Parçalanmış Ruhlar, Kırık Bedenler / Alpha

Julia Ducournau’nun 4 yıl önce Cannes’dan Altın Palmiye ile dönen bir önceki çalışması ‘Titane’ için ‘iyi kotarılmış çılgın bir kan, ter, ateş ve motor yağı kokteyli’ olarak söz etmiştim. Fransız yönetmenin bu yıl yine Cannes ana yarışma seçkisinde dünya prömiyerini yapan son filmi ‘Alpha’ öncekinin aksine çok soğuk karşılandı ve eleştirmenlerden kötü notlar aldı. Filmi yeni izledim ve kişisel olarak bu eleştirileri çok da haklı bulmadığımı ifade etmek isterim.

Hikâyeden ziyade yönetmenlik becerisiyle öne çıkan tavrını baştan kabul ettiğimizde, Ducournau cephesinde değişen bir şey yok. Fransızların ünlü sinema okulu La Fémis mezunu, jinekolog anne, dermatolog babanın kızı olan sinemacı, bundan 14 yıl önce Cannes’da Eleştirmenler Haftası bölümünde gösterilmiş olan ‘Junior’da 13 yaşındaki Justine’in büyüme öyküsünü bir yılanın deri değiştirmesiyle parallellikler kurarak anlattığı kısa metrajında, beden değişimi konusuna ilgisini ortaya koymuştu. 2016 yılında, Kanadalı usta David Cronenberg hayranlığı doğrultusunda beden deformasyonu ve araba kazaları ilgisine ‘yamyamlık’ temasını eklediği ‘Çiğ / Raw’ (Fransızca özgün adıyla ‘Grave’) ile adını duyurdu. Zengin imgelemi coşkun fantezilerle yüklü sinemacı, nedenini nasılını pek de sormanıza izin vermeyen bir tuhaflıklar silsilesi olan ‘Titane’da ise yönetmenlik gücünü konuşturuyor ve kültleşen sekanslara imza atıyordu.

‘Alpha’ aynı diğerleri gibi, dilimizde ‘bedensel değişimler üzerinden korku’ şeklinde ifade edebileceğimiz ‘body horror’ alt türüne dahil edebileceğimiz bir yapım. Hikâyesine gelirsek; filme adını veren 13 yaşındaki küçük kız (Mélissa Boros), dört bir köşesinde duman çekilen dövmeci mekânında genç bedenlerin ortaklaşa kullandığı iğne ile koluna dövme yaptırıyor. AIDS benzeri bir salgına yakalanmış hastaların tedavi gördüğü şehir hastanesinde doktor olarak hizmet veren annesi (Golshifteh Farahani) haklı olarak büyük endişeye kapılıyor. Kentin çeperinde yaşayan Kuzey Afrika kökenli Berberi aileyi bir arada tutabilmek için elinden gelen yapmaya hazır olan genç kadın yıllar sonra baba ocağına sığınan eroinman erkek kardeşi Amin’in (Tahar Rahim) bakımı ve sorumluluğunu da üstlenmiştir. Şehri kuşatan salgın ortamında, Alpha’nın giderek kötü sinyaller veren rahatsızlığı ve Amin’in bedeni hızla deforme eden umarsız hastalığı ile mücadele etmesi kolay olmayacaktır.

Ducournau kafasında gelişen hikâyeyi krolonojik olarak kurmuyor. Bu da en başlarda bir miktar kafa karışıklığına neden oluyor. Finale doğru yol alırken, olan bitenin apokaliptik bir şimdiki zamandan tam 8 yıl öncesine uzanan çarpıcı kurgusuna dalıyoruz. Bu noktada, Ruben Impens’in etkileyici görüntüleri ile ile Jean-Christophe Bouzy’nin farklı dönemleri ustaca kaynaştıran yaman kurgusunun desteğiyle, sinemacının parmak ısırtan yönetmenlik becerisi devreye giriyor. Yeni yetme Boros, bu film için 20 kilo vererek taştan bir enkaza dönüşen Rahim ile İran asıllı usta oyuncu Farahani’nin yanında ezilmemiş. Amerikalı Jim Williams’ın tekinsiz müziği bir kez daha farklı telden pop, rock tınıların yanı sıra Beethoven, Lizst gibi bestecilerin klasik ezgileriyle dengelenmiş.

Berberi dilinde konuşabilen, göç ettiği ülkenin dili ve gelenekleri ile kaynaşamamış büyükanne gerek oğlunun gerekse torununun başına gelenleri Kuzey Afrika çöllerini kasıp kavuran şeytani ‘Kırmızı Rüzgâr’ kavramıyla izaha çalışıyor. Çaresiz hastalığın ileri devresinde hastalar kanı çekilerek mermer heykele dönüşüyor. Parçalanmış bedenden sızan sıvılar ya da ağızlardan çıkan kilden nefeslerin ürkütücülüğün katsayısını yükselttiği kültleşmesi muhtemel dehşetengiz sekanslar art arda sıralanırken, final vurucu bir ‘kızıl çöl’ metaforuyla geliyor.

Görsel yetkinliğine şapka çıkarttığımız yapım, hikâyedeki kopuk noktalar nedeniyle eleştirilebilir. Karakterlerin yeterince işlenmediği, homofobi, ayrımcılık gibi alt metinlerin atmosferin ön planda olduğu yönetmenlik gösterisinin gölgesinde kaldığı da rahatlıkla söylenebilir. Lakin Ducournau’nun tercihi bu zamana kadar hep böyle oldu. ‘Titane’ başarısından sonra gelen olumsuz eleştirilerin ardından bakalım neler yapacak. Beklemeye değer.

(05 Kasım 2025)

Ferhan Baran

ferhanb@ferhanbaran.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir