Sevdiğiniz birini kaybettiğinizde kendinizi bir boşlukta hisseder, onun artık sizle olmadığını kabullenmek istemezsiniz. Onunla iletişim kurmaya çalışmak bir umut, bir tesellidir bazen. Olivier Assayas’ın bizde ‘Hayalet Hikayesi’ adıyla gösterime giren Cannes’dan en iyi yönetmen ödüllü son filmi ‘Personal Shopper’ işte böylesine bir iletişim olasılığı üzerine kafa yoran ilgiye değer bir çalışma. ‘Cahiers du Cinéma’ eleştirmenliğinden gelmiş Fransız sinemacı, günümüzde geçen bir hayalet hikâyesini, çağımıza özgü bir iletişim biçimi olan akıllı telefonlarla mesajlaşma üzerine kuruyor, gotik hayalet öyküsünü çağdaş elektronik alışkanlıklarla harmanlıyor.
İkiz erkek kardeşini kısa bir süre önce kaybetmiş olan Maureen yas süreci içindedir. Ölen ikiziyle aynı kalp rahatsızlığından mustarip olan, -filmin özgün adına uygun olarak- Paris’te yaşayan ünlü bir Alman modelin ‘alışveriş asistanlığı’nı sürdüren genç kadın, ikiz kardeşinin kendisine bıraktığı metruk evde onunla irtibat kurmanın peşine düşer. Eurostar treniyle Paris’ten Londra’ya yolculuğu sırasında iPhone’undan cüretkâr mesajlar alır. Bunlar erkek kardeşinden mi, yoksa kötücül başka bir ruhtan mı gelmektedir.
Yaşayanlar ve ölüler arasındaki puslu ve geçirgen çizginin izinde, çağımızın mesafeleri yok eden iletişim teknolojisi devreye girer. Google’dan soyut sanatın öncüsü kabul edilen İsveçli medyum sanatçı Hilma af Klint’in (1862-1944) resimlerini inceler Maureen. Eski bir televizyon filminde ünlü Fransız yazar Victor Hugo’nun (1802-1885) bizzat yönettiği ruh çağırma seansını izler. Uzak alemlerin artık çok yakın olduğu çağımızda, onun Umman’daki erkek arkadaşıyla Skype görüşmesinin bir ruh çağırma seansıyla benzerliklerini farkederiz.
‘Sinemanın bir diriliş, kendi hayaletlerimizle yüzleşmek suretiyle onları hayata geçirme sanatı olduğunu’ ifade eden yönetmen Assayas ‘sinema vasıtasıyla bilinçaltınızı ve hatıralarınızı kurcalar, kaybettiklerinizi geri çağırırsınız’ diyor. Diğer yarısını kaybetmiş genç kadının kendini bulma ve yeniden inşa sürecini anlatırken moda endüstrisini, genç kadının dişiliğini ve ruhaniyeti sorgulayan karakter incelemesinin zemini olarak kullanıyor. Kamera film boyunca Kirsten Stewart’ın yüzüne yoğunlaşıyor, filmin şimdiden antolojilere girmeye hak kazanmış ünlü ‘soyunma-giyinme’ sekansında, genç kadının cinselliğini keşfe çıkışına tanık oluyoruz.
19. yüzyılın ruhani fotoğrafçılığından, ruhsal varlıkları tespit etme çalışmalarından etkilendiğini belirten Assayas, mistisizm ile teknolojinin flörtünden yola çıkıyor. Akıllı telefonu görünmeyen varlıklarla iletişim kurmada metafor olarak kullanıyor. Bir filminde ilk kez bilgisayar efekti kullanıyor, ama daha ziyade psikoloji ile, bilinç ile bilinçaltı arasındaki muğlak alanda olup bitenlerin peşinde.
Hayalet sahnelerinde müzik, hele elektronik müzik kullanmaya yanaşmamış Assayas. Filmini tür klişelerine hapsetmek istemiyor, gürültü ve doğal seslerin etkisinden yararlanarak daha ürkütücü bir atmosfer yaratmayı başarıyor. Ünlü ‘soyunma-giyinme’ sekansı Marlene Dietrich’in seslendirdiği şarkı eşliğinde bir dans gösterisine dönüşüyor. ‘Das Hobellied’ isimli bu Viyana halk şarkısında, ‘ölüm’ün zamanı geldiğinde hepimizi aynı yere, toprağın altına götüreceği dile getiriliyor.
Fransız yönetmenin bizde ‘Ve Perde’ adıyla oynamış ‘Sils Maria’dan sonra bir kez daha çalıştığı Kirsten’dan harika bir sonuç aldığı bu sinefil işi hayalet öyküsünde yabancılaşma ve kimlik arayışı üzerine kafa yoruyor, beden ile ruh arasındaki huzursuz ilişkiyi kurcalıyor, ölüm ile kurduğumuz ilişki üzerine meditasyona girişiyor. Finaldeki üç dakikalık kesintisiz sekansıyla Antonioni imzalı ‘Yolcu’nun (Professione: Reporter) kapanış bölümünü anımsatan bu güzel filmi; maddi dünya ile ruhlar dünyası arasındaki kişisel yolculuğun bu ilginç tasvirini kaçırmamanızı tavsiye ediyorum.
(15 Haziran 2017)
Ferhan Baran
ferhan@ferhanbaran.com