Adana ve Antalya’nın Ardından

Türkiye’nin en önemli iki film festivali, birbirlerine yakın tarihlerde tamamlanırken, ortaya çıkan sonuçların yeni soru işaretlerini beraberinde getirdiği söylenebilir.

Suni Çelişki

Öncelikle; iki festivalin ülke sineması açısından taşıdığı önem malûm olmakla birlikte, aralarında oluş(turul)an rekabetin siyasal gündeme bağlı geliştiği söylenebilir. Birer Belediye organizasyonu olarak inişli çıkışlı bir grafikte seyreden Adana ve Antalya, sanılanın aksine ortak bir paydada buluşmaktadır ve aralarındaki çelişkiler sunidir: Geçici kadrolarla, kalıcı sinemasal politikalar ortaya koyamamak!

Dolayısıyla iki organizasyondan birine üvey evlât muamelesi yapmak ve “orantısız güç kullanmakla” elde edilecek sonucun Pyrrhus zaferinden farksız olacağı unutulmamalıdır.

Vahim İddialar

Dilerseniz tahlile Altın Koza’da jüri kararlarına yapılan itirazlar sürerken, Portakal’ın kendisini Hülya Avşar krizinin ortasında bulması ile başlayalım. Kimi yazarların fısıltı gazetesi eşliğinde kulağımıza çalınan dedikoduları gün yüzüne çıkarması, sinemamızın ağır toplarının gizliden bir kavgaya tutuştukları iddialarını doğrular görünmektedir. Antalya’nın “ulusal yarışmalara katılmama şartı” ve jüri seçimi ertesinde Adana’yı tercih eden önemli yönetmenlerin karşılaştıkları sonucun bir süredir var olduğu öne sürülen husumetle açıklanması önemli bir olgudur. Kimi jüri üyelerini ve intihal iddialarını da içine alan bu iddiaların üzerinin örtülmesi artık mümkün değildir.

Yeterince “Derin” Değil!

Meselenin Antalya ayağında karşımıza çıkan sonuç Altın Koza’daki kadar tartışmalı olmasa da, Jüri Başkanı’nın damgasını vurduğu olaylar geçiştirilecek türden değildir. Avşar’ın bir festival klâsiği olan “oyum popüler filmlere!” çıkışına eklenen Derin Düşün-ce müdahalesi yetkili kurullar tarafından eleştirilmemiş ve Başkan kadar “popüler olmayan” jüri üyelerinin yalnızlaştırılması dikkatlerden kaçmamıştır. Oysa ortalama izleyici refleksine yaslanan bu çıkışlar, yeterince “derin” düşünülmeden kotarılmış bu filmi, bizzat Avşar eliyle “popüler” yapmıştır. Bu sürecin festivali “konuşulur hale getirdiğini” iddia etmek ve bu tezi istatistiksel verilerle açıklamaya çalışmak trajikomiktir: Festivaller; ön ve ana jürilerinin yanı sıra, altı doldurulmuş etkinlikleri, film seçkileri, özenle hazırlanmış sergi, katalog ve kitaplarıyla konuşulmalıdır!

Festivallerin İşlevi

Popülist yaklaşımların ötesinde; yeni denemelerin, biçimsel arayışların ve farklı bir dili ortaya koyma uğraşının platformu sayılması gereken film festivallerinde yer alan seçkilerin geniş kitleyi hedef almadıkları ve “fazla gerçekçi” (!) oldukları için eleştiriye uğraması “moda” haline gelmiştir. Bu tutumu savunmak ile Araf, Yeraltı, Lal Gece gibi önemli yapımların daha çok izleyiciye ulaşması gerektiğini vurgulamak başka şeylerdir.

Bir başka eleştirel yaklaşım, köklü festivallerde ayrı bir kategorinin başlığı olan “İlk Filmler” için de söz konusudur. Genç sinemacıları keşfetmek ve kitlelerle buluşturmak ile sadece on filmin yarıştığı ana yarışmada sekiz ilk filme yer vermek farklı gerçekliklerden söz etmektir ve bu duruma yol açan gelişmeler incelenmelidir. (Altın Portakal’da son üç yıldır ipi göğüsleyen yapımlar birer ilk film oldukları halde, “En İyi İlk Film” başlığı altında ayrı ödüllendirmeler yapılmaktadır.)

Sonsöz Olarak

Ortaya çok da iyimser bir manzara koymamakla birlikte, geride bıraktığımız iki festivalin; genç yönetmenlerin orta sınıf, aydın / yarı aydın çelişki ve bunalımlarından sıyrılarak “eski defterleri” aralama çabalarına tanıklık etmemiz bakımından önemli olduğunu söyleyebiliriz. Tıpkı, Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Mustafa Akaydın’ın festivallerin özerk yönetimlerce sürdürülmesi gerektiğine işaret eden olumlu ve altı çizilmesi gereken sözleri gibi.

(21 Ekim 2012)

Tuncer Çetinkaya