Yapay zekâ ile yapılan ilk uzun metraj belgesel film izleyici ile buluşuyor. Bu, önemli ve bir o kadar da kıymetli bir adım. Birçok insan için hâlâ çok uzak, hâlâ inanılmaz gelen yapay zekâ ile çok şey yapılabilir, ancak her seferinde muhakkak bir insan olması gerekir yanında. Çünkü “gerçek”i bilen ya da belirleyen sadece insandır. Alkan Avcıoğlu, senaryosunu (yapay zekâ girince işin içine, yazanın da adı yapay oluyor ister istemez) Vikki Bardot ile birlikte yazmış, Ömer Can Acıoğlu görüntü çalışmalarında destek ve yardımcı olmuş.
Film öyle hızlı ki, yetişmek için gerçekten gözünüzü bile kırpmaktan kaçınıyorsunuz. Avcıoğlu, haklı, her şey hızlı günümüzde, zaten yetişmek çok güç, bir de yavaş olursa izleyici hepten gecikir. Öte yandan müziğinin tekdüzeliği izlenmeyi zorlaştırsa da, özellikle genç izleyiciler için uygun (birlikte izlediğimiz genç arkadaşlar hiç yakınmadı).
Adından da anlaşılacağı gibi film, aslında “gerçeklik” peşinde. Peki, gerçek, gerçekten de gerçek mi? Neye göre, kime göre? Zamana ve zemine göre gerçek de değişir mi? Dilerseniz farklı soralım: Değişsin mi? Gerçek olmayan, aslında hedef kitlesini ikna edebiliyor, kendini kabul ettirebiliyorsa işlevini yerine getirmiş demektir. Hem sahi, gerçek dediğimiz illa ki “gerçek” olmak zorunda değil ki!
“Gerçek Ötesi”, dün ile bugünü, bugün ile yarını; zaman ile zemini tartıştırmayı hedefliyor. Hepimiz, Körfez Savaşı sırasında bütün insanların içini acıtan o petrole bulanmış karabatak görüntüsünün gerçek olmadığını biliyoruz. Peki, o görüntü gerçek (burada hakiki, sahi, somut, real ve daha birçok sözcüğü sıralayabiliriz) olmadığı halde etkilemedi mi hepimizi? Sahte olan bu denli etkileyici olabiliyorsa, o, gerçekten de daha gerçektir. Bilmiyorum, film, belki daha farklı bir mesaj veriyordur, ama politik bir gerçekliğe (aman dikkat! buradaki “politik” siyasal anlamında değil, sadece politika yol, yöntem, anlayış anlamındadır) dikkat çektiği açık.
Alkan Avcıoğlu’nun bu meşakkatli ve uzun uğraş gerektiren belgeseli, gerçek ve gerçek ötesini yapay zekâ ile aktarılıyor. Sinemacılar, “gözün gördüğü renkleri görmüyor, siyah tam siyah olmuyor” diye elektronik kameraya itiraz ediyordu; ancak bir süre sonra hepsi elektronik kamera ile film çekmeye başladı. Aradan 40 yıl geçti, artık yapay zekâ ile çok daha yetkin, çok daha katmanlı, çok daha anlamlı filmler izlemeye başlıyoruz. Gücünü de gerek görüntülerinden, gerek anlatımından gerekse dilinden alıyor. Dijital sanatın yepyeni ve alabildiğine geniş pencereler açıyor yaşama. Buna da bağlı olarak bu yolun ilk (ve gerçekten başarılı) örneğini izlemek; gelecek için “sahte” ama insanları ikna edebilen çarpıcı görüntülerin önemini kavramak için bir fırsat sunuyor.
(07 Temmuz 2025)
Korkut Akın
korkutakin@gmail.com