Ferhan Baran Yazıyor: 41. İstanbul Film Festivali Uluslararası Yarışma Filmlerini Beklerken

41. İstanbul Film Festivali’nin ‘Uluslararası Altın Lale Yarışması’ filmleri merakla bekleniyor. Bu yıl yarışma jürisinin başkanlığını Bent Hamer yürütüyor. ‘Yumurtalar’, ‘Mutfak Sohbetleri’ ve ‘Factomum’ gibi kimi yapıtları daha önceki yıllarda festivalde gösterilen Norveçli auteur sinemacının Amerika’da çektiği son filmi ‘Aracı / The Middle Man’ bu yılın programına alınmış. Filmlerinde bolca mizah olduğunu ama komedi olmadıklarını belirten … Devamı… »

3. Rotary Örsçelik Balkan Kısa Film Yarışması’nın Finalistleri Belli Oldu

3. Rotary Örsçelik Balkan Kısa Film Yarışması’nın finalistleri belli oldu. Ödül töreni ile galası 26 Nisan’da Pera Müzesi’nde gerçekleştirilecek olan yarışmaya 102 film katıldı. Yarışmada, Dr. Hakan Aşkan (İnönü Üniversitesi İletişim Fakültesi Araştırma Görevlisi), Özgür Çalışkan (Anadolu Üniversitesi Sinema TV Bölümü Araştırma Görevlisi), Dr. Meltem Cemiloğlu (Anadolu Üniversitesi Sinema TV Bölümü Öğretim Görevlisi), Ulya Aviral (Akademisyen), Murat Sevinç (Rotary 2420. Bölge Kurumsal İletişim Komite Başkanı), Zafer Şahin (İstanbul Şehir Tiyatrosu), Betül Olgaç’tan (İletişim Uzmanı) oluşan ön jüri değerlendirmesini yaptı, 9 film finale kaldı.

3. Rotary Örsçelik Balkan Kısa Film Yarışması’nın Finalistleri Belli Oldu yazısına devam et

Aizanoi Kısa Film Festivali Başvuruları Devam Ediyor

Kütahya’nın ve Türkiye’nin antik kentte düzenlenen ilk film festivali olma özelliğini taşıyan Aizanoi Kısa Film Festivali’nin ikincisi bu sene 02 – 04 Haziran 2022 tarihlerinde yapılıyor. Başvuruları devam eden festival, Unesco geçici kültür mirası listesinde bulunan Aizanoi antik kentte gerçekleşecek. Geçen sene ilk olmasına rağmen, 3.112 başvuru alarak medyada isminden sıkça söz ettiren festivale bu sene uluslararası katılım olacak.

The Bağcılar

Osman Silahyürekli’nin yönettiği ve Bayram Arslan, Su Polen, Murat Çetin ile Ümit Akdemir’in oynadığı The Bağcılar, 06 Temmuz 2022’de Derin Film dağıtımıyla Key Yapım – Yakamoz International Film tarafından vizyona çıkarıldı.
Konusunu afişinde “Bizler konforlu mekânların süslü çocukları değil, karanlık sokakların delikanlı yürekleriyiz” cümlesiyle ifade eden film, mahallede uyuşturucu satılmasına izin vermeyen ve bu uğurda başlarına bela açan arkadaş gurubunun hikâyesini anlatıyor. Uyuşturucuya karşı başlatılan mücadelede “Geride kim kalırsa, ölenin intikamı mutlaka alınacak” yeminiyle hiç bitmeyen bir intikamın fitili ateşleniyor.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Youtube
  • Fragman: 1 / 2 / 3

The Bağcılar yazısına devam et

Engelsiz Filmler Festivali 2022

Bu yıl 10. kez düzenlenecek olan Engelsiz Filmler Festivali, 17 – 23 Ekim 2022 tarihleri arasında izleyicileriyle buluşacak. Festival, geçtiğimiz sene ilk kez düzenlediği Kısa Film Yarışması ve bu yıl için oluşturacağı yeni seçkileri sinemaseverlerle bir araya getirecek. Puruli Kültür Sanat tarafından 2013 yılından beri gerçekleştirilen Engelsiz Filmler Festivali’nde bugüne kadar toplam 316 film gösterimi ve 118 yan etkinlik erişilebilir olarak, çevrim içi ve fizikselde 180 binden fazla izleyiciye ulaştı. Programda yer alan tüm filmleri sesli betimleme ve ayrıntılı altyazı ile sinemaseverlerle buluşturan Engelsiz Filmler Festivali, yan etkinliklerini de erişilebilir olarak gerçekleştiriyor.

  • Basın Bülteni
  • Filmlerden Görüntüler
  • Teaser
  • Web Sitesi

Engelsiz Filmler Festivali 2022 yazısına devam et

41. İstanbul Film Festivali’nden Değerli Taşlar

2 yıl aradan sonra yaygın bir biçimde sinema salonlarına dönüş yapan ülkemizin en önemli film şenliğine ilişkin bu yazımda izleme şansı bulduklarım arasından en çok etkilendiğim 3 filmden söz etmek istiyorum. Geleneksel öneri listemin en başında bulunan ‘Alcarràs’ Berlin Film Festivali’den kazandığı Altın Ayı ödülünü sonuna kadar hak eden bir yapım. Yönetmeni Carla Simón’u 2017 yılında İstanbul Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü alan sonrasında ticari gösterime de giren ’93 Yazı / Estiu 1993′ adlı ilk uzun metrajı ile tanıyıp sevmiştik. Annesini babasını çok küçük yaşta Aids’ten kaybetmiş genç sinemacının yoğun otobiyografik öğelerle yüklü bu ilk filmi, annesinin ölümünden sonra taşradaki dayısının eşi ve küçük kızıyla sürdürdüğü sakin çiftlik hayatına alışmaya çalışan 6 yaşındaki Frida’nın yalnızlığını ve duygusal karmaşasını incelikli bir dille aktarır. Yönetmenin yine Katalonya’nın bereketli yemyeşil kırsalını fon alan ikinci filmi bu kez kuşaklar boyu toprakla uğraşmış çiftçi Solé ailesini merkeze alıyor. Tamamen amatör oyuncuların yer aldığı film, kalabalık bir ailenin dedesiyle torunuyla, erkeğiyle kadınıyla toprağa can verdiği ve topraktan can aldığı şiirsel bir emek evrenini başarıyla yansıtıyor. Bu yaz döneminin onların son hasat mevsimi olması tehlikesi vardır. Zira ailenin büyüğü İspanya İç Savaşı sırasında koruyup sakladığı toprak ağasından hediye araziyi üzerine geçirmemiştir. Para peşindeki varisler de arazideki şeftali ağaçlarının kesilip güneş panellerinin kurulmasını ve Sole ailesi bireylerinin bu karlı yatırımın çalışanları olmasını ister. İspanyol sinemacı bir üçlemenin ikinci parçası olarak tasarladığı filmini aynen 93 Yazı’nda olduğu gibi 90’lı yıllarda çekilmiş bir tür ‘aile videosu’ biçeminde kurgulamış. Kamerası yaşayan ve nefes alan bir gözlemci gibi aile bireylerini gündelik rutin içinde izlerken hikaye ile kırsal atmosfer arasındaki denge başarı ile kuruluyor.

Hüzünlü sona doğru adım adım ilerlerken genç ve yaşlı kuşak arasındaki çatışmalara tanıklık ediyoruz. Kapitalist arzuların aile bireylerinin arasını açmasına, çevre köylülerinin her şeye rağmen direnişlerine, emek savaşımlarına şapka çıkarıyor, ülkemizdeki tarım arazilerinin betonlaşmaya kurban edilişi ile benzer bir talanın bugün dünyanın dört bir yanında sahnelenmekte oluşuna isyan ediyoruz. Ülkemizdeki zeytin ağaçlarının yok edilme tehlikesi ile Alcarràs’ın canım şeftali ağaçlarının sökülmesi benzer bir hazin tablo olarak yüreğimizi dağlıyor.

Natalia López Gallardo imzalı ‘Değerli Taşlar / Manto de Gemas’ sert bir öykü zinciri ile Meksika kırsalının kaotik ortamına davet ediyor bizleri. Lisandro Alonso, Amat Escalante ve partneri Carlos Reygadas’ın hayranlık uyandırıcı baş yapıtlarına kurgucu olarak imza atmış olan yönetmenin birikimini ortaya koyduğu ilk uzun metrajı sözünü ettiğim auteur sinemacıların biçemlerinden izler taşıyan son derece sağlam bir filmdi. 2022 Berlin Film Festivali’nden jüri ödülü ile dönen yapım, Meksika taşrasında üç kadının kesişen kaderleri üzerinden vahşi ve karanlık ülke portresi çiziyor. Boşanma arifesinde büyükanneden kalma kır evine taşınan orta sınıftan Isabel, kız kardeşi kaybolan hizmetkâr Maria ve suça bulaşan ergen oğlu ile başa çıkmaya çalışan komiser Roberta, sosyal konumları fark etmeksizin toplumu kemiren şiddet ve dehşet karşısında boyun eğmek zorunda kalıyor. Meksikalı kadın sinemacı, işlerin farklı şekilde yürüdüğü bu diyarda içiçe geçen öyküleri konvansiyonel anlatıma yüz vermeyen, ustalarından feyz aldığı bulmacalı girift bir biçemle aktarıyor.

Festivalin son günlerinde gösterilen ‘Yüzbaşı Volkonogov Kaçtı / Kapitan Volkonogov Bezhal’, isim benzerliği ile ilk anda Robert Bresson’un ünlü başyapıtını (Bir İdam Mahkumu Kaçtı) akla getiriyor. Film boyunca süren takiple Victor Hugo klasiği ‘Sefiller’i ve ünlü romandan esinlenmiş ‘Kaçak / The Fugitive’ uyarlamasını hatırlatıyor. Karı koca Rus yönetmenler Natasha Merkulova ile Aleksey Chupov imzasını taşıyan yapım, 1938 yılında Stalin’in korku imparatorluğu döneminden trajik manzaralar sunuyor. İkinci Dünya Savaşı’nın eşiğinde her kesimden yurttaşların ‘devlet düşmanı’ suçlaması ile gözaltına alındığı ve gizlice yok edildiği kaotik süreçte, bizzat infaz timinde görev almış kibirli istihbarat yüzbaşısı Fyodor Volkonogov aniden şüpheli konumuna düşünce St. Petersburg’un kenar mahallerinde saklanmak zorunda kalıyor. Ancak daha önce festivalde ‘Herkesi Şaşırtan Adam’ filmi ile tanımış olduğumuz Rus sinemacılar öykünün elverişli aksiyon alt yapısına yüz vermeden filmlerini Sovyetler diktatörlüğü ile hesaplaşma ve ana karakterle aynı adı taşıyan Dostoyevski misali bir kefaret ve bağışlanma öyküsüne doğru yol alıyor. Film ‘ellerine kan bulaşmış biri bağışlanma şansına erişebilir mi?’ sorusuna yanıt arıyor. Katledilmiş silah arkadaşının hayaletinden gelen mesaj yüzbaşıya ebedi azap için yerinin ayrıldığını, kaderini değiştirmek için tek bir şansı olduğunu bildiriyor: yuvasına ölüm getirdiği insanlardan en az biri tarafından bağışlanmalıdır. Özenli sinematografisinin yanı sıra yıl içinde ‘6 Numaralı Kompartıman’ filmindeki yorumuyla hatırladığımız yükselen Rus aktör Yuriy Borisov’un Volkogonov yorumu ile dikkat çeken yapım, çağdaş Rusya’nın Sovyetler özlemli tehlikeli hevesleri üzerine tarihsel bir uyarıyı gündeme taşıyor.

(18 Nisan 2022)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com

Aslan Şükür’ü Kaybettik

Çizgi roman ressamı Aslan Şükür, 10 Nisan 2022 Pazar günü hayatını kaybetti. 10 Şubat 1945 tarihinde Samsun, Bafra’da doğan Aslan Şükür, Zagor, Mister No, Tom Braks, Jeriko, Apo, Mini Ringo, Atlantis, Alaska, Jil, Judas, Kızılmaske, Mandrake, Teksas, Tommiks, Karaoğlan, Flash Gordon ve pek çok çizgi roman kahramanı onun canlı renkleri ve kompozisyonlarıyla okura sunuldu. Şükür’ün hayatını konu alan Altın Fırçalı Adam adlı bir belgesel film de yapıldı. Şükür’ün cenazesi, 11 Nisan Pazartesi günü Bakırköy Konyalı Camii’nde ikindi vakti kılınacak cenaze namazını müteakip toprağa verilecek. Merhuma tanrıdan rahmet, kederli ailesine sabırlar dileriz.
Aslan Şükür’ü Kaybettik yazısına devam et

Ferhan Baran Yazıyor: 41. İstanbul Film Festivali’nde Kaçırılmaması Gerekenler

Festival üzerine bu ikinci yazımda, seçimlerinize katkıda bulunacağını umduğum, klasikler dışında kalan yapıtları içeren 14 filmlik geleneksel ‘kaçırılmaması gerekenler’ listemi takdim ediyorum. Geçtiğimiz Berlin Film Festivali’nin en iyi filmi seçilen Carla Simón imzalı yapım, festivalde Altın Ayı Ödülü’nü alan ilk Katalanca film. Tamamen amatör oyuncuların yer aldığı film, Katalonya’daki Alcarràs köyündeki arazilerinde nesillerdir şeftali … Devamı… »

Sihirle Karışık… Dünyayı Kurtarmaya Hazır Canavarlar

Küçükken bizlere “icat çıkarma” derlerdi ya, hatırlarsınız… Hayal dünyamız kısıtlanırdı da ne yapacağımızı bilemez halde, sadece bilinen oyunlara dalardık. Oysa “icat çıkarmamız” engellenmese, belki de bambaşka düşlerle çok farklı dünyayalar yelken açardık.

J. K. Rowling, besbelli “icat çıkarma” konusunu, düşleriyle aşmış… Harry Potter’dan başlayarak aklına gelen hemen her türlü “fantastik” ögeyi dilediğince eşleştirerek, dilediğince yoğurarak yazıyor. Hem de görsel bir tatla yazıyor ki, hemen her bir romanı filme uyarlanıyor. Gerçekten de görsel bir dünyası var Rowling’in, romanlarını okurken sizler de canlandırabiliyorsunuz o hayal(et) fantastik ögeleri. Bunlar kimi zaman ağaççık olarak göğüs iğnesi gibi kimi zaman çubuk ucundaki kudretli ışık olarak kimi zaman de çiçeğe, kuşa ve/veya o an neye gerekiyorsa ona dönüşme olanağı olabiliyor.

Her birinin kendince bir yararı, gerekliliği ve/veya desteği gerekiyor yaşam içerisinde…

Fantastik Canavarlar: Dumbledore’un Sırları, kısıtlanmamış, düşleri sınırlanmamışlar tarafından daha bir anlaşılır, daha bir beğenilir bir film. Ancak belli bir yere gelmiş (yani, belki de ununu eleyip eleğini asmış) olanlar bol bol esneyecektir.

Filmin de (büyük olasılıkla yazarın doğrudan yazdığı senaryodan uyarlandığı için kendisinin yazdıklarının da) vermek istediği çok farklı, çok absürt şeyler değil; yeter ki gönül gözünüzü açın. Sizin de düşleriniz sizi istediğiniz yerlere götürür. İnanın.

Fantastik Canavarlar: Dumbledore’un Sırları, serinin üçüncüsü, öncekileri ve olası sonrakileri izlediğinizde, “ah ki, bizim de düşlerimiz vardı Rowling, en az seninki kadar güçlü, güzel” diyecek… Kendi düşlerinizin peşine düşeceksiniz. Bir küçük uyarı: Sanmayın ki düşler kötüdür. Asıl sorun düş gör(e)memektir.

Fantastik Canavarlar: Dumbledore’un Sırları (Fantastic Beasts: The Secrets of Dumbledore), fantastik macera, Yönetmen: David Yates, Senaryo: J. K. Rowling, Steve Kloves, Oyuncular: Eddie Redmayne, Jude Law, Ezra Miller, Dan Fogler, Alison Sudol, William Nadylam, Callum Turner, Jessica Williams, Victoria Yeates, Poppy Corby-Tuech, Fiona Glascott, Katherine Waterston, Maria Fernanda… 15 Nisan 2022 tarihinden başlayarak gösterimde…

(15 Nisan 2022)

Korkut Akın

korkutakin@gmail.com

Festival’den İki Film: Rabiye Kurnaz George W. Bush’a Karşı / Rabiye Kurnaz Gegen George W. Bush ve Medusa

Bu sene kişisel sebeplerle İstanbul Film Festivali’ni çok yakından takip edemiyorum. Açılış gecesinde bulunduğum için açılış filmini izleme şansım oldu, onun dışında 3 adet festival filmine bilet aldım, biraz Beyoğlu, biraz Kadıköy havası bana iyi gelmekte.

Açılış Filmi “Rabiye Kurnaz George W. Bush’a Karşı / Rabiye Kurnaz gegen George W. Bush” idi. Ekip de oradaydı, sahnede kısaca onları da görmüş ve tanımış olduk. Film gerçekten yaşanmış bir hikâyeyi kurmaca türünde anlatmayı seçmiş. Berlinale’den iki ödülle dönen filmin yönetmeni Andreas Dresen, senaristi ise Laila Stieler. Başrollerde Meltem Kaptan ve Alexander Scheer isimleri var. Oğlu Murat’ın din eğitimi için Pakistan’a gidip, orada köktendinci militan olduğu haksız iddiasıyla yok yere tutuklanması ve insan haklarını hiçe sayan bir askerî üsse, Küba’daki Guantanamo Kampı’na hapsedilmesi sonrası hak mücadelesine başlayan Rabiye Kurnaz’ın gerçek hikâyesi. Almanya’nın Bremen kentinde yaşayan Rabiye Kurnaz 3 Ekim 2001 sabahı uyandığında, oğlu Murat’ın evde olmadığını görüyor ve gerçekleri öğrendikten sonra mücadelesi tam beş yıl sürüyor. Sonunda oğlunu kurtarıyor. Bu hikâyeyi öğrenen ve Rabiye hanımla tanışan yönetmen, Rabiye hanımın esprili, güçlü kişiliğinden çok etkilenerek bu hikâyeyi filmleştirmeye karar veriyor. Ödüllü oyuncu Meltem Kaptan’ın performansı şapka çıkarmalık. Yönetmenin bu dramatik hikâyeyi mizahi bir şekilde ele alma kararını da sevdim. Ancak sinematografik olarak filmden çok fazla bir beklentiniz olmasın derim. Filmin şahsen kulağıma gelmemiş olan böylesi önemli bir konuyu bilgi anlamında bana sunması adına, yani bir belgesel olmasa da filmin ‘belge’sel kısmına ve Meltem Kaptan’ın performansı adına bu filmi izlediğime pişman değilim. Ancak keşke sinemasal anlamda da özenilseymiş tadından yenmezmiş demeden geçemiyor insan.

Gelelim festival filmi olarak bilet alıp gittiğim ilk film olan Medusa (2021)’ya. Yönetmenliğini ve senaristliğini Anita Rocha da Silveira’nın yaptığı film günümüz Brezilya’sında geçiyor ve hayatını İsa’nın yoluna adamış Hıristiyan gençlere, genel anlamda gençliğe, toplumdaki seksist yaklaşıma ve bu ayrışmaların yarattığı sorunlara odaklanan fantastik gerilim türünde bir yapım diyebiliriz.

Filmde gençlerin beyinleri yıkanıyor adeta. Özellikle genç kızlara, içlerindeki her türlü dürtüyü bastırmaları, Tanrı’nın yolu için bunun gerekli olduğu anlatılıyor. Genç kızlar bunu sorgulamıyorlar, hayatlarıyla ve seçimleriyle barışıklar. Yönetmen bu noktada günümüzün sosyal medya denen ortamının gençleri etkileyişine de değinmek istediğinden bu iki konuyu birleştiriyor ve örneğin genç kızlardan biri bir sosyal medya fenomeni olsa, videolarında makyaj tanıtsa bile bunu Hıristiyanlık adı altında, yine o kurallara uygun bir şekilde yapıyor.

Filmde özellikle cinselliğin büyük bir tabu oluşu konu ediliyor. Bir genç kız, hava karardıktan sonra tek başına yürüyemez, cinselliğini yaşayamaz, eğlenemez, dans edemez. Bu kuralları çiğneyenler bu bir grup genç kızın gazabına uğruyorlar. Bir süre sonra genç kızlar içlerindeki dürtüleri fark ediyorlar ve mutsuz olmaya başlıyorlar. İçlerinden geldiği gibi hareket edebilmek istiyorlar, erkeklerle görüşebilmek, dans edebilmek, eğlenebilmek… Ancak suçluluk duygusu içlerini yiyor. İçlerine şeytan girdiğini düşünmeye, adeta akıllarını yitirecek inançlar beslemeye başlıyorlar.

Tüm bu sözde “Tanrı’nın yolu”ndaki insanların aslında son derece yüzeysel ve ötekileştirici olduğunu fark eden Mariana adlı karakterimiz yavaş yavaş çevresinden kopmaya başlıyor. Diğer kızların yaptıklarının aynısını yapmamaya başlıyor, doğuştan kıvır kıvır olan saçlarını diğerleri gibi düzleştirmek yerine serbest bırakıyor, bir erkek arkadaşı oluyor. Mariana’daki değişimi en yakın arkadaşı Michelle de fark ediyor ve ondan etkileniyor. Böyle böyle genç kızların içlerindeki bastırılmışlık git gide büyüyerek tüm grubu etkisi altına alıyor ve akabinde daha büyük bir özgürleşmeye doğru gidiyor. Filmde cinsiyet, politika ve din öğeleriyle harmanlanmış, gerçekten çarpıcı bir hikâyeyi izliyoruz aslında.

Yönetmen bir söyleşisinde Brezilya’da 2015 yıllarında sosyal medyada genç kadınların “erkeklere boyun eğmeliyiz, her istediğimizi yapamayız” minvalinde videolar çektiklerini ve gerçekten de “sokaklarda erkek arkadaşımı elimden almak istiyor, sosyal medyada en çok like o alıyor, kendini fazla gösteriyor” gibi sebeplerle kızların başka kızları ciddi ciddi dövdüklerini, bu olayların aklına Medusa efsanesini getirdiğini söylüyor yönetmen. Bildiğiniz gibi mitolojiye göre Medusa, çok güzel bir kızmış hatta öyle güzelmiş ki tüm kadınlar Medusa’yı kıskanırmış. Poseidon, karısı Athena’nın tapınağında bulunan Medusa’nın güzelliğine âşık olmuş, aşkına yeni düşmüş ve Medusa’ya Athena’nın tapınağında tecavüz etmiş. Medusa bu olaydan sonra tapınakta kalmaya devam etmiş. Daha sonra Athena bu olayı öğrenmiş ve kıskançlık krizine girerek Medusa’yı cezalandırmak istemiş. Ona verebileceği en kötü cezayı vererek ondan güzelliğini almış. Medusa ve diğer kız kardeşlerini Gorgon adı ile bilinen korkunç dişi canavarlar haline getirmiş. Medusa’nın tüm saçlarını yılana çevirmiş. Korkunç gözleri olmuş, dişleri sivrileşmiş ve yüzüne bakılmayacak hale gelmiş. Medusa masum bir kız olarak sadece güzelliğinin bedelini ödemiş. Medusa’nın bu hikâyesi her zaman cinsiyet sorununa karşı bir başkaldırı olarak anılıyor, bu filme de adını veriyor.

Sinematografik açıdan yönetmenin renk, kadraj, kamera hareketleri seçimleriyle Medusa, oldukça renkli, yenilikçi, cesur bir film. Ancak filmle ilgili iki derdim var, birincisi tür konusundaki sarhoşluk. Filmin türü “korku/fantastik” olarak geçiyor ancak filmin ilk yarısından da çoğu en fazla dram/gerilim türü diyebileceğimiz, sonlara doğru sağlam fantastik/korku öğeleri içeren, aralardaki pop stiller, müzikalimsi hâttâ komedivari hallerin de katılmayışla sonuçta çok kafası karışık bir yapım havası yaratıyor ve seyirciyi de oldukça yoruyor. İkincisi ise hikâye anlatımındaki yoruculuk. Filmin son yirmi-yirmi beş dakikası adeta eziyete dönüşüyor, sonu çok tahmin edilir olmasa da çözülme yaşanıyor aslında ve film üç saatlik bir filmmiş hissiyatı veriyor izleyiciye, yani tür karmaşasının yanı sıra anlatım diliyle de yoruyor Medusa.

Medusa bazı sahneleriyle bana Netflix’te izleyebileceğiniz Uysallar dizisini hatırlattı. Uysallar’da insanları tektipleştiren din kavramı yerine kapitalizm ve insanlar yine bir yerde kendilerini ve arzularını keşfediyorlar. Uysallar’da da kadınlar erkek mağduru. Ve Uysallar’daki karakterler de sosyal medyada çok düzgünken geceleri içlerindeki “canavar” ortaya çıkıyor.

Son kertede, evrensel bir bastırılmışlık çığlığı diyebiliriz Medusa’ya da ve seyir deneyimi olarak çok “keyifli” olmasa da, kıymetli buluyorum bu noktada böyle bir denemeyi. 37 yaşındaki yönetmenin ikinci uzun metraj denemesi ve aynı zamanda kısaları da var. Başka neler gelecek diye merak edip takibe alınabilir.

Haftaya Yang’dan Sonra ve Masumlar adlı filmleri izleyeceğim festivalden. Yeni film yorumlarında buluşmak üzere diyelim. İyi seyirler, keyifli festivaller.

(15 Nisan 2022)

Melis Zararsız

blossomel@gmail.com

Nuh’un Gemisi Cudi’de 2, 22 Nisan 2022’de Sinemalarda

Yönetmenliğini Gürsel Ateş’in üstlendiği, Üsküdar Yapım tarafından beyazperdeye getirilen Nuh’un Gemisi Cudi’de 2 filmi, 22 Nisan 2022 Cuma günü sinemalarda vizyona giriyor. Başrollerini Metin Yıldız, Bülent Durgun, Emre Özmen, Esma Soysal, İskender Bağcılar, Şebnem Yıldırım, Halil İbrahim Kalaycıoğlu, Ercüment Aydın, Berat Demir, Nevra Pehlivan ve Charles Carroll’un üstlendiği filmde Şırnak’ta yapılacak belediye başkanlığı seçimleri öncesinde Selo seçimlere adaylığını tekrar koymuş ve kampanya çalışmalarına başlamıştır. Seçim vaatleri Cudi dağı zirvesine kadar ulaşmakta, aşk, hüzün ve umutla seçim sonuçların ne olacağı beklenmektedir.

Korkut Akın Yazıyor: İnsan Onuru Ayaklar Altında (Kalmasın)

Dünyanın dört bir yanında değilse de komşu ülkelerde savaşlar sürüyor. Yıllardır barışa hasretiz. Herkes barış istiyor. Ancak şairin şiirce dile getirdiği gibi, “Barış demiştir ve güvercin tıkmışlardır boğazına” (Cemal Süreya). Suriye’de yaşanan, insanları yaşamından ettiği gibi yerinden yurdundan edip mülteci olarak sürgüne gönderen savaştan sonra, Afganistan’dan, şimdi de Rusya’nın saldırısı sonrası Ukrayna’dan Avrupa’ya … Devamı… »