endişe yaşayan. En büyük zincirden orta ölçekli sinema zincirleri de alışveriş merkezlerindeki salon sayılarını her hafta düşürüyor. Gelirleri kısıtlanan ve ticaret imkanları biçimlendirilen bir piyasada genişleme ve iyileşme beklemek de iyimserlik olurdu. Yapım, dağıtım ve sinema işletmeciliği alanlarında yatırımlar yaparak yerel pazarda yüksek bilet satışı hedefleri koyan Kore devi CJ de sinema piyasasındaki varlığına nasıl yön vereceği konusunda büyük endişeler yaşıyor.

Peki, doluluk oranlarındaki düşük seviyenin, sinema biletleri satışının düşüşünün sebepleri Netflix operasyonu mu, yeni yasa ile oluşan baskıcı piyasa ortamı mı ya da bilet fiyatlarının 12 TL. ortalamasından 16 TL.’ye sıçraması mı? Gişede indirim isteyen sinemasevere olumsuz yanıt verilmesi mi yoksa? Elbette bunların tamamı olumsuz yönde etkileyici unsurlar.

Asıl ve en önemli sebebe değinmek gerekirse; Türkiye’de küçük ekranla yarışacak ölçüde sinemasal içerik üretiminin olmamasını söyleyebilirim. Büyük sinema salonlarında, birbirinden etkileyici efektler eşliğinde izlenebilecek film üretimi? Mevcut içeriğin tamamı bütün Türkiye nüfusu tarafından anında sinema dışı mecralarda izlenebiliyor, hem de bilâ bedel… Ve bu mecralarda karşılaşılan görsel aldatmalar, tatmin olunmayan içerik yahut türlü teknik sorunlar sinemada uygulanan benzer şikeler kadar tepki toplamıyor. Yukarıda değindiğim yan, negatif etkilerin de varlığıyla, neredeyse başı sonu olmayan bir animasyon filmi izleyen çocuk seyirci dahi sinemadan soğurken Türkiye’de sayısı 45 milyon olan tek – benzersiz (unique), yetişkin (adult) sinemasever izlediği içerikler karşısında salondan kötü intibalar ile ayrılıyor.

Yeşilçam döneminde de, ondan önceki Mısır filmleri devrinde de ‘Furya Sinemacılığı’ dahilinde örnekler Türkiye’de sinemaseverlerle buluşmuştu. O dönemlerde internet kaynaklı mecraları bırakın televizyon tehdidi dahi bulunmuyordu. Ama şimdi var ve asıl sorun bu… İşte o ortamlarda ‘Furya Sinemacılığı’ büyük bir ticari silah olarak sinemacıların keşfiydi. Bugün yapılan ‘Furya Sinemacılığı’ çok açık bir şekilde ithal edilen yabancı filmler, gerçekte var olmayan animasyonlar, birbirini tekrarlayan korku filmleri ile sinemasevere, birkaç TL. daha fazla kazanabilmek adına talihsizce sunuluyor.

Popüler sinema piyasası içinde elbette yeri olan bu aksiyonlar sonucunda pazardaki şirketler ayakta kalmaya çalışıyorlarsa da uzun vadede güvenilirlik kaybı yaşayan sinema izleyicisi daha fazla aldatılmaya müsaade etmiyor. Bugün için Türkiye’de vizyona sunulan içeriğin genel yapısı bu şekilde –kendini tekrarlayan, furya sinemacılığı- olsa da prodüksiyonlara da rastlanabiliyor. Geniş ekranda izlenebilecek kameralarla çekilen, görsel ve işitsel efektler barındıran, ilk kez sinemalarda beğeniye sunulan Avrupa, Uzak Doğu, Amerikan ve Türkiye yapımları… Son jeneriği dakikalarca akan, sinema eserlerinden bahsediyorum. Onların da isimlerini gişe verilerinin üst sıralarında görebilirsiniz…

Evet, Türkiye sinemasında tam teşekküllü, dört dörtlük, muntazam prodüksiyonlara rastlamak hayli zordur. Oluşturduğu geliri kendisine döndüremeyen, gişeden elde edilen kazançla sinemada istihdamı destekleyemeyen, akademisi olmayan, yeter sayıda yayını bulunmayan bir alandan da tam teşekküllü yapımlar beklemek hayalcilik olur. Kaldı ki ticari sinemanın en önemli başlangıç unsurlarından biri de pazarlama ve tanıtımdır… Sinemalarda boy gösteren filmlerin neredeyse tamamının bilimsel bir pazarlama stratejisi olmadığı gibi afiş, künye, konu gibi en basit tanıtım unsurları dahi sağlıklı planlanamamaktadır… Bütçe standardı ve şeffaflığı olmayan Türkiye sinemasının bugün için bünyesinde barındırdığı bir çok eksiklikle ‘endüstri – sektör’ olarak anılması da mümkün değildir.

Yasa ile düzenlenmeye çalışılan sinema piyasasının sorunları, bütün dinamiklerinin bir araya gelerek genel bir iyileştirme önerisi ile gündeme getirilerek sahici dokunuşlarla çözülebilirdi. Ne yazık ki her maddesi sadece bir tarafa yarar getiren yasa yerine ‘rüsumun kaldırılmasını (sadece bu hamle bile paydaşların kasasına % 5’lik bir katkı sağlayacaktır), ‘yerinde denetimin bağımsızlaştırılmasını’, ‘sinema salonlarının teşvik edilmesini’, ‘özgür film içeriklerini’, ‘filmlerin biletlerden alınan vergiyle değil de bağımsız bir fonla desteklenmesini’ öneren bir paketle sinema piyasasının geleceği çok daha aydınlık olabilirdi…

Üzülerek eklemeliyim; Mimar Sinan Üniversitesi Sinema Tv Merkezi’nin kurucusu, hocaların hocası Prof. Sami Şekeroğlu bir konuşmamızda ‘Türkiye’de sinemacıların 40 yıldır bir araya gelmeye çalıştıklarını ve bunun hiçbir zaman mümkün olmadığını’ söylemişti. Bu konuşmamızın üzerinden 20 yıl geçti ve gelecekteki 60 yılda da sinema alanında bir ulusal birlikteliğin yaşanamayacağına eminim. Umarım yanılırım.

Sayılar: Bu yılın ilk 26 haftasının ardından sinema gişelerinde 409 milyon TL.’lik hasılat elde edildi. 30 yılı aşkın bir süredir Türkiye’de bağımsız bir şekilde, ulusal bazda, sinema filmlerinin ve gişe verilerini ölçen ve bu verileri sinema yaşamının gelişimine katkı sağlamak için arşivleyen, araştırmalar yapıp raporlar hazırlayan Antrakt’ın detaylı çalışmaları doğrultusunda; bir önceki yılın aynı dönemine göre hasılat toplamındaki gerileme % 10. Bilet fiyatlarının Şubat 2019’dan itibaren arttığı da göz önünde bulundurulduğunda gişe gelirlerindeki düşüş hayli endişe verici. Aşağıdaki tabloda 2006’dan bu yana genel bilet satış adedi düşüşüne de bir önceki yıla göre bakıldığında % 27’lik oranın son on dört yıldaki en yüksek değer olduğunu görüyoruz. Aynı on dört yıllık dönem dikkate alınarak yapılan ortalama hesabına göre yılın ilk dilimi için Türkiye yapımları bilet satışı ortalaması 15,5 milyon adet. Yabancı filmler için aynı oran 11,4 milyon. Ortalama limiti yabancı filmlerin 2015’den bu yana yakaladığını ve geçtiğini, yerli filmlerin ise 2013’ten başlayarak kendi ortalama limitini aştığını fakat bu yıl 2 milyon bilet aşağıda kaldığını gözlemliyoruz.

(*) Tablolar ve içindeki veriler kaynak gösterilmeden kopyalanamaz ve alıntı yapılamaz.

(14 Temmuz 2019)

Deniz Yavuz

[email protected]