Ferzan Özpetek’in yönettiği ve Halit Ergenc, Tuba Büyüküstün, Mehmet Günsür ile Nejat İşler’in oynadığı İstanbul Kırmızısı, 03 Mart 2017’de Mars Dağıtım dağıtımıyla BKM Film tarafından vizyona çıkarıldı.
Uzun yıllar yurt dışında yaşayan yazar – editör Orhan Şahin, ünlü yönetmen Deniz Soysal’ın ilk kitabı üzerinde çalışmak için İstanbul’a gelir. Deniz zenginliğinin son demlerindeki ailesiyle birlikte bir yalıda yaşamaktadır. Orhan, kendini ilk günden Deniz’in karmaşık ilişkileri, esrarengiz arkadaşları ve aile bireylerinin ortasında bulur. Yıllar sonra döndüğü İstanbul’u yepyeni gözlerle keşfederken, unuttuğu duyguları yeniden yaşamaya başlayacaktır.
Aylık arşivler: Ocak 2017
Tatlım Tatlım’a Hazır mısınız?
Başrollerini, Aylin Kontente, Büşra Pekin, Gupse Özay, Şebnem Bozoklu, Bülent Emrah Parlak, Çağlar Çorumlu, Fatih Artman ve Serkan Keskin’in paylaştığı, Yılmaz Erdoğan’ın yazıp yönettiği Tatlım Tatlım’ın ilk teaser’ı yayınlandı. İlişkilerin çeşitli aşamalarında yaşananları kadın ve erkek ekseni üzerinden eğlenceli bir dille anlatan, kendilerini olayların akışına bırakmış dört çiftin hikâyesi Tatlım Tatlım yakında gösterime girecek.
- Basın Bülteni
- Teaser’ı izlemek için tıklayınız.
- Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
SİYAD, Carol’ı 2016’nın En İyi Yabancı Filmi Seçti
Sinema Yazarları Derneği (SİYAD), 2016’nın En İyi Yabancı Filmi olarak Carol’ı seçti. SİYAD üyelerince geçen yıl Türkiye’de vizyona giren tüm yabancı filmler arasında yapılan oylama sonucunda en çok oyu alarak birinci sırada yer alan Carol’ın ithalatçısına ödülü 15 Mart akşamı Şişli Belediyesi Cemil Candaş Kent Kültür Merkezi’nde düzenlenecek olan ve sunuculuğunu Tuğrul Tülek’in yapacağı törende verilecek.
Sadi Çilingir Yazıyor: Seni Şimdiden Özledim
52. Uluslararası Antalya Film Festivali’nin başlamasından birkaç ay önce Antrakt Sinema Gazetesi’nin sahibi Deniz Yavuz aradı, festival kataloğunu hazırlama görevinin kendisine verildiğini bildirdi. Rahmetli yazar arkadaşımız Orhan Ünser’le birlikte yerli sinemamız hakkında her olayı, bilgiyi takip ettiğimizi bildiğinden, kataloğa koymayı düşündüğü, sinemamızın bir önceki yıl kaybettiği değerleri sanatçılarımızı hatırlatacak ve anmamıza … Devamı… »
Duvar
Sadi Bey’in Facebook Günlükleri:
Duvar, nam-ı diğer The Wall. “Duvar” deyip hor görme garibi. Nice dünya güzelleri, yeryüzü yakışıklıları yürüdü, geçti önünden. (31 Ocak 2017)
Geleceği tahmin etme becerisi en çok ses sanatçılarımızın ailelerinde bulunuyor sanırım. Soyadlarına dikkat ederseniz Tatlıses, Gürses, Şenses, Güzelses, Bülbülses’lerin aileleri daha evlatları dünyaya gelmeden onların ses sanatçısı olacaklarını öngörmüşler ki ailelerinin soyadlarını ses’lendirmişler. Bendeniz de bu uygulamadan ve şu an içinde bulunduğum sektörden ilham alarak soyadımı Tatlıfilm, Gürfilm, Şenfilm, Güzelfilm, Bülbülfilm veya Tatlısinema, Gürsinema, Şensinema, Güzelsinema, Bülbülsinema olarak değiştirmeyi düşünüyorum. Sadi Tatlısinema veya Sadi Güzelfilm olur mu? Henüz karar veremedim, siz ne dersiniz? (“O soyadları ses sanatçılarımızın şöhret basamaklarını tırmanmaları için kullandıkları takma adlardır” diye bazı arkadaşlar konuya hemen müdahil olup akıl vermesinler lütfen. Öyle olduğunu ben de biliyorum ve bu saatten sonra soyadımdan da vazgeçecek değilim tabi ki. Ne de olsa o şekilde meşhur oldum; bu duruma meşhurluk denmese de sağ olsunlar bazen duayen diyorlar.) (01 Şubat 2017)
Gemilerde talim var. (“Gemicik” yazsam yanlış anlaşırım deye* böyle yazdım. Fotoğrafı otobüs içinden çektim. Camdaki “Acil Çıkış” yazısı da konuya uydu sanki. Hani talim, hoplama, zıplama vs. vs. gibi.)
*Rahmetli Özdemir Asaf malum kelimeyi böyle yazardı. (01 Şubat 2017)
Kısa boylu arkadaşlar genelde boylarından şikâyet ederler. Hiç etmesinler, çünkü uzun boylu olmak daha kötü. 1.83 boyumla pek selvi boylu olmasam da ben bile bazen rahatsız oluyorum uzunluğumdan. Sinemada, tiyatroda arkamıza denk gelenler, oyunun, filmin olur olmaz yerinde dürterler bizi, “Perde görünmüyor, kafanızı eğer misiniz?” diye taciz ederler. Taciz olmasa da uzunluğun verdiği tedirginlikle koltukta büzüldükçe büzülürüz. Mesela kısa boylu olarak hiç duydunuz mu “Beyefendi kafanızı biraz yukarı kaldırın da perdenin yarısı kapansın.” diye. Mümkün değil, duymamışsınızdır. Bazen seslenirler “Uzuuun baksana” diye, “Kısaaa bak bana.” diyene rastladınız mı? Rastlamadınız tabi ki. Bazen tarifi bile uzun adam üzerinden yapanlar olagelmiştir. “Bak teee oradaki uzunun önünde durduğu dükkân.” derler. “Kısanın yan tarafındaki kebapçı.” demezleeer. (02 Şubat 2017)
“Yeni Nesil Ajan” filminin afişinde IMAxXx esprisi. (01 Şubat 2017)
Kantarın topuzunu kaçırıp sürekli mağdur olduğunuzdan ve suçunuz olmadığından bahsederseniz, farkında olmasanız dahi kendi aleyhinize çalışıyorsunuz demektir. Bir müddet sonra insanlar sizin mağdur olmadığınıza ve suçun kesinlikle sizde olduğuna inanmaya başlarlar. Çünkü işin suyunu çıkardınız, inanılmaz oldunuz. (05 Şubat 2017)
“Bir çiçekle bahar gelmez” deyip gülü, yasemini, menekşeyi hor görme, sadece sana değil görüntü ve kokularıyla tüm doğaya mutluluk saçıyorlar. (05 Şubat 2017)
Milliyet Gazetesi’nin ekini tetkik ederken üstad R. Hakan Kırkoğlu’nun köşesine takıldım. Kırk yılda bir burcuma bakayım dedim, bulamadım. Kova Burcu’nu göremeyince tarih aralığına baktım, Saka Burcu yazıyor. 67 yaşımdan sonra Yeni Türkiye’de burcumun da değiştiğini gördüm ya artık sen sağ ben selamet. (05 Şubat 2017)
Sadi Bey’in Beyazperde Yazıları:
Üzüntü insanı olgunlaştırır. (Dixie, Yön: Edward Sutherland.)
Hepimiz çocukluğumuzu özleriz; en kötümüz bile. (Vahşi Belde-The Wild Bunch, Yön: Sam Peckinpah.)
(07 Şubat 2017)
Sadi Çilingir
Ali Erden Yazıyor: Madencilik Dünyasında Vahşi Savaş
1981 yılı. Nevada’nın Reno şehri. Büyükbabasının birkaç katırla geldiği, elleriyle kazdığı madeni babası büyük bir şirkete dönüştürmüş Kenny Wells, sevgilisi Kay’i etkilemeye çalışırken Kenny’nin hikâyesi başlıyor. Artık yorgun babası işi ona bırakıyor. 1988 yılı. Kenny iflâsın eşiğinde. Şimdi ne olacaktı? Ama onun hayalleri vardı. Her zaman yeniden başlama gücü olmalıydı. Bunun için de hayallere ihtiyaç vardı. 1965’te Kentucky-Louisville’de doğan … Devamı… »
Güzel Adam Süreyya
Bir insanın yaşamı, her kim olursa olsun, her nerede yaşıyorsa yaşasın, her ne yapıyorsa yapsın muhakkak ki özeldir, önemlidir. Tabii ki, bakmak, bakmayı bilmek, ondaki farklılığı anlamak, anlatabilmek gerekli… Bunu bize sunan filmlere belgesel diyoruz. Belgeseller, yorum da içeren ama aslında izleyicinin yorumunu öne çıkaran çalışmalardır.
Bizim ülkemizde, belgesel denilince akla -her nedense- sadece tarihi değerlerin anlatılması geliyor. Onların da çoğunu yok ettiğimiz için sadece camiler var elimizde… Onları da yeterince anlatabildiğimizi sanmıyorum ya… Bu yazının konusu değil, başka bir yazıda ele alırız.
İnsan, en değerli varlık
Toplumsal belleğimizin olmadığını, eskiyen her şeyin unutulduğunu, unutulanların arkasından hüzünlendiğimizi söyleyip dururuz. O güzellikleri belgelemek isteyenler gerekli bilgiyi, belgeyi bulamaz; bulanlar da daha fazla kazanç getirecek yatırımlara yönelir. Bu, yazmak için de, görüntülemek için de, resimlemek için de geçerli… Resmi ve özel kurumlar da her şeye para bulurlar ama böylesi güzellikleri belgelemeye hiç sıcak bakmazlar.
Bu nedenle, hemen baştan Sompo Japan Sigorta ile İdea Jeneratör’e teşekkürü bir borç biliyorum. Her şey para değildir, bu yapılan, paradan çok daha değerlidir, geleceğe kalacak önemli bir yaşamdır.
Takımın atan kalbi
Maç içerisinde tribünden edilen küfürlere, “Ayıptır, yazıktır.” diyen Süreyya’ya, “Sen hele hiç konuşma, her maçta görüyorum seni, hep yedeksin. Hiç mi oynamaz bir insan…” cevabı, o seyircinin duygusuyla birlikte bilgisizliğini de yansıtıyor. Bilenlerse, Süreyya’yı hep merkezde tutuyor, takımın kalbi olarak niteliyor.
Önemli bir çalışma Güzel Adam Süreyya. Yönetmen Gökçe Kaan Demirkıran çok titiz çalışmış, yıllara dayanan çekimleri iyi toparlamış. Muhakkak ki eksikleri vardır ama eksiksiz hayat mı olur!
Gözleri doluyor…
Birçok işe girmiş çıkmış Süreyya. Herkese sevdirmiş kendini. Beşiktaş’la sahaya çıkmak en büyük arzusuymuş ve malzemeci olarak her maçta, ister deplasmanda, ister Avrupa kupası maçlarında çıkmış büyük bir gururla.
Anlatırken gözleri doluyor, bu kadar da duyarlı, bu kadar da alçakgönüllü… Gözlerinin içi gülüyor güzel bir şey anlatırken…
Futbolcular, malzemeci Süreyya ile ilgili anılarını aktarırlarken, belli ki kendileriyle en içten ilgilenen, onlara hep yakın davranan bu ağabeylerini unutamıyorlar. Çok insan, futbolcu, yönetici, çalıştırıcı geçmiş takımdan ama Süreyya hep kalmış. Hepsiyle de iyi anlaşmış, hiçbiri kötü söylemiyor, rakip olsalar da artık.
Önce futbol…
Futbolcuların bilinçsizliği üzüyor tabii, ister istemez, izledikçe. Sağlıkta ve hastalıkta Süreyya’yı arayıp soran (dil bilmeseler de “tarzanca” anlaştıkları halde) yabancı futbolcular olmuş. Bizim futbolcularımız, biraz palazlanınca herkesi küçümsüyorlar, film de bunun kanıtı. İstisnalar da var kuşkusuz, onları da izliyoruz zaten…
Yaşamını futbola vermiş, takımı için gece gündüz çalışan Süreyya’nın eşi ve oğluna daha çok yer verilmemesi, futbolun ailesinden de önce geldiğinin göstergesi bana sorarsanız. Eşinin ve oğlunun görüntüde yer alması da, aayıp olmasın, o da bulunsun” kabilinden araya sıkıştırılmış…
İki küçük noktaya takıldım…
Birincisi, Efsane Başkan Süleyman Seba’nın (yanlış mı hatırlıyorum), Süreyya adının kız adı olduğunu söylemesi… Çünkü Beşiktaş’ta Süreyya adlı çok da başarılı bir futbolcu vardı, nasıl unutulur! Hele de Başkan’ın unutması, mümkün değil. Bir hata olmalı…
İkincisi, Yılmaz Erdoğan’ın rol çalması… Dış ses olarak destek veren Erdoğan, haddinden fazla ağdalı yorumlamış elindeki metni.
Devamını bekliyoruz…
Derler ki, ABD’nin bu kadar güçlü olmasının altında, müzelerinin çok olması yatar… Amerika kıtası, daha bilinmezken biz İstanbul’u fethetmiştik ama bizim o kadar müzemiz yok. Buna da bağlı olarak binlerce yıla dayanan kültürel geçmişimizi ne yazdık ne de film yaptık. Bu ilk adım olsun.
Güzel Adam Süreyya, yönetmen Gökçe Kaan Demirkıran, belgesel… 9 Şubat’tan başlayarak gösterimde…
(07 Şubat 2018)
Korkut Akın
Kuyu (Yönetmen: Garip Çelik)
Teslimiyet filmi ile 22. Ankara Uluslararası Film Festivali Seçici Kurul Oyunculuk Özel Ödülü alan ve Nerdesin Aşkım? kısa filminde canlandırdığı Özge karakteri ile beğeni toplayan Seyhan Arman, bu kez de Garip Çelik’in yazıp yönettiği Kuyu isimli kısa filmin başrolünde yer alıyor. 2016 yılının Ağustos ayında yakılarak öldürülen trans birey Hande Kader’in dramından yola çıkılan film, trans bireylere yönelik transfobik bakış açısını ortaya koyuyor.
Onur Ünlü, İstanbul Modern Sinema’da
İstanbul Modern Sinema, SİYAD işbirliğiyle, Türkiye’nin güncel sinema kültüründe öne çıkan yönetmenlerin konuk olduğu buluşma serisini sürdürüyor. Yönetmenlerle Buluşma adlı program günümüz sinemasının dinamiklerine odaklanıyor. Serinin dördüncü konuğu, oluşturduğu kendine özel sinema diliyle birbirinden farklı türlerde dolaşan, hatırı sayılır bir hayran kitlesi yaratmış Onur Ünlü olacak. Program dahilinde Ünlü’nün yedi filmi ve dizilerinden bazı bölümlerin gösterimleri, SİYAD üyesi sinema yazarlarının sunumları ve oyuncuların katılımıyla gerçekleşecek. 02 Şubat Perşembe günü Onur Ünlü ile müzede bir söyleşi gerçekleşecek.
Asghar Farhadi, Akademi Ödülleri Töreni’ne Katılmayacağını Açıkladı
89. Akademi Ödülleri’nde En İyi Yabancı Film Oscar’ına aday olan İran filmi Satıcı’nın yönetmeni Asghar Farhadi törene katılmayacağını açıkladı. Farhadi’nin açıklaması şöyle: “Bu açıklama ile Akademi Ödülleri Töreni’ne katılmamaya karar verdiğimi, törende sinema camiasından dostlarımın yanında yer almayacağımı üzülerek bildiriyorum. Bu konudaki kararım geçtiğimiz birkaç gün içinde göçmenler ve ABD’ye seyahat eden bazı ülkelerin vatandaşları …”
- Açıklamanın devamı için tıklayınız.
- Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
Altın Lale Ulusal Yarışma Jüri Başkanlığını Taylan Biraderler Üstlenecek
36. İstanbul Film Festivali Altın Lale Ulusal Yarışma jüri başkanlığını Yağmur Taylan ve Durul Taylan üstlenecek. İlk uzun metrajlı sinema filmleri Okul’u 2003’te çeken Taylan Biraderler üçüncü filmleri Vavien’le İstanbul Film Festivali En İyi Film ve FIPRESCI ödülünü kazandılar. Altın Lale Ulusal Yarışma Jürisi’nin diğer üyeleri ise oyuncu Nejat İşler, yazar Sema Kaygusuz, görüntü yönetmeni Emre Erkmen ve kurgucu Çiçek Kahraman olacak.
- Basın Bülteni
- Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
Altın Lale Ulusal Yarışma Jüri Başkanlığını Taylan Biraderler Üstlenecek yazısına devam et
Yapımcı Sabahattin Çetin’den Kültür Bakanı Nabi Avcı’ya Mektup
Sayın NABİ AVCI,
Sayın Bakan, Sinema Destekleme Fonu’nun uygulamalarından mutlu değiliz. Meslektaşlarım için vazgeçilmez değerde olan fonumuzu yöneten kurul, senaryoları değil kişileri değerlendirme yoluna girmiştir. Bu yanlış uygulama bizi derinden endişelendirmektedir. Bir meslek duayeni olarak bunu size bildirmeyi görev kabul ettim.
Fon, birkaç yıldır, idare tarafından açık biçimde sektöre karşı bir silah gibi kullanılmaya başlanmıştır.
Muhalif olarak algılanan kişi veya kurumların hiçbiri destek alamadığı gibi, muhalif kimliği olmayan sadece mesleğini icra etmek isteyen sinemacılar da bu destekten mahrum bırakılmaktadır.
Bu vahim yanlış, sektörün yarısından fazlasının işsiz kalmasına sebep olmaktadır.
Kültür ve sanat alanı özellikle sinema, uzmanlık gerektiren bir alandır. Yıllarca emek verilerek oluşan yaratıcı meslek birikiminin, işsiz ve atıl durumda kalmasının hiç kimseye bir yararı yoktur.
Bunun ülkeyi yönetenlere de bir yararı yoktur.
Sadece bu, ülkemiz sinemasına yapılan büyük bir kötülüktür.
Sinemacılar, esirgediğiniz bu destek yüzünden uluslararası sinema fonlarına başvurmak hakkını da kaybetmektedirler. Çünkü bu fonların çoğu kendi ülkesinden alınan desteği zorunluluk olarak kabul etmektedirler.
Çok değerli birkaç sinemacımızın destek alması teselli vericidir ancak, çoğunlukla destek verilen verilen bazı kişi ve kurumların ciddi anlamda sektörel birikimleri yoktur. Bu da fonumuzdan çıkan paranın çoğu kez heba olması anlamına gelmektedir.
Sayın Bakan, Fonumuza siyaset bulaşmasına izin etmeyin. Sadece filmler çekmek isteyen birçok değerli sinemacıyı küstürüp üzmeyin.
Siz milyonlarca dolar harcayarak ülke tanıtımı yaparken, bu insanlar, yaptıkları küçük bütçeli filmlerle ülkemizin adını en prestijli film festivallerinde duyurmaktadır.
Yasa, fonumuzun yönetimini Meslek Birliklerinden seçilmiş meslektaşlarımıza bırakmasına rağmen, bürokratlarınız siyasal direktiflerle irademizin önüne geçmektedir. Bu haksızlıktır, bu yanlıştan vazgeçilmelidir. Bürokratlarınızın görevi, sadece alınan kararları uygulamak olmalıdır.
Sayın Bakan, oysa çözüm çok basittir;
Uluslararası uygulamalarda olduğu gibi sinema profesyonellerinden oluşan bir fon yönetimi oluşturulmalıdır. Bürokratlarımızın oy hakkı olmadığı bir fon yönetiminde, meslektaşlarımızın sinema değeri taşıyan her projesi karşılığını bulacaktır. Çünkü bizim işimiz sinemadır, siyaset asla değildir.
Mevcut durumda 14 üye ile projeler değerlendirilmektedir. Bu üyelerin büyük bir bölümü sinema kariyerine sahip değildir. Bu yapı ile adil bir değerlendirme yapılması mümkün değildir.
Fonun yönetimi, mesleğin beş temel unsuru sayılan yapımcı, yönetmen, senarist, görüntü yönetmeni ve oyuncudan oluşmalıdır. Bu göreve meslek birliklerince seçilen üyelerin en az beş adet uzun metraj sinema filminde çalışmış olmaları temel bir kriter olmalıdır.
Sinema profesyonellerinden oluşan bu kurul, en az dört yıl için seçilmeli ve üyeler emeklerinin karşılığında belirli bir ücret almalıdır.
Değerli bir kültür adamı olduğuna inandığımız sayın Nabi AVCI’nın çığlığımızı duyması ve fon yönetimine çeki düzen vermesini diliyoruz.
Saygılarımla.
(06 Şubat 2017)
Sabahattin ÇETİN
(Yapımcı-senarist-dağıtımcı)
Kederin Portresi
Bizde ‘Yaşamın Kıyısında’ adıyla gösterime giren ‘Manchester by the Sea’ sinemada yapılmış en etkileyici matem filmlerinden. Hikâyenin ana karakteri Lee Chandler, Boston’da kapıcılık yapan bir adam. Görevli olduğu blokta kendisine tahsis edilmiş küçük bodrum dairesinde yaşıyor. Binaların önünde biriken karları temizlemek, dairelerin su, elektrik tesisatlarındaki arızaları onarmakla geçiyor günleri. Tek başına içkisini yudumladığı barda kendisine baktığını düşündüğü iki adama saldırmasıyla sakin görünüşlü genç adamın içinde kopan fırtınalara tanık oluyoruz ilk kez.
Acı bir haber geliyor daha sonra. Genç yaşlardaki ağabeyi kronik kalp hastalığına yenik düşmüştür. Defin töreni için yıllar önce terk etmiş olduğu birkaç saat uzaklıktaki memleketi küçük sahil kasabası Manchester’a zorunlu dönüş yaptığında ağabeyin ondan 16 yaşındaki oğlu Patrick’in velayetini almasını istediğini öğreniyor. Ailesi için doğru olanı yapmak istiyor Lee, ancak böyle bir sorumluluk yüklenmeye, hele hele doğup büyüdüğü kasabadan ayrılmak istemeyen yeğeniyle birlikte Manchester’da yaşamaya katlanamayacaktır. Bu ısrarlı reddedişin nedeni ise film ilerledikçe sayfa sayfa öğreneceğimiz Lee’nin trajik geçmişinde saklıdır.
Oyun yazarlığından beyazperdeye geçiş yapan Kenneth Lonergan, yazıp yönettiği hikâyesini krolonojik geriye dönüşler eşliğinde aktarıyor. Paralel bir kurguyla geçmişin mutlu anılarına ve ani gelen trajik olaya tanıklık ediyoruz. Lonergan yaklaşık 2,5 saatlik süresi boyunca öykünün durgun akan ritmini korumayı tercih ediyor. Benzer Hollywood yapımlarının klişe duygusallığından özenle kaçınıyor. Sakin sahil kasabasının günlük rutini içinde acısıyla tatlısıyla hayatın içinden sahnelerle anlatıyor hikâyesini. Karakterlerin ruh hallerini oya gibi işliyor. Bu acelesiz dingin tavır yaşanmış trajedinin hüznünü azaltmıyor, tersine kederin bir portresi haline gelmiş Lee’nin acısını daha derinden hissetmemizi sağlıyor.
Filmi bu denli dokunaklı ve unutulmaz kılan tam da Lonnergan’ın bu tercihi sayesinde gerçekleşiyor. Beyazperdeye adımını attığı beri hiç değişmeyen seçimi bu usta yazar yönetmenin. 2000 yapımı ilk uzun metrajı ‘You Can Count On Me / Bana Güvenebilirsin’ trajik bir trafik kazasıyla başlar. Küçük yaşta ebeveynlerini yitiren kardeşler yıllar sonra doğup büyüdükleri küçük kasabada bir araya geldiklerinde geçmişin acılarıyla hesaplaşmayı denerler. Benzersiz Mark Ruffalo’nun canlandırdığı erkek kardeş, ablası gibi kolay atlatamamıştır erken yaşta ebeveyn kaybını. Yerini yurdunu terk edip yollara vurmuştur kendini. Öykünün finalindeki vedalaşma sahnesi ‘Manchester by the Sea’nin finaliyle benzer hüznü taşır. Lonnergan’ın 2008 yapımı ikinci denemesi ‘Margaret’ feci bir otobüs kazasının yol açtığı travma üzerinedir. Kazaya sebebiyet veren Lisa Cohen, kollarında can veren hiç tanımadığı kadının ölümüyle vicdan azabı çekecektir.
Yakın kayıplarına ilişkin korkuları olduğunu ifade ediyor yönetmen bir söyleşisinde. Trajik kayıpları ve bunun sonucu yaşanan travmaları konu edinen öyküler yazmak onun korkularıyla yüzleşmesinde bir savunma biçimi belki de. Nedeni ne olursa olsun, duygu sömürüsünden özenle kaçınan, yüreğimizi derinden etkileyen hikâyeler üretiyor. Laura Linney, Mark Ruffalo, Anna Paquin gibi güçlü oyuncuları yönetti daha önce. ‘Yaşamın Kıyısında’da ilk kez çalışıyor benzersiz Casey Affleck ile. 2007 yapımı ‘The Assassination of Jesse James by the Coward Robert Ford’ daki Oscar adayı kompozisyonu ile belleğimize kazınmış olan bu büyük oyuncu, Lee Chandler yorumunda yönetmenin en büyük destekçisi oluyor ve mükemmel performansıyla kederin birebir portresi olarak zihnimize çakılıyor.
(06 Şubat 2017)
Ferhan Baran
Cinecity Etiler’den Sevgililere Özel Sınırsız Sinema Keyfi
Kahkahalara boğulurken, gözyaşlarını tutamazken, maceradan maceraya koşarken sevgilisiyle birlikte olmak isteyenler Cinecity’de buluşuyor. Deniz Private Cinecity Etiler’de bir yıl boyunca sınırsız sinema keyfi yaşatan Hillside Movie Club kartı, Sevgililer Günü’ne özel olarak iki adedi 300 TL yerine 240 TL’ye satışa sunuldu. Yıl boyunca 100’den fazla vizyon filmini sinemaseverlerle buluşturan Cinecity Etiler, 2017’de gişe rekorları kırması beklenen filmlere ev sahipliği yapacak. Hillside Movie Club ile yılın en güzel filmlerini sinemada izlemenin tadını çıkaracağız.
Çılgınlar Gibi, İtalyan Kültür Merkezi’nde Gösteriliyor
İtalyan Kültür Merkezi, 31 Ocak 2017 Salı günü, saat 19:00’da Paolo Virzi’nin yönettiği Çılgınlar Gibi (La Pazza Gioia) adlı filmi gösteriyor. Başrollerinde Valeria Bruni Tedeschi, Micaela Ramazotti, Anna Galiena ve Bob Messini’nin oynadığı filmin konusu şöyle: Milyarder Beatrice ve salaş bir genç kadın Donatella akıl hastanesine yatırılmış iki yalnız kadındır. Hayattan yorulmuş ancak neşelerini ve özgür ruhlarını kaybetmemiş bu iki kadın bir gün hastaneden kaçar. Akıllarının estiğince yola devam eden iki kadın ne kadar umursamaz ve deli gibi gözükseler de aslında uğrunda yola koyuldukları ortak bir arayışları vardır: Mutluluğu bulmak.