Christian Petzold’un yeni filmi ‘Kızıl Gökyüzü / Roter Himmel’ ‘bir sorun var’ repliği ile başlıyor. Mütevazı kır evine varmaya çalışan iki gencin arabası ormanlık alanda tekliyor önce. Ellerinde bavul ve sırt çantalarıyla karanlık basmadan eve ulaşmaya çalışırken alçaktan uçan yangın söndürme uçaklarının sesleri ve hayvan çığlıkları gitgide yaklaşan tehlikeyi haberliyor. Leo ile Felix adrese vardıklarında onları başka bir sürpriz beklemektedir.
Bu girizgâhtan Petzold’un Hollywoodvari bir gerilime meylettiği düşünülmesin. Parlak sinema geçmişinde çalkantılı geçmişiyle hesaplaşan çağdaş Alman toplumunu mercek altına almış olan Berlin Okulu’nun usta yönetmeni bu kez günümüz gençlerinin meseleleri üzerine eğilmek istemiş. Bir yaz evi sakinliğinde kendi sanatsal uğraşılarına yoğunlaşmak isteyen gençlerden Leo (Thomas Schubert) huzursuz Alman gençliğinin tipik bir örneğidir. Kaleme almış olduğu ilk romanının müsveddeleri üzerinde çalışırken görüşmeye gelecek yayıncısını bir ‘Barton Fink’ tedirginliği içinde bekler. Felix (Langston Uibel) bir yandan sanat okuluna başvurmak için hazırlamakta olduğu portfolio fotoğraflarını çekerken öte yandan yaz tatilinin keyfini çıkarmaya çalışır. Sonradan edebiyat dalında doktora öğrencisi olduğunu öğreneceğimiz evin sürpriz misafiri Nadja (Paula Beer) ise her iki oğlandan daha aktif olarak hayatını sürdürebilmek için sürekli çalışır. Evin işlerini bitirdikten sonra bisikletine atlar yakındaki otelin önünde dondurma satıcılığı yapar, alışverişi halleder, yemek hazırlar. Geceleyin de plajda cankurtaranlık yapan yakışıklı ile sevişir. Yapacak çok işi olduğundan şikayet eden ancak yalnız kaldığında tenis topunu evin duvarına atmaktan başka bir şey yapmadan bir türlü gelmeyen esini bekleyen Leo hayatın dışındadır sanki. İki oğlan biraz şaşkınlık biraz hayranlıkla izler Nadja’yı. Evin incecik duvarlarından onun orgazm iniltileri işitilir ama eril gözlere hitap eden bir seks objesi olarak göremeyiz onu.
Petzold’un biraz da Covid yorgunluğunun etkisiyle vazgeçtiği distopik öykü yerine çektiği ve elementler üçlemesinin ikincisi olan filmine ‘Mutlu Olanlar’ anlamına gelen ‘The Happy Ones’ adını vermek istemiş. Telif engeli çıkınca ‘Kızıl Gökyüzü’nde karar kılınmış. Filmin İngilizce adı ‘Afire’ ise ‘tutuşmuş, alevler içinde kalmış’ anlamına geliyor. ‘Ateş’ elementini hem doğrudan hem metaforik olarak kullanıyor sinemacı. Bir zamanlar Doğu Almanya’ya dahil olan Baltık kıyısındaki yerleşim bölgesinde çektiği filminde orman yangını fikri 2022 yazında ülkemiz güney sahillerinde yaşanan trajik olaylar sonucu gelişmiş. Kendisi o yaz Türkiye’deymiş ve dehşeti iliklerine kadar yaşamış.
Ateş öte yandan yaklaşmakta olan tehdidi, gençlere kuşaklar boyu ebeveynlerinden kalan mirası, ekonomik sorunlarla nefes almakta zorlanan günümüz dünyasının kaosunu simgeliyor. 60’lı yaşlarındaki Petzold genç çocukların kaygısız coşkularına sevecenlikle ve büyük ölçüde imrenerek bakarken onların tamamiyle masum olduklarının altını çiziyor. Nadja’dan iki kez dinlediğimiz Heinrich Heine’nin ‘Der Asra’ adlı güzelim şiirinde, geceleri yaşanan fiziksel birlikteliklerde ya da iki oğlan arasında yeşeren duygularda hep aşk var. Bu aşkları ‘Bir Yaz Gecesi Rüyası’ sarhoşluğunda, Alman romantizminden kopup gelmişe benzer bir peri masalı tadında anlatmayı deniyor, ancak kapıda bekleyen felaket ve ölüm karşısında aşkın gücü yeterli olacak mıdır. Bunu kestirmekte sanırım o da zorlanıyor.
Berlinale’den ödülle dönmüş olan ‘Kızıl Gökyüzü’, Alman sinemacının Eric Rohmervari ‘oğlan kıza rastlar’ öykülerinin kaygısız yaz esinini taşıyan son opusu. Yönetmenin ‘Transit’ ve ‘Undine’nin ardından muhteşem Paula Beer ile üçüncü birlikteliği. Dostluk, duygusallık ve yaratıcılık dürtüsü üzerine önemli şeyler söyleyen, emeğin işlevselliği ile entelektüel çaba arasındaki ilişkileri tartışmaya açan bu güzel filmi atlamamanızı öneririm.
(27 Kasım 2023)
Ferhan Baran
ferhan@ferhanbaran.com