Perşembe Sineması Evde Programında, Lizbon’un Ritmi Gösteriliyor

Perşembe Sineması Evde Programı gösterimleri  saltonline.org’da çevrimiçi olarak gerçekleştiriliyor; 08 – 11 Ekim tarihlerinde Lizbon’un Ritmi (Batida de Lisboa) filmi gösteriliyor. 500 yıllık sömürgecilik ve 50 yıllık diktatörlükle şekillenen tarih ve kültürler… Portekiz’in başkenti Lizbon’un kenar mahallelerinden kara Afrika’nın sesleri yükseliyor. Göçmenlik bürokrasisini aşan ritimler, kulüpler, festivaller ve sanat merkezlerinde yankılanıyor.

Perşembe Sineması Evde Programında, Lizbon’un Ritmi Gösteriliyor yazısına devam et

8. Boğaziçi Film Festivali’nin Uluslararası Uzun Metraj Film Yarışmasında Yer Alan Filmler Açıklandı

T. C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü’nün katkıları, Anadolu Ajansı’nın destekleriyle; Boğaziçi Kültür Sanat Vakfı tarafından bu yıl 23 – 30 Ekim 2020 tarihleri arasında düzenlenecek 8. Boğaziçi Film Festivali’nin Uluslararası Uzun Metraj Film Yarışması’nda yer alan uzun metraj filmler belli oldu. Dünya festivallerinde yarışan ve ödül alan filmlerden oluşan yarışmada bu yıl farklı ülkelerden 10 film yer alıyor. Uluslararası Uzun Metraj Film Yarışması’nda yer alan filmlerin tümü Türkiye prömiyerlerini 8. Boğaziçi Film Festivali’nde gerçekleştirirken; Sadece Farklı (Just Different) ve Kodokushi dünya prömiyerini festivalde yapacak.

8. Boğaziçi Film Festivali’nin Uluslararası Uzun Metraj Film Yarışmasında Yer Alan Filmler Açıklandı yazısına devam et

SinePoetika Film Festivali

SinePoetika Film Festivali, 08 – 11 Ekim 2020 tarihleri arasında CerModern Açık Hava Sahnesi’nde izleyicilerle buluşuyor. Festivalde sanat tarihinin iki büyük sanatı olarak kabul edilen Edebiyat ve Sinema buluşacak. Türk edebiyat ve sinema tarihinin en güzel örneklerinden Necati Cumalı’nın hikâyesinden Metin Erksan’ın sinemaya uyarladığı Susuz Yaz’la açılış yapacak festivalde Jerzy Kozinski’nin romanından aynı adla beyazperdeye uyarlayan ve yönetmenliğini Vaclav Marhoul’un yaptığı Boyalı Kuş isimli filmi de gösterilecek.

SinePoetika Film Festivali yazısına devam et

Türk Sinemasını Geçmişten Geleceğe Taşıyanlar Ödül Töreni

T. C. Kültür Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü himayesinde, SE-SAM Türkiye Sinema Eseri Sahipleri Meslek Birliği tarafından bu yıl ikincisi düzenlenecek olan Türk Sinemasını Geçmişten Geleceğe Taşıyanlar Ödül Töreni, 16 Ekim 2020 Cuma günü saat 20:30’da Darülbedayi Caddesi, No: 6, Şişli, İstanbul adresindeki Harbiye Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda gerçekleştirilecek. SE-SAM’ın 34’üncü, sinemamızın ise 106’ncı yılı onuruna Nur Türkşen ve Hakan Türkşen’in sunumuyla düzenlenecek gecede sinemamızın her kademesinde ve bölümünde çalışan sanatçı ve emekçilere ödül verilecek.
Türk Sinemasını Geçmişten Geleceğe Taşıyanlar Ödül Töreni yazısına devam et

Uluslararası 2 Yaka Kısa Film Festivali, Bu Yıl 09 – 17 Ekim Tarihleri Arasında Çevrim İçi

Dijital Film Atölyesi’nin (DFA) Kültür için Alan desteğiyle düzenlediği Uluslararası 2 Yaka Kısa Film Festivali (2YKFF), zengin seçkisi ve özgün etkinlikleri ile bu yıl 09 – 17 Ekim 2020 tarihleri arasında sinemasever seyircilerle buluşuyor. Film festivallerinde mekân deneyimlerinin çeşitliliği ile İzmir’i tanıştırmak ve seyirciye birlikte film izleme kültürünü yeniden hatırlatmak üzere buluntu mekânlarda ve dönüştürülmüş butik mekânlara yerleştirilen 2 Yaka Kısa Film Festivali bu yıl pandemi koşulları gereğince dijital ortamda gerçekleştiriliyor.

Bütün Sinemalar Kapanınca

Sinema işletmeleri kapandığında kimileri huzura erecek sanki! Ya da haklı çıkmış duygusuyla yıllarca ‘sinema bitti’ diyenler kınalanacak gibi. Gerçekten de var mı böyle bir ihtimal? Bütün sinema işletmeleri gün gelir de tamamen kapatabilir mi salonlarını? Bunun gerçekleşebilmesi için iyice tek düze bir çağa, merakın olmadığı, hikâyelerin anlatılmadığı, masalların tükendiği bir bin yıla girmek gerekiyor. Bütün sinemaların ortadan kalkması, hepsinin açılmamak üzere kapanması insanlık yok olmadığı sürece gerçekleşmeyecek.

Sinema akademisyenleri ve profesörlerinin sinema öğrencilerine sordukları ilk soru çoğunlukla ‘Neden sinema?’ olmuştur… Bu kadar basit bir soru, mânâsız ve tek düze. Kimse kusura bakmasın ama özellikle, üç aşamalı yetenek sınavını (genel kültür, yetenek, sözlü mülâkat) geçip sınıfa oturmuş sinema sevdalılarına da ‘Neden sinema?’ diye bir soru sorulmamalıydı? Öğrenim dönemlerinin sonrasının ‘bağımsız’ (aslında her tarafından bağımlı) sinemacıları, bu soruya maruz kalan öğrenciler de, genellikle ‘İnsanlara anlatmak istediğim şeyler var.’ diyerek yanıtlıyordu hocalarını. Yetenek sınavlarının ortadan kalkmasından sonra güzel sanatlar fakültelerine giriş yapan bütün ‘sanatçı’ adaylarının da ‘anlatmak istediği hikâye’ sayılarında patlama oldu.

Dünya salgınla sarsılırken sinema işletmelerinin kapalı olmasına, açıldığında kimseciklerin salonlara gitmemesine neden şaşırıyoruz? Bilinçli her insan gibi sosyal mesafeye dikkat etmek, kalabalıklara karışmamak, sağa sola sürtünmemek, maske takmak, mümkün olduğunca evden çıkmamak, yüksek sesle konuşmamak ve buna benzer birçok alışık olmadığımız uygulamaya dikkat etmemiz gerekmiyor mu? 2020 Mart’ından önce yaptığımız bir çok sosyal faaliyeti önlemler eşliğinde gerçekleştirmemiz, kurallara uyarak yapmamız gerekmiyor mu? Sokaklara çıkıp ‘amaaan yok virüs falan’ diyerek kaosa mı sürükleyenlerden olmak doğrusu, inansak da inanmasak da toplumların geleceği için genele uyum göstermek mi? Her aklı yerinde insan istemese de, zorlansa da sürece uyumlanmış durumda. Bu şartlarda da otellerin, restoranların, meyhanelerin, seyahatlerin ve konumuz, sinema işletmelerinin eski günlerini yaşamasını beklemek zaten mümkün değil. Salgın sürecinde sinema işletmelerinin çalışmıyor olmasını dijital çağa yenilmişlik olarak göstermek, salonları köhneleşmiş mekânlar olarak görmek temelde kültürsüz toplumlar yaratmak isteyen iradelerin değirmenine su taşmakta, onların yerleştirmek istediği güçsüz, çağdaşlıktan uzak zekâ tohumlarının hızla büyümesine yardımcı olmak, daha rahat yönetmek için arzulanan orta çağ hâttâ ilk çağa dönüşü hızlandırmaya yardımcı olacaktır.

Salgından ötürü sinema işletmeleri kapalı. İşletmeler açıkken de buralara gitmek yine salgın sebebiyle riskli. Olayın özü bu. İyi de bu özden yola çıkarak ‘Sinema bitti’ye gelmek kime ne kazandırıyor ya da kazandıracak? Dünyada sinemanın bitmediğini yazının sonrasında paylaştığım verilerde gözlemlemek mümkün. Yereldeki durumdan biraz daha bahsetmek gerekirse;

Onun ticaretinden anlayan, bunu iyice öğrenmiş her yapımcı için ‘sinema’ en yüksek gelir getiren enstrümandır. Bütün sinemalar kapandığında da bu gerçek değişmeyecek. Salgın sebebiyle meydanı boş bulan ‘streaming’ dünyası daha sinema işletmeleri eski yerini almadan trafik sıkışıklığı yaşıyor. Sinema mecrası elinden alınan dünya yapımcıları dijital mecraların kapısında yatıyor. Amerika’nın stüdyo yapımcıları kendi dijital mecralarını sinemaya göre limitli ama daha fazla pay alabilmek adına kurmaya çalışıyor. Abone sayılarını arttırmak isteyen dijital, internet mecraları bölge bölge geliştirdikleri ‘süründürerek dize getirme’ taktikleriyle -şimdilik- insanların haftalık sürelerini gasp edip onları hipnotize etmeye çalışıyor. Sinema ise yıllardır ürettiği içeriği, şimdiki dijital, internet mecralarının, eskiden video kasetlerin sonrasında blu-ray ve DVD-VCD’nin, bir ara korsan yayınların, çok kısa bir süre televizyon kanallarının belirlediği satış bedellerinin üç dört mislini bilet fiyatı hedefleyerek dünyaya dağıttı. Tüccar sinemacılar -belki de bilinçsizce- ürettikleri içeriğin çok büyük bir zemine yayılan (oyuncu, yazar, yönetim, set çalışanları, tanıtım, post-prodüksiyon, vizyon tedarikçileri, yapım evi, müzisyenler, makyaj ustaları, sesçiler, sinema eleştirmenleri, sinema salonları sahipleri, çalışanları, fotoğrafçılar, afiş tasarımcıları) telif değerini de en yüksekte tutarak ilk önce sinema salonlarında pazarlamayı seçiyor. Çünkü, gelirin kontrol edilebildiği, sanatçı teliflerinin ve kâr paylarının en düzenli ve hakkaniyetli şekilde dağılımının gerçekleştiği bir mecradır, çünkü ürettiğiniz içerin anlamlı şekilde, amacına en uygun bir sunumla hem ticari hem de sanatsal açıdan karşı tarafa geçtiği bir olgudur sinema. Bütün sinema salonları kapandığında da bu böyle olacak. Sinema salonunda vizyona çıkarttığınız bir film kendisine ve paydaşlarına reklam, sponsorluk gibi birçok katma değer sağlarken internet ve televizyon gibi sinemaya göre ticaret açısından sığ mecralarda ürününüz, performanslarınız, telifleriniz ve fikirleriniz sizden bağımsız olarak peşkeş çekilmekte ve size müdahale, pay şansı vermeksizin emeğiniz üzerinden ticari bir kazanım elde edilmektedir. Bütün sinemalar kapandığında da bu böyle olmaya ve böyle anılmaya devam edecektir.

Sinema ve dijital mecralarda içerik kullanımı neredeyse yeni bin yılın başından bu yana konuşuluyor. Bu kıyasıya tartışılırken sinema teknolojisi kendisini ‘büyük ekran’ hedefinde sürekli geliştirmeye devam etti. Boyut ve efekt eklemelerinin yanı sıra vazgeçilmez ve en şahane ayrıcalık olan ‘büyük ekran’ sanat eseri ile ticari değer arasında da ortak bir mânâ yolu çiziyor aslında. ‘Filmler yoluyla insanlara birşeyler anlatmak isteyenlere’ sunulan en güçlü enstrüman!

Dünya genelinde ‘streaming’ pazarında büyük bir panik yaşanıyor. Salgın sebebiyle mecburen devre dışı kalmış sinema pazarına yapılan bel altı vuruşlarla geleceğin içerik ticaretinde kapılmak istenen köşelerin talibi o kadar çok ki… DVD, video, VCD, CD, blu-ray gibi fiziksel içerik dağıtım mecrası tam anlamıyla sona erdi diyebiliriz. Evlerdeki arşivler iyi koleksiyonerler için birer film kütüphanesi olacak sadece. 1980’lerden bu yana ‘ne gideceğim sinemaya, alırım kasedi, cd’yi istediğim zaman, ileri geri ala ala izlerim, film de benim olur’ diye diye geçen 40 yılın ardından sinema olduğu yerde, kendisini her gün geliştirerek kültürün ve içerik ticaretinin köşe taşı olmaya devam ediyor. ‘Streaming’in fiziksel mecradan sonraki ikinci kurbanı ise elbette televizyon kanalları (pay, free tv’ler) olacak. Oldu bile. Bütün başat televizyon kanallarının dijital içerik dağıtım alternatifleri neden var? Son çırpınışlar. Öte yandan dijital, internet mecrasını silkeleyecek ve bugünkü trafik sorununa ek olarak gelecek diğer mesele ise işin izleyici üzerindeki ekonomik etkisi olacak. Hangi abonelik şekliyle olursa olsun, nasıl bir bütçe modeli eşliğinde ilerlenirse ilerlensin dijital mecraların en büyük handikapı yapımcı, üretici ve sanatçı ile yapılan kontrolsüz gelir ilişkisi ve buna bağlı olarak içeriğin izinsiz olarak çoğaltılıp gösterilebilir olması. ‘Abi-abla yıllık 300 TL.’ye binlerce film, dünyadaki bütün maçlar, sayısız kanal!, HD kalitesinde…’ IPTV ve daha niceleri.

‘Tenet’in su götürmez başarısı. Dünyadaki sinemaların tamamen kapalı olduğu bir dönemde, bugün, ölümlerinin sayısı 100 binlerle anıldığı bir salgın sürecinde sinemalarda vizyona film çıkartmak! Çıkartmak ve 200 milyon dolarlık bütçesinin 100 – 150 milyon dolar üzerine koyup süreci sonlandırmak!.. Su götürmez bir başarı. Öncelikle böyle bir aksiyonu takdir etmek gerekmez mi? Kısıtlı gösterim imkânlarıyla, bir takım döneme uyarlanmış strateji ile bir üründen, böyle bir dönemde 100 – 150 milyon dolar arası ekstra gelir elde etmek, sadece ‘başarı’ olarak değerlendirilebilir. Kimileri buna ‘deney’ dese de bu yakıştırmaya kulak asmamak gerekiyor. Warner Bros.’un bu denemesi dünyanın sinema gösterim stratejisinin de şekillenmesine sebep olmuştur. Amerikan başkanının -belki de seçim stratejisidir- bile virüse yakalandığı, vaka sayılarının arttığı, ikinci dalganın yaşandığı endişe dolu şu günlerde bile bir takım filmler vizyon yaparken, gişeden ve sinemadan yüksek gelir hedefleyen ‘blockbusterlar’ dijital mecraları tercih etmeksizin tarihlerini 2021’e ayarladılar. ‘Streaming’e rağmen, sinemadan yüksek gelir elde edileceğini bu yapımcılara ‘Tenet’ söyledi. Dünya genelinde % 12 ile % 20 arasında değişen doluluk oranları bandında çalışan sinema işletmeleri (Amerika Birleşik Devletleri dahil) geleneksel içerik değerlendirme zincirinin hâlâ açık ara en başında yer alıyor. Bundan sonraki yıllarda sinema lokasyon sayılarının düşecek olmasının, sinema işletmelerinin kapanacak olmasının, perde sayılarının azalacak olmasının dijital içerik mecralarının yaygınlaşması, çoğalması ile bir ilgisi olmayacak. Gerçek bir strateji ve prodüksiyonla bir yapımcı günün birinde tek bir büyük sinema salonunda en yüksek dijital teknolojiyle bir gösterim yapabilecek ve yine sadece iki saatte ortalama üç bin kişilik bir seyir etkinliğinde hatırı sayılır bir gelir elde edebilecek. Yanı sıra ‘derdini, dramasını’ karşısındakilere, bir kültüre tuğla koyarak geçirebilecek. Bütün sinemalar kapansa da bu böyle olacak…

Sinemanın bugün içinde olduğu durumu direkt olarak salgın ve etkileri çerçevesinde değerlendirmek doğru olacaktır. Elbette teknolojik açıdan yetersiz olan, film gösterim olanakları zayıf olan, sinema salonu ölçülerine uymayan işletmeler kaçınılmaz olarak veda edecektir. Etmelidir de. Büyük ekranınız, yüksek tavanınız, sinematik ses düzeneğiniz ve geleneksel sinema salonu nizamı anlayışınız yoksa artık bir sinema işletmecisi değilsiniz demektir. Bu unsurların olmadığı milyonlarca düzenek hali hazırda artık herkesin evinde kurulu. Dijital projeksiyona uygun olmayan, barkovizyon ve benzer ekipmanlardan gösterilen filmleri sinema işletmelerine dağıtıp bu filmlere izleyici gelmesini bekliyorsanız, bu filmleri sinema perdenizde misafirlerinize hâlâ izletmeyi tercih ediyorsanız siz günümüzün sinemacısı ne yazık ki değilsiniz. Bir yandan sinema işletmeciliği ya da sinema gösterimleri için film ithalatı – ticareti yapıp öte yandan ‘streaming’ kanallarının reklamını yapıyor ya da buralarda gösterilen içeriğe güzellemeler diziyorsanız siz bugünün sinemacısı ne yazık ki değilsiniz… Sinemacı olmadığınız gibi ülke sinema kültürünün güçsüzleşmesine sebep olan küçük ve bugün için görünmez unsurlardansınız. Hele de böyle bir dönemde her sinemacının en sarsılmaz şekilde kaliteli içeriğe salon vermesi, dünya sinemasının stratejilerine kulak vermesi ve misafirleriyle arasında yeni ve dinç bir güven bağı kurması gerekmektedir. İşletme giderleri açısından dayanamayan sinemalar muhakkak ki kapanacaktır. Bu işletmelerin video filmleriyle, sinema için yetersiz, yayınlanmış içeriklerle ayakta durması sadece bir illüzyondur. Dünya üzerinde genel bir yaşam güvencesine ulaşıldığında sinemalar eskisinden çok daha kuvvetli bir dönüşe imza atacaktır.

Ayda bir yardım kampanyaları ‘düzen’lemek yerine ya da karakterine uygun olmayan filmleri ‘denize düşen yılan sarılır’daki gibi göstermektense, yetmezmiş gibi, sinema kültürünün yaşaması için salonlarda misafirlere sunulabilecek filmleri üç kuruşluk ticari gelir uğruna beyazcama sıkıştıran uygulamalara ‘şu film şuraya geliyormuş aman da ne güzel olmuş’ gibi övgülere uğratmak yerine dayanmak, dayanabilmek, direnmek en azından direnmeye çalışmak uzun vadede bu ‘oyunun’ içinde kalmaya yetecektir. Krizlerde ve pandemi durumlarında çok normaldir ki piyasalar, büyük sektörler bile yara almaktadır, daralmakta ve küçülmektedir. Sebepleri bunlar olarak almayıp, sinemanın dijitale teslim olduğunu söylemek günümüzde ‘sinemacılık’ değildir. Ekonomik sebeplerden ve sinemaların kapalı olmasından ötürü bir piyasa mikro düzeye de gerilese sinemacılık tanımı, film izleyiciliği ve film severlik üzerinden yapılmayacaktır. Ticaretinden, sanatına dek uzanan meşakkatli yolda sinemacılık bir bütün olarak ele alınmalı ve zeminine göre stratejiler geliştirmelidir. Dünya bunu uygulamaktadır. Tam da bugün sinemacılığı Türkiye’de geriye götüren detay uygulamalardan vazgeçme vaktidir. Perde yüz ölçümü küçük, koltuk kapasitesi (VIP özelliğindekiler hariç) düşük olan (100 ve altı), bir salondan diğer salona ses geçen, yalıtımı olmayan, cep sinemaları (merdiven altı, alçak tavan, küçük ve düşük kapasiteli salonlar) miadını doldurmuştur, kapatılmalı ve buralardaki teknik ekipman değerlendirilmelidir. Sinema işletmecilerinin lokasyon ve mahalleli değerlendirmelerini bilimsel olarak yapıp kapasite olmayan ya da düşük potansiyelli bölgelerdeki sinemalarını vakit geçirmeden kapatmalıdır. Blu-ray ya da DVD kaynaklı gösterimler yapılmamalıdır. Televizyon da ya da internet mecralarında gösterilmiş filmler geleneksel vizyon dinamiğine sokulmamalıdır. Yerelde, furya sinemacılığı örnekleri ile internette örnekleri olan yabancı, avantür içerikler sinema perdelerini meşgûl etmemelidir. Bu ve benzer içeriklerin hiçbir yatırımcıya, işletmeciye ve yükleniciye ticari bir getirisi olmayacak, uzun vadede ülke sinemaseverlerinin kaliteli sinema içeriğinden de uzaklaşmasına sebep olacaktır.

‘Tenet’in bir deney olmadığını, dünyanın sinema devlerine bir örnek teşkil ettiğini söylemiştik. Bu cesur denemenin ardından normal dünya için, gişe umutlarını ayakta tutan stüdyolar 2021 takvimine sıralandılar. Bir deneyden bahsetmek gerekirse buna en güzel örnek ‘Mulan’ olabilir. Film, kendi şirketinin dijital mecrasında sinemalarla aynı anda gösterildi ve ‘streaming’ geleceği planları açısından hayal kırıklığı yarattı. Elbette dijital mecralara gönderilen filmler de var. Bu da oldukça normal. Bir takım filmlerin mevsimi ve süresi olduğu aşikâr. İzleyicisiyle bir şekilde buluşmazsa albenisi kaybedecek filmler. Dalından koparılan meyveler gibi, çürürler.

Sinemada film izlemek bugünden sonra daha da ‘ayrıcalıklı’ bir durum olacak. Film festivalleri topluluk gösterimlerini daha fazla önemseyecek, bu etkinlikler çok daha değerli hale gelecek. Tüccar yapımcılar ve sinema sanatçıları – yaratıcıları için fırtınadan önceki sessizlik bu. (Kusursuz Fırtına) Normalleşmenin ardından, endişelerin toplumlar üzerinden elini çekmesiyle beraber sinema ve sinema işletmeleri olduğundan daha güçlü olacak. Bütün sinemalar kapansa da film izleme kültürünün sarayı her zaman sinemalar olacak!

İnsanlık var oldukça sinema da var olacak, peki ya futbol? Futbol ve sinemayı karşılaştırdığımızda, sinema adına durum daha da umut var hale geliyor, adeta tescilleniyor. Erkek egemenliğinde yürüyen dev bir sektör. Yok olmanın eşiğinde. Neden? Çünkü yeni hiçbir şey vadetmiyor. İzlemek istediğiniz her doksan dakikada artık aynı şeyler oluyor. Yarattığı oyuncular bugün için en üst seviyede. Bundan sonra devreye girecek yeni oyuncular da ağzıyla kuş tutamayacak. Oyun kurallarında bir güncelleme yok. Gün geçtikçe aynılaşan ve hantallaşan bir sektör. Sunulan bütün içeriğe kolaylıkla ulaşmak mümkün. Ulaşılan her içerik birbirinin aynı. Gollü karşılaşmalar da bile bir izleme bütünlüğü sağlanamıyor. Futbol uzmanlarının ortak görüşü: ‘şu lig bu lig dışında tadı yok’… Ve onun da tadı kalmayacak. Futbolu var edecek oyuncular da doğal olarak artık yetişmiyor. Mahalle maçları kalmadı, semt futbol okullarına ilgi düşük. Çağın çocukları ekran başında. Yeni hiçbir şey vadetmeyen futbol sektörü sadece sonuç odaklı, skor odaklı ve bahis odaklı olmaya doğru ilerliyor. Sanal maçlar, sanal oyuncular, sanal ligler ve bunlar üzerinde oynanan bahisler artık gerçeğinden çok daha fazla zaman kaplıyor insanların hayatında. Meselâ; ‘futbol artık altı oyuncu iki kaleci, kadın erkek karışık takımlar şeklinde, gol başı puan kuralları ile oynanacaktır.’ denmediği sürece bir merak uyandırmayacak gibi duruyor. Salgından sonra eski günlerine dönemeyecek bir olgu varsa o da futboldur denebilir.

Her film yeni bir durumu, olayı, hayali vadetmektedir ve kendisinden söz ettiren, merak uyandıran her film izleyicisiyle buluşur. Bu vaadi en yaygın şekilde paylaşmak isteyen her tüccar yapımcı ve her bilinçli sanatçının tercih edeceği mecra ise öncelikli olarak sinemadır.

Türkiye’de güçlü bir sinemacılık piyasasından bahsetmek hayli zor. Her ne kadar son yıllardaki yerli sinema filmi bilet satış payı % 60’lara dayanmış olsa da bu oranın yakalanmasını sağlayan içeriğin çok az B, yoğunlukla C sınıfı tüketiciye yönelik olduğunu söyleyebiliriz. Zayıflayan ekonomi, hayat şartlarının zorlaşması Türkiye’de bugün, normal bir yaşamsal zeminde bile sinema salonlarına rağbeti düşürüyor. 2019’da bilet fiyat ortalamasının 12 TL.’den 16 TL. bandına çıkması da yıllık bilet satışını büyük ölçüde ve olumsuz yönde etkilemişti. Daha da artacak bilet birim fiyatlarından dolayı da bugünden sonra hangi tüketici sınıfından olursa olsun sinemayı tercih edecek insanlar kaliteli ve benzersiz içeriğe ödeme yapmak isteyecekler. Formül olarak ‘nişan, düğün sahnelerinin’ tercih edildiği, skeç söylemlerinin, televizyon starlarının filmleri ve bunlara benzer formüllerin kullanıldığı yapımlar eskisi gibi rağbet göremeyecek. Çünkü bu ve benzer içerikler ziyadesiyle ve daha da uygun fiyatlara beyaz camda var. Yerli sinema filmi yapımcılarının ayrıcalıklı ve daha kaliteli içerik üretmesi şart. Biyografik yapımların, kitleleri hedef alan dramaların şansı çok daha yüksek. İzlenmeden önce ve izlendikten sonra kendisinden söz ettirmeyi başaran içerikler sinemada yüz güldürecek.

Türkiye sinemacılığın en dramatik durumu ise devletle olan ilişkisidir. Küresel bir salgın sebebiyle felç olan sinema yaşamı ve ona bağlı bütün dinamikler bugün için can çekişmektedir. Her piyasanın olduğu gibi sinema yaşamının da devlet yardımına ihtiyacı vardır. Süre gelen destek ve teşviklerin haricinde piyasayı olumsuz yönde etkileyen salgın sürecine özgü yardımlardan bahsediyorum. Bugün için devlet tarafından sinemacılar ve sinema yapımcıları için açıklanmış hiçbir paket bulunmamaktadır. Kredi yardımı, işletme gideri desteği, eğlence vergisinin ortadan kaldırılması, teşvik paketi ve benzer hiçbir uygulama yoktur. Türkiye’de haftalık olarak en yaygın icra edilen sosyal olgunun bu derece yalnız bırakılması, bu olgunun bütün departmanlarını olumsuz yönde etkilemektedir. Dolayısıyla koca bir kültür, gelecek nesilleri geliştirecek, yaşatacak ve toplumları güçlendirecek koskoca bir olgu kaderine terk edilmiştir.

Sinema kültürünün yaşatılması ve güçlendirilmesi için tutarlı ve birlikte gerçekleştirilecek bir eylem planıyla, Türkiye için de veriler daha iyimser bir seviyeye ulaşacaktır.

Yazıyla ilgili grafikler için tıklayınız.

(12 Ekim 2020)

(Bu yazının ilk yayını 11 Ekim 2020 tarihinde http://www.antraktsinema.com sitesinde yapılmıştır.)

Deniz Yavuz

Dünyaya Açılan Sinemamız ve Yeni Bir Kuşak: Gelişmeyi Tetikleyen Eleştirmenlerdir

Bizim insanımız iki şeyi çok iyi bilir; o kadar iyi bilir ki, yıllarını bu alana vermiş, üzerinde uğraşmış, hâlâ da çalışanlardan daha iyi… Biri futbol, diğeri sinema. Film çekerken “şöyle yürüse, böyle yapsa, baksa” diyenler olurdu. Dışarıdan bakınca kolay gelir, herkes kendince iyi oyuncu, iyi senarist, iyi yönetmendir. Haydi deseniz kaçacak delik ararlar, başka.

Atillâ Dorsay, deyim yerindeyse sinemayı hepimize sevdiren, üzerine yazdıklarıyla anlamamızı sağlayan, farklılıklarını da görmemizi isteyen bir sinema yazarı usta, duayen. Yeni kitabı “Dünyaya Açılan Sinemamız ve Yeni Bir Kuşak, Türk Sineması 2010 – 2020” ile okura 54. kez ulaştı.

Aklın yolu bir

“Türkiye’de politika yazarı olmak kolay. Her kahvede sabahtan akşama politika yorumları (sinema ve futbola bir de politika eklenmesi gerekiyor-muş) yapılıyor. Ama sanat yazarı, sanat eleştirmeni olmak çok daha zor. Çünkü sizler politika dahil her şeyi izlemek ve ayrıca çok daha özel bilgilere sahip olmak zorundasınız” Güneri Civaoğlu’nun sözleri. Atillâ Dorsay’ın birtakım polemiklerin üzerine yazdıklarından aldım. Aklın yolu bir.

Sinemamıza iyimser bakış…

Gelişmeyi tetikleyenler eleştirmenlerdir ve eleştirmenler iyimser oldukları için umudu üzmezler hiçbir zaman. İzledikleri filmi beğenmeseler de (aslında bütün sanat dalları için geçerli) bir yol gösterirler, ışık tutarlar. Bu, hem sanatçılar hem izleyenler için geçerlidir.

Sinemamızın gelişmesine en güçlü dayanak olan, yazdıkları ve anılarıyla yıllardır herkesin başvuru kaynağı haline gelen Atillâ Dorsay, her filmi, konu, içerik, oyuncu veya yönetmen ayırmaksızın izlemesi, yazarken önyargılı olmaması ve daha da önemlisi yazdıklarını kitaplaştırmasıyla da adını kazıdı sanatımıza… bir önemli nokta daha var: Alabildiğine iyimser ve destekleyici. Hataları görmüyor mu? Muhakkak ki görüyor. Yanlışları bilmiyor mu? Tabii ki biliyor. Ancak sinemamızın, buna da bağlı olarak sanatın ve kültürün desteklenmesi gerekiyor. Atillâ Dorsay da onu yapıyor.

Kitapta yer aldığına göre (o, tam sayıları bildirmiş), 2010 – 2020 arasında her yıl 250 ile 426 film gösterilmiş. Her filmi anımsamak mümkün değil, üzerine yazılanları da… Ama kitaplaştığında gerçek bir başvuru kaynağı, önemli bir tarihi belge oluyor.

Dorsay, günün gündemini, sosyal konuları, politik yaklaşımları ve asıl mesleği çerçevesinde kent ve kentsel yaşamı yansıtıyor yazılarında. Yani bir anlamda hayatı aktarıyor filmle birlikte.

Kitleye dönük…

Endüstriyel olsa da sinema, özü itibarıyla kitleye dönük bir sanat. Kitabının sunuş yazısında, “Kaldı ki kendi adıma -defalarca yazıp söylemişimdir- popüler sinemayı asla reddetmedim; hatta küçümsemedim. O sinemanın çok sıkı takipçisi değilim; hâttâ yanına yaklaşmak bile istemediğim filmler, seriler veya oyuncular da oldu. Ama yine de kitle sinemasının en ilginç örneklerini izledim ve yazdım. Hâttâ kimilerini en iyi film listelerime aldım” diyen Dorsay, en çok film için bir basın gösterimi düzenlenmemesine kızıyor… Şaşaalı magazin basınına da açık galalar yapıp da sinema yazarlarına bir gösteriminin çok görülmesini kaldıramıyor. Gişe yapmayan filmler için “neden yazmadınız” yakınmalarının bini bir para olunca… Sitemini, “Bizim de onurumuz var” sözüyle dile getirirken olanca nezaketiyle taşı gediğine koyuyor, tabii. Kim haksız diyebilir ki!

Samimi ve şeffaf

Atillâ Dorsay, 180 film eleştirisini elden geçirip, üzerinde çalışıp sıralamış. Dilinin ve yaklaşımının ne denli olumlu ne denli içten olduğunu okuduğunuzda hissediyorsunuz. Filmler üzerine yazarken titizlendiğini, kimseyi kırmak istemediğini, yazdıklarının isteğini aşan anlamlar taşımaması için nasıl çaba harcadığını, filmi değil de sinemayı savunduğunu, sinemanın yaşamı yansıtan en güçlü sanat olduğunu, buna da bağlı olarak geniş kitlelere ulaşmasının da etkisiyle okurunu sinemaya yönlendirme düşüncesinde olduğunu görüyorsunuz.

Atillâ Dorsay, sadece filmleri aktarmamış biz okurlara; “Yeni Bir Kuşak” adı altında genç sinemacıları ve dünyaya açılan yeni filmlerimizle sinemamızın geleceğinin de alabildiğine parlak olduğunu vurgulamış. Berlin ve Cannes’da ödül alan yönetmenlerimizi takip edecek, daha da çok ödül toplayacak yeni bir kuşağın geldiğini müjdelemiş.

Gerek sinema geçmişi olan ve üzerine yazmak isteyen ve kitap yazıları yazan benim için en belirleyici cümlesi: “…film üzerine görüşlerimi tam bir eleştiri yazısına dönüştürdüm. Bunu yapmış ve şu filmleri ortak belleğimize kazandırıp ‘unutulmaktan kurtarmış’ olmakla iftihar ediyorum.”

Bir avuç nostalji…

Filmini yarışmaya… düzeltiyorum, gösterime giren her filmin değerlendirildiği SİYAD ödüllerine (meslek birliklerinden temsilci olmaması gerekçesiyle) katmaktan kaçınan yönetmen ve yapımcılara, dünyadan da örneklerle öyle bir ders veriyor ki…

Bağışlayın, Atillâ Bey de bağışlasın, kitapta yönetmenlerin, oyuncuların, ilgililerin ve filmlerin adları (hem de yıllarıyla) yer alıyor. Benim bir sorumluluğum da, kitapların okunmasına katkı sağlamak… İzleyicilerin Hale Soygazi’nin kolunda (Bir Yudum Sevgi nedeniyle haklı olarak) Kadir İnanır’ı görmek isterken sürpriz şekilde Atillâ Dorsay’ın sahneye çıkması ilgi çeker tabii. İstiyorum ki, Hülya Koçyiğit, Mahsun Kırmızıgül, Türkan Şoray, Çağan Irmak, Nuri Bilge Ceylan, Lütfi Ömer Akad, Yılmaz Güney ve daha nicelerinin yer aldığı o ilginç yazılar okunsun. Zaten bir yazısında, Nuri Bilge Ceylan’ın kazakla sahneye çıkıp ödül almasının yoğun katılımlı gecenin önüne geçmesine ve yankılarına (Hıncal Uluç polemiği önemli) yer veriyor. Bir yazısında da, hiçbir eleştirmenin filmi beğenmese de “sakın gitmeyin” demediğine, ama bulundukları konum gereği her konuda kalem oynatan (kimi zaman da fırıldaklık yapan) köşe yazarlarına “buyurgan ve diktatör” diyor.

Atillâ Dorsay filmler üzerine yazdıkları gibi yaşamın belirleyicilerinden olan anılarını da kitaplaştıran biri. 54 kitabı var ve hepsi köşe taşlarını oluşturuyor şu yakın tarihimizin.

Yenisi yolda…

Atillâ Dorsay, sinemamızın istenilen düzeyde, dünya çapında kabul gören bir nitelikte güçlü ve aranan olmasının düşünü görüyordu, yıllar boyunca sinemayla ilgilenen herkes gibi. Kitapta da vurgulandığı gibi o düşü yaşıyor olması ne büyük mutluluk, hepimiz için.

Sinemamızın duayen yazarı, bu düşünün yanı sıra ikinci bir kitap hazırlığının da peşine düşmüşken, koronavirüs günlerinde hepimizin evde kaldığı karantina günlerinin ardından, kalp rahatsızlığından (6 damarı içeren by-pass ile) kendisini asla yalnız bırakmayan ve hep destekleyen eşinin de desteğiyle kurtulmuş. Şimdi hepimiz merak, heyecan ve umutla yeni kitabını bekliyoruz.

Popülizmin sefaleti

Televizyon programı yaparken muhakkak ve mutlaka kitap tanıtımı da eklerdim, kitapların ne denli önemli ve gerekli olduğunu vurgulamak için.

Artık ne yeterli kültür sanat programı var ne de kitap tanıtımı… Fox TV’de “Çalar Saat” programında İsmail Küçükkaya, kitap tanıtımı değil, ama kitap duyurusu yapıyor, bu bile çok önemli bir şey. Ancak Küçükkaya, (12 Ekim 2020’de) Atillâ Dorsay gibi bir ustanın (onun yaşından fazla kitabıyla), duayenin kitabını yazarından hiç söz etmeden, sadece kapak görselindeki oyuncuyu anarak duyurması gerçekten popülizmin sefaleti olarak önemli bir üzünç kaynağı. Yapmayın bunu, lütfen.

Dünyaya Açılan Sinemamız ve Yeni Bir Kuşak
(Türk Sineması 2019 – 2020)

Atillâ Dorsay
Remzi Kitabevi
Eylül 2020, 272 s.

(11 Ekim 2020)

Korkut Akın

korkutakin@gmail.com

Mehmet Yağmur’u Kaybettik

Sinemamızın aksiyon filmleri oyuncularından Mehmet Yağmur, 03 Ekim 2020 Cumartesi günü hayatını kaybetti. Bin Yıllık Yol ile oyunculuğa başlayan Yağmur’un rol aldığı filmler arasında Baba, Hicran, Jilet Kazım, Bebek Gibi Maşallah, Aşkların En Güzeli, Kin, Cezanı Çekeceksin, Murat ile Nazlı, Para, Yılmayan Şeytan, Anadolu Ekspresi, Battal Gazi Geliyor, Bitirim Kardeşler, Güllü Geliyor Güllü, Namın Yürüsün Behçet, Üç Dev Adam, 100 Lira ile Evlenilmez, Bırakın Yaşayalım, Zavallılar, Katma Değer Şaban gibi filmler var. Cenazesi, 04 Ekim 2020 Pazar günü toprağa verilecek olan merhuma tanrıdan rahmet, kederli ailesine sabırlar dileriz.

5. Türk Dünyası Belgesel Film Festivali’nin Finalistleri Belirlendi

Türk Dünyası Gazeteciler Federasyonu öncülüğünde düzenlenen 5. Türk Dünyası Belgesel Film Festivali’nin finalist filmleri belli oldu. Festival Tertip Komitesi Başkanı Menderes Demir konuyla ilgili açıklamay yaptı ve “Belgesel yarışmasında Ön Jüri Üyeleri Yönetmen Alihan Erbaş, Akademisyen Batuhan Kalaycı, Akademisyen Burak Türten, Görsel Yönetmen Erkan Baysal, Sinema Araştırmacısı Hayri Çölaşan, Öğretim Elemanı Memduh Yağmur, Akademisyen Süreyya Azizova ve Amasya Üniversitesi’nden Timur Yılmaz finalistleri belirledi.” dedi.

5. Türk Dünyası Belgesel Film Festivali’nin Finalistleri Belirlendi yazısına devam et

Mahmut Benek’i Kaybettik

Derviş Zaim’in Tabutta Rövaşata filminin oyuncularından Mahmut Benek, 03 Ekim 2020 Cumartesi günü hayatını kaybetti. Benek, filmde soğuktan donarak ölen evsiz Sarı lâkaplı karakteri canlandırmıştı. Mahmut Benek’in cenazesi, 03 Ekim 2020 Cumartesi günü ikindi namazını müteakip kılınacak cenaze namazı sonrasında Kuşadası Yayla Köyü’nde toprağa verilecek. Merhuma tanrıdan rahmet, kederli ailesine sabırlar dileriz.

TRT Ortak Yapımları Dünya Sinemasına Damga Vuruyor

TRT ortak yapımları dünyanın en önemli film festivallerinde başarı elde etmeye devam ediyor. TRT ortak yapımlarından Af, 33. Tokyo Film Festivali’nde yarışırken, Quo Vadis, Aida? filmi Bosna Hersek’in Oscar adayı oldu. İki Şafak Arasında filmi ise 68. San Sebastian Film Festivali’ndeki büyük ödülün sahibi oldu. 93. Akademi Ödülleri’nde Uluslararası En İyi Film kategorisinde Bosna Hersek’i temsil edecek Quo Vadis, Aida? dünya prömiyerini Eylül ayında Venedik Film Festivali’nde yapmıştı. İki Şafak Arasında, San Sebastian’da 5 filmin yarıştığı bölümde Work in Progress Industry Europa ve Work in Progress Europa ödüllerini almaya hak kazandı.

Bülent Emrah Parlak, Çok İddialı Bir Filmle Geliyor

Ünlü oyuncu Bülent Emrah Parlak, son filminde çok önemli tarihi bir karakteri canlandırıyor. Şeyh Bedrettin isyanını konu alan Hakikat: Şeyh Bedreddin filminde Börklüce Mustafa karakterini canlandıran sevilen oyuncu, filmin basın toplantısında Börklüce Mustafa’nın halkıyla beraber hareket eden bir kahraman olduğunu ve bu rolü oynamaktan gurur duyduğunu ifade etti. Şeyh Bedrettin karakterine hayat veren Suavi ile birlikte rol almaktan dolayı da mutlu olduğunu dile getirdi.

Emre Akay’ın Av Filmi Rejkjavik’te

Emre Akay’ın Av filmi, Neuchâtel, London FrightFest, Slash Vienna ve Lisbon MotelX gibi tür festivallerinin ardından yolculuğunu ünlü Rejkjavik Film Festivali’yle sürdürüyor. Av, Ekim ayında Almanya’daki Osnabrück Fetivali’nde gösterilecek ve ardından Amerika’daki beş ayrı film festivalini çevrimiçi platformda buluşturan Nightstream’de Kuzey Amerika prömiyerini gerçekleştirecek. Kendisini öldürmek isteyen ailesinden kaçarken, avcıya dönüşen Ayşe’nin gerilim dolu hikâyesini anlatan film, sert ve katıksız tarzının yanı sıra doğal mekânlarıyla da dikkat çekiyor. Av’ın Türkiye prömiyeri için, pandemi sürecinden dolayı henüz bir tarih belirtilmiyor.