Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü himayelerinde SE-SAM olarak sinemamızın 104. yılında, “Türk Sinemasını Geçmişten Geleceğe Taşıyanlar” isimli ödül töreninde sınıfta kaldık.
Geleceğin sanatı…
Sinema, bütün diğer dallarını da içerdiğinden, sadece “yedinci sanat” olarak kalmaz, bir adım daha öne çıkar. Onun için de hep göz önündedir, hep dikkat çeker, hep eleştirilir, hep gıpta ile bakılır, hep arzulanır, hep ulaşılmazdır. Diğer bütün sanat dallarından farklı olarak herkes kendini sinemacı olarak kabul eder, hem de iyi sinemacı. Nedenini, niyesini düşünmez, sorup sorgulamaz (hele de başını sonunu bilmedikleri halde) öyle değil de böyle yapılması gerektiğini iddia ederler. Çoğunlukla da ikna edemezsiniz.
Böylesi bir sanatın içinde bulunanların, böylesi bir alanda çalışanların kendilerini farklı görmesi kaçınılmazdır. Ama sorumlulukları da büyüktür ve o sorumluluğu yerine getirmeleri gerekir.
104 yaşında dinç ve genç!
Sinemamız, tartışmalı da olsa, 1914 yılında Fuat Uzkınay’ın “Ayastefanos’daki Rus Abidesinin Yıkılışı” filmi ile başlıyor. Kimsenin o filmi görmemesi bir yana, daha öncelerdeki filmcileri -Ermeni veya Rum diye- saymamak kötü, gerçekten kötü… Yine de az buz şey değil 104 yıl. Herkesin merak, hayranlık, aşkla izlediği filmler belirleyici… Kuşkusuz “mutlu son” hepimizi hayatın karmaşasından çıkarıp düşler dünyasına götürdü yıllarca. Çok insan emek verdi, çok insan yazdı, çekti, görüntüledi, montajladı, seslendirdi, izletti… Hepsinin emeği asla ödenmez, ödenemez.
SE-SAM, 12 Eylül’den sonra kesintiye uğrayan örgütlü mücadelenin ilk gücü olarak kuruldu. 32 yıl olmuş… Önemli, daha da önemlisi belirleyici bir süre. Kuruluşundan günümüze emeği geçenlere teşekkürler binlerle…
Olmaz ki… böyle de yapılmaz ki!
Bu yılki SE-SAM ödül töreni Emek Sineması’nda yapıldı. Yıkılmaması için çok mücadele verildi, çok çaba harcandı… kuşkusuz imitasyonu aslının yerini tutmaz, tutamaz. Ama madem açıldı, madem film gösterimleri yapılıyor, ödül törenlerine sahne oluyor, artık kin gütmeyi bırakıp o “güzelim salon”u hayata geçirmeliyiz.
Sunucu: “Doğum günü pastası”
Sahneye dersine çalışmamış, kimlerle karşılaşacaklarını bilmeyen, neler yapmaları gerektiğine karar verememiş (ne yazık ki, SE-SAM İkinci Başkanı imiş) iki kişi sunuyordu etkinliği…
İçim ezildi… acıdım sinemamızın düştüğü duruma… Büyük olasılıkla hem Büyükşehir Belediyesi hem Beyoğlu Belediyesi ile ilişkide oldukları için (belki de organizasyonu da onlar üstlenmişti, iyi de para kazanmak için) Nur ve Hakan Türkşen’i izledik üzülerek. Nur Türkşen’in üç katlı pastaya benzeyen, ama hiç mi hiç yakışmamış, göreni şaşırtan giysisi dışında bir şey söylemek istemiyorum. Anlaşılmıştır herhalde…
Unutursanız unutulursunuz…
Kısa bir sinema tarihi gösterisiyle açıldı perde. Bu mudur sinemacıların kendilerini anlatmaları? Bunu mu layık görüyor sinemacılar kendilerine? 104 yaşındaki sinemamız, 32 yaşındaki SE-SAM herhalde, başlarını yere eğmiş, ağlıyordur. Kimse teknoloji harikası bir film beklemiyordu… ama arka arkaya eklenmiş birkaç film görseliyle -ki hemen büyük çoğunluğunu oyuncular oluşturuyordu- yalapşap işi geçiştirmek sinemacıların kendilerine yakışmadı.
İlk sinemacımız, hani kuruluşunu O’nun filmine dayandırdığımız Fuat Uzkınay yoktu…
Hepimizin ustası, SE-SAM Başkanı Yılmaz Atadeniz, heyecanlıydı. Haklıydı da… kolay değildi böylesi bir ödül törenini yapabilmek, hak edenleri saptayıp ödül dağıtabilmek… Televizyon dizilerinin yabancı ülkelere satıldığından söz etti, sinemamızın da böylesi haklı gururlarının olmasını diledi. Ama baktık ki, yeni kuşak sinemacıları yok sayıyor. Seksenlerin ödüller kazanan yönetmenleri ve filmleri yoktu… “Otobüs”, üzerine hâlâ da konuşulan film değil mi? Tunç Okan, Erden Kıral, Şerif Gören… hiç anılmadı bile. İsimlere politik bakıldıysa, salonda bulunan Korhan Yurtsever de yoktu. Bir Zeki Demirkubuz, bir Yeşim Ustaoğlu, bir Nuri Bilge Ceylan, bir Semih Kaplanoğlu’nun da adı geçmedi… daha gençler ise hiç yoktu. Oysa bu adlarını say(ama)dığım yönetmenler ödül üstüne ödül getiriyorlar sinemamıza.
Sahi, Feyzi Tuna da yoktu, Kartal Tibet de, Türkan Şoray da yoktu… Asıl önemlisi Bilge Olgaç da… Siz üzülmediniz mi, onların yokluğuna…
Beyoğlu’nu “Hollywood” olarak niteleyen Belediye Başkanı, baştan yönetmenleri küçümsese de, sonradan toparladı konuşmasında… O, yaklaşan yerel seçimlerle ilgili ve uzak sinemadan… Ama yine de üzdü biz izleyicileri…
Organizasyon sıfır!
“Bensiz de film çekilirdi, ama onlarsız asla” diye haklarını vermeye çalıştı yardımcı oyuncuların, Cüneyt Arkın ödül konuşmasında… Ama SE.SAM yok saymıştı onları… bırakın adlarını anmayı, yerleri bile yoktu… ayakta kaldılar. Evet, birkaç yönetmen vardı, birkaç kameraman… ama asıl yükü omuzlayan setçiler, asistanlar, oyuncular yoktu… Montajcıları hiç göremedim. Bu görünüşe göre, gelmedilerse haklıydılar. Şimdi, SE-SAM’ın ve diğer meslek birliklerinin yapması gereken hak ettikleri değeri onlara vermeleridir.
Bir mikrofon uzatılamaz mı, bir el?
Hepsi seksenine merdiven dayamış, hatta geçmiş bu insanlara sahneye çıkar ve inerken elini uzatacak, yardım edecek biri bulunamaz mıydı? Bir kız, bir erkek dururdu basamakların yanında, yardımcı olurdu. Çok mu zordu?
Mikrofon kenarda… insanlar ödüllerini sahnenin ortasında alıp veriyor haklı olarak. Konuşmaları ise sadece dudak kıpırtısı… Eski seslendirmeciler olsaydı, bize aktarırlardı! Bir ara mikrofon geldi, sonra yine yok oldu. Neden? Nedeni yok! Organizasyon kötü.
Dayanamayıp çıktığımızda söylenerek, gençten biri geldi yanımıza, sorunları kendisine aktarabileceğimizi söyledi. “Mikrofon verin, bari sesleri duyulsun” dediğimizde; kendisinin salonun sorumlusu olduğunu, mikrofonun kendisini aştığını söyledi, epey bir mücadeleden sonra. Onun arkasından gelen, belli ki biraz daha deneyimli, sorumlu gibiydi, lafa girdi, ama hemen sıyırdı kendini…
Yaşasın sinema
Bir ödül töreni daha böyle bitti. Olan, yıllarımızı verdiğimiz sinemamıza oluyor. Birçok insan küçümseyecektir sinemamızı, bunları görünce…
Bu yazının çıktığı sadibey.com sitesinin sahibi, “sinemamızı geçmişten geleceğe taşıyan”lardan biri olan Sadi Çilingir başta olmak üzere diğer ödül alanları sahnede izleyip alkışlayamamanın hüznünü yaşıyorum. Canı gönülden kutluyorum ödül alanları… Ölmez sağ kalırsak, sıra bana/bize gelir mi bilemem…
(17 Aralık 2018)
Korkut Akın
korkutakin@gmail.com