Akbank Sanat, 15 – 30 Ocak tarihleri arasında güncel Sırp sinemasından 5 seçkin filme ev sahipliği yapıyor. Sırbistan Film Merkezi’nin katkılarıyla gerçekleşecek etkinlikte sinemaseverler İyi Bir Eş, Annelerini Arayan Haydutlar, Bayan J İçin Ağıt, Tren Makinistinin Güncesi ve Dünya Şampiyonları Olacağız adlı filmleri izleme imkanı bulacaklar. Etkinlikteki filmler orijinal dillerinde ve Türkçe altyazılı olarak izleyenlere sunulacak.
2018 Yılında Sayılarla Türkiye Sinema Vizyonu, 2018 Vizyon Raporu: 29.12.2017 – 03.01.2019
Antrakt Sinema Gazetesi adına sinema yazarı ve araştırmacı Deniz Yavuz’un hazırladığı vizyon raporu tamamlandı. Bu rapor Türkiye’de 2018 yılında faaliyet gösteren film işletmecisi şirketlerin ve bu şirketlerin anlaşmalı olduğu yapımcı firmaların özel izniyle hazırlanıyor. Raporda yer alan filmlerin ilgili bütün verilerinin, her filmin dağıtımcı, işletmeci, ithalatçı ve yapımcı firmasına ait olduğu belirtiliyor.Antrakt Sinema Gazetesi 1988 yılından bu yana, verileri herhangi bir ticari beklenti olmaksızın sektöre servis ediyor.
- Rapora ulaşmak için tıklayınız.
- Web Sitesi
Üç Harfliler: Adak’ın Fragmanı ve Afişi Yayınlandı
Alper Mestçi’nin yeni filmi Üç Harfliler: Adak vizyon için hazır. Çekimleri tamamlanan film, korkuyu seyircisiyle buluşturacağı gün olan 18 Ocak tarihini beklemeye başlarken, filmin ürpertici afişi ve fragmanı da görücüye çıktı. Üç Harfliler: Beddua ve Siccin 5 filmleriyle 2018 yazının en çok izlenen Türk filmlerine imza atan ve kırdığı rekorlarla adından söz ettiren korkunun usta yönetmeni Alper Mestçi “Korku sinemasında çıtayı daha da yükseğe taşıyacağız.” sözleriyle 2019 yılı için de bir hayli iddialı. Siccin serisiyle yakaladığı başarıyı Üç Harfliler serisiyle de devam ettiren Alper Mestçi‘nin yeni filmi Üç Harfliler: Adak kariyerindeki 10. korku filmi olarak dikkat çekiyor.
- Basın Bülteni
- Fragmanı izlemek için tıklayınız.
- Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
Film Yönetmenleri Derneği Sinema Kanunu’yla İlgili Bildiri Yayınladı
Film Yönetmenleri Derneği, mecliste görüşülmekte olan Sinema Kanunu ile ilgili bir Basın Bildirisi yayınladı. Bildiri şöyle: “Sinemamızın gelişmesi, uluslararası alanda tanınması ve ülkemiz adına büyük başarılar sağlanmasında önemli katkıları olan Sinema Filmlerinin Desteklenmesi ve Sınıflandırılması ile ilgili 5224 sayılı kanunun güncellenmesine ilişkin meclise sunulan yasa teklifi 09 Ocak 2019 tarihinde görüşülecektir. Görüşülecek yasa teklifi, destek alanlarının genişletilmesinden, dış ortak yapımların kolaylaştırılmasına, sinema salonlarında film gösterim,reklam ve hak dağılımına ilişkin bir çok olumlu önermeyi içermekle …”
- Bildirinin devamı için tıklayınız: 1 / 2
- Web Sitesi
Parajanov Filmleri ile Kafkasya’dan Ortadoğu’ya Kültürler Arası Yolculuk: İsyankar İmgeler
Pera Film, İsyankar İmgeler: Sergey Parajanov programını sunuyor. Gösterilen filmler arasında 20. yüzyılın en büyük başyapıtlarından biri olarak anılan Narın Rengi, Bir Sovyet – Gürcü halk masalı olan Suram Kalesi Efsanesi ve Parajanov’un Andrey Tarkovski’ye ithaf ettiği Âşık Garip bulunuyor. Programda Parajanov’dan ilham alan sanatçıların tanıklıklarına yer veren belgeseller de yer alıyor. Program, 09 Ocak – 17 Mart tarihleri arasında Pera Müzesi’nde izlenebilir.
Şehitler
Köken Ergun’un yönettiği Şehitler belgeseli Avustralya ile ortak yapım bir film. Her yıl yüz binlerce Türk, Avustralyalı ve Yeni Zelandalı turist Gelibolu yarımadasındaki şehitlikleri ziyaret ederek, Birinci Dünya Savaşı’nın en kanlı muharebelerinden biri olan Çanakkale Savaşı’nda hayatlarını kaybeden şehitleri ve yakınlarını anarlar. Avustralyalılar ve Yeni Zelandalılar bu savaşın ulusal kimliklerinin oluşmasındaki temel unsur olduğuna inanırlarken, Çanakkale, Türkler için de milli birlik ve beraberliğin en önemli simgelerinden biridir. Köken Ergun iki yıl boyunca Çanakkale’de sayısız şehitlik turlarına katıldı, katılımcılarla röportajlar yaptı.
Ralph ve Internet
Phil Johnston ile Rich Moore’un yönettiği ve John C. Reilly, Sarah Silverman, Gal Gadot ile Traji P. Henson’un oynadığı Ralph ve Internet (Ralph Breaks the Internet), 11 Ocak 2019’da UIP Filmcilik dağıtımıyla UIP Filmcilik tarafından vizyona çıkarıldı.
Ralph ve Internet, büyük ekran video oyununun kötü adamı Ralph ve O’nun uyumsuz dostu Vanellope von Schweetz’e merhaba diyor. Bu macerada, Litwak’ın oyun salonunu geride bırakarak, internetin keşfedilmemiş, genişlemiş ve hızlı tempolu dünyasının içine dalıyorlar ki bu macera kime sorduğunuza bağlı olarak, inanılmaz derecede şaşırtıcı, heyecan verici ya da oldukça eziyetli olabilir.
- Basın Bülteni
- Fotoğraflar
- Web Sitesi
- Fragman: 1 / 2
- IMDb
Bu Haftasonu (12 – 13 Ocak 2019) Kundura Sinema’da
Beykoz’da film stüdyosu ve sanat etkinlikleri merkezi olarak kullanılan Kundura Fabrikası içinde açılan Kundura Sinema gösterimlerini sürdürüyor. Sinemada, 12 – 13 Ocak 2019 tarihlerinde Oyun Vakti (Playtime), Apartman (The Apartment), Son Adam (The Last Laugh) ve Trafik (Trafic) adlı filmler gösterilecek. F. W. Murnau’nun kamera kullanımıyla çığır açan şaheser filmi Son Adam (The Last Laugh), lüks bir otelde çalışmakta olan kapıcının acıklı hayat hikâyesini anlatıyor.
Bu Haftasonu (12 – 13 Ocak 2019) Kundura Sinema’da yazısına devam et
Türkiye’de Çin Sinemasının Popülaritesi Artıyor
Türk sinemaseverlerin geçmişten bugüne Çin filmlerine aşinalığı vardı. Özellikle Türk izleyiciler Bruce Lee ve Jackie Chan’in Çin dövüş sanatları içeren filmlerini hayranlıkla izlerdi. Son yıllarda ise Jet Lee hayranlığının yanında Assembly (Meclis) ve Kurt Savaşçı (Wolf Warrior) gibi filmler Türk sinemaseverlerin beğenisini kazandı. Türkiye’de Çin sinemasına ilgi artmaya başladı. Türk – Çin Kültür Derneği Başkanı Mustafa Karslı, Çin Ulusal Sinema Müdürlüğü tarafından açıklanan 2018 verilerini değerlendirdi. Çin sineması, gün geçtikçe daha da popülerleşen ve uluslararası arenada ses getiren komedi, macera, aksiyon ve dram türünde yapıtlar üretiyor.
Türkiye’de Çin Sinemasının Popülaritesi Artıyor yazısına devam et
04 – 06 Ocak 2019, Hafta Sonu Gişe Verileri
04 – 06 Ocak 2019, Hafta Sonu (Weekend) Gişe Verileri için tıklayınız. Bu listelerden alıntı veya kopyalama yapıldığında kaynak olarak Haftalık Antrakt Sinema Gazetesi’nin gösterilmesi rica olunur.
Asla Gözlerini Kaçırma
Florian Henckel von Donnersmarck’ınn yönettiği ve Tom Schilling, Paula Beer, Sebastian Koch ile Oliver Masucci’in oynadığı Asla Gözlerini Kaçırma (Never Look Away), 08 Şubat 2019’da Başka Sinema dağıtımıyla Fabula Films tarafından vizyona çıkarılıyor.
Gerçek olaylardan esinlenen filmde, Kurt ve Ellie üniversitede tanışır tanışmaz birbirlerine aşık olurlar. Ellie’nin babası, Profesör Seeband kızının erkek arkadaş seçiminden memnun değildir ve bu illşkinin bitmesi için elinden geleni yapmaya hazırdır. Fakat bilmedikleri şey, Kurt ile Seeband’ın yaşamlarının zaten çok uzun yıllar önce Profesör’ün işlediği korkunç bir suç nedeniyle bağlantılı olduğudur.
Ferhan Baran Yazıyor: Bir Aile Fotoğrafı
Son yıllarda Türkçe isminin bu denli yakıştığı bir film görmemiştim. Yeni yılın ilk filmi olarak heyecanla izlediğim ‘Yangın Yeri’ ya da özgün adıyla ‘Wildlife’dan söz ediyorum. İlk gençlik yıllarından başlayarak sinemada ve geçtiğimiz haftalarda televizyonda yayınlanan ‘Escape at Dannemora’ adlı mini dizide naif mahkum Richard Matt performansıyla hayranlığımızı kazanmış olan yetenekli aktör Paul Dano’nun ilk yönetmenlik … Devamı… »
Sinema Meslek Birlikleri, Mecliste Görüşülen Sinema Kanunu Teklifiyle İlgili Açıklama Yaptı
Sinema meslek birlikleri, TBMM’ye sevk edilen kanun değişikliğiyle ilgili açıklama yaptı. Açıklama şöyle: “Sinema meslek birlikleri olarak 21 Aralık 2018 tarihinde TBMM’ye sevk edilen 5224 sayılı ‘Sinema Filmlerinin Değerlendirilmesi ve Sınıflandırılması ile Desteklenmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’ ile ilgili ortak görüşümüzü kamuoyu ile paylaşmak istiyoruz. Yönetmen, senarist, yapımcı ve tüm diğer icracı sanatçıların üyesi olduğu meslek birlikleri olarak 5224 sayılı …”
- Acıklamanın devamı için tıklayınız.
Zaman Yolcuları (Yönetmen: Andrew Bowler)
Andrew Bowler’in yönettiği ve Asa Butterfield, Sophie Turner, Skyler Gisondo ile Will Peltz’in oynadığı Zaman Yolcuları (Time Freak), 25 Ocak 2019’da Bir Film dağıtımıyla vizyona çıkarıldı.
Fizik öğrencisi Stillman, kız arkadaşı Debbie’den ayrıldıktan sonra kendini bir türlü toparlayamaz. Genç adam yeniden bir araya gelmenin yollarını ararken, bir zaman makinesi icat etmeyi düşünür. Bu sayede Debbie ile ilişkilerinin başladığı güne geri dönecek ve tüm hatalarını telafi edecektir. Kalbi kırık fizik dehası, yakın arkadaşı Evan’ı da yanına alarak zamanda yolculuk yapar. Stillman’ın eline inanılmaz, özel ve farklı bir fırsat geçmiştir.
Doğum Gününde Bir Sinemacının Nazım – Münevver Anısı
Ben bu “Yolcu” filmini yapmadan önce Nazım’ın yaşamı ile ilgili bir film yapmayı kafama koymuştum. Bunun en önemli sebebi 1982 yılından beri Nazım’ın Piraye’sini her sabah balkonunda otururken görmemdi. Nazım’ın ve Memet Fuat’ın yapımına emek verdikleri yeşil boyalı evin bulunduğu sokakta neredeyse karşı karşıya oturuyorduk. İşe giderken yaşlı kadını balkonda tek başına otururken görmek duygularımı ateşliyor, gidip kadınla konuşmak için can atıyordum. Eski adı Okul Sokak olan sonra Aydın Sokak olarak değiştirilen Altunizade’deki bu sokakta, bir zamanlar Nazım’ın dolaştığını düşünmek bile heyecan vericiydi. Oturduğumuz apartmanın çaprazında, Memet Fuat’ın voleybol antrenörlüğü yaptığı Altınyurt Spor Kulübü vardı. İlkokula giden kızım Ayşegül, Memet amcasından voleybol kursu alıyordu.
Memet Fuat’la dost olmuştuk. Bir gün elime kameramı alıp yeşil boyalı evin kapısına dayandım. Dayandım çünkü Piraye ile konuşma isteğimi Memet Fuat sürekli engellemişti. Bu kez beni kararlı biçimde bahçede görünce gülerek aşağıya indi, “Oğlum” dedi, “Bak sana anlatayım. 1970’lerin başında bir gün Asım Bezirci senin gibi gizlice yukarı çıkıp annemle konuşmak istedi. Asım’ın çığlığı ile yukarı koştuğumuzda annemi yerde ağzında köpüklerle yatarken bulduk. Meğer Asım elini öptükten sonra Nazım hakkında konuşmak istediğini söylemiş. Sonrada olan bu işte. Bu işe bir daha kalkışma annemin katili olursun.”
Korktum ama yılmadım. Arabamın içine sinerek zoomla Piraye’nin balkon sefasının birkaç dakikalık görüntüsünü kaydettim. Zaten Nazım’ın yaşamı ile ilgili görüntü toplama merakım bu çekimle başlamıştı.
SHP’de Kültür Komisyonu’na başkanlık ettiğim dönemde yurt dışına sürgüne gitmiş ve sürgüne zorlanmış sanatçıların dönüşünü kolaylaştırmak üzere bir kampanya başlatmıştık. Demir Özlü ve Cem Karaca için yaptığımız girişimlerden olumlu sonuçlar aldık. Nazım’a “vatandaşlığını iade” kampanyasını başlattığımızda bu kez Nazım’ın kız kardeşi Samiye Yaltırım ve Sare Hala ile tanışacaktım. Samiye Ana’nın oğlu Doktor Hikmet Yaltırım ve kız kardeşi Ayşe ile dost olduk. Parti’nin kültürel etkinliklerine bu aileyi mutlaka götürüyordum. Artık Moda’daki evlerinin bir ferdi gibiydim. Onlara konuk olarak gelen Rady Fish’i bende konuk ediyordum. Bir gün Samiye Ana’ya Piraye ile aynı sokakta oturduğumu ve komşu olduğumu söyledim. Soğuk bir hava esti. Bu ailenin fertlerinin Piraye’yi sevmedikleri, Nazım’ın kadınları arasında Münevver’e özel bir yer verdiklerine kanaat getirdim. Vera da bu eve konuk olarak geldi. O’na mutfakta adını unuttuğum bir Rus yemeği de yaptırdılar ama bu aile için Münevver her zaman “özel” bir kişiydi. Daha sonra bu gözlemimi doğrulayan birçok olay yaşadım.
Moda’daki evde Nazım’la ilgili olduğunu düşündüğüm birçok kişiyi tanıdım ve görüntüledim. Ressam Balaban’ı, Rady Fish’i, Vera’yı, Aziz Nesin’i ve yaşlı kuşak komünistleri bu sırada tanıdım. Nazım’ın hayatının filmi artık benim için bir saplantı haline gelmişti. Bu amaçla konu ile ilgili yazılmış bütün kitapları okudum. Nazım’ın yaşamında birden çok film konusu vardı. Gençlik dönemi ve Va-La Nurettin’le Kurtuluş Savaşı’nın ateşi arasında Ankara’ya yaptıkları yolculuk. Rusya’ya giderek “Ekim Devrimi”nin tam ortasına düşmeleri başlı başına bir film konusuydu. Yurda döndükten sonra Piraye’ye âşık olup onunla evlendiği 1930’lar ve TKP ile ilişkiler dönemi yine ayrı film konusu olabilirdi. Öte yandan on dört yıllık hapishane dönemi ve uğradığı zulüm tek başına bir film konusuydu. Ülkeyi terk ettiği ve 12 yıl yaşadığı Rusya dönemi bir sinemacı için cazip bir film konusu olabilirdi. Fikirleri yüzünden anayurdunda yaşamasına izin vermemişlerdi. Öte yandan fikirlerinin “anayurdu” olarak gördüğü Sovyetler Birliği, özgürlüğüne âşık bir insan için cehennem demekti. Nazım kendisini bir cehennemden bir başka cehenneme sürgün etmişti. Bence etkili bir sinema, hayatının bu son evresiydi. Ancak bizim yurt dışında yaşadığı dönemi çekmeye gücümüz yetmezdi.
Nazım’la ilgili film projesini çalışan birçok arkadaşın varlığından haberdardım. Herkes bu konuyu çalışabilirdi, çünkü Nazım’ın hayatı sinema için çok verimli bir alandı. Ama henüz ırkçı liderlerin bile Nazım şiirlerini okudukları bir dönemde değildik.
Nazım’ın kadınları arasında en çok kimin bir filme konu olabileceğini araştırdığımda Piraye mi?, Münevver mi?, Vera mı? üçlemi yaşadım. Nazım’ın kadınlarının üçünü yakından görmüştüm. Piraye hariç diğer ikisi ile yakından görüşmüştüm. Vera’ya nedense bir ağırlık veremiyordum. Piraye ise, Nazım’ın yazdığı aşk şiirlerinin ana temasıydı. Ben Münevver’le yaşadıklarının trajik sonuçlarından etkilendim. Münevver Hanım – Nazım ilişkisinin “drama” konusu olarak en uygun konu olduğuna karar verdim. Münevver Hanım, Nazım’ın tek çocuğu Mehmet Nazım’ın annesiydi. Ama önemi sadece bu değildi. Anlatacağım.
Senaryo için sağlam bilgiler edinmeden etkili bir drama yazılamazdı. Söz konusu kişi Nazım olunca daha fazla özen göstermek gerekliydi. Artık bu konuya yoğunlaşacak görüntülü, sesli ve yazılı bir arşiv oluşturmaya başlayacaktım. İlgili ve bilgili her kişinin önüne kamerayı kuruyor ve konuşturuyordum. Arşivimde bir hayli ses ve görüntü oluştu.
1990’ların başında Paris’e gidecektim. Mehmet Abi (TKP’nin Veli Gündüz’ü sosyalistlerin “Gözlüklü Memed’i gerçek adı Mustafa Oktay olan dostum), benimle Münevver Hanım’a bir hediye göndermek istedi. Varşova’dan tanışıyorlardı. Münevver Hanım’ın TKP’liler arasında en çok sevdiği kişinin Mehmet Abi olduğunu Paris’te buluştuğumuzda anladım. O Mehmet Abi’ye Veli diyordu. TKP içindeki kod adı buydu.
Odeon’da bir kahvede buluştuk. Sigara içenlere mahsus kalın bir ses tonu vardı. İki fincan kahve ile neredeyse bir pakete yakın sigara içti. Yüzündeki yaşlılık kırışıklıklarının her birinde, çektiği derin acıları görmek zor değildi. Mehmet Abi bana Nazım’la ilgili konuşma diye tembihlediği için projemi sohbet konusu edemedim. Ama sinemacı olduğumu söyledim. Ertesi gün İstanbul’a göndereceği bir paket için kısa buluşmamızda yine dilim tutuldu. Konuşamadık.
Dilimin tutulmasının çok önemli bir sebebi vardı. Bu doğrudan Münevver Hanım’la ilgiliydi. Birçok kişinin bildiği, ancak 2001 yılında İngilizce yazılan ve Türkçeye Barış Gümüşbaş’ın çevirdiği, Saime Göksu – Edward Timms ikilisinin yazdığı, “Romantik Komünist” isimli kitapta ilk kez yazılı olarak dile getirilen bu konu Münevver Hanım – Kemal Tahir ilişkisiydi. Bu konuyu biraz etraflıca anlatmalıyım.
Bursa hapishanesinde başlayan bu trajik aşk öyküsünün kahramanları Nazım ve Münevver aynı zaman da akrabaydılar. Münevver, Paris’te büyümüş Fransızcayı ilkokulda öğrenmiştir. Henüz Ressam Nurullah Berk’le evlenmeden önce yani onsekiz yaşlarındayken İstanbul’da Nazım’la karşılaşır.
Mehmet Ali Aybar ve Nazım, İstiklal Caddesi’nden Tünel’e doğru yürürken annesi ile gezmeye çıkmış Münevver’i görürler. Paris’te yetişmiş bu çok güzel kız, iki erkeği de çok etkilemiştir. Özellikle Aybar daha sonra Nazım’a kuzenini çok beğendiğini söylemekten kendisini alıkoyamaz. (Sözlü anlatım; Nazım’ın ağzından aktaran, Mustafa Oktay)
İki yakışıklı genç adam Münevver’in baş döndürücü güzelliği konusunda hemfikirdirler. Piraye ile evli olduğu bu dönemde Nazım, genç kadın yazar Cahit Uçuk’la gizlice flört etmektedir. Kısa süren bu ilişkiyi öğrenen Piraye, Nazım’ı “Bir daha asla affetmem” (Romantik Komünist S. 149) diye tehdit eder. Yani her kadın gibi Piraye de kıskanan biridir.
Münevver Berk, Nurullah Berk’den boşanınca Nazım’ı Bursa Hapishanesinde sık sık ziyaret etmeye başladı. Bu ziyaretlerin sıklaşması Piraye’nin kulağına gelince, Piraye’nin Nazım’a duyduğu güvensizlik sınıra dayandı. Cahit Uçuk macerasını içine sindiren Piraye, Bursa hapishanesine son ziyareti sırasında Münevver’i Nazım’la görünce ipler koptu. Nazım’la ilişkisine son noktasını koydu.
Nazım’la Bursa Cezaevi’nde yatan bazı dostları ile yaptığım konuşmalardan, Piraye’nin cezaevi koşullarında Nazım’a ihtiyacı olan duygusal yakınlığı göstermediğini öğrenmiştim.(Ressam Balaban’ın anlatımlarından) Cezaevi Müdürü’nün görüşme sırasında evli çiftlerin rahat etmesi için çok özel koşullar oluşturduğunu buna rağmen Piraye’nin soğuk ve mesafeli tavrı ile Nazım’a duygusal açlık çektirdiğini söylediler. (Bu konuyu komşum Mehmet Fuat’a sormuştum. Mehmet Abi “Evet annem soğuk bir kadındır.” dedi. Zaten bu konuyu daha sonra yazdığı anılarda zikretmiştir.)
Karşı cins için duygusal açlığının en uç noktasında, kuzeni Münevver hapishaneye gelince Nazım için yepyeni bir sayfa açılmıştır. Benim düşündüğüm film öyküsünün dramatik örgüsü bu ilk görüşmeyle başlar.
Nazım elli yaşına doğru yol alırken, Münevver henüz otuzundadır ve kocası Nurullah Berk’ten yeni ayrılmıştır. Sonrası herkesin bildiği öyküdür. Açlık grevinin ardından DP hükümetinin çıkardığı af, Münevver’in Nazım’ın tek çocuğu Mehmet Nazım’ı doğurması… Nazım’ın 51 yaşında bir kalp hastası iken askere çağrılması ve Refik Erduran’ın kullandığı tekne ile Karadeniz’e açılması, bir Rumen gemisi ile ülkeyi terk etmesi…
Peki, bilinmeyen nedir? Küçük bir çocukla ve ekonomik sıkıntılarla boğuşan Münevver, gece gündüz polisin gözetimindedir. Hatta evin önünde uyuklayan polisleri sabahleyin uyandırmak da Münevver’in görevleri arasındadır. Yıllar süren bu çile sırasında Nazım’ın Rusya da Doktor Galina ile olan beraberliğini de duymuştur. Nazım’ın çeşitli yollardan ulaştırdığı para ise hiçbir derde ilâç değildir. İşte bu sıralarda 1956 – 57 yıllarında Kemal Tahir’le “Mike Hammer” romanlarını Fransızcadan Türkçeye tercüme etmeye başlarlar. Bu işbirliğinin bir duygusal yakınlaşmaya döndüğü anlaşılmaktadır.
İşte Paris’te Odeon’daki kafede Münevver’e soramadığım konu buydu. Kırışıklarla dolu yüzüne gizlenmiş acılar beni frenlemişti. Yaşlı kadının, bu eskimiş belki de rahatsız edici anısını canlandırmak doğru değildi.
Bu olayın doğruluğu konusunda birinci elden bilgi edindiğim için şüphem yoktu. Zaten konuyu Aybar bir mektupla Nazım’a bildirmişti. Mektubun varlığını Güzin Dino, Yıldız Sertel, Mihri ve Sevim Belli, benim arşivimde kayıtlı görüntülerde doğrulamışlardı. Ayrıca kocası Nazım Hikmet de olsa, O’nun çocuğunun anası da olsa, kocasının Rusya da bir kadınla yaşadığını biliyordu. Fransa’da büyümüş özgür ruhlu bir kadının böyle bir yakınlaşmadan kaçınması akla yakın gözükmüyordu.
Benim düşündüğüm Nazım Hikmet dramasının omurgasını bu çatışma oluşturuyordu. Dr. Galina’nın, Saime Göksu – Edward Timms çiftine anlattığına göre Nazım’ın, bu tarihe kadar Münevver’e olan aşkı, gücünden hiçbir şey kaybetmemiştir. Hatta Dr. Galina, Münevver ve Mehmet Rusya’ya geldiklerinde Nazım’ı onlara teslim edecek ve aradan çekilecektir. (Bknz; Romantik Komünist)
Nazım, karısının Kemal Tahir’le ilişkisini Aybar’ın mektubu ile öğrenince yeni bir duygusal açlığın pençesine düştüğü anlaşılıyor. Vera’nın bu döneme denk gelmesi ve ateşli aşk şiirlerini yeniden yazmaya başlaması tesadüf olamaz.
Öte yandan Münevver ülkeden çıkmak ve etrafını saran karabasandan kurtulmak istemektedir. Birinci kaçış denemesi başarısız olur. İkinci girişimde kaçış gerçekleşir. Nazım’ın hayranı olan bir İtalyan kadın yazarın (Joyce Lussu) girişimi sonuç verir. 1961 Temmuz’unda, Münevver ve Mehmet zengin bir İtalyan kontunun teknesi ile Ayvalık’tan gizlice kaçarlar. Tekne, Midilli açıklarında kayalıklara çarpıp parçalanır. Canlarını zor kurtarıp Yunanistan’a oradan da Sofya’ya gelirler.
Yeni bir dram daha uç vermektedir. Çünkü bu kaçış macerasından Nazım’ın haberi yoktur. Nazım – Vera ilişkisi coşkulu biçimde sürmektedir. Münevver’in Mehmet Nazım’la Sofya’dan Varşova’ya uçtuğu haberi Moskova’da bulunan Nazım’a haber verildiği zaman, yüzünün aldığı şekli çok merak ediyorum. Çünkü Joyce Lussu’ın yapacağı girişimi, Nisan ayında Paris’de Nazım’a söylemiş ama bir tarih vermemişti. Şimdi Nazım’ın Moskova’dan Varşova’ya uçup karısı ve oğlunu görmesi gerekecekti. İşte sinema sanatının ihtiyacı olan dramatik an.
Benim sözlü anlatılanlardan edindiğim bilgi ile Göksu – Timms çiftinin edindiği bilgiler yer yer çelişse de özü itibari ile gerçeği yansıtıyor. Varşova’da Nazım’ı havaalanında karşılayan bir iki yoldaşına göre Nazım çok gergin ve sinirlidir. Münevver’in kaldığı odaya yönelen Nazım, on yaşındaki oğlu Mehmet Nazım’ı fuayede bekleyen yoldaşlara teslim edip Münevver’le odada baş başa kalır. Anlatılana göre, dört saat süren karşılıklı haykırış bağırış çağırış arasında, sesi en yüksek perdeden çıkan sanıldığı gibi Nazım değil Münevver’dir. Bu arada otel santralı, Moskova’dan arayan Vera tarafından defalarca taciz edilmektedir. Yoldaşların uyarısı ile santral memuru Vera’yı Nazım’a bağlamamakta ısrarcıdır. Bu da genç sevgilinin Vera’nın kıskançlık krizi değil de nedir?
Yoldaşları, Nazım karısına ve çocuğuna kavuşuyor diye bir kutlama yemeği hazırlamıştır. -Bu erkek ve kadın arasında patlayan gerilimin kaynağı hakkında hiçbir yoldaşın fikri ve bilgisi yoktur. Memet Abi bile, ancak Nazım’ın 1963 Haziranında ölümünden sonra gerçeği öğrenebilmiştir-. Ancak Nazım sinir ve öfke içinde lobiye inince çocuğunu bağrına basmadan otelden ayrılmıştır. Varşova’da kaldığı iki üç gün içinde, oğlu ile bir araya geldiklerinde, şiirlerine yansıyan yakıcı hasreti giderecek içtenlikli davranışlarda yoktur. Vera’nın Moskova’dan sürekli Nazım’ı araması da bu gergin ortama eklenince kısa süren çocuk-baba ilişkisi bir türlü kurulamaz. İşte “On yaşındaki bir erkek çocuk babasından nasıl nefret eder?” sorusunun sinemasal resmi.
Nazım’ın yaşadığı duyguları irdelediğimizde çok yakıcı bir dramayı hissetmek kolaylaşıyor. Kemal Tahir, O’nun hapishane arkadaşı ve yoldaşıdır. Ayrıca sanat ve edebiyat konularında sözlü ve yazılı derin bir paylaşım yaşamışlardır. Memleketten kaçmak zorunda olduğunda geride bıraktığı karısı Münevver ve henüz bir yaşındaki oğlu Mehmet Nazım’a “göz-kulak” olabileceğini düşündüğü üç – beş güvenilir insan arasında Kemal Tahir de vardır.
Moskova’ya varınca aklı fikri İstanbul’daki ailesindedir. Ailesine kavuşmak için yapılan girişimlerden sonuç alamamıştır. Çeşitli yollardan para göndermeye devam etmiştir. İki insan arasına giren en derin uçurumlara, faşist devlet engellerine rağmen Nazım’ın Münevver’e gönül bağı sürmüştür. Buna, Dr. Galina yakından şahit olmuştur. Karısının en yakın arkadaşı ile girdiği ilişki Nazım’ı derinden yaraladığını düşünmek zor değil.
Varşova’daki otel buluşmasının ardından Nazım bir daha Münevver’i görmedi. Yirmi iki ay sonra Moskova’da öldü.
Paris’ten döndükten sonra Münevver Hanım’ın acılı yüzü günlerce aklımdan çıkmadı. O’na merakımı giderecek soruyu sormadığım için birden mutlu olduğumu hissettim. Aslında doğru cevabı bilmek istemediğimi, sormamakla kendimi mutlu ettiğimi düşündüm. Çünkü bu sorunun cevabını biliyordum. Çekeceğimiz filmin kahramanı Nazım değil Münevver’di. Ben filmimi Odeon’daki kahvede bir saat içinde beynimde çekmiş bitirmiştim. Benim için bu öykünün dramatik değeri Münevver Hanım’ın yüzüne kazınmıştı. O orada kalmalıydı. Konudan soğumama ve uzaklaşmama sebep olan başka faktörlerde oldu. Ancak Nazım’la ilgili çok değerli bir görsel ve kişisel arşiv edinmiştim. İleride belki başkaları Nazım’ın hayatı ile ilgili bir film yapmak isterse onlara verebilirdim. Kurucuları arasında olduğum Nazım Hikmet Vakfı’na da verebilirdim. Bunu bir kazanç saydım.
Paris’te Güzin Dino ile yaptığım görüntülü kayıtlarda var olan bir bilgiyi tarihe not düşmek için aktarmak istiyorum. Münevver, Nazım’ın hayatında gelmiş geçmiş en etkili kadındır. Güzin Abla buna “keskin bıçak” etkisi diyor. Nazım’ın çok genç karısı Vera, “keskin bıçak” etkisini, Nazım’la yaşadığı süre içinde iliklerinde hissetmiştir. Nazım’ın ve Münevver’in ölümünden sonra yazdığı anılarında bile “keskin bıçak” kanatmaya devam etmektedir. Ataol Behramoğlu’nun Türkçeye çevirdiği anılarında Vera, Nazım’ın hapishanede giriştiği “açlık grevi” eylemini “Münevver’e kavuşmak” için yaptığını yazmıştır.
Güzin Abla, kitabı okuyan Abidin Dino’nun küplere bindiğini söyledi. Abidin, Vera’nın bir komünistin özgürlüğü için giriştiği “açlık grevi” eylemini küçümsemesine çok kızmıştı. Hatta kitabın çevirmeni Ataol, Vera’nın Paris’e geleceğini telefonla haber verince Abidin, “O karı bu eve giremez!” diye kükremiş.
Vera’nın bu sözlerini okuyup tepki gösteren birçok komünist tanıyorum. Hepsi Vera’ya öfke duydu. Ama Vera, Nazım’ı aşağılamak için değil, içindeki “keskin bıçak” zehrini boşaltmak için, on dört yıl haksız hukuksuz hapishanede yatan bir komünistin özgürlük mücadelesini hiçe sayıyordu.
Kemal Tahir’le Münevver Hanım arasında mektuplaşma, Kemal Tahir ölünceye kadar sürüyor. Hatta Kemal Tahir Nazım’ın ölümünden iki yıl sonra Liepzig’e gidip bir hafta Münevver’in misafiri olmuştur. (sözlü anlatımlardan)
İşte tam bu iç hesaplaşmalarımı yaşarken sevgili Rutkay Aziz gözümü açtı. Çiçek Bar’da sohbet ediyorduk. Rutkay, Nazım’ın “Yolcu” isimli tiyatro oyununun çok iyi bir film konusu olduğunu söyledi. Rutkay’ın bu sözü beni koptuğum yerden Nazım’a yeniden bağladı. 1960’lı yılların ortasında “Yolcu”, Genar Tiyatrosu’nda oynanmış ve ben oyunu izlemiştim. Nazım’ın “İnek” isimli bir oyununun da sahnelendiğini hatırlıyorum. Şimdi biz Nazım Hikmet’in bir eserini devletin izni ile filme çekecektik. O’nun ismi üzerindeki yasaklar, hâlâ sürmekteydi. Bir tabuyu daha kırmak güzel bir duyguydu.
Filme yönetmen olarak aklıma ilk düşen isim Başar Sabuncu’ydu. Başar’la buluştuğumuzda bu sevgili arkadaşımın heyecanı beni daha da cesaretlendirdi.
Önce Nazım’ın eserinin telif hakkını satın almalıydık. Bu telif hakkının Münevver Hanım ve Mehmet Nazım tarafından temsil edildiğini biliyordum. Onları da Türkiye’de yayın ajansı olarak İnci Asena temsil ediyordu. Mehmet Fuat’la da hâlâ komşuyduk. Niyetimi önce O’na anlattım. Ertesi gün beni İnci Asena ile buluşturdu. İnci Asena doğal olarak telif bedelinin ne olacağını öğrenmek istedi. Ben de “Münevver Hanım ne istiyorsa o olacak.” dedim.
Benim Münevver Hanım’la tanışıklığımdan haberdar değildi. Bir hafta sonra İnci beni aradı ve sözleşmenin hazır olduğunu söyledi. Avukat Gülçin Çaylıgil’in ofisinde buluşacaktık.
Sözleşmeyi önüme uzattıklarında bir tek satırını bile okumadan imzamı bastım. Gülçin Hanım “Niçin okumadan imzalıyorsun, okusaydın.” diyerek sözleşmeyi önüme tekrar uzattı. O sırada benim imzamın yanında Münevver Andaç ve Mehmet Nazım vekili Gülçin Çaylıgil yazısı gözüme çarpınca Nazım Hikmet’in ailesi ile yasal bir zeminde buluştuğumu hissettim. Mutluluk duygumu gizleyemedim; “Okumam gerekmez. Bu isimlerin yanında benim ismimin bulunması bana yeter.” dedim. Gülçin Hanım da gülerek ödeyeceğim telif ücretini açıkladı. “Altı bin Fransız frangı.” Bu sembolik bir ücret bile sayılmazdı. Hatta Münevver Hanım’ın beni teşvik etmek ve filmi yapmam için cesaretlendirmesi anlamı da taşıyordu.
Bu projede TRT’nin yanımızda yer almasının öyküsünü daha önce anlatmıştım. Bu gerçekten çok hoş bir durumdu. Devletin parasını Nazım’ın yazdığı bir eserin filme çekiminde kullanmak mutluluktan öte bir şeydi. Filmin çekim mekânlarını belirlemek için, Başar’la iki kere Erzurum’a gittik. Alvar Tren İstasyonu sanki Nazım bu oyunu yazarken kafasından geçirdiği ıssızlığın ta kendisiydi: “Çölde ıssız bir gemi.”
(13 Ocak 2019)
Sabahattin Çetin (Sinemacı)