Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali İlk Gününü Geride Bıraktı

Uçan Süpürge Vakfı’nın düzenlediği 28. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali, Kült Kavaklıdere Sineması ve Etimesgut Belediyesi 100. Yıl Cumhuriyet Kültür Merkezi’nde gerçekleşen film gösterimleri, paneller ve söyleşiler ile dolu yoğun bir ilk günü geride bıraktı. Film gösterimlerinin yanı sıra “Benzersiz Kadınlar Benzersiz Hikayelerini Anlatıyor” başlıklı panel gerçekleştirildi. Filmleri Cannes dahil birçok uluslararası festivalde büyük ödüller kazanan başarılı yapımcı Zeynep Atakan’ın moderatörlüğünde oyuncular Bennu Yıldırımlar, Burcu Kara, Lale Mansur ve Şenay Gürler, oyuncu – yönetmen Ece Dizdar. yönetmenler Biket İlhan, Eylem Kaftan ve Ümran Safter ile cast direktörü Harika Uygur, benzersiz hikâyelerini izleyicilerle paylaştı.

Gençlerin Gözünden Aşk: Hissetmek mi, Görmek mi?

Senaryosu Ferhat Ergün imzası taşıyan, yönetmen koltuğunda ise Emre Erdoğdu’nun oturduğu Aşkın Yüzü, 06 Haziran’da sinemalardaki yerini alıyor. Aşkın Yüzü, yolları tesadüfen kesişen iki gencin, Özgür ve Özlem’in hikâyesini konu alıyor. Yüz körlüğü nedeniyle insanları tanımakta zorlanan Özgür ile çevresi tarafından fark edilmeyen Özlem’in karşılaşması, aralarında beklenmedik bir bağ seyircileri derinden etkileyecek. Başrollerini Onur Seyit Yaran ve Helin Kandemir’in paylaştığı filmin kadrosunda Işıknaz Özedgü, Dursun Ali Tetik, Furkan Rıza Demirel, Serdar Yeğin, Didem İnselel, Muttalip Müjdeci, Gamze Topuz ve Cenk Gürpınar gibi oyuncular yer alıyor.

Edebiyat Sinema Buluşması’nın Son Gününde Cadı Filmi Gösteriliyor

Karşıyaka Belediyesi ve Kültürlerarası Sanat Derneği iş birliğiyle 26 – 30 Mayıs 2025 tarihleri arasında gerçekleştirilen III. İzmir Edebiyat ve Sinema Buluşması, 30 Mayıs 2025 Cuma akşamı Bostanlı Çatı’daki söyleşi ve film gösterimi ile sona eriyor. Saat 20:00’de başlayacak söyleşide, araştırmacı – yazar Efdal Sevinçli, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın yaşamı ve sanatına ilişkin geniş bilgiler verecek, ardından Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Cadı romanını sinemaya aktaran yönetmen Erman Bostan filmin yapım sürecini anlatacak. “Hüseyin Rahmi Gürpınar’dan Korku Sinemasına” başlıklı söyleşinin ardından 2024 yılı yapımı Cadı adlı filmi izlenecek.

Urfa’da Belgesel Sinema ile Buluşmak

Utanarak söylüyorum: Bu, Urfa’ya ilk gidişimdi. Yıllardır gitmek isteyip de bir türlü yolunu bulamadığım şehirlerden biriydi Urfa. Neden bugüne kadar gitmedim, neden bir fırsat çıkmadı, ben de bilmiyorum. Belki hep ertelendi, belki de bazı şehirlerin zamanı vardır. Bazen o zamanın gelmesi için bir vesile gerekir. Benim için bu vesile, Urfa Belgesel Film Festivali oldu.

Hem bir yerli turist hem bir belgesel sinemacı hem bir akademisyen hem de bir sinema yazarı olarak farklı yönlerden bakabildiğim çok katmanlı bir deneyim yaşadım.

Klasik olarak her festivalde gerçekleştirilen açılış, ilk andan itibaren farklı bir tonla başladı. Öyle protokol havasında bir açılış değildi. Yörenin müzik kültürünü yansıtan sıra gecesiyle başladı ve Urfa mutfağının zengin, sıcak eli değdi. Türkülere, danslara, acılı kebaplara, tatlılara eşlik ettik.

Festivalde toplam 20 film gösterildi. Kadın, mekân, modernleşme, kentleşme, doğa, göç, arkeoloji ve tarih gibi çok çeşitli temalar, farklı estetik biçimlerle belgesel izleyicisiyle buluştu.

Soru – cevap bölümleri ise salonları izleme alanı olmaktan çıkarıp düşünsel bir buluşma mekânına dönüştürdü. Her film bir pencere açtı; içeriden dışarıya, dışarıdan içeriye bakma imkânı sundu.

Ayrıca iki değerli panel düzenlendi: “Belgesel Sinemada Hikâye Anlatıcılığı” ve “Belgesel Sinema Kültürel Miras, Sözlü Tarih ve Dijitalleşme”.

Her iki panel de oldukça verimli ve samimi bir atmosferde geçti. Ne klasik ne resmi sunumlar vardı ne de akademik mesafe. Bilgi ve deneyim gönülden aktarıldı; sorular düşünceleri tetikledi, cevaplar karşılıklı olarak tamamlandı.

Farkındalık, sorgulama, paylaşım zemini bulmak cidden özel bir durum. Yapılmış olmak için yapılan türden etkinlikler değildi yani hiçbiri.

Ben de göç temalı bir filmimle yönetmen, “hikâye anlatıcılığı” panelinde ise konuşmacı olarak yer aldım. Bilgi ve tecrübemi paylaşırken, karşımdaki bakışlardan, yorumlardan, katkılardan beslenmek bana iyi geldi.

Yalnızca konuşmadım, dinledim de; hem seyirciyi hem kendimi.

Festivalin önemli bir başka ayağı ise “BSB Belgesel Film Atölyesi”ydi. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü’nün katkısıyla, Belgesel Sinemacılar Birliği (BSB) tarafından gerçekleştirilen bu atölye herkese açıktı.

Belgesel sinemaya ilgi duyan katılımcılarla dolup taşan bu eğitim ortamı, yalnızca izleyici değil, potansiyel üreticiler de yetiştirmeyi hedefliyor.

Üretimi teşvik eden, bilgi aktaran ve merakı besleyen güçlü bir adım… Ve bir sonraki ilde yeni katılımcılarıyla buluşacak.

En güzeli de festivalin yarışmasız olmasıydı. Hiçbir film bir diğerine karşı konumlandırılmadı. Her film seyircisine ulaştı, tartışıldı, zihinlere ve kalplere dokundu. Hafızalara kaydedildi. Herkes ödülünü aldı seyircisinden.

Festivalin direktörlüğünü Harran Üniversitesi hocalarından, aynı zamanda Belgesel Sinemacılar Birliği’nin aktif bir üyesi, yapımcı – yönetmen Prof. Dr. Sedat Benek gerçekleştirdi. Öğrencileri ve destekçi kurumlarla birlikte özenle hazırlanmış, içtenliği her anında hissedilen şahane bir festival organize ettiler.

Festival süresince yapılan şehir gezileri de ayrı bir derinlik kattı deneyimime. Urfa’nın müzeleri, taş sokakları, hanları ve elbette Göbeklitepe… Sadece tarihi görmedim, tarihin içinden geçtim. Sedat Benek’in Göbeklitepe Sakinleri belgeselinin ana karakteri, Göbeklitepe arazisinin sahibi Mahmut Yıldız ile tanışmak ise harika bir tesadüf oldu. Mahmut Yıldız’a “Arazinizden tarih çıktı.” dediğimizde “Burası benim değil herkesin.” dedi.

Bu festivalin fikrinden organizasyonuna kadar her aşamasında emeği olan Belgesel Sinemacılar Birliği Başkanı Bahriye Kabadayı’ya ve yönetim kuruluna, Sedat Benek hocamıza, tüm sponsorlara ve en önemlisi Urfa halkına çok teşekkür ederim bu güzel buluşma için.

Belgesel Sinemacılar Birliği, farklı şehirlerde belgesel film festivalleri düzenlemeye devam edecek. İlki Urfa’da gerçekleşti.

Bakalım sırada hangi il var? Eğer sizin şehrinizde de bir belgesel festivali olsun isterseniz, BSB ile iletişime geçebilirsiniz.

Urfa’ya geç başlayan bu yolculuk, yalnızca bir şehirle tanışmak değil; belgesel sinemanın birleştirici, çoğaltıcı, hatırlatıcı gücünü yine yeniden hissetmek açısından da oldukça kıymetliydi benim için.

Ne mutlu ki geç de olsa, böyle bir vesileyle ilk kez geldim bu şehre.

Bakalım, bir daha ne zaman kısmet olacak…

(Bu yazı ilk olarak 03 Haziran 2025 tarihinde cinedergi.com’da yayınlanmıştır.)

(04 Haziran 2025)

Semra Güzel Korver

28. Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali Açılış Töreniyle Başladı

Bu yıl 28. kez izleyicileriyle buluşan Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali açılış töreniyle başladı. Gecede festivalin onursal ödülleri sahiplerini buldu. SesVerSus A Capella müzik grubunun ve Ankara Devlet Klasik Türk Müziği Korosu Kadın Sanatçıları’nın müzik dinletileriyle renklenen törende Hülya Darcan ve Gülşen Bubikoğlu’na Onur Ödülü, Mina Demirtaş’a Genç Cadı Ödülü, Başak Emre, Harika Uygur ve Bennu Yıldırımlar’a Bilge Olgaç Başarı Ödülleri takdim edildi.

28. Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali Açılış Töreniyle Başladı yazısına devam et

Jackie Chan’in Başrolünde Olduğu Karate Kid: Efsane Dövüşçüler, Ön Gösterimini Paribu Cineverse Kanyon’da Gerçekleştirdi

Jackie Chan’in başrolünde olduğu 2025 yılının merakla beklenen dövüş filmi Karate Kid: Efsane Dövüşçüler (Karate Kid: Legends) için  Paribu Cineverse Kanyon Sineması’nda vizyon öncesi ön gösterim gerçekleştirdi. Jackie Chan, Ben Wang ve Ralph Macchio’lu usta oyuncu kadrosuyla sinemalarda gösterime girecek film, gerçekleşen ön gösterimde izleyicilerin yoğun ilgisiyle karşılaştı. Film, Pekin’den New York’a taşınan dövüş sanatlarına aşırı yeteneği olan genç Li Fong’un ilginç hikâyesini anlatıyor.

Jackie Chan’in Başrolünde Olduğu Karate Kid: Efsane Dövüşçüler, Ön Gösterimini Paribu Cineverse Kanyon’da Gerçekleştirdi yazısına devam et

Sivas Uluslararası Film Festivali Başladı

Bu yıl ikincisi düzenlenen Sivas Uluslararası Film Festivali, Yeşilçam’da Orhan Gencebay Film Şarkıları konseriyle başladı. Programa, Sivas Valisi Yılmaz Şimşek’in yanı sıra, Sinema Genel Müdürü Birol Güven, Güzel Sanatlar Genel Müdür Yardımcısı Enver Merallı, sanatçılar, akademisyenler ve çok sayıda sanatsever katıldı. Gecede Nilgün Kızılcı, Gencebay’ın Yeşilçam filmlerine damga vuran unutulmaz şarkılarını seslendirdi.

3. İzmir Edebiyat ve Sinema Buluşması Çatı Bostanlı’da Başladı

İzmir’de düzenlenen 3. İzmir Edebiyat ve Sinema Buluşması, Çatı Bostanlı’da başladı. Buluşmanın ilk gününde Karşıyaka Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Leyla Keskiner’in yaptığı konuşma ardından, “Edebiyattan Sinemaya” başlıklı bir panel gerçekleştirildi. Sinema Yazarı – Yönetmen Vecdi Sayar’ın moderatörlüğünde gerçekleştirilen panelde iki sanat dalı arasındaki ilişkiler ve 100. doğum yıl dönümü olan Attila İlhan’ın sinema ile ilişkisi konuşuldu.

Uçan Süpürge Ankara’ya İniyor

28. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali açılış töreni 27 Mayıs Salı günü saat 20:00’de Ankara Devlet Opera ve Balesi Salonu’nda yapılıyor. Törende Onur Ödülü, Bilge Olgaç Başarı Ödülü ve Genç Cadı Ödülü ile sunulacak, sinemadan kaybettiklerimiz anılacak, festival programı tanıtılacak. Bu özel gecede, Onur Ödülü Gülşen Bubikoğlu ve Hülya Darcan’a, Bilge Olgaç Başarı Ödülü Harika Uygur, Bennu Yıldırımlar ve Başak Emre’ye, Genç Cadı Ödülü ise Mina Demirtaş’a verilecek. Açılış gecesinde, Ankara Devlet Klasik Türk Müziği Korosu Kadın Sanatçıları’nın ve SesVerSus A Capella Grubu’nun özgün yorumları konuklara özel bir atmosfer sunacak.

Uçan Süpürge Ankara’ya İniyor yazısına devam et

D.O.Z. 30 Mayıs’ta Sinemalarda, Türkiye Çapında Reklam Kampanyası Başladı

30 Mayıs 2025 tarihinde vizyona girecek olan D.O.Z., Türkiye genelinde büyük bir reklam desteğiyle sinema salonlarında yerini almaya hazırlanıyor. Hem 16 yaş ve gençler, hem de yetişkinlerle eğlenceli bir bağ kurup hikâyesi ile seyirciyi ekranlara kilitleyecek filme özel duygusal, aynı zamanda eğlenceli müzikler yapıldı; müzik seyirciyi etkileyen önemli detaylardan biri haline geldi. Filmde, Doğu çocukluktan beri aşık olduğu Zümrüt’le evlenerek yaşadıkları semti terk etmek istemektedir fakat ekonomik sebeplerden dolayı bu mümkün görünmemektedir. Doğunun en yakın arkadaşı Gökhan’ın kısa yoldan para bulmak için büyük bir planı vardır.

İyinin ve Kötünün Ötesinde: Liliana Cavani Filmleri Sinematek / Sinema Evi’nde

Kadıköy Sinematek / Sinema Evi sezonun son programında Liliana Cavani’nin ünlü Alman üçlemesini de içeren küçük bir retrospektifine yer veriyor*. 70’li yıllarda erkek egemen İtalyan sinemasında parlak bir çıkış yapmış olan Cavani sinema aleminde 1974 yapımı ünlü ‘Gece Bekçisi / Il Portiere di Notte’ ile tanınır. Yetmişler ikinci yarısının ülkemizdeki kısır sinema ortamına bir hazine gibi düşmüş olan filmi ilk kez bugünkü Fitaş pasajının alt bölümünde yer alan görkemli Dünya Sineması’nda izlemiştim. O dönem bazı bölümleri sansürün hışmına uğramış olan yapım, sürprizlerle ilerleyen cesur öyküsü, karanlık ve gizemli atmosferiyle biz genç sinemaseverleri büyülemişti.

‘Gece Bekçisi’nin temelini, Yahudi soykırımından kurtulan Lucia (Charlotte Rampling) ile toplama kampından tanıdığı eski Nazi subayı Max (Dirk Bogarde) ile yıllar sonra karşılaştığında kurduğu ilişki oluşturur. İkilinin alışılmışın ötesindeki tutkulu beraberliğinde iyi ile kötü arasındaki çizgi belirsizleşir, işkenceci ile tutsak, suçlu ile kurban farkının silikleşir. Sadomazoşist bir cinsel gerilim ortamında insan doğası, suç, kötülük, şehvet, fiziksel ve ruhsal acı, tutsaklık ve aşık olma hakkındaki genel geçer yargılarımızı sorgulayan benzersiz bir deneyim yaşanır.

Yönetmen, Lucia’nın Max’a olan bağımlılığını yalnızca travmatik bir ilişki olarak ele almaz. Faşizmin salt bir ideoloji olmayıp, bireylerin duygusal ve cinsel dünyalarında yerini alan bir fenomen olarak bireyin iktidar arzusuyla nasıl kesiştiğinin analizine soyunur. İktidar olgusunu didiklerken, faşizmin bireysel ve toplumsal düzeyde nasıl içselleştirildiğine kafa yoran film geçmişte farklı eleştirilerin hedefi olsa da, Nazizmin cinsel psikopatolojisini konu edinen bir dekadans sinemasının, Luchino Visconti’nin ‘Lanetliler / La Caduta degli Dei’ (1969), Bob Fosse’un ‘Kabare: Elveda Berlin / Cabaret (1972), Pier Paolo Pasolini’nin ‘Salò ya da Sodom’un 120 Günü’ (1975) benzeri ünlü klasiklerin izini süren çetin bir deneme olarak sinema tarihindeki yerini almıştır.

50 yıl öncesinde genç zihnimizi derinden etkilemiş bu ünlü klasik, gencecik Rampling ile kariyerinin doruğundaki Bogarde’ın muhteşem kompozisyonları ve özellikle Lucia’nın SS subaylarının önünde yarı çıplak yarı üniformalı, 30’lu yıllarda Marlene Dietrich tarafından söylenmiş Frederick Hollander bestesi ‘Wenn Ich mir was Wünschen dürfte’ adlı melankolik şarkıyı yorumladığı ve Max’ın bu sahneyi İncil’den ‘Salome’nin öyküsü ile kutsadığı o muhteşem sekans ile hatırlanır.

Filmin Avrupalı eleştirmenlerce göklere çıkartılmasının ardından Cavani yine iddialı bir projeye soyunur. Sinematek’in programında yer alan üçlemenin ikinci filmi ‘İyinin ve Kötünün Ötesinde / Al di là del Bene e del Male’ ülkemizde gösterime girmedi. Yarım asır önce İtalyan Kültür Merkezi’nin tarihi salonunda bir avuç izleyici ile tanıma şansı bulduğumuz bu sıra dışı yapım, 1880’lerde dönemin ahlâkçı baskısına ve yeşermekte olan faşizm dalgasına karşı özgürleşme arzusuyla birbirlerine tutunan Alman filozof Friedrich Nietzsche (ünlü Bergman oyuncusu Erland Josephson), bir diğer düşünür olan yakın dostu Paul Rée (Robert Powell) ve psikanalist yazar Lou Andreas – Salome (Dominique Sanda) arasındaki üçlü birlikteliğe odaklanır. Adını Nietzche’nin kitabından alan film, referans verdiği iyi ve kötü arasındaki ikililiği, cinsellik, cinsiyet rolleri ve ilişki kurma kalıpları üzerinden sorgularken, arzu ve güç dinamiğini neşter altına yatırır.

2021 tarihli restore edilmiş kopyasından gösterilen filmde, yeni bir ahlâk inşa etmek gerek diyen Rée’ye karşılık, iffetin doğaya karşı bir suç olduğunu ileri süren ‘Böyle Buyurdu Zerdüşt’ yazarı ‘hayatın ahlâkla ilgili olmadığını’ savunur. St. Petersburg’un soğuğundan biraz güneşli hava için Roma’ya gelmiş olan Lou Andreas – Salome de benzer fikirlerini ortaya koyar: ona göre iyi ve kötü tanımları hayata ayak uydurabilmek için vardır yalnızca. Hiçbir ideale göre yaşamak istemeyen Lou, dönemin erkek egemen sinemasında eşine pek rastlanmayan feminist baskın bir karakter olarak zihinlere kazınır. Birlikte özgürce yaşamaya karar veren üçlü, bir nikâh fotoğrafı çektirmek ister. Fotoğrafçıda dekor bir at arabasının tepesinde kırbacını iki adama sallayan Lou’nun yer aldığı bölüm tarihi belgenin bire bir canlandırıldığı kilit bir sahne olarak sinema tarihindeki yerini almıştır.

Cavani retrospektifindeki filmlerden 1969 yapımı ‘Yamyamlar’ / I Cannibali’ Sofokles’in ünlü tragedyası ‘Antigone’nin ’68 kuşağı ruhu ile zamanın İtalyası arasında parallellikler kurmayı hedefler. Ölü bedenlerle dolu kent sokakları ile açılan film, baskıcı bir tiranlığa baş kaldıran ve bu uğurda yaşamlarını yitiren kişilerin huzur içinde defnedilmesini yasaklayan düzene karşı durarak bu insanlara hak ettikleri adaleti getirmeye çalışan genç Antigone ile Tiresias’ın devrimci mücadelesini anlatır. Sokaklarda yaşanan yoğun şiddet dönemin politik ikliminin aynasıdır. Çekimler Milano’da gerçekleşse de anlatıdaki kent kurgusaldır.

Alman üçlemesinin üçüncü ayağı olan 1981 tarihli ‘Deri / La Pelle’ ise bir Curzio Malaparte uyarlamasıdır. Yazarın 1949’da yayımlanmış aynı adlı otobiyografik romanı Amerikan ordusunun İkinci Dünya Savaşı yıllarında faşist işgal altındaki Napoli’yi özgürleştirmesinin iki yüzlü yapısını gözler önüne serer. Malaparte rolünde efsanevi aktör Marcello Mastroianni’nin yer aldığı yapım, İtalyan kumandan ile göreve gelmiş genç yaştaki Amerikan askeri etrafında bir hikâye örgüsü kurar. Cavani iktidar mekanizmalarının beden üzerindeki tahakkümünü toplumsal cinsiyet, cinsellik, ırkçılık gibi temalar üzerinden aktarırken, savaşın acımasız gerçekliğini kendine özgü estetiğiyle aktarmayı sürdürür.

*Cavani filmleri 13 – 20 Haziran tarihleri arasında son kez gösterilecektir.

(31 Mayıs 2025)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com

Ferhan Baran Yazıyor: Ölüm Bir Son mudur?

Bedensel Korku (Body Horror) türünün edebi ve entelektüel temsilcisi David Cronenberg’in geçtiğimiz yıl Altın Palmiye seçkisi dahilinde Cannes’da dünya prömiyerini yapan son çalışması ‘Kefenler / The Shrouds’ biraz geç de olsa gösterime girdi. 1979 yılından beri birlikte olduğu eşinin ölümcül hastalığı nedeniyle uzun yıllar sinemadan uzak kalmış olan usta sinemacı, kırma dokular antolojisinin bir önceki ürünü 2022 yapımı … Devamı…»

Ferhan Baran Yazıyor: Ben Varım

‘Stelios: Bekledim de Gelmedin / Yparho’ 50’li yıllardan başlayarak Yunan rebetiko ve pop (laïko) müziğinin efsane isimlerinden Stelios Kazantzidis’in dört başı mamur biyografisi. Türkçe adına eklenen nihavend şarkımızın filmle bir ilgisi olmadığını baştan söyleyelim. Kazantzidis aralarında Yesari Asım Arsoy’un bu klasik bestesinin de olduğu alaturka eserlerden bir albüm yapmış. Hamiyet Yüceses ve Zeki Müren’in üstadın içli yorumundan çok … Devamı…»

Eskişehir Uluslararası Film Festivali Açılış Töreni Gerçekleştirildi

22. Eskişehir Uluslararası Film Festivali’nin açılış töreni gerçekleştirildi. Törene Eskişehir Valisi Hüseyin Aksoy, Görüntü Yönetmeni Erdoğan Engin, Yapımcı Leyla Özalp, Yönetmen Şerif Gören’in eşi Zeynep Gören, sevilen oyuncular Suna Selen, Serdar Orçin ve Ece Dizdar, sinemamızın önemli isimleri, akademisyenler, basın mensupları festival sponsorları, şehir protokolü, öğretim elemanları, öğrenciler ve sinemaseverler katıldı. Emek ve Onur Ödülleri takdim edildi.

Eskişehir Uluslararası Film Festivali Açılış Töreni Gerçekleştirildi yazısına devam et

Ayakkabı Kutusundaki Planlar

Cannes 2025 Altın Palmiye seçkisinden ilk turfanda ürün bizde de gösterime girmiş bulunuyor. Wes Anderson’ın dini, tarihsel ya da siyasi figürlerden esinlenerek yarattığı kendine özgü sinema evreninin taze çalışması ‘Fenike Planı / The Phoenician Scheme’ kendisinden alışık olmadığımız şiddet yüklü bir sekansla açılıyor. 1950’lerde dünyanın en zenginlerinden iş insanı Anatole Zsa-zsa Corda’nın (Benicio del Toro) çift motorlu uçağı Balkanlar üzerinde seyrederken bir patlama oluyor ve çıkış kapısında oturan özel asistanının belinden yukarısı havaya uçuyor. Corda uçağı kontrol altına almaya çalışsa da bir mısır tarlasına düşmekten kurtaramıyor. İş dünyasının karanlık figürü uğradığı bu altıncı suikast teşebbüsünden kurtulmadan önce öteki dünyanın kapısını aralar gibi oluyor. Hüküm vakti beklenirken Tanrı (o da Bill Murray oluyor bu filmde) ona bir şans daha bahşediyor. Bundan sonra, kötü şöhretli oligarkın yıllardır görüşmediği rahibe olmaya hazırlanan kızı Leisl (Kate Winslet’ın gerçek hayattaki kızı Mia Threapolton) ile

buluşarak tüm varlığını insanlığın refahı (!) için kullanılmak üzere ona bırakmaya karar veriyor. Tuhaf ikili Corda’nın ölmeden önce hayata geçirmeye azmettiği filme adını veren planı hayata geçirmek için serüven dolu bir yolculuğa çıkıyor. Böylece, ülkemizden pek aşina olduğumuz ‘ayakkabı kutularında’ muhafaza edilen stratejik planlar uyarınca Orta Doğu ya da Kuzey Afrika’da konuşlanmış, ‘vah zavallı Ukrayna’m misali’ yeraltı madenleri emperyalist güçlerin ağzını sulandıran ‘Bağımsız (!) Fenike Cumhuriyeti’nde üç aşamalı ve çok büyük çaplı altyapı projesi için ihtiyaç duyulan yüklü meblağı toparlamak üzere konsorsiyumları ve varlıklı aile yakınlarını ikna süreci başlıyor.

Anderson son dönem filmlerinde olduğu gibi çok karakterli filmlerine yeni bir örnek eklemiş. Ancak bu defa, üstadın 20. yüzyılda yaşamış Aristotle Onassis ya da Stavros Niarchos gibi ünlü milyarderlerden, biraz da Lübnanlı eşinin babası zengin iş adamı Fouad Malouf’tan esinlendiği Corda karakteri filme damgasını vuruyor. Kötü şöhretli iş insanının teklifine şüpheyle yaklaşan Liesl, hayırsız babasının nedamet girişimini biraz da annesinin esrarengiz ölümündeki sırrı öğrenebilmek için kabulleniyor ve karanlık işlerin döndüğü emperyal alemin kalbine ‘Michael Corleone’ misali dalıveriyor. Filmin diğer oyunculardan rol çalan güzel sürprizi ise genç

rahibe adayına delicesine tutulan Norveçli böcekbilimci Björn Lund’u canlandıran Michael Cera’dan geliyor. Yan eksenlerde ise Anderson evreninin eski-yeni tüm tanınmış oyuncuları arzı endam ediyor. Marsilyalı Bob’ta Mathieu Amalric, Kuzen Hilda’da Scarlett Johansson, Nubar amcada Benedict Cumberbatch, yüksek bahisli nefis basketbol atışması sekansının demiryolu baronlarında Tom Hanks ile Bryan Cranston, Prens Faruk’da Riz Ahmed, baş rahibede Hope Davis, siyah-beyaz ahiret sekanslarında F. Murray Abraham, Willem Dafoe gibi eşsiz bir ensemble bu manik hızda ilerleyen yapımda bir görünüp bir kayboluyor.

Önceki yapıtlarından farklı olarak doğrusal bir çizgi üzerinden yol alan yapım Anderson sinemasının simetrik özeni, Bruno Delbonnel’in göz kamaştıran rengarenk planları, İncil tasviri siyah-beyaz kadrajları ile göz kamaştırıyor. Alexander Desplat’nın Bach, Ravel ve ağırlıklı olarak Stravinsky ezginleri ile sarmalanmış müzik çalışması eşliğinde Anderson dünyasına dolu dizgin dalıyoruz bir kez daha.

(30 Mayıs 2025)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com

Sinemacılık ve Filmcilik Yararına Bağımsız İletişim Platformu