Aşık, İzleyicisine Kavuşuyor

Çekim yolculuğu iki yılından fazla süren Aşık, 30 Aralık’ta izleyiciyle buluşuyor. İlk kez yönetmen koltuğunda oturan Bilal Babaoğlu, Veysel’i, Aşık Veysel yapan karşılıksız aşk hikâyesini beyazperdeye taşıyor. Başrollerini oyuncu Meltem Miraloğlu, Emirhan Kartal ve Aşık Veysel’in torunu oyuncu Yeliz Şatıroğlu’nun üstlendiği Aşık’ta Uğur Aslan, Hülya Şen, Ahmet Bilgin, Faruk Karaçay gibi usta oyuncular da rol alıyor. Filmin senaryosu da Bilal Babaoğlu’na ait.

Batılı Maceracılarla Canavarlara Karşı

Çin Seddi (The Great Wall)
Yönetmen: Yimou Zhang
Hikâye: Max Brooks-Edward Zwick-Marshall Herskovitz
Senaryo: Carlo Bernard-Doug Miro-Tony Gilroy
Müzik: Ramin Djawadi
Görüntü: Stuart Dryburgh-Xiaoding Zhao
Oyuncular: Matt Damon (William), Willem Dafoe (Ballard), Jin Tiang (Lin Mae), Pedro Pascal (Pero Tovar), Andy Lau (Stratejist Wang), Lu Han (Peng Yong), Zhang Hanyu (Ayı Asker Komutanı Shao), Wang Junkai (İmparator), Eddie Peng (Kaplan Asker Komutanı), Huang Xuan (Geyik Asker Komutanı), Chen Xuedong (Muhafız Komutanı), Lin Gengxin (Kartal Asker Komutanı)
Yapım: Universal-Legendary (2016)

Çin sinemasının yaşayan büyük yönetmenlerinden Zhang Yimou’nun Hollywood’u arkasına aldığı “Çin Seddi”, IMAX perdede üç boyutlu haliyle maceranın ortasına düşüren göz alıcı bir macera.

Universal’ın, uzay boşluğunda dönen anıtsal dünya logosunun içine giren kamera, seyircilere hayal sınırlarını zorlayan bir maceranın ortasına düşürüyor. İnşası bin 700 yıl sürmüş Çin Seddi, sinemaseverlere büyüleyici bir macerayı da yaşatıyor. Avrupalı maceracılar uzaklardan buralara barutu çalıp zengin olmaya gelmişler. Beklenmedik bir şey oluyor. Kertenkeleye benzeyen grimsi bir canavarın saldırısına uğruyorlar. Ok atmada usta olan William, kılıcıyla canavarın kolunu kopartıyor. Bu kol Çin Seddi’nde muhafızlık yapan orduya yakalanıyor çok geçmeden William ve Tovar. Ordu, bu grimsi kolun anlamını biliyor. Bu canavarlara “tao tei” diyorlar. Zekiler. Ama tek dayanakları kraliçeleriydi bu canavarların. Etle kraliçeyi beslerlerse o kadar “tao tei” dünyaya geliyor. Mıknatıslara karşı da zaafları var.

1951 doğumlu Çinli yönetmen Zhang Yimou, Çin Seddi üzerine bir dolu gerçek ve efsaneyi hatırlatıyor filmin girişinde. Ama o efsane olan bir hikâyeyi sunuyor seyircilere. Yimou, Çin sinemasının gerçekten büyüklerinden. Yimou’nun birçok filmi ülkemizde vizyona çıktı. Bunlardan 2002 yapımı “Ying xiong / Hero-Kahraman” hemen akla geliyor. 2004 yapımı “Shi mian mai fu-Parlayan Hançerler” ve 2006 yapımı “Man cheng jin dai huang jin jia-Altın Çiçeğin Laneti” filmleri de unutulmamalı. 2016 yapımı “The Great Wall-Çin Seddi” filmini IMAX olarak üç boyutlu izlemek gerçek anlamda insana o macera duygusunu yaşatıyor. Yimou, Hollywood’u da arkasına aldığı bu filminde, özellikle “Kahraman”daki estetiğin yakınlarına kadar yaklaşabiliyor. Vertigosu olanlara tam anlamıyla yükseklik korkusu yaşatan yönetmen, o anlarda insanın başını döndürmeyi başarıyor.

Filmin müziklerini İranlı baba ve Alman anneden doğmuş müzisyen Ramin Djawadi yapmış. Djawadi’nin Yimou’nun bu filmindeki müzikleri de çok etkileyici. Besteci, 1974 yılında Almanya’nın Duisburg şehrinde doğdu. Müzisyenin adı, Jon Favreau’nun 2008 yapımı “Iron Man-Demir Adam” filmiyle biliniyor daha çok. 2011’de başlayan televizyonun gözde dizisi “Game of Thrones / Taht Oyunları” da var elbette.

Bu film, Song Hanedanlığı döneminden bir efsaneyi anlatıyor. Bu hanedanlık, yaratıcılık ve sanatsal olarak üst noktaya çıkmıştı. Song Hanedanlığı Çin’de MS 960-1279 yılları arasında varlığını sürdürmüştü. Bu hanedanlık tarihte ilk kâğıt parayı işleme koyarken, barutu da icat etmişti. Ayrıca pusula ve matbaacılık da var. Kronometreyi de onlar icat ettiler. Taoculuk ve Budizm inanışları da bu hanedanlık zamanında yaygınlaşmıştı. Edebiyatta denemecilik tarzını da ortaya koydular. Opera, resim ve tiyatro alanlarında da büyük eserler ortaya çıkardılar. General Zhao Kuangyin, MS 960’ta ayaklanma başlatıp hanedanlığı kurdu ve birliği sağladı. Song Hanedanlığı, 319 yıl Çin’de hüküm sürmüştü.

Zeki canavarlarla savaş…

Esir düşen William ve Tovar, General Lin Mae tarafından sorgulanıyorlar önce. Mae ve Stratejist Wang, İngilizceyi orada yıllardır esir olan Ballard’dan öğrenmişler. Duvar General Shao, General Lin Mae ve Stratejist Wang tarafından yönetiliyor. Onlar da “tao mei” canavarlarıyla uğraşıyorlar. Bu canavarlar, her altmış yılda bir duvarı istila etmek için saldırıyorlarmış. Yeni saldırı dokuz gün sonra olacağını sanan yöneticiler, yabancıların öldürdükleri canavar yüzünden saldırının hemen başlayacağını anlıyorlar. Tutuklanan yabancıları sur duvarlarına çıkardıktan sonra savaş davulları çalmaya başlıyor. Mavi giysili kadın piyadeler öncü birlik burada. Hepsi kahraman. Jumping gibi bellerine ip bağlanan kadın askerler, mızraklarıyla canavarlara karşı ilk kayıpları verdiriyorlar. Bu anlarda yükseklik korkusu olanlar üç boyutlu bu görüntülere bakmakta zorlanacaklar belki. Bir şey insanı aşağı çekiyormuş gibi hissedebilirler. Koltuktan kayıp gidebilirsiniz.

Güven duygusu değerliydi…

William ve Tovar da savaşa katılıyorlar. Onların da katkılarıyla canavarları püskürtseler de her şey bitmiyor. Onlar buraya barut çalmaya gelmişlerdi. Ballard da öyle. Yıllarca bu duvarda o baruta ulaşmak için yaşamış. Güzel Lin Mae, William’la sıcak bir ilişki kuruyor. Belki de karşılığı olmayan bir aşk bu. Lin Mae, kendine sığınak olmuş ve bir meslek öğretmiş bu duvarda, bir tek şeye inanıyor. O da güven. Bu güven duygusu kırıldığında hiçbir şey eskisi gibi olmuyordu. William’ı, barutu buradan çalıp gitmek varken durduran Li Mae’nin güven sözleriydi belki.

William’ın yardımıyla bir canavar canlı yakalanıyor. Stratejist Wang, bu canavarların manyetik olana karşı zayıf düştüklerini anlıyor. Ayrıca canavarlar, kraliçeleri öldürülürse “tao pei”lerin donup hareketsiz kalacaklarını da keşfediyorlar. Canavar, muhafızlar tarafından başkente götürülüyor imparatora sunmak için. İşte her şey bundan sonra değişiyor. Canavarlar başkenti istila ettiklerinde duvarın savaşçıları balonlarla başkente uçuyorlar istilayı durdurmak için. Lin Mae, William’ı bağışlıyor ve onun barutla gitmesine izin veriyor. Ama William da bu savaşa katılıp bu iyi insanların güvenini daha da çok kazanıyor. Bu film üzerine yazmaktan çok sinema perdesinde izlemek daha iyi geliyor. Zhang Yimou, her filmi sinema belleğine alınması gereken büyük yönetmenlerden.

(28 Aralık 2016)

Ali Erden

[email protected]

Sinemia, Gizli Güzellik’in Ön Gösterimini Gerçekleştirdi

Sinemia Özel Sinema Kulübü, Gizli Güzellik filminin ön gösterimini, 20 Aralık akşamı gerçekleştirdi. Will Smith, Kate Winslet, Keira Knightley ve Edward Norton’un rol aldığı film izleyicilerden tam not aldı. Özel ön gösterime katılanlar arasında Sinemia’nın Premium üyeleri, sosyal medya takipçileri ve Sinemia app’in şanslı kullanıcıları yer alıyordu. Film, New Yorklu bir reklam yöneticisinin trajik deneyimlerini ve iş arkadaşlarının onu yaşadıklarıyla yüzleştirmek için yaptığı planı seyirciyle paylaşıyor.

Türk Mutfağı, Türk Sinemasında Görünmüyor

19. Randevu İstanbul Uluslararası Film Festivali, yeni bölümü Gastronomi Filmleri ile her geçen gün daha da parlıyor. Dünyanın seçkin film festivallerinde yer almış yemek filmlerinin gösterimleri yanı sıra uzmanlarca gerçekleştirilen sunumlar gastronomi meraklılarına yepyeni ufuklar açıyor. Bunlardan biri de Beykent Üniversitesi Gastronomi ve Mutfak Sanatları Bölümü’nden Yrd. Doç. İlkay Kanık’ın gerçekleştirdiği Yemek ve Sinema başlıklı sunumdu.

Şeytanın Oğlu

Brad Peyton’un yönettiği ve Aaron Eckhart, Carice van Houten, David Mazouz ile Mark Steger’ın oynadığı Şeytanın Oğlu (Incarnate), 30 Aralık 2016’da Bir Film dağıtımıyla Calinos Films tarafından vizyona çıkarıldı.
Kendisini bir anda dış dünyadan izole ederek eski dillerde konuşmaya başlayan 11 yaşındaki oğlu Cameron’ın bu belirtileri karşısında dehşete kapılan Lindsay, oğlunun içine şeytan girdiğini anlayınca Vatikan temsilcisinin yönlendirmesiyle Dr. Seth Ember’a ulaşır. Gizemli bir geçmişi olan doktor, tekerlekli sandalyeye mahkûm, tanrıya inanmayan ve farklı yöntemlerle çalışan bir bilim adamıdır. Cameron’ın bilinçaltına girip onu hayata döndürecektir.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Fragman
  • IMDb

Şeytanın Oğlu yazısına devam et

Ali Erden Yazıyor: Bir Genç Kızın Ölümünden Sonra

Dr. Habran’ın asistan doktorluğunu yapan Jenny Davin, Dr. Habran’ın yerine görevi üstlendikten sonra Liège şehrinin banliyösündeki bu muayenehaneye kayıtlı hastalara bakıyor. Sıkılgan ve duygusal stajyer tıp öğrencisi Julien, Arap göçmen çocuk İlyas bayılınca olanlardan etkileniyor. Sonra da köyüne dönüyor. Jenny, muayenehanenin sorumluluğunu küçük bir törenle alıyor. Bir sabah iki polis müfettişi muayenehaneye geliyor. Gece … Devamı… »

Baaghi: Asi ve Aşık

Sabbir Khan’ın yönettiği ve Shraddha Kapoor, Tiger Shroff, Sudheer Babu Posani ile Paras Arora’in oynadığı Baaghi: Asi ve Aşık (Baaghi: A Rebel for Love), 30 Ocak 2016’da Mars Dağıtım dağıtımıyla Soundspace International tarafından vizyona çıkarıldı.
Delhi’de yaşayan 23 yaşındaki asi çocuk Ronny’nin, kendisini sakin bir şehir olan Kerala’daki disiplinle yönetilen bir okula göndermek isteyen babasının hikâyesini ele alan filmde olaylar Ronny’nin yolculuk sırasında yine asi tavırlara sahip olduğu için aynı okula gönderilen Siya ile tanışması ve aralarında çekici bir kıvılcımın ortaya çıkması sonucu gelişiyor.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Facebook
  • Fragman
  • IMDb

Baaghi: Asi ve Aşık yazısına devam et

Korkut Akın Yazıyor: Böcekler

Nüfusun artışından kaynaklı olarak beslenme sorunu yaşanacağını düşünenler giderek daha da çoğaldı. Hibrit besine genetiği değiştirilmiş (GDO) olanlar eklendi. Araştırmalar ve çalışmalar sürse de GDO’ların yarar yerine zarar getirdiği kanıtlandı (hâlâ % 10’lar düzeyinde) ve tepkiler yükselince giderek daha da azalıyor. Yine de çalışmalar devam ediyor kuşkusuz. Nüfus artışı bu hızıyla yükselirse bilim insanlarının korktuğu başımıza … Devamı… »

2016’dan Benim Seçtiklerim

2016 yılı çok sayıda iyi film izlemenin keyfini yaşadığımız, sinema açısından hayli bereketli bir seneydi. Sinema sezonu yıl bitiminde sona ermiyor kuşkusuz, ancak her yazardan geleneksel bir değerlendirme ve en iyiler listesi vermesi beklenir.

2016 yılı içinde izlediğim en iyi 12 filmi şöyle sıraladım.

1- Tikkun

İstanbul Film Festivali’nde hayran olduğumuz, İsrailli yönetmen Avishai Sivan’ın muazzam bir tekinsizlik duygusuyla donattığı filmi, güvenli sandığı inanç dünyası yerle yeksan olan radikal bir dindarın çaresizliği üzerine. Akıl ile beden, yaşam ile ölüm arasındaki ezeli savaşı büyüleyici bir siyah-beyaz estetikle dile getirmiş genç sinemacı.

2- Saul’un Oğlu / Saul Fia

68. Cannes Film Festivali’ni ayağa kaldıran şimdiden klasikleşmiş sarsıcı bir ilk film. Yahudi Soykırımı’na tanıklık eden Macar sinemacı László Nemes, biçimsel tercihleriyle daha önce izlediklerimize hiç benzemeyen farklı bir sinema deneyimi yaşatıyor.

3- Paterson

Cep telefonlarınızı, bilumum elektronik bağımlılıklarınızı bir kenara bırakın. Huzur ve mutluluğun rehberi ‘Paterson’ başka şeylerden söz ediyor izleyicisine. Her zaman genç ve bağımsız büyük usta Jim Jarmusch’un yüreğimize dokunan filmi, şiirle sarmalanmış gündelik hayatın rutini üzerine bir meditasyon.

4- Yaşamın Kıyısında / Manchester By The Sea

Amerikan Bağımsız Sineması’nın son şaheserlerinden. Minimalist anlatımıyla dikkat çeken Kenneth Lonergan’ın filmi, sebep olduğu bir felaketin acısıyla yaşamaya çalışan, kefaret umuduyla oradan oraya savrulan genç adamda Casey Affleck’in benzersiz performasından büyük destek almış.

5- Mezuniyet / Bacalaureat

Romanya Yeni Dalgası’nın en önemli isimlerinden Cristian Mungiu’nun güzel ve dertli ülkesine karamsar bakışı sürüyor. Yönetmen, ekonomik geri kalmışlık ve siyasal yolsuzluklarla bunalmış günümüz Romanya’sında, kayıp orta kuşağın erdemli duruş ile imtihanını otopsiye yatırırken, basit bir aile öyküsünden derin bir toplumsal analiz çıkarmayı ustalıkla başarıyor.

6- O Kadın / Elle

Amerikalı deneyimli sinemacı Paul Verhoeven’in son yaman sürprizi. Philippe Djian’ın ahlaki statükoyu alaşağı eden cüretkâr metni yaşı hayli ilerlemiş usta yönetmenin elinde türlerle ustaca oynamaya elverişli bir malzemeye dönüşmüş. Isabelle Huppert’in kurban olmaktan mazoşizme uzanan çizgide nefes kesici performansına hayran kaldık.

7- Toni Erdmann

69. Cannes Film Festivali’nin eleştirmenler tarafından göklere çıkartılan filmi. Alman yönetmen Maren Ade’nin baştan sona delişmen filminin her anı sürprizlerle dolu. Takma dişleriyle asık suratlı dünyaya savaş açmış anarşist babanın, kızını çağdaş iş dünyasının pençesinden kurtarabilme uğruna elinden geleni ardına koymadığı özgün hikâye yoğun bir kapitalizm eleştirisi içeriyor.

8- Ben, Daniel Blake

Kapitalizm eleştirisine kaldığımız yerden devam ediyoruz. Yılın son günlerinde bizde de vizyona girecek olan Altın Palmiye ödüllü Ken Loach filmi, yoksullara yaşam hakkı tanımayan acımasız düzenin boğucu bürokrasisine karşı dayanışma bayrağını yükseltiyor bir kez daha. Mizahın eksik olmadığı ancak daha dokunaklı ve öfke yüklü bir dram bu.

9- Carol

Bir müzik parçasına benzetirsek zarif bir piyano sonatı olarak adlandırabileceğimiz yapım Todd Haynes imzasını taşıyor. Hayatının rolünde bir Greta Garbo edasıyla olgun kadını canlandıran Cate Blanchette ile ‘gökten düşmüş meleğim’ diyerek sakındığı, kafa karışıklığı ürkek bakışlarına sinmiş küçük sevgilisi Rooney Mara’nın üstün performanslarıyla gönülleri fethediyor

10- Gelecek Günler / L’Avenir

Huppert’in benzersiz oyunculuğunu aynı yıl içinde ikinci kez zevkle izlediğimiz Mia Hansen-Løve filmi. Venedik’ten en iyi yönetmen ödüllü, 25 yıllık evliliğin ardından terkedilen felsefe öğretmeninin geleceğini yeni baştan şekillendirmesi üzerine. Çok iyi yazılmış ve yönetilmiş.

11- Meçhul Kız / La Fille Inconnue

Kariyerleri boyunca orta ve alt sınıfların yaşam mücadelesi üzerine saygın örnekler vermiş olan Belçikalı Dardenne kardeşlerin ‘tür’ sinemasıyla belki de en çok flört ettikleri son filmi. Irkçılık, görmezden gelinen göçmen sorunu, sosyal adaletsizlik ve eril şiddete karşı mücadelede toplumsal sorumluluklarımızı hatırlatıyor bizlere.

12- Albüm

Listenin son filmi gencecik bir sinemacımızın imzasını taşıyor. Bir evlat edinme hikayesini kurgulanmış tarihimizin çıkmazları üzerine hınzır bir metafora dönüştüren, kültürel kodlarımıza ilişkin yakıcı eleştirisini komik sahneler aracılığıyla ileten keşfe değer bir ilk çalışma bu. Sinemamıza hoş geldin diyoruz Mehmet Can Mertoğlu’na. Kendi adıma çok şeyler bekliyorum ondan.

(27 Aralık 2016)

Ferhan Baran

[email protected]

Yaratık: Covenant

Ridley Scott’un yönettiği ve Michael Fassbender, Katherine Waterston, James Franco ile Noomi Rapace’in oynadığı Yaratık: Covenant (Alien: Covenant), 12 Mayıs 2017’de The Moments Entertainment dağıtımıyla The Moments Entertainment tarafından vizyona çıkarıldı.
Ridley Scott, Alien’da yarattığı evrene, Prometheus ile başlayan üçlemenin ikinci filmi Alien: Covenant’da geri dönüyor. Galaksinin uzak bir köşesinde, koloni gemisi Covenant’ın mürettebatı, keşfedilmemiş cennet olarak düşündükleri yerin aslında karanlık ve tehlikeli bir yer olduğunu anlarlar. Gezegendeki tek canlı Prometheus keşfinden hayatta kalan “sentetik” David’dir.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Fragman: 1 / 2
  • IMDb

Yaratık: Covenant yazısına devam et

Dünyanın En Ünlü Şefleri, Büyükelçimiz Gibi Çalışıyor

19. Randevu İstanbul Uluslararası Film Festivali’nde çok özel bir buluşma vardı. Türk mutfağını, dünyanın en ünlü şefleri Roca kardeşlerin gözünden izlemek isteyen izleyiciler, Atlas Sineması’nın salonunu doldurdu. Roca kardeşlerin yolculuğuna eşlik etmiş olan şef Mehmet Gürs de gösterimden önce seyircilere, Roca kardeşlerin Anadolu’daki lezzet yolculuğunu belgeleyen Türk Mutfağına Övgü (The Turkish Way) filmi hakkında bir sunum yaptı. Gürs, salona gelmeden önce yönetmen Luis Gonzales ve Roca kardeşler ile görüştüğünü ve hepsinin de selamlarını ilettiklerini söyleyerek Roca kardeşlerin, yeni bir proje için Ocak ayında Türkiye’ye gelecekleri haberini de paylaştı.

Dünyanın En Ünlü Şefleri, Büyükelçimiz Gibi Çalışıyor yazısına devam et

Yurttaşlara Güvenmeyen Sistemin Yendikleri

Ben, Daniel Blake (I, Daniel Blake)
Yönetmen: Ken Loach
Senaryo: Paul Laverty
Müzik: George Fenton
Görüntü: Robbie Ryan
Oyuncular: Dave Johns (Daniel), Hayley Squires (Katie), Sharon Percy (Sheila), Briana Shann (Daisy), Dylan McKiernan (Dylan), Kema Sikazwe (Çinli), Steven Richens (Piper)
Yapım: BBC-Wild Bunch (2016)

Büyük Ken Loach’un Cannes’da “Altın Palmiye” kazanan “Ben, Daniel Blake”, neoliberalizm üstüne sarsıcı ve gerçekçi bir film. Herkese de gerekli.

İngiltere’nin kuzeydoğusundaki New Castle şehrinde. Marangoz ustası Daniel Blake, kalbinde sorun çıkınca doktorun raporuyla işini bırakmak zorunda kalıyor. Bu hastalıktan sonra ülkesinin gerçekliğiyle yüz yüze kalıyor Daniel. Neoliberalizmi vahşice uygulayan bu devlet yurttaşa hiç güvenmiyordu. Yurttaşın önüne bürokratik bariyerler koyarak kendi inanacağı kanıtları istiyordu. Danie gibi doktor raporu olan bir insan bile bu sistem için yalancının biri olabilirdi.

Büyük Ken Loach, Paul Laverty’yle beraber, kapitalizmin uç noktasındaki İngiltere’ye bir defa daha sert eleştiri gönderiyor. 1970’lerin sonunda iktidara gelen Muhafazakâr Parti’nin başbakanı Thatcher, neoliberalizmi en vahşi biçimde uygulayarak halkı yoksulluğa ve işsizliğe düşürmüştü. 1997’de iktidara gelen İşçi Parti de neoliberalizmden dönmedi ve İngiltere’de sosyal devlet gerilemeyi sürdürdü. Bu iki partinin gücü de parasız sağlık hizmetlerini engellemeye yetmedi ama.

1957’de Kalküta’da doğan İngiliz senarist Laverty, 1936 doğumlu İngiliz yönetmen Loach’la önemli filmler ortaya çıkarmışlardı. 1996’da “Carla’s Song-Carla’nın Şarkısı”, 1998’de “My Name is Joe-Benim Adım Joe”, 2006’da “The Wind That Shakes the Barley-Özgürlük Rüzgârı”, 2007’de “It’s a Free World-İşte Özgür Dünya” birkaç film.

Daniel ve bir aile…

Kalp sorunları yüzünden çalışamayan Daniel, İstihdam ve Destek Ödeneği için başvuruyor. Sonra da bürokrasi duvarına tosluyor. Kuralların insandan önce geldiği bu sistemde hasta dahi olsanız bunun hiçbir önemi yoktu. Burada yurttaşa güven yoktu. Başvuru yapmayı başarabilmek deveyi hendekten atlatmaktan zordu. Memurlar da tıpkı makineler gibiydi. Orhan Kemal’in “Murtaza” romanından düşmüşlerdi sanki. İstihdam ve Destek Ödeneği yapan kuruma Morgan ailesi de geliyor maaş için. Anne Katie ve iki çocuğu Daisy ve Dylan Londra’dan bu şehre gelmişler. Sistem yoksulları Londra’dan uzaklaştırıyor her şeyin fiyatını yüksek tutarak. Daniel, hayatına bu yoksul aileyi katarak yalnızlığından biraz olsun uzaklaşıyor. Ailenin yerleştikleri evde elektrikler de kesilmiş. Havalar soğuk. Evin küçük tamir işlerini yapan Daniel, çocukların da kalbini kazanıyor. Katie iş de arıyor ama kolay değil. Çocuklarının karnını nasıl doyuracaktı? Daniel, aileyi Gıda Bankası’na götürüyor. Orada yoksullara toplanmış gıdalar veriliyor. Orada Katie’nin açlığı fark edildiğinde insanın kalbi sıkışıveriyor birden. İnsanın açlığı utandırmalı. İnsanı açlığa itmek insanlık suçuydu.

Daniel, Çinli dediği komşusunun Çin’den spor ayakkabıları getirtip daha ucuza sattığını öğreniyor. Ünlü marka spor ayakkabılarını ucuza Çin’de yaptırıp İngiltere’de yüksek fiyata satıyormuş. Daniel, İstihdam ve Destek Ödeneği veren kurumla mücadelesini de sürdürüyor. Onlarla başa çıkmak kolay değildi. Kurumun dediği her şeyi kendi başına denemeye çabalayan Daniel, onları yenemeyeceğini anladığında duvara yazılar yazarak bu sisteme öfkesini gönderiyordu. Ama kalbi de zayıftı. Gücü nereye kadar yetebilirdi?

Etkileyici anlatım…

Loach usta, öfkesini fazla öne çıkarmayan kamerasıyla Daniel’le beraber bu çürümüş sistemi yalın bir dille beyazperdeye yansıtmış. Ama bu filmde İngiliz “Özgür Sinema” akımının ruhuna da dokunabiliyorsunuz. 1960’ların başında ortaya çıkan bu akım, vahşi kapitalist sistemi, öfkeli bir kamerayla sert eleştiri getiriyorlardı. Lindsay Anderson’ın başını çektiği bu akımın içinde Karel Reisz, John Schlesinger gibi önemli yönetmenler vardı. Loach, ilk filmini 1969 yılında “Kes-Kerkenez” filmiyle yapmıştı. Sineması hep “Özgür Sinema”nın ruhunu taşıdı. Özellikle 1980’li ve 1990’lı yıllarda “Demir Lady” lakaplı Thatcher’ın ekonomik politikalarıyla ezilen emekçilerin dramlarını anlattı. Hâlâ da anlatmayı sürdürüyor. Loach ustanın 2016 yapımı “I, Daniel Blake-Ben, Daniel Blake”, 2016’daki 69. Cannes Film Festivali’nde “Altın Palmiye” ödülünü de almıştı. Final bölümü, insanları etkileyecek belki. İngilizlerin “Pauper’s Funeral” dedikleri yoksullar için cenaze töreni gözleri dolduracak mıydı? Katie’nin açlığı gibi. Bu değerli film herkese gerekliydi.

(26 Aralık 2016)

Ali Erden

[email protected]

Önümüzdeki 50 Yıl İçinde Böcek Yememiz Gerekebilir

19. Randevu İstanbul Uluslararası Film Festivali, orijinal buluşmalara sahne olmaya devam ediyor. Festivalin bugünkü konuğu, Böcekler (Bugs) filmi ve filmin sunumunu gerçekleştiren, Gastro Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Nilhan Aras’tı. Festivalin bu sene hayata geçirdiği Gastronomi Filmleri bölümünde yer alan, Andreas Johansen’in yönettiği Böcekler, bir yeme içme kültürü olarak böcekleri inceliyor. Gastro Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Nilhan Aras da gösterimden önce bu konuda elindeki verileri festival takipçileri ile paylaştı. Nilhan Aras, dünyada böcek tüketimi alışkanlığının genel olarak üç grupta incelenebildiğini açıkladı.

Önümüzdeki 50 Yıl İçinde Böcek Yememiz Gerekebilir yazısına devam et

Çarşamba Buluşmaları Bu Hafta Engin Çağlar’ı Konuk Ediyor

Mehmet Taşdiken tarafından yürütülen Çarşamba Buluşmaları, 21 Aralık 2016 Çarşamba günü 19:00 – 21:00 saatleri arasında Engin Çağlar’ı konuk ediyor. Buluşmalar, “Hayriye Cad., No: 12, Kat: 2, Galatasaray, İstanbul” adresinde bulunan Fransız Sokağı Kültür Merkezi’nde her Çarşamba günü düzenleniyor. 21 yıldır Türkiye’nin klâsiği olan etkinlik, sanat ve kültür hayatında artık gençlerle de beslenen duayen bir platform haline geldi. Sinemamızın sevilen oyuncusu Engin Çağlar, son dönemde Film-San Vakfı Başkanı seçildi ve kendisini sinemanın mağdur edilmiş sanatçılarının sorunlarını iyileştirme çalışmalarına yöneltti.

Köprüden Önce Son Giriş

İstanbul Film Festivali kapsamında gerçekleştirilen Köprüde Buluşmalar Film Geliştirme Atölyesi başvuruları 23 Aralık Cuma günü 18:00’e kadar uzatıldı. Film Geliştirme Atölyesi seçkisinde çeşitlilik olmasına önem veriliyor. Bu nedenle tür sineması, çocuk, belgesel ve komedi filmleri gibi farklı konu ve türlerde projelere açık olan çağrı, disiplinlerarası ve hibrid projeleri de kapsıyor.