Gürcü yönetmen Alexandre Koberidze’nin geçtiğimiz yıl Berlin’den Fipresci ödülü ile dönen ikinci uzun metrajı ‘Gökyüzüne Baktığımızda Ne Görüyoruz? / Ras Vkhedavt, Rodesac Cas Vukurebt?’ ne yazıktır ki sinemalarımıza gelmedi. Vizyon gösterimlerine ara verilen bir haftada halen MUBİ’de yayında olan bu güzel film hakkında yazmak ve sinemaseverler ile paylaşmak istedim.
Bir okul çıkışının coşkulu hallerini saptayarak açılan filmin ilk bölümünde, başta sadece diz altından gördüğümüz birbirini tanımayan genç ikilinin ilk karşılaşmalarına tanık oluyoruz. Aynı günün akşamı iş çıkışında tesadüfi olarak bir kez daha yolları kesişen çiftimiz bu kez ertesi gün için bir randevu planı yapıyor. Bu sırada devrede olan anlatıcı sesin aktardığına göre ikisi de ne cesarete ne acele kararlara alışkın değildir ama kader ağlarını örmüştür bir kere. Ancak eczacı Lisa ile futbolcu Giorgi talihin onlara oynadığı oyunun farkında değildir. Kavşaktaki küçük fidanın, eski yağmur oluğunun, güvenlik kamerasının nazar uyarıları ve rüzgârın işitemedikleri ikazının ardından ertesi sabah uyandıklarında aynada başka bir yüzün kendilerine baktığı, üstüne üstlük sahip oldukları bilgi ve yeteneğin yok olduğu gerçeği ile karşı karşıya kalıyorlar. Yapacak bir şey yoktur. Zaman geçer, Lisa ve Georgi her gün birbirlerini görür ve her gün birbirlerini beklemeyi sürdürürler.
Son dönemin en heyecan verici yaratıcılarından biri olan Koberidze’nin filmi klişe bir aşk tutulması ile başlamasına karşın çok farklı yönlere doğru açılan meditatif bir deneyim sunuyor. Gürcistan’ın başkent Tiflis’ten sonra ikinci büyük kenti olan, zirvesinden kar eksik olmayan görkemli Khvamli dağının eteğinde kurulmuş, içinden coşkulu Rion ırmağının geçtiği antik Ktoisi bölgesini mekân alan yapım, bir şehir senfonisi tadında Ktoisi’de günlük yaşamın ritmini perdeye (ekrana) taşımayı deniyor. Yazılı tarihi M. Ö. 3. yüzyıla dek uzanan şehir dünyanın en eski sürekli yerleşim yerlerinden biri. Sinemacı kenti tüm geçmişi ve el değmemişliği ile aktarıyor bizlere. Binalar, evler, eşyalar hayli yıpranmış belki ama asırlık ağaçların gölgesindeki köprülerde konuşlanmış kahveleri, heykelleri, kadim gelenekleri, büyük büyük babaanneden kalma yemek tarifleri ile doğallığını koruyan bu eşsiz beldenin insanları (ve de hayvanları) bir o kadar sıcak ve cana yakın.
Gürcü yönetmen çeşitli anlatım biçimlerini, stilleri ve üslûpları deniyor filminde. Önceki uzun metrajından (onun da uzun bir adı vardı: ‘Yaz Bir Daha Geri Gelmesin’) aşina olduğumuz üzere yine bir anlatıcı kullanmış. Görmediğimiz şeyleri bize anlatan ‘Binbir Gece Masalları’nın ‘Şehrazat’ına benzer dış ses önce hikâyeyi, atmosferi tanımamıza yardımcı oluyor. Daha sonra bir şehir hikâyesi anlatır gibi mekânları, görmüş geçirmiş müzik okulunu, Beyaz Köprü’yü, eski tiyatro binasını tarif ediyor. Bazen de çok kişiselleşiyor ve yönetmenin sesine dönüşerek seyirci ile etkileşime giriyor. Bunlardan en dikkat çekeninde, aşık çiftin fiziksel değişimi öncesi bizden ilk sinyalde gözlerimizi kapatmamızı ve ikinci sinyalde yeniden açmamızı istiyor. Bu huzurlu dingin hayatı resmederken yaşadığımız çağın vahşeti, hayvanlara yapılan zulüm, açgözlülük yüzünden çıkan orman yangınlarından duyduğu kederi dile getiriyor. Günün birinde bunca vahşet olurken sen ne yapıyordun, oturup film mi çekiyordun diye soracak olan çocuklarına ne cevap vereceğini bilememenin tedirginliğini yaşıyor.
Sinemanın ve bir o kadar da futbolun insanları bir araya getirdiğini ve kaynaştırdığının altını çiziyor. Toplu halde film seyretmenin ve kafelerde birlikte maç izlemenin (kendi ifadesi ile) ‘eşsiz paralelliğinden’ dem vuruyor. Film izlemenin hayatımıza kattığı keyfe selam ederken, sinefillik ve futbol sevgisinin duygusal toplaşmasını, insanları birbiri ile buluşturmasını yüceltiyor. Okul çıkışı ile açılan ve sinema tarihinin ilk filmi olarak kabul edilen ‘Lumière Fabrikası’ndan Çıkan İşçiler / Sortie des Usines Lumière à Lyon’dan esinlendiğini düşündüğüm ilk sahne bu açıdan anlamlı. Sinemacının ilerleyen bölümlerden bazılarını (örneğin Lisa’nın dondurmacıda işe başladığı sahnede) sessiz film tadında konuşmasız ve piyano eşlikli fonda çekmesi de öyle.
Bir söyleşisinde ‘sihir denilen şeylere, gerçek olamayacak kadar garip olduğu düşünülen doğaüstü gelişmelere alan açmayı, bunların günlük hayatımızın bir parçası olduğunu dile getirmeyi hedeflediğini’ dile getiriyor Koberidze. Günlük hayatın kendisinin heyecan verici olduğundan dem vururken, buna süper dramatik ya da aşırı heyecanlı bir şeyler eklemeye gerek olmadığını ekliyor. Filmin adına gelince, öncelikle neyin daha önemli olduğunu işaret etmesini istemediğini ve bu uzun adı Leo Messi’den ilham aldığını belirtiyor. Attığı 3 golle Arjantin’i 2018 Dünya Kupası’na taşıyan yıldız futbolcunun her gol attığında gökyüzüne bakması, onun bir şeyle olan bağını ifade eden bu evrensel jesti sinemacıyı hep heyecanlandırmış. ‘Yukarı baktığında herkesin gördüğü farklıdır. Filmde herkes bu sorunun cevabını bulur diye düşündüm.’ diyor.
(14 Temmuz 2022)
Ferhan Baran
[email protected]