Dünyaya Açılan Sinemamız ve Yeni Bir Kuşak: Gelişmeyi Tetikleyen Eleştirmenlerdir

Bizim insanımız iki şeyi çok iyi bilir; o kadar iyi bilir ki, yıllarını bu alana vermiş, üzerinde uğraşmış, hâlâ da çalışanlardan daha iyi… Biri futbol, diğeri sinema. Film çekerken “şöyle yürüse, böyle yapsa, baksa” diyenler olurdu. Dışarıdan bakınca kolay gelir, herkes kendince iyi oyuncu, iyi senarist, iyi yönetmendir. Haydi deseniz kaçacak delik ararlar, başka.

Atillâ Dorsay, deyim yerindeyse sinemayı hepimize sevdiren, üzerine yazdıklarıyla anlamamızı sağlayan, farklılıklarını da görmemizi isteyen bir sinema yazarı usta, duayen. Yeni kitabı “Dünyaya Açılan Sinemamız ve Yeni Bir Kuşak, Türk Sineması 2010 – 2020” ile okura 54. kez ulaştı.

Aklın yolu bir

“Türkiye’de politika yazarı olmak kolay. Her kahvede sabahtan akşama politika yorumları (sinema ve futbola bir de politika eklenmesi gerekiyor-muş) yapılıyor. Ama sanat yazarı, sanat eleştirmeni olmak çok daha zor. Çünkü sizler politika dahil her şeyi izlemek ve ayrıca çok daha özel bilgilere sahip olmak zorundasınız” Güneri Civaoğlu’nun sözleri. Atillâ Dorsay’ın birtakım polemiklerin üzerine yazdıklarından aldım. Aklın yolu bir.

Sinemamıza iyimser bakış…

Gelişmeyi tetikleyenler eleştirmenlerdir ve eleştirmenler iyimser oldukları için umudu üzmezler hiçbir zaman. İzledikleri filmi beğenmeseler de (aslında bütün sanat dalları için geçerli) bir yol gösterirler, ışık tutarlar. Bu, hem sanatçılar hem izleyenler için geçerlidir.

Sinemamızın gelişmesine en güçlü dayanak olan, yazdıkları ve anılarıyla yıllardır herkesin başvuru kaynağı haline gelen Atillâ Dorsay, her filmi, konu, içerik, oyuncu veya yönetmen ayırmaksızın izlemesi, yazarken önyargılı olmaması ve daha da önemlisi yazdıklarını kitaplaştırmasıyla da adını kazıdı sanatımıza… bir önemli nokta daha var: Alabildiğine iyimser ve destekleyici. Hataları görmüyor mu? Muhakkak ki görüyor. Yanlışları bilmiyor mu? Tabii ki biliyor. Ancak sinemamızın, buna da bağlı olarak sanatın ve kültürün desteklenmesi gerekiyor. Atillâ Dorsay da onu yapıyor.

Kitapta yer aldığına göre (o, tam sayıları bildirmiş), 2010 – 2020 arasında her yıl 250 ile 426 film gösterilmiş. Her filmi anımsamak mümkün değil, üzerine yazılanları da… Ama kitaplaştığında gerçek bir başvuru kaynağı, önemli bir tarihi belge oluyor.

Dorsay, günün gündemini, sosyal konuları, politik yaklaşımları ve asıl mesleği çerçevesinde kent ve kentsel yaşamı yansıtıyor yazılarında. Yani bir anlamda hayatı aktarıyor filmle birlikte.

Kitleye dönük…

Endüstriyel olsa da sinema, özü itibarıyla kitleye dönük bir sanat. Kitabının sunuş yazısında, “Kaldı ki kendi adıma -defalarca yazıp söylemişimdir- popüler sinemayı asla reddetmedim; hatta küçümsemedim. O sinemanın çok sıkı takipçisi değilim; hâttâ yanına yaklaşmak bile istemediğim filmler, seriler veya oyuncular da oldu. Ama yine de kitle sinemasının en ilginç örneklerini izledim ve yazdım. Hâttâ kimilerini en iyi film listelerime aldım” diyen Dorsay, en çok film için bir basın gösterimi düzenlenmemesine kızıyor… Şaşaalı magazin basınına da açık galalar yapıp da sinema yazarlarına bir gösteriminin çok görülmesini kaldıramıyor. Gişe yapmayan filmler için “neden yazmadınız” yakınmalarının bini bir para olunca… Sitemini, “Bizim de onurumuz var” sözüyle dile getirirken olanca nezaketiyle taşı gediğine koyuyor, tabii. Kim haksız diyebilir ki!

Samimi ve şeffaf

Atillâ Dorsay, 180 film eleştirisini elden geçirip, üzerinde çalışıp sıralamış. Dilinin ve yaklaşımının ne denli olumlu ne denli içten olduğunu okuduğunuzda hissediyorsunuz. Filmler üzerine yazarken titizlendiğini, kimseyi kırmak istemediğini, yazdıklarının isteğini aşan anlamlar taşımaması için nasıl çaba harcadığını, filmi değil de sinemayı savunduğunu, sinemanın yaşamı yansıtan en güçlü sanat olduğunu, buna da bağlı olarak geniş kitlelere ulaşmasının da etkisiyle okurunu sinemaya yönlendirme düşüncesinde olduğunu görüyorsunuz.

Atillâ Dorsay, sadece filmleri aktarmamış biz okurlara; “Yeni Bir Kuşak” adı altında genç sinemacıları ve dünyaya açılan yeni filmlerimizle sinemamızın geleceğinin de alabildiğine parlak olduğunu vurgulamış. Berlin ve Cannes’da ödül alan yönetmenlerimizi takip edecek, daha da çok ödül toplayacak yeni bir kuşağın geldiğini müjdelemiş.

Gerek sinema geçmişi olan ve üzerine yazmak isteyen ve kitap yazıları yazan benim için en belirleyici cümlesi: “…film üzerine görüşlerimi tam bir eleştiri yazısına dönüştürdüm. Bunu yapmış ve şu filmleri ortak belleğimize kazandırıp ‘unutulmaktan kurtarmış’ olmakla iftihar ediyorum.”

Bir avuç nostalji…

Filmini yarışmaya… düzeltiyorum, gösterime giren her filmin değerlendirildiği SİYAD ödüllerine (meslek birliklerinden temsilci olmaması gerekçesiyle) katmaktan kaçınan yönetmen ve yapımcılara, dünyadan da örneklerle öyle bir ders veriyor ki…

Bağışlayın, Atillâ Bey de bağışlasın, kitapta yönetmenlerin, oyuncuların, ilgililerin ve filmlerin adları (hem de yıllarıyla) yer alıyor. Benim bir sorumluluğum da, kitapların okunmasına katkı sağlamak… İzleyicilerin Hale Soygazi’nin kolunda (Bir Yudum Sevgi nedeniyle haklı olarak) Kadir İnanır’ı görmek isterken sürpriz şekilde Atillâ Dorsay’ın sahneye çıkması ilgi çeker tabii. İstiyorum ki, Hülya Koçyiğit, Mahsun Kırmızıgül, Türkan Şoray, Çağan Irmak, Nuri Bilge Ceylan, Lütfi Ömer Akad, Yılmaz Güney ve daha nicelerinin yer aldığı o ilginç yazılar okunsun. Zaten bir yazısında, Nuri Bilge Ceylan’ın kazakla sahneye çıkıp ödül almasının yoğun katılımlı gecenin önüne geçmesine ve yankılarına (Hıncal Uluç polemiği önemli) yer veriyor. Bir yazısında da, hiçbir eleştirmenin filmi beğenmese de “sakın gitmeyin” demediğine, ama bulundukları konum gereği her konuda kalem oynatan (kimi zaman da fırıldaklık yapan) köşe yazarlarına “buyurgan ve diktatör” diyor.

Atillâ Dorsay filmler üzerine yazdıkları gibi yaşamın belirleyicilerinden olan anılarını da kitaplaştıran biri. 54 kitabı var ve hepsi köşe taşlarını oluşturuyor şu yakın tarihimizin.

Yenisi yolda…

Atillâ Dorsay, sinemamızın istenilen düzeyde, dünya çapında kabul gören bir nitelikte güçlü ve aranan olmasının düşünü görüyordu, yıllar boyunca sinemayla ilgilenen herkes gibi. Kitapta da vurgulandığı gibi o düşü yaşıyor olması ne büyük mutluluk, hepimiz için.

Sinemamızın duayen yazarı, bu düşünün yanı sıra ikinci bir kitap hazırlığının da peşine düşmüşken, koronavirüs günlerinde hepimizin evde kaldığı karantina günlerinin ardından, kalp rahatsızlığından (6 damarı içeren by-pass ile) kendisini asla yalnız bırakmayan ve hep destekleyen eşinin de desteğiyle kurtulmuş. Şimdi hepimiz merak, heyecan ve umutla yeni kitabını bekliyoruz.

Popülizmin sefaleti

Televizyon programı yaparken muhakkak ve mutlaka kitap tanıtımı da eklerdim, kitapların ne denli önemli ve gerekli olduğunu vurgulamak için.

Artık ne yeterli kültür sanat programı var ne de kitap tanıtımı… Fox TV’de “Çalar Saat” programında İsmail Küçükkaya, kitap tanıtımı değil, ama kitap duyurusu yapıyor, bu bile çok önemli bir şey. Ancak Küçükkaya, (12 Ekim 2020’de) Atillâ Dorsay gibi bir ustanın (onun yaşından fazla kitabıyla), duayenin kitabını yazarından hiç söz etmeden, sadece kapak görselindeki oyuncuyu anarak duyurması gerçekten popülizmin sefaleti olarak önemli bir üzünç kaynağı. Yapmayın bunu, lütfen.

Dünyaya Açılan Sinemamız ve Yeni Bir Kuşak
(Türk Sineması 2019 – 2020)

Atillâ Dorsay
Remzi Kitabevi
Eylül 2020, 272 s.

(11 Ekim 2020)

Korkut Akın

[email protected]

Mehmet Yağmur’u Kaybettik

Sinemamızın aksiyon filmleri oyuncularından Mehmet Yağmur, 03 Ekim 2020 Cumartesi günü hayatını kaybetti. Bin Yıllık Yol ile oyunculuğa başlayan Yağmur’un rol aldığı filmler arasında Baba, Hicran, Jilet Kazım, Bebek Gibi Maşallah, Aşkların En Güzeli, Kin, Cezanı Çekeceksin, Murat ile Nazlı, Para, Yılmayan Şeytan, Anadolu Ekspresi, Battal Gazi Geliyor, Bitirim Kardeşler, Güllü Geliyor Güllü, Namın Yürüsün Behçet, Üç Dev Adam, 100 Lira ile Evlenilmez, Bırakın Yaşayalım, Zavallılar, Katma Değer Şaban gibi filmler var. Cenazesi, 04 Ekim 2020 Pazar günü toprağa verilecek olan merhuma tanrıdan rahmet, kederli ailesine sabırlar dileriz.

5. Türk Dünyası Belgesel Film Festivali’nin Finalistleri Belirlendi

Türk Dünyası Gazeteciler Federasyonu öncülüğünde düzenlenen 5. Türk Dünyası Belgesel Film Festivali’nin finalist filmleri belli oldu. Festival Tertip Komitesi Başkanı Menderes Demir konuyla ilgili açıklamay yaptı ve “Belgesel yarışmasında Ön Jüri Üyeleri Yönetmen Alihan Erbaş, Akademisyen Batuhan Kalaycı, Akademisyen Burak Türten, Görsel Yönetmen Erkan Baysal, Sinema Araştırmacısı Hayri Çölaşan, Öğretim Elemanı Memduh Yağmur, Akademisyen Süreyya Azizova ve Amasya Üniversitesi’nden Timur Yılmaz finalistleri belirledi.” dedi.

5. Türk Dünyası Belgesel Film Festivali’nin Finalistleri Belirlendi yazısına devam et

Mahmut Benek’i Kaybettik

Derviş Zaim’in Tabutta Rövaşata filminin oyuncularından Mahmut Benek, 03 Ekim 2020 Cumartesi günü hayatını kaybetti. Benek, filmde soğuktan donarak ölen evsiz Sarı lâkaplı karakteri canlandırmıştı. Mahmut Benek’in cenazesi, 03 Ekim 2020 Cumartesi günü ikindi namazını müteakip kılınacak cenaze namazı sonrasında Kuşadası Yayla Köyü’nde toprağa verilecek. Merhuma tanrıdan rahmet, kederli ailesine sabırlar dileriz.

TRT Ortak Yapımları Dünya Sinemasına Damga Vuruyor

TRT ortak yapımları dünyanın en önemli film festivallerinde başarı elde etmeye devam ediyor. TRT ortak yapımlarından Af, 33. Tokyo Film Festivali’nde yarışırken, Quo Vadis, Aida? filmi Bosna Hersek’in Oscar adayı oldu. İki Şafak Arasında filmi ise 68. San Sebastian Film Festivali’ndeki büyük ödülün sahibi oldu. 93. Akademi Ödülleri’nde Uluslararası En İyi Film kategorisinde Bosna Hersek’i temsil edecek Quo Vadis, Aida? dünya prömiyerini Eylül ayında Venedik Film Festivali’nde yapmıştı. İki Şafak Arasında, San Sebastian’da 5 filmin yarıştığı bölümde Work in Progress Industry Europa ve Work in Progress Europa ödüllerini almaya hak kazandı.

Bülent Emrah Parlak, Çok İddialı Bir Filmle Geliyor

Ünlü oyuncu Bülent Emrah Parlak, son filminde çok önemli tarihi bir karakteri canlandırıyor. Şeyh Bedrettin isyanını konu alan Hakikat: Şeyh Bedreddin filminde Börklüce Mustafa karakterini canlandıran sevilen oyuncu, filmin basın toplantısında Börklüce Mustafa’nın halkıyla beraber hareket eden bir kahraman olduğunu ve bu rolü oynamaktan gurur duyduğunu ifade etti. Şeyh Bedrettin karakterine hayat veren Suavi ile birlikte rol almaktan dolayı da mutlu olduğunu dile getirdi.

Emre Akay’ın Av Filmi Rejkjavik’te

Emre Akay’ın Av filmi, Neuchâtel, London FrightFest, Slash Vienna ve Lisbon MotelX gibi tür festivallerinin ardından yolculuğunu ünlü Rejkjavik Film Festivali’yle sürdürüyor. Av, Ekim ayında Almanya’daki Osnabrück Fetivali’nde gösterilecek ve ardından Amerika’daki beş ayrı film festivalini çevrimiçi platformda buluşturan Nightstream’de Kuzey Amerika prömiyerini gerçekleştirecek. Kendisini öldürmek isteyen ailesinden kaçarken, avcıya dönüşen Ayşe’nin gerilim dolu hikâyesini anlatan film, sert ve katıksız tarzının yanı sıra doğal mekânlarıyla da dikkat çekiyor. Av’ın Türkiye prömiyeri için, pandemi sürecinden dolayı henüz bir tarih belirtilmiyor.

39. İstanbul Film Festivali Biletleri Satışta

39. İstanbul Film Festivali’nin 09 – 20 Ekim 2020 tarihlerinde yapılacak Uluslararası Yarışma, Ulusal Belgesel Yarışması ve Filmekimi Galaları gösterimlerinin biletleri bugünden itibaren satışa sunuldu. İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenen festival Ekim ayında sinema salonlarında sürdüğü gibi çevrimiçi gösterimlerine de başlıyor. Uluslararası Yarışma filmleri yalnızca çevrimiçi platform filmonline.iksv.orgda gösterilecek Ulusal Belgesel Yarışması ve Filmekimi Galaları filmleri hem çevirimiçinde hem de Cinemaximum Nişantaşı City’s ve Kadıköy Sineması’nda da gösterime girecek. Festivalde toplam 40 yeni film gösteriliyor.

Bosphorus Film Lab’ın Pitching Platformunda Yer Alacak Projeler Açıklandı

T. C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü’nün katkıları, Anadolu Ajansı’nın destekleriyle; Boğaziçi Kültür Sanat Vakfı tarafından bu yıl 23 – 30 Ekim 2020 tarihleri arasında düzenlenecek 8. Boğaziçi Film Festivali’nin endüstri bölümü olan Bosphorus Film Lab’ın Pitching Platformu’nda yer alacak projeler açıklandı. Bu yıl 96 film projesinin başvurduğu Pitching Platformu’nda yer alan film projelerini, film yapım fonu Sørfond’un proje yöneticisi Per Eirik Gilsvik, Les Arcs European Film Festivali ve Tribeca Film Festivali’nin Artistik Direktörlüğünü üstlenen Frederic Boyer ve TRT Ortak ve Dış Yapımlar Müdürü Faruk Güven değerlendirecek.

Bosphorus Film Lab’ın Pitching Platformunda Yer Alacak Projeler Açıklandı yazısına devam et

14. SineMardin Uluslararası Mardin Film Festivali

Mardin Film Ofisi tarafından T. C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkılarıyla gerçekleştirilecek olan 14. SineMardin Uluslararası Mardin Film Festivali 16 – 23 Ekim 2020 tarihleri arasında düzenleniyor. SineMardin, ilk kez gerçekleştirildiği 2006 yılından bu yana, Mardin ve Mezopotamya’nın anlatı geleneğine atıfta bulunmak amacıyla düzenleniyor. Uzun metraj film senaryolarından doğru yaptığı özgün film seçkisiyle farklılık yaratan SineMardin, mümkün olan en geniş izleyici profiline ulaşılabilir bir sanat etkinliği sunuyor. Festivalin tüm film gösterim ve etkinlikleri ücretsiz olan Sine Mardin ve Cinemaximum Emirgan AVM Sineması’nda gerçekleştirilecek.

14. SineMardin Uluslararası Mardin Film Festivali yazısına devam et

Kim Uygar, Kim Barbar

Güney Afrikalı Nobelli yazar JM Coetzee’nin 1980 yılında yayımlanan ünlü romanı ‘Barbarları Beklerken / Waiting for the Barbarians’ın sinema uyarlaması bu hafta gösterime girdi. Salgın döneminin öne çıkan filmlerinden biri olan yapım, geçtiğimiz yıl Venedik Film Festivali’nin ana seçkisinde yer almıştı.

Coetzee eserlerinde, Güney Afrika’yı ve sömürge yönetimi politikalarını eleştirel bir dille ele alır. Evrensel emperyalizmin sömürü anlayışına, ve kimin uygar kimin barbar olduğuna dair sorular sorar, 1948 – 1994 yılları arasında beyazların siyahilere ve yerli halklara uyguladığı faşist yöntemleri bir beyaz adam olarak yargılamaya koyulur. 20. yüzyıl başlarında adı belirtilmeyen bir imparatorluğun ücra bir sınır bölgesinde geçen ve filme kaynaklık eden romanında, olan bitene bölgede görevli bir sulh hakiminin gözünden tanıklık ediyoruz.

Ücra karakolda yıllardır görevini sürdüren emekliliği yaklaşmış kanun adamının sakin hayatı, merkezden sınır ötesindeki ‘barbarlar’ tehdidine karşı bölgeye gönderilen sorgu müfettişi Albay Joll’un gelişiyle eksen değiştirir. Totaliter her organizmada olduğu gibi, yerli halkı kontrol edebilmek için sanal düşmanlar üreten emperyal güçler, bu hikâyede de toprağında yaşayan insanları düşman, kendilerini ‘uygar’, yörenin geleneğini sürdüren yerlileri ‘barbar’ ilan etmişlerdir bile. Albay’ın acımasız tutumu karşısında hem kendi otoritesinin hem de iktidara bağlılığının sarsıldığını fark eden yaşlı adam, yerli halka reva görülen ağır işkencelere karşı çıktığında, herkesi karşısına alacaktır.

‘Barbarları Beklerken’ iktidar ile uyum içinde yaşamını sürdürmüş bir hukuk adamının görevi ve vicdanı arasında yaşadığı gelgitler ve yoğun iç tartışmalarını merkeze alan eşsiz bir metin, çetin bir iç yolculuğun hikâyesidir. Sulh hakiminin tanıklığı eşliğinde, kimlerin gerçek barbar olduğunun iz sürücüsüdür. Başka halkların topraklarını işgâl eden emperyal hükümranlıklar mıdır barbar olan. Yoksa, yaşama biçimini, kültürünü, korumak isteyen, toprağında yaşamak isteyen yerli halklar mı.

Gerek Coetzee gerekse yapımcı Michael Fitzgerald’ın seçimiyle yönetmenlik koltuğuna Kolombiyalı Ciro Guerra’nın seçilmesi şaşırtıcı değil. Kolombiyalı sinemacıyı, Amazon topraklarında kutsal bir şifa bitkisinin izini süren iki bilim insanının öyküsünden yola çıkarak, sömürgeciliğin Amazon halkının tarihi üzerinde yarattığı derin tahribat üzerine, siyah-beyaz görselliği ve şiirsel sinema diliyle ağıt yakan 2015 yapımı benzersiz denemesi ‘Yılanın Kucağında / El Abrazo de la Serpiente’ ile tanımıştık. Yerel kültürleri yerle yeksan eden beyaz adamın günahlarını tavizsiz bir sinemayla aktaran filmin dünya çapında büyük ilgi görmesi ve Oscar adayı olmasının ardından, Cristina Collego ile ortaklaşa yönettiği bir sonraki filmi ‘Göç Mevsimi / Pájaros de Verano’, geçtiğimiz yıl sinemalarımızı ziyaret etmişti. Kolombiya halkının uyuşturucu üreticiliğine geçişinin Escobar’dan önceki yıllarını anlatan çalışma, bu acı sınavın kutsallık üzerine inşa edilmiş bir yaşam biçimini nasıl yerle bir ettiğini anlatıyordu. Vahşi kapitalizmin akıl çelici nimetlerinin gözlerini kamaştırdığı, yüreklerini kararttığı bir toplumun; ölülerinin kehanetlerine kulak vermemiş, gücendirilmiş ruhların artık onları korumadığı insanların trajik öyküsünü dile getiriyordu.

Bu portfolyonun ardından yönetmenin Coetzee’nin romanıyla karşımıza çıkması rastlantı değil. Kendi başarılı yönetmenlik denemeleri olan görüntü ustası Chris Menges ile birlikte olması; sulh hakiminde Mark Rylance gibi çok incelikli performanslar sunan bir oyuncu ile çalışması da filmin artılarından. Ancak sinemaya uyarlanması kolay olmayan bir roman ‘Barbarları Beklerken’. Senaryo bizzat Coetzee tarafından ele alınmış bile olsa, roman kahramanının içsel yolculuğu peliküle geçememiş. Buna karşılık Johnny Depp ve küçük bir rolde Robert Pattinson gibi yetenekli oyuncular, tek boyutlu yazılmış kötü adam tiplemelerinde fazla bir varlık gösterememiş. ‘Kahrolsun Emperyalizm’ mesajını duyurmak açısından işlevi var kuşkusuz, ancak bu haliyle Fas ve İtalya’nın kızgın kumlarında çekilmiş görüntüler eşliğinde, eski usul Hollywood tarzı oryantalist bir seyir vaad ediyor ‘Barbarları Beklerken’. Piyasadaki film yokluğunda buna da razıyım diyenler için.

(08 Ekim 2020)

Ferhan Baran

[email protected]

Sinemacılık ve Filmcilik Yararına Bağımsız İletişim Platformu