Kabir Azabı 2, 29 Kasım 2024’te Sinemalarda

Murat Toktamışoğlu’nun yönetmenliğini üstlendiği Kabir Azabı II filmi “Her kim ölmüşse onun kıyameti kopmuştur.” mottosuyla 29 Kasım 2024 Cuma günü sinemalarımızda vizyona giriyor. 2018 yılında gösterime giren ve 120.000 kişi tarafından izlenmiş fenomen korku filmi Kabir Azabı’nın devamı olan filmde Dilara Duman, Alanur Tipiler ve Güray Özcan oynuyor. Filmde Adli Antropolog Selim 12 yaşındaki kızı Sema ve hamile karısı ile mutlu bir hayat sürmektedir. Bir sabah tesadüf eseri bulunan ölü kemikleri için aranması ile ailenin hayatı değişir, alt üst olur. Sanat yönetmenliğini Koray Fındıkoğlu’nun üstlendiği filmin müziklerini Berk Bekar, kurgusunu ise Ahmet Eroğlu yaptı.

Cintihar

Tolga Öztürk’ün yönettiği ve Mehmet Nebi Akyol, Merve Yanık, Heja Bayram, Leyla Kavüşt ile Nihal Savaç’ın oynadığı Cintihar, 13 Aralık 2024’de StageOrg dağıtımıyla Stage Film Yapım tarafından vizyona çıkarılıyor.
Cinci Hoca Süleyman, köyde büyü işleri ile uğraşan biridir. Köyde herkes bunu bilse de hiç kimse sesini çıkartmaz. Süleyman ceylan derisi üzerine büyü ritüelleri yapmaktadır. Kenarda bir cin beklemektedir. Bu cin, Kübra’nın görünüşüne girmiş bir insan gibi gözükmektedir. Süleyman, büyüyü yapar; Esra, büyüden sonra eline aldığı bir bıçakla intihar eder. Süleyman, Esra’nın intihar edeceğini biliyordur, çünkü yaptığı bütün büyüler intihar büyüsüdür.

  • Basın Bülteni
  • Fragman
  • IMDb

Cintihar yazısına devam et

Dünya Varmış Filmi ile Yeni Bir Tür Doğuyor

Yönetmenliğini Altın Portakal ödüllü Ali Adnan Özgür’ün üstlendiği post-apokaliptik öğeler taşıyan macera ve komedi filmi Dünya Varmış Cuma günü sinema salonlarındaki yerini alıyor. Başrollerini Engin Altan Düzyatan, Sarp Bozkurt, Melisa Şenolsun’nun paylaştığı film denenmemiş konseptiyle dikkatleri üzerine çekiyor ve birçok türün birleşimden oluşan yapısıyla sinemaya yenilikçi bir yaklaşım sunuyor. Dünya üzerindeki tüm yaşamın sonunu getirecek olan salgının yayılmasının 12 saat öncesinde başlayan film salgından kurtulmak isteyen bir grup seçilmiş insanın sığındıkları fütüristik otelde başlarına gelen ilginç olayları komik bir dille aktarıyor.

Yasaklar Ters Teper: Beraber

Annesi ölünce, başıboş arkadaşlarıyla “serserilik yapmasın” diye babası tarafından Rotterdam’dan İstanbul’a getirilen Zeki (Alihan Şahin), arkadaşlarından uzak kaldığı yetmiyormuş gibi bir de internetsiz bırakılır. Yasaklar başarıya götürmez; sanılanın aksine doğru bir eğitim değildir.

Bomboş ama kocaman evde yalnız kalan hareketli Zeki, sokak sporu olarak betimlenen atlamalı, zıplamalı, tırmanmalıdır… Kolaylıkla evden kaçar. Birkaç gençle tanışır. Ancak bu yeni arkadaş grubunun Rotterdam’daki arkadaşlarından aşağı kalır yanı yoktur. Kendini kanıtlamak uğruna kapkaççılık yapan arkadaşlarına uyar.

İki ülke, iki kültür…

Hollanda’da belli bir serbesti yaşayan Zeki, Türkiye’de belli anlamda daha bir sıkı, daha bir gerilimli bir hayatın içine düşmüştür. Birincisi, yaşadığı büyük ve görkemli ev yüksek duvarlarla çevrili, güvenlikçiler tarafından korunan, her isteyenin girip çıkamadığı bir sitededir. Site içerisinde herkes kendi içinde yaşar, belki hafta sonları ortak yemekler verilerek “sosyalleşir”. Bu da “orman kalabalığı içinde tek başına” kalmaktır -ki hiçbir genç böyle bir tekdüzeliği kabul etmez. Yasaklar da en tam burada gösteriyor kendini.

Osmanlı hanedanı, sarayları göz önüne getirin, yüksek duvarlarla çevrili evlerde yaşıyordu. Evet, belki güvenlik açısından gerekliydi, ama görüldüğü gibi yaşayamadı. Bu gidişle yoksulluktan canı yananlardan evlerini yüksek duvarlarla çevirmiş insanlar da kurtaramayacak kendilerini.

Aklıma Ataol Behramoğlu’nun (benim çok sevdiğim) dizeleri geliyor: “Burjuvalar yüksek duvarlarla / Çevirmişler avlularını / Ama bir kiraz ağacı gördüm geçen gün / Dışarı uzatmıştı en çiçekli dalını” Şairin şiirce dillendirdiği gibi her zaman bir kiraz ağacı en çiçekli dalını uzatacaktır dışarıya.

Yönetmen Mete Gümürhan, daha önce “Pehlivanlar” belgeseli çekmişti; şimdi onu kurgu film olarak sunuyor. Chris Westendorp’un senaryosunu, alabildiğine hareketli, alabildiğine hızlı ve gerçekten çok iyi ışık kullanarak çekmiş. Yalın dili ve sakinliğiyle ne anlatmak istediğini bildiğini gösteriyor. Ses

konusunda (boğukluk gösterimden mi kaynaklı yoksa) küçük bir pürüz olsa da asıl sorunun ses eğitimine gereken önemi vermeyen eğitmenlerden kaynaklandığını düşünüyorum. Hızlı konuşmayı seven insanlarız, ağırlıklı olarak sözcükleri yutuyor veya yuvarlıyoruz ağzımızın içinde; sadece Zeki (o da asıl dili olmadığı için) tane tane konuşuyordu.

Filmi genel anlamda beğendim, özel anlamda da anne babaların çocukları üzerinde yasakçı, baskıcı tavırlarının doğru olmadığını görebilmeleri açısından da izlenmeye değer görüyorum.

29 Kasım’dan başlayarak gösterimde…

(25 Kasım 2024)

Korkut Akın

[email protected]

Rotary Örsçelik Balkan Kısa Film Yarışması 2025

Rotary Örsçelik Balkan Kısa Film Yarışması’nın 2025 yılı konusu, Barış ve Vefa olarak belirlendi. Günümüzde barışa olan ihtiyaç her günden fazla artmış bulunuyor. Festival konusu belirlenirken çıkarlar için her türlü ahlaki değerin çürütüldüğü insani ilişkilere de vurgu yapılması düşünüldü. Amaç, “Barış ve Vefa” kavramlarına dikkat çekmek ve değerler düzeyinde sanatsal bir etkinlik yoluyla farkındalıkları arttırmak olarak belirlendi. Ödül ve gala töreninin 09 Nisan 2025 tarihinde gerçekleştirilecek olan kısa film yarışmasına son film gönderim tarihi 28 Şubat 2025 olarak belirlendi. Katılım koşulları ve başvuru formu yarışmanın resmi web sitesinden indirilebiliyor.

Rotary Örsçelik Balkan Kısa Film Yarışması 2025 yazısına devam et

Zamanın Köşeleri Yoktur… Mutfak

Arnold Wesker’in 1957 tarihli tiyatro oyunu The Kitchen’dan 1961 yılında filme uyarlanan, şimdi de New York’ta, dünyanın merkezi denilen Times Meydanındaki bir lokantayı göçmenlikle buluşturarak anlatan Mutfak (La Cocina), aradan geçen onca yıla ve farklı ülkelere rağmen hiçbir şeyin değişmediğinin, aslına bakarsanız da yaşamın özeti. Alonso Ruizpalacios’un senaryosunu yazıp yönettiği film, alttakiler ve üsttekiler öyküsü aynı zamanda.

Göç, sadece bizim değil bütün dünyanın en önemli olgusu; insanlar sosyal, siyasal, ekonomik, ekolojik, kültürel, kuraklık, savaş ve daha birçok nedenle bir yerden bir yere göçüyor. Buradaki insan oraya, oradaki bir başka yere, farklı bir yerdeki buraya, müthiş bir hareketlilik var. Bu insanlar yaşamlarını sürdürmek için çalışmak zorundalar. Birileri onlara iş veriyor; tabi onların rahat ve huzurlu yaşaması için değil, daha çok sömürmek için.

Amerika’ya (Türklerin göçtüğü yansımıştı belgelere ama) en çok Meksikalılar göçüyor; hem yakın olması, hem de geçmişten gelenler nedeniyle… yasa dışı göçmenler en çok da kapalı alanlarda, kimseyle karşılaşmayacakları işlerde çalışıyorlar, mesela mutfakta. Dünyanın merkezinde de olsa, en albenili bir lokantada müşteriler yemek yerken mutfakta farklı bir yaşam var.

Estela (Anna Diaz) da onlardan biri ve hiç tanımadığı köylüsü Pedro’yu (Raúl Briones) buluyor. Pedro, doğal olarak kaçak çalışan, ama eline tez olduğu için şef tarafından tutulan bir aşçı ve beyaz bir garsona âşık. Pedro’dan hamile kalan garson Julia (Rooney Mara) kürtaj yaptırarak bir yükten kurtulmak, Pedro ise doğurmasını isteyerek anne babasına “gücünü” ispat etmek istemektedir.

Hayat dışarıda nasılsa…

Dünyanın dört bir köşesinden çıkıp yaşam kurmaya gelmiş insanların buluştuğu mutfak, bir birleşmiş milletler örgütü de aynı zamanda. Herkesin kendince derdi, sıkıntısı var, herkesin bir umudu, bir heyecanı, hayali var, gerçekleşebilmesi mümkün olmayacak olsa da… Müşterilerin siparişleri, yetişen yetişemeyen yemekler, karışan içecekler, beğenilen / beğenilmeyip iade edilenler… inanılmaz bir koşuşturmaca var mutfakta. Bulunmayan tek şey sanırım temizlik. Pedro sevgilisine hazırladığı yemek dışında neredeyse hiç elini yıkamıyor. Zaten o hızlılığı içinde

kimsenin derdi değil temizlik veya hijyen; müşteriler memnun yediklerinden. Birbirlerinin dillerini bilmeseler de kolayca anlaşıyor mutfak çalışanları; küfürle, erotik şakalarla, arada laf sokmalarla… Hepsi kendince yaşıyor, kimseye yardımcı olmak dertleri değil Max (Spenser Granese) dışında. Patron Raşit (Oded Fehr), kaybolan 800 küsur Dolar peşinde, çalışanları oturma izni alacağı umuduyla kandırıyor. Şef (Lee Sellars) ise işler yürüsün de kim ne derse desinci… Aşçılar, yamaklar, garsonlar, müşteriler ve hızla akan zamanla koşuşturuyor sadece.

Herkesin dünyası kendine…

Times Meydanı pırıl pırıl, kalabalık, hareketli ama onun altında bir yaşam savaşı veriliyor. Alttakiler – üsttekiler farklı dünyalarda, farklı beklentiler içinde… Siyah beyaz (arada renk var, Steven Spielber’in Schindler’in Listesi’ni hatırlatan) çok yakışmış, aradaki tezatlığı yansıtması açısından… Bir trajedi aslında Mutfak, ama

komiklikler de var (belki de güleriz ağlanacak halimize)… Sahne tasarımı (özellikle meşrubat makinesinin bozukluğu nedeniyle neredeyse göle dönen mutfak) gerçekten başarılı. Kesiksiz dakikalarca süren görüntü muhteşem. Müziğin de katkısını unutmamak gerekir. Oyuncuları söylemeye gerek yok onlar da çok iyi.

Bugünkü neoliberal dünyanın neogerçekçi yansımasını izleyeceksiniz.

29 Kasım’dan başlayarak gösterimde…

(24 Kasım 2024)

Korkut Akın

[email protected]

İzmir’in 25 Yıllık Kısa Film Maratonu Sona Erdi

İzmir Kısa Film Festivali, görkemli ödül töreni ile son buldu. Festivalde 4 farklı yarışmalı bölümde toplam 16 ödül dağıtıldı. Festivalin proje geliştirme platformu olan İzmir Film Lab bölümünde ise birçok proje sektörün önde gelen firmaları tarafından desteklendi. Fransız Kültür Merkezi, Çatı Bostanlı, Karaca Sineması ve Buca Belediyesi Tarık Akan Gençlik Merkezi salonlarında yapılan gösterimler ile 10 bine yakın sinemasever kısa filmler ve yönetmenleri ile buluşmuş oldular.

İzmir’in 25 Yıllık Kısa Film Maratonu Sona Erdi yazısına devam et

Fahrinayt, 29 Kasım’da Sinemalarda

Bilal Çatalçekiç’in hem yönetmenliğini hem de başrolünü üstlendiği komedi filmi Fahrinayt, 29 Kasım 2024 Cuma günü StageOrg dağıtımı ile sinemalarımızda seyirciyle buluşacak. Sakarlık üstüne sakarlık yapmakta olan Fahri’nin başına açtığı işler, izleyenleri çok güldürecek. Senaryosunu Mehmet Emin Yıldırım’ın yazdığı ve ve aynı zamanda Mey Film Film Prodüksiyon ile yapımcılığını da üstlendiği filmin oyuncu kadrosunda Bilal Çatalçekiç’in yanı sıra Çetin Altay, Melissa Özge Yıldırımer, Açelya Elmas, Dost Elver, Burak Alkaş, Birgül Ulusoy, Cem Cücenoğlu, Mansur Ark, Ferdi Akarnur ve Mertkan Arat gibi tanınan ve sevilen oyuncular yer alıyor.

Ferhan Baran Yazıyor: 14. Suç ve Ceza Film Festivali’nde Kaçırılmaması Gerekenler

14. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali, pogram direktörü Alin Taşçıyan’ın özenle hazırlamış olduğu heyecan verici programıyla dikkat çekiyor. Festival bu yıl İstanbul Büyükşehir Belediyesi Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda Orson Welles’in 1962 yapımı klasik başyapıtı ‘Dava / The Trial’ ile açılıyor. Franz Kafka’nın baskıcı devlet mekanizması önünde bireyin adalet arayışının simgesi olmuş 1924 tarihli aynı adlı romanından uyarlanan … Devamı…»

Paris’te Buruk Tango

Cannes’da dünya prömiyerini yapan ‘Maria Olmak / Being Maria’ keşke Maria Schneider hayattayken çekilebilseydi. Ancak sanat adına erkeklerin kadınlardan diledikleri gibi yararlanma hakkına sahip olduklarını düşündüğü geçmişin eril ikliminde bu pek de mümkün olmayacaktı herhalde.

50 küsur yıl önce sinema alemini sallamış ünlü ‘Paris’te Son Tango’nun yaratıcısı Bernardo Bertolucci, karısının intiharının ardından yaşadığı depresyonu kendinden çok daha genç bir kadına duygusal ve fiziksel bir tahakküm kurarak dışa vuran orta yaşlı bir adamın öyküsünde dönemin dev aktörü Marlon Brando’nun karşısına henüz 19 yaşında deneyimsiz bir oyuncuyu seçtiğinde, Fransız sinemasının emektarlarından Daniel Gélin’in soyadını bile vermediği gayrimeşru ilişkisinden olma kızı Maria, model annesiyle sorunlu geçmiş yeni yetme yıllarının ardından böylesine cazip bir teklifi hiç düşünmeden kabûl eder. Birbirleri hakkında (adları dahil) hiçbir şey bilmeden fiziki bir birliktelik yaşayan ikilinin pornografi sınırlarında gezinen hikâyesi için boş bir sayfaya benzettiği gencecik Maria’nın yaralı ve kırılgan çehresi çekici gelmiştir İtalyan

sinemacıya. Fiziksel ilişkinin daha agresif daha sert yaşanması gerektiği konusunda ısrarlı olduğunda, Brando ile gizlice anlaşarak, genç kızın haberi ve rızası olmadan senaryo dışı ‘tereyağlı’ tecavüz sahnesini çekerler. Doğaçlama çekilen sahnede Bertolucci Maria’nın rol yapmadan aşağılanmayı ve şiddeti duyumsamasını filme almak istemiştir. Maria şaşkındır. Film setinde başına gelenleri önleyemeyecek kadar korkmuş ve çaresizdir. Fiziksel bir penetrasyon olmasa da psikolojik şiddete maruz kalan genç oyuncu, iki erkeğin tecavüzüne uğradığı hissiyatından kurtulamaz. Brando olayı ‘alt tarafı bir film’ diye geçiştirirken kimse onu teselli etmemiş, Bertolucci genç kadından özür bile dilememiştir.

Maria başına gelenleri bir röportajda dile getirince menajeri tarafından azarlanır, basın karşısında rol yapmaz ise başka iş alamayacağı konusunda uyarılır. Film sonrasında iki adam kendi yollarına giderken, Maria kendisini her gün paralayan basının ve onu ahlâksızlıkla suçlayan izleyicilerin hedefi olmayı sürdürür. Öz babası tanıtımın kötüsü olmaz diyerek olayın üzerinde durmaz

bile. İşin kötüsü şimdi herkes ondan yeni bir ‘tango’ ve çıplak oynayacağı filmler beklerken, bedenini satmak değil film yapmak isteyen Maria’yı zor bir süreç beklemektedir. Daha sonra Antonioni ile çektiği 1975 yapımı ‘Yolcu / Professione: Reporter’ haricinde önemli bir projede yer alamayacak, yaşadığı travma ile uyuşturucu batağından da geçecektir.

Günümüzde ne dünya ne de sinema sektörü 50 yıl öncesinin eril kuşatmasında değil kuşkusuz. Geçtiğimiz aylarda izlediğimiz ve Schneider’in başına gelenlerden esinlenmiş olan ‘Kötü Oyuncu / Un Actor Malo’ örneğinde olduğu gibi, Maria’nın kuzeni Vanessa Schneider’in 2018’de yayımlanan anı romanı ‘Tu t’appelais Maria Schneider’den uyarlanan yapım, geçtiğimiz aylarda izlediğimiz ve

Maria’nın kuzeni Vanessa Schneider’in 2018’de yayımlanan anı romanı ‘Tu t’appelais Maria Schneider’den uyarlanan yapım, geçtiğimiz aylarda izlediğimiz ve Schneider’in başına gelenlerden esinlenmiş olan ‘Kötü Oyuncu / Un Actor Malo’ örneğinde olduğu gibi, bugün ‘MeToo’ hareketiyle açılan yolda çok şeyin değiştiğinin güncel bir örneği olarak ilgiyle izleniyor. Jessica Palud’nun yönettiği yapımda Maria’yı Romanya asıllı Anamaria Vortolomei, Brando’yu Matt Dillon, Bertolucci’yi Giuseppe Maggio, Maria’nın partneri Noor’u ise Céleste Brunquell canlandırmış.

İçine düştüğü bunalımı uzun yıllar atlatamayan Maria’nın nihayetinde avukat olup kadın haklarının peşine düştüğünü ve ne yazık ki amansız hastalığı nedeniyle genç sayılabilecek bir yaşta aramızdan ayrıldığını biliyoruz. Schneider’in son dönemlerine değinmeyen yapım, ‘Paris’te Son Tango’nun final repliğinden yola çıkarak, kendisi ile yıllar sonra görüşmek isteyen, muhtemelen çekimlerine başlayacağı ‘1900’ filminde rol almasını isteyeceği Bertolucci’yi reddederken onu tanımadığını, kim olduğunu bilmediğini dile getirecektir.

(23 Kasım 2024)

Ferhan Baran

[email protected]

Diktatörlük Başa Bela

‘Gladyatör / Gladiator’ üçüncü milenyumu başlatan kült filmlerdendir. Ridley Scott’ın Hollywood tarihinin Roma dönemine ait ‘Ben-Hur’ ya da ‘Spartacus’ benzeri efsanelerine çağdaş bir dokunuş yapmış bu önemli seyirliği nerdeyse çeyrek asır sonra görkemli bir devam filmiyle dönüş yapıyor.

80’li yaşlarının ikinci yarısındaki deneyimli Scott’ın şaşılacak genç bir enerjiyle işe koyulduğu ‘Gladyatör II / Gladiator II’, bilge imparator Marcus Aurelius’un ölümünden 16 yıl sonra, demokratik Roma Cumhuriyeti hayalinin unutulmaya yüz tuttuğu bir dönemde açılıyor. Basiretsiz ikiz imparatorlar Geta ve Caracalla’nın iktidarında derin bir yolsuzluk ve saldırganlığa sahne olmuş Roma’da ordu Kuzey Afrika’daki son bağımsız cumhuriyet olan Numidia’yı sömürgeleştirmenin peşindedir. Marcus Acacius (Pedro Pascal) yönetimindeki ordu denizden mazlum halkın surlarına dayandığı kanlı bir taarruzla açılıyor film. Saldırıda savaşçı eşini yitiren Hanno (Paul Mescal) köle tacirlerine satılan diğer esirlerle birlikte gladyatör olarak eğitilmek üzere Roma’ya getirildiğinde hayatta kalmak, yitirdiği karısı ve halkının intikamını almanın peşindedir.

Senato’nun ve demokratik hakların askıya alınmış olduğu diktatörlük Roma’sında siyaset gücün denetimindedir. Roma halkı yoksulluktan kırılırken, yeni diyarları fethetmenin sarhoşluğu içindeki imparatorluk umut etmeyi unutmuş insanları Kolezyum’da düzenlenen kanlı oyunlar ile uyutmayı sürdürmektedir. Dokunduğu herşeyi yakıp yıkan bu hastalıklı şehir herkesin güvende ve adil bir düzende yaşadığı Aurelius’un ‘Roma Hayali’ni hayata geçinecek bir lidere ihtiyaç duymaktadır. Baş düşmanı bildiği general Acacius ile yolları keşişecek olan Hanno, Romalı geçmişini öğrendiğinde güç savaşları başlayacaktır.

‘Gladyatör II’ politik söylemiyle çağımıza referans olacak, hatta ‘Megalopolis’ projesini hayata geçirirken antik Roma ile ABD arasında paralellikler kuran Coppola’nın kulaklarını çınlatan önemli bir potansiyele sahip. Doyurulması gereken insanlara ‘savaş yesinler’ diyecek kadar gözü dönmüş imparatorlar, ya da filmde

geçen ‘uzak diyarları yakıp yıkarlar, sonra da barış getirdik yalanına sığınırlar’ benzeri replikler çağdaş ABD’nin yayılmacı politikaları ile benzerlikler kuruyor. Ama nihayetinde filmin derdinin bu olmadığını hepimiz biliyoruz. Politik soslu gösterişli bir tarihsel epik ile parlak bir gişe hedeflenmiş kuşkusuz.

İlk filme kıyasla daha pahalı setler, daha yoğun CGI kullanımı ve her devam filminde olduğu gibi daha fazla aksiyon sahneleri izliyoruz. Karakterlere gelecek olursak, bağımsız filmlerde ilgiyle izlediğimiz genç kuşağın önemli yeteneklerinden Mescal, ilk filme karizması ile damgasını vurmuş Russell Crowe’un gölgesinde kalmış. Bunda karakterinin biraz çalakalem yazılmış olmasının ve de yaşadığı trajedinin efsanevi Maximus denli vurucu olmayışının rolü var kuşkusuz. Buna karşılık yeni ordular komutanı Acacius’ta Pascal’ın yetirince geliştirilemeyen kısa tutulmuş kompozisyonuna yazık olduğunu söylemeliyiz.

İlk filmin kötü adamı Commodius’ta harikalar yaratmış Joaquin Phoenix’e ikame ikiz imparatorlar ise sığ bir sirk palyaçosu görünümünde etkisizler. Devam filminin belki de en çarpıcı artısı Denzel Washington’ın canlandırdığı kölelikten gladyatör tüccarlığına terfi etmiş Thysdrus’lu Macrinus’un güç arenasında yükseliş hikâyesi olmuş. ‘Halkı yönlendireceksin, siyaset buna denir’ repliğiyle parlayan siyahi aktörü özlemişiz. Film son bölümlerde kolezyumda köpek balığı benzeri şovlar ile aksiyona bulanmış -bizim yerli dizileri hatırlatan- ağdalı dramatik gelişmelerle irtifa kaybediyor belki, yine de ‘diktatörlük hepimizin başına bela’ alt metni umudu okşuyor.

(22 Kasım 2024)

Ferhan Baran

[email protected]

35. Ankara Film Festivali’nin Kazananları Belli Oldu

35. Ankara Film Festivali’nde  kazananlar belli oldu. Ulusal Uzun Film Yarışması’nda En İyi Film Ödülü, geçtiğimiz hafta kaybettiğimiz Ankara Film Festivali Başkanı İnci Demirkol’un anısına verildi. Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri En İyi Film seçilirken, yönetmeni Murat Fıratoğlu da En İyi Yönetmen Ödülü’nün sahibi oldu. Festivalin Ulusal Belgesel Film Yarışması’nda En İyi Film Sürgün Asla Bitmez belgesel filmine giderken, Ulusal Kısa Film Yarışması’nın en iyisi de Morî oldu.

35. Ankara Film Festivali’nin Kazananları Belli Oldu yazısına devam et

Babygirl

Halina Reijn’in yönettiği ve Nicole Kidman, Harris Dickinson, Antonio Banderas ile Sophie Wilde’ın oynadığı Babygirl, 24 Ocak 2025’de Bir Film dağıtımıyla Bir Film tarafından vizyona çıkarılıyor.
Oscar ödüllü oyuncu Nicole Kidman’ın başrol olduğu Babygirl’de kendisine Oscar adayı Antonio Banderas ve BAFTA adayı oyuncular Harris Dickinson ile Sophie Wilde eşlik ediyor. Romy, güçlü ve sorumluluk sahibi bir CEO’dur ve harika bir aile hayatı vardır. Stajyer olarak şirkete gelen Samuel ile yaşadığı yasak ilişki hem hayatını hem de kariyerini tehlikeye atacaktır.

  • Basın Bülteni
  • Fragman
  • IMDb

Başlangıçlar

Ozan Yoleri’nin yönettiği ve Ahsen Eroğlu, Hazal Subaşı, Zeynep Dinsel ile Osman İskender Bayer’in oynadığı Başlangıçlar, 13 Aralık 2024’de Başka Sinema dağıtımıyla Vigo Film tarafından vizyona çıkarılıyor.
Filmde beklenmeyen bir kaza sonucu akademik ve özel hayatı alt üst olduğu için Paris’ten İstanbul’a dönen, yirmili yaşlarının ortasında bocalayan, genç resim restoratörü Defne’nin hikâyesi anlatılıyor. Paris’te aynı evi paylaştığı arkadaşının beklenmedik ölümü ve İstanbul’da onarılmayı bekleyen gizemli bir Osmanlı tablosunun arasında, genç bir resim restoratörü, yaşadığı yirmili yaşlar bunalımından en az hasar alarak çıkmaya çalışmaktadır.

  • Basın Bülteni
  • Fragman
  • IMDb
  • Korkut Akın Yazıyor

Başlangıçlar yazısına devam et