11. TRT Uluslararası Belgesel Ödülleri

Türkiye Radyo – Televizyon Kurumu (TRT), amatör ve profesyonel belgesel filmcileri desteklemek, belgesel türünün gelişmesine katkıda bulunmak, çeşitli ülkelerden farklı ve yüksek nitelikli belgesel filmlerin seyirciyle buluşmasını sağlamak ve dünyanın her tarafından belgeselcilerin buluşacağı ve düşünce alışverişinde bulunacağı bir zemin oluşturmak amacıyla, TRT Uluslararası Belgesel Ödülleri’ni bu yıl 11. kez düzenliyor. 11. TRT Uluslararası Belgesel Ödülleri kapsamındaki yarışma, başvuru koşullarını taşıyan bütün belgesel filmcilere açık olarak düzenleniyor. Başvuruların, ön eleme için, en geç 25 Ocak 2019 tarihine kadar TRT’ye iletilmiş olması gerekiyor.

11. TRT Uluslararası Belgesel Ödülleri yazısına devam et

Sarkaç Zamanı Öldürür!

Bazı filmler vardır anlatılmaz, izlenir. Soğuk Savaş da onlardan… İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’yı anlatıyor. Bakmayın Polonya, Yugoslavya ya da Doğu Almanya’da geçtiğine… Diğer ülkelerde de, hatta bizim ülkemizde de yaşananlardı filmde geçen…

Türküler şahit!

“Neler çekmiş halkım / Türküler şahit” diyor İlhan Berk. Dere tepe demeden, o soğukta, halk türkülerini kaydetmeye çalışan iki “idealist” derlemecinin düşleri, masa başındaki yöneticinin iki dudağının arasından çıkan tek bir cümle ile sönüyor ister istemez. Türküler, halkın yaşamı olmaktan çıkıp bir propaganda aracına dönüşüyor. Artık dünyayı dolaşsa ne! Alkışlar da yapay, beğeniler de çünkü gerçeği yansıtmıyor, kesinlikle.

Zıtların birlikteliği

Zula ve Viktor, ayrı dünyaların insanı olmakla birlikte, birbirinden kopamayan, buna da bağlı olarak biz izleyiciye yaşamı sorgulamayı sağlayan iki müzisyen. Ayrı pencerelerden bakıyorlar. Ayrı şeyler görüyorlar. Ama birlikteler.

İki gönül bir olunca samanlık seyran olurmuş diyor ya atasözümüz… Düş/ünceler birlikte olmayınca iki gönül ancak samanlıkta saklanır, göster(e)mez yüzünü. Metaforlar olmadan yaşamın ne güzelliği kalır ne de anlaşılırlığı… Peki, metaforlar mıdır bizi ayakta tutan? Peki, ben sorayım o zaman: Siz hayalsiz, metaforsuz yaşayabilir misiniz?

Sinema işte, tam da böyle bir şey. Duyguyla yükselen kaçış, bize zıtlıkların birbirlerini çektiğini, asla kopamadıklarını gösteriyor.

Oscar adaylığı…

Soğuk Savaş, beş dalda birden Oscar adaylığı ile gündemin birinci sırasında yer alıyor. Kuvvetle muhtemeldir ki, kazanacaktır da… Başından sonuna değin dolu dolu bir film. Senaryo çok iyi… hem nalına hem mıhına vuruyor. Kapitalist dünya ile sosyalist dünyayı karşı karşıya getiriyor. Birbirinden bir farkı olsaydı sona ermezdi o iki karşıt gücün biri… Ama birbirinden aslında o kadar da çok farkı var ki, hâlâ ısrar ve inatla tek çözüm olarak gösterilebiliyor. Sosyalist ülkelerde yaşananların gerçekten sosyalizm olmadığı düşüncesini geliştiriyorsunuz filmle birlikte… Bunu sadece aşk ve müzik üzerinden, iki kişiyle başarıyor film.

Oyuncular, müzik, dekor, montaj… hasılı reji çok başarılı. Adaylığı da ödülleri de hak ediyor.

Soğuk Savaş/Cold War, yönetmen Pawel Pawlikowski, oyuncular Joanna Kulig, Tomasz Kot… 21 Aralık’tan başlayarak gösterimde…

(20 Aralık 2018)

Korkut Akın

korkutakin@gmail.com

Alnımın Çizgilerindesin Memleketim

‘Roma’nın büyülü etkisi sürerken, bir başka muhteşem sinema deneyimine hazır mısınız. Geçtiğimiz hafta Avrupa Film Ödülleri’ni adeta süpüren (en iyi film, yönetmen, senaryo, kurgu ve kadın oyuncu) Pawel Pawlikowski imzalı ‘Soğuk Savaş / Zimna Wojna’dan söz ediyorum. Beş yıl önce ‘Ida’ ile sinemasına olan hayranlığımızı perçinlemiş olan Polonyalı yönetmen, İkinci Büyük Savaş sonrasının tedirgin iklimini etkileyici bir siyah beyaz estetikle perdeye taşıyor bir kez daha.

Bu defa 40’lı yılların sonlarındayız. Polonya kırsalından halk türküleriyle açılıyor film. Savaş ertesinde Doğu Bloku ülkeleri arasında yerini almış olan Polonya Halk Cumhuriyeti’nden iki kentli müzisyen, köy köy dolaşarak halk konservatuvarlarında eğitilmek üzere yetenekli gençleri aramaktadır. Piyanist ve orkestra şefi Wiktor ile yeteneğiyle ışık saçan genç köylü kızı Zula’nın aşkı bu süreçte başlıyor.

Ülkenin gözbebeği haline gelen yeni oluşmuş ‘Mazurka (Mazurek)’ topluluğu süreç içinde Stalinci rejimin propaganda aracı haline geliyor. Milli kültür hazineleri olarak keşfedilen halk türküleri ve danslarının arasına Sovyet liderini kutsayan hamasi ezgiler karışıyor. Mutsuz Wiktor bir Berlin turnesinde Batı’ya iltica kararı alıyor, lakin asi ve güzel Zula’nın diline ve kültürüne yabancı olduğu bir diyara kaçma konusunda tereddütleri vardır.

Röportajlarından öğrendiğimiz kadarıyla kendi ebeveynlerinin 40 yıllık fırtınalı beraberliğinden ilham almış Pawlikowski. Bu uzun ve yorucu süreçte bir ayrılık, hatta annesinin ikinci evliliği söz konusu olmuş. 14 yaşındayken annesiyle birlikte İngiltere’ye göç ediyor sinemacı. Babası da arkalarından geliyor. İkili yıllar sonra yeniden biraraya gelmiş ve birlikte göç etmişler bu dünyadan.

İngiltere’ye iltica etmek isteyen Doğu Avrupalı göçmenlerin sorunlarını dile getirdiği 2000 yapımı ‘Son Çıkış / Last Resort’ ile ilk çıkışını yapan ve en iyi genç yönetmen olarak Bafta ödülünü almış olan sinemacı, ‘Soğuk Savaş’ın ana karakterlerine ebeveynlerinin adını vermiş. Ancak anlattığı hikâye tamamen kurgusal. Filmdeki Wiktor ile Zula’nın aşkı 1949’dan 1964’e uzanan 15 yıl boyunca baş döndürücü bir biçimde sürüyor. Varşova’dan Berlin’e, Yugoslavya’dan Paris’in bohem gece kulüplerine uzanan süreçte, bu coşkun sevdanın peşinden sürükleniyoruz bizler de. Pawlikowski’nin başarısı, bu çileli ve tutkulu 15 yılı yaman bir kurgu maharetiyle seksen dakikadan az bir süre içinde bu denli etkileyici bir biçimde anlatabilmesi. Görüntülerde Lukasz Zal imzasını taşıyan siyah beyaz estetiğin büyüsü, çok iyi bir şarkıcı olan Joanna Kulig ile Tomasz Kot’un mükemmel ötesi yorumları, ses bandından yükselen klasik, caz ve folk ezgilerin güzelliği ayrı ayrı yönetmenin dünyasını oluşturmasına hizmet ediyor.

Yalnızca tutkulu bir aşkın öyküsü değil, yürek paralayan bir memleket hikayesi de ‘Soğuk Savaş’. Rejimin buyruklarını yerine getirmek istemeyen Wiktor, vatanından ve sevdiği kadından uzakta Paris’in ünlü gece kulübünde caz piyanisti olarak çaldığında mutlu olacak mıdır. Filme damgasını vuran ‘İki Aşık’ ezgisi caz versiyonuyla, hatta Fransızca sözlerle kulağı okşayabilir ama Polonya’nın bağrından çıkmış özünden koptukça Zula onu aynı coşkuyla icra edebilecek midir. Kendi kültüründen, kendi insanlarından uzakta yaşamak bir insana, hele hele bir sanatçıya huzur getirecek midir.

Filmi izleyen Polonyalı bir arkadaş ‘neler yaptık biz bu insanlara’ diye içten hüznünü dile getiriyordu. Biz de ülke olarak çok acılar çektirdik yazarlarımıza, şairlerimize diye cevap verdim kendisine. ‘Kime ne yaptık biz?’ sorusuna yanıt arayan kederli Wiktor ile Zula’nın buruk öyküsünü izlerken Nazım geldi aklıma. Gözlerim doldu. Onun vatan özlemi kokan şiirlerinden ‘Memleketim’de şöyle diyordu usta şair:

Memleketim, memleketim, memleketim
Ne kasketim kaldı senin ora işi
Ne yollarını taşımış ayakkabım,
Son mintanın da sırtımda paralandı çoktan,
şile bezindendi.
Sen şimdi yalnız saçımın akında,
enfarktında yüreğimin,
Alnımın çizgilerindesin memleketim,
Memleketim,
Memleketim…

(20 Aralık 2018)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com

Sibel Filmi İçin Islık Dili Öğrendiler

Islık diliyle konuşan 25 yaşındaki Sibel’in bir yabancıyla karşılaşmasının ardından yaşadığı değişimi anlatan Sibel, Giresun’un Çanakçı ilçesine bağlı Kuşköy’de çekildi. Bölgede yüzyıllardan beri kullanılan bir iletişim yöntemi olan Islık Dili ya da diğer adıyla Kuş Dili, 2017 yılında Unesco Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi’ne girmiş özel bir dil olarak biliniyor ve Kuşköy’de halen kullanılıyor.

Şampiyon Filminin Oyuncuları, Deniz Ali Tatar’la 6. Seans’a Konuk Oldu

Sinemaseverlerle YouTube’da buluşan Deniz Ali Tatar’la 6. Seans’ta, sinemaya dair merak edilenler konuşulmaya devam ediyor. Jokey dünyasının efsane jokeyi Halis Karataş’ın ve büyük aşkı Begüm Atman’ın hikâyesini konu alan Bizim İçin Şampiyon filminin sevilen oyuncuları, programın yeni bölümlerinin konukları oldu. Filmin oyuncularından Ekin Koç, Farah Zeynep Abdullah ve Fikret Kuşkan, filme dair merak edilenleri Deniz Ali Tatar’a anlattı.

Şampiyon Filminin Oyuncuları, Deniz Ali Tatar’la 6. Seans’a Konuk Oldu yazısına devam et

Kurtlar ve Çakallar

M. Bilgehan Karaca’nın yönettiği ve Tayfun Sav, Özcan Varaylı, Ali Buhara Mete ile Can Beslen’in oynadığı Kurtlar ve Çakallar, 21 Aralık 2018’de Derin Film dağıtımıyla Han Film tarafından vizyona çıkarıldı.
1980 ve sonrasına yaşananları konu alan film, ihtilalin ardından birtakım kişiler tarafından eline silah verilen Ülkücülerin hikâyesini konu alıyor. Politik bir dönem filmi olma iddiasını taşıyan filmin bir tarafında barut kokusuyla hüküm sürmek isteyenlerin, diğer tarafında ise buna karşı koyanların mücadelesini izliyoruz. Filmin merkezinde Mamak Cezaevi’nde aynı hücreyi paylaşan devrimci Yılmaz ile ülkücü Selçuk’un hikâyesi anlatılıyor.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb

Kurtlar ve Çakallar yazısına devam et

Robotlar da Ağlar

Hayatın bir akışı var, kendince… İnsan(lar) o akışa uymaya, ama bir yandan da kendine çevirmeye çalışıyor. Evrim dediğimiz bu olsa gerek.

Son yıllarda hızla gelişen teknolojiyle birlikte yaşanan değişim gerçekten hepimizi geleceği düşünmeye zorluyor. Olmayacak şey değil… George Melies -ama önce Jules Verne- Ay’a Seyahat çekmişti, kimsenin aklının bile ucundan geçmediği zamanlarda. Ay nurdu, ona gidilemezdi… Aradan geçen yıllar, değil Ay’a, diğer gezegenlere bile gidilebileceğini gösterdi. Şimdi benzeri fantezi(!!!)ler sıradan (!) artık. Çocuklar bile o düşleri kuruyor.

İnsan da… yakında!

Her şeyi zorlayan insan; kendisinin de yapay olabileceğini, ona da duygular yükleyebileceğini düşünüyor. Aşkın Algoritması/Zoe bu umudun filmi…

Ash, android robot olduğuna bakmadan, kendisini üreten Zoe’ye âşık olur. Zoe ise birlikte çalıştıkları Cole’ün peşindedir. Anketlerin sonuçlarına göre normal (!!!) insanların partneri olacak android robot üreten Zoe ile Cole, aralarındaki hoşlanmayı göz ardı edemezler. Ama Cole, mutlu olmasa da evlidir.

Robotlar da ağlar

Gelişen teknolojiyle birlikte gelinen aşamada, üretilen robot insanların diğerlerinden ayırt edilebilmesi mümkün bile değildir. Sokakta, işte, evde hatta lokantada bile o robot insanlar artmış olsa da bir küçük (!) eksikleri vardır. Cole, onlara “duygu” yüklemek ister. Tabii ki en büyük destekçisi Zoe’dir.

Bilim kurgu filmlerin büyük çoğunluğu gergin aksiyonlar oluyor. Belki de gerçekçi bir yaklaşımla (bugün, dünyamızın geldiği durum da bu değil mi? Küresel savaş bekleniyor, yereller zaten devam ediyor, üzgünüm) medeniyetin yok ettiği yeni bir dünyada yeni bir yaşam kurma savaşı ele alınıyor. Aşkın Algoritması/Zoe ise alabildiğine duygusal, alabildiğine sakin ve yalın bir yaklaşımla gelecekte karşımıza çıkacak bir başka soruna parmak basıyor.

Aşk yoksa hayat da yok

“Umutsuz yaşanmıyor” diyor şair, sahiden de umutsuz mümkün değil yaşamdan tat almak… Tüm zorluklarına, eksikliklerine, sıkıntılarına rağmen aşkla sarıldığımız bu yaşamın, gelecekte de aynı güç ve düzeyde olacağını düşündürüyor film hepimize.

Bir damla gözyaşı, yaşama sevinci olabiliyor. Sahi, siz hiç kendi gözyaşınızı sevdiniz mi? Aşkın Algoritması/Zoe o mutluluğu tattırabilir.

Aşkın Algoritması/Zoe, yönetmen Drake Doremus, oyuncular Ewan McGregor, Léa Seydoux, Theo James, Christina Aguilera, Rashida Jones, Miranda Otto… 21 Aralık’tan başlayarak gösterimde…

(19 Aralık 2018)

Korkut Akın

korkutakin@gmail.com

Aslı Gibidir (Yönetmen: Ali Yorgancıoğlu)

Ali Yorgancıoğlu’nun yönettiği ve Aslı İnandık, Toygan Avanoğlu, Ahmet Olgun Sünear ile Tuna Orhan’ın oynadığı Aslı Gibidir, 25 Ocak 2019’da CGV Mars Dağıtım dağıtımıyla Hann Media tarafından vizyona çıkarıldı.
Aslı çocukluğundan beri oyuncu olmak isteyen iyi niyetli bir kızdır. Konservatuvarın oyunculuk bölümünü kazanır. Ailesi bu duruma karşı çıktığından çaresizce para kazanmak için ne yapacağını düşünürken ‘gerçek hayatta sipariş üstüne oyunculuk’ yapan dublörler kulübüyle tanışır ve orada çalışmaya başlar. Her şey yolunda giderken, iş için gönderildiği eğlenceli görevlerden birinde hesapta olmayan bir aşk kapısını çalar.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Facebook
  • Fragman: 1 / 2
  • IMDb

Aslı Gibidir (Yönetmen: Ali Yorgancıoğlu) yazısına devam et

Creed II: Efsane Yükseliyor

Steven Caple Jr.’un yönettiği ve Michael B. Jordan, Sylvester Stallone, Tessa Thompson ile Phylicia Rashad’ın oynadığı Creed II: Efsane Yükseliyor (Creed II), 11 Ocak 2019’da Warner Bros. dağıtımıyla Warner Bros. tarafından vizyona çıkarıldı.
Adonis, Rocky Balboa’yla çalışmak üzere Philadelphia’ya gelmiş, aşkı ve başarıyı bulmuş, kısa sürede ağır sıklet şampiyonluğu arenasındaki yerini almıştır. Adonis, kendisini zirvede hissetmesi gerekirken, dünyanın kendisine sunduğu kabullenmeyle ilgili şüphelerle boğuşmaktadır. Genç boksör, henüz en iyi dövüşünü ortaya koyup koymadığını, dünya şampiyonluğuna layık olup olmadığını merak etmektedir.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman: 1 / 2
  • IMDb
  • Tuncer Çetinkaya Yazıyor

Creed II: Efsane Yükseliyor yazısına devam et

Pera Film, Doğumunun 100. Yılında Ingmar Bergman’ı Anıyor: Bergman’a Övgü

Pera Film, 2018 yılını Bergman’a Övgü programı ile kapatıyor. Ünlü yönetmene saygı duruşu niteliği taşıyan program, pek çok eserinin merkezine işlevini yitirmiş aile yapılarını ve kişilerin iletişim kurma yetersizliklerini yerleştiren Bergman’ın kişisel sinema tarihinin dönüm noktaları gösteriliyor. 14 – 29 Aralık tarihleri arasında Pera Müzesi Oditoryumu’nda gösterilecek filmler arasında Sihirbaz, Kriz, Sihirli Flüt, Provadan Sonra, Karin’in Yüzü, Saraband bulunuyor.

Pera Film, Doğumunun 100. Yılında Ingmar Bergman’ı Anıyor: Bergman’a Övgü yazısına devam et

6. Uluslararası İpekyolu Film Ödülleri Sahiplerini Buldu

Sinema ve Televizyon Eseri Sahipleri Meslek Birliği (SETEM) tarafından düzenlenen 6. Uluslararası İpekyolu Film Ödülleri sahiplerini buldu. Ödül töreni, 10 Aralık 2018 Pazartesi günü saat 19:00’da Beyoğlu Atlas Pasajı’nda yapılan kokteylin ardından Beyoğlu Atlas Sineması’nda gerçekleştirildi. Açılış konuşmaları SETEM Başkanı Mehmet Güleryüz ve Etkinlik Direktörü Feza Sınar tarafından yapıldı. Gecenin sunuculuğunu ise oyuncu Janset Paçal üstlendi.

6. Uluslararası İpekyolu Film Ödülleri Sahiplerini Buldu yazısına devam et

Araf 2 İçin Geri Sayım Başladı

2006 yılında vizyona giren Biray Dalkıran’ın yazıp yönettiği korku gerilim filmi Araf; 12 yıl aradan sonra geri dönüyor. Etkileyici hikâyesi ile seyirciyi içine çekecek olan Araf 2’in başrollerini Emre Kızılırmak, Cevahir Turan, Kaan Songün, Recep Aktuğ, Şahin Sekman, Fatih Dağıdır ve Reyhan İlhan paylaşıyor. Altın Portakal Film Festivali’ne kabul edilen ve yarışan ilk korku filmi olan Araf filminin devamı olan Araf 2, 04 Ocak’ta vizyona girecek.

Kaybolmuş Bir Dünyanın Şiiri

Bazı filmleri kelimelere dökmek kolay olmuyor. Alfonso Cuarón imzalı ‘Roma’ işte böylesi sıra dışı sanat eserlerinden. Fellini’nin ‘Amarcord’da yaptığı biçimde, izleyiciyi çocukluk yıllarının kaybolmuş büyülü dünyasına taşıyan Meksikalı yönetmenin çabası, kendisiyle hemen hemen aynı yaşlarda olan benim kuşağım için daha da yüklü anlamlar taşıyor.

1970 yılının ikinci yarısında, bizde de ilgiyle takip edilmiş tarihi Dünya Kupası’nın hemen ertesinde başlıyor Cuarón’un öyküsü. Mexico City’nin merkezinde orta sınıftan ailelerin yaşadığı Roma mahallesinde geçiyor hikâyemiz. Aile reisi doktor baba bir iş seyahati ertesinde eve dönmeyince, annesi, anneannesi, kızkardeşi ve iki erkek kardeşiyle birlikte kalıyor ailenin en küçüğü Pepe. Ancak anlatı, çocuklara anneleri kadar özen gösteren ve onlar üzerinde büyük emeği olan Meksika yerlilerinden hizmetçi kız Cleo’nun gözünden ilerliyor. 70’li yılların çalkantılı siyasal ortamında sosyal hiyerarşi ve aile içi huzursuzlukların canlı ve duygusal portresini çizen Cuarón, ta 1991 yapımı ilk uzun metrajı ‘Solo con Tu Pareja’dan beri kafasında olan ‘Roma’yı hayata geçirirken yaklaşık 50 yıl öncesinin kaybolmuş dünyasını yeniden yaratıyor. Filmde anlatılanların yüzde 90’ının özyaşamsal anılarından kaynaklandığını söyleyen sinemacı, yaşadığı evden, oturduğu mahalleden evde kullandıkları eşyalara kadar her bir detayı özenle koruduğunu ifade ediyor.

‘Roma’nın kendisini yetiştiren kadınlara bir aşk mektubu olduğunun altını çiziyor sinemacı. Senaryoyu oluştururken ailenin bir ferdi haline gelmiş Cleo’nun anlattıklarından büyük ölçüde yararlanmış. Renkli çektiği filminin siyah beyaz olarak basılmasını özellikle istemiş. Kaybolmuş bir dünyadan sahneler aktarırken uzun planlar kullanmış. Yakın çekimlere çok az yer vermiş.

İzleyeni büyüleyen şiirsel bir dinginliğin hakim olduğu ‘Roma’nın bizim kuşak için ifade ettiklerine gelince. 70’lerin Mexico City’si aynı yılların İstanbul’u ile ne kadar da benzerlikler içeriyor. Sosyal ve siyasi kaynama, sokak protestoları, Cleo’nun serseri sevgilisi Fermin benzeri işsiz güçsüz uzak doğu sporlarına hevesli varoş gençlerinin sopayla silahla yürüyüş yapan öğrencilerin üzerine salınması bizim kuşağa yaşadığımız acı yılları hatırlatıyor. O yıllardan kalan güzel şeyler de akıyor perdeden. Cleo ile sevgilisi, bizdeki benzerleri çoktan yok edilmiş büyük ve görkemli sinema salonlarından birinde bir Louis de Funès filmi (Şahane Oyun / La Grande Vadrouille) izliyor. Aynı filmi aynı yıllarda şimdilerde Opera binası olarak hizmet veren Süreyya Sineması’nda izlediğimi hatırlıyorum, duygulanıyorum.

Yanlış anlaşılmasın, duyguları sömüren bir film değil bu. Tüm güzellikleri ve çirkinlikleri ile artık geride kalmış bir çağın şiiri ‘Roma’. Daimi çalışma arkadaşı Emmanuel Lubezki işlerinin yoğunluğu nedeniyle projeye katılamayınca görüntü yönetmenliğini bizzat üstlenmiş ve müthiş bir iş çıkarmış Cuarón. Hizmetçi Cleo’ya hayat veren ve ilk kez perdede gözüken Yalitza Aparicio da öyle.

Dingin bir ön jenerikle açılıyor film. Kamera, ailenin oturduğu evin avlusuna çıkan yol üzerindeki karolara sabit kalıyor uzunca bir süre. Cleo’nun temizlik vaktidir. Elindeki hortumdan çıkan suyun sesini duyuyoruz ekran/perde dışından. Deterjanlı suyla yıkanıyor karolar. Tepedeki pencereden sızan ışığın aydınlattığı su birikintisinin üzerinde belli belirsiz bir uçak silueti beliriyor. Cuarón’un filmin ilerleyen bölümlerinde birkaç kez daha göstereceği gökyüzünde süzülen bu uçaklar, modern teknolojinin hayatları ve yaşam biçimlerini kaçınılmaz bir biçimde dönüştüreceğinin habercisidir sanki. Hayat akıp gidiyor. Çocuklar büyüyor, yaşlanıyor. Dünya değişiyor. Gıptayla, özlemle biraz da gizli bir kıskançlık duygusuyla izledim ‘Roma’yı.

(17 Aralık 2018)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com