d@bbe: Bir Cin Vakası’nın Yeni Avrupa Başarısı

Avrupa’da sinema salonları korku filmi sevenlerle doldu. Dokuzuncu haftasında, 17.663 izleyici ve 141.711 Euro sinema hasılatına ulaşan d@bbe: Bir Cin Vakası filmi, 6 yeni sinemayla gösterime devam ediyor. Film halen Almanya’da Karli Kino (Berlin), Apollo (Gelsenkirchen), Cinemaxx (Essen), Cinestar (Augsburg), Kinopolis (Rosenheim), Helia (Darmstadt), Passage Kino (Bremerhaven), Kinopolis (Hanau); Avusturya’da Hollywood Megaplex (Viyana), Metropol (Innsbruck), Megaplex (St. Pölten) sinemalarında izlenebiliyor. Tüm klişeleri yıkan film, özellikle korku filmi seven gençleri sinema salonlarına çekti.

5. Çaydaçıra Film ve Sanat Festivali

Elazığ’da bu yıl 5.si düzenlenecek Çaydaçıra Film ve Sanat Festivali, 01 – 03 Kasım 2012 tarihleri arasında Fırat Üniversitesi Atatürk Kültür Merkezi’nde gerçekleştiriliyor. Elazığ Sinema Derneği (ESİDER) tarafından organize edilen festivale bu yıl ünlü sanatçılardan, Fatma Girik, Bahar Öztan ve Tamer Yiğit katılacak.

  • Web Sitesi
  • Diğer haberlere ve görsellere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    5. Çaydaçıra Film ve Sanat Festivali yazısına devam et
  • Babamın Sesi ya da Geçmişin Acılarıyla Yüzleşmek

    ‘Babamın Sesi’ ses kayıtları üzerinden babayla buluşma üzerine çok etkileyici ve özel bir çalışma. ‘İki Dil Bir Bavul’un yönetmenlerinden Orhan Eskiköy’ün bu ikinci uzun metrajı, filmin diğer yönetmeni Zeynel Doğan’ın kişisel anılarından yola çıkmış. Otobiyografik özellikler taşımakla birlikte, belgeselle kurmacanın başarılı bir şekilde içiçe geçtiği bir yapıya sahip.

    Zeynel Doğan’ın bizzat canlandırdığı Mehmet karakteri, tıpkı kendisi gibi, babayla büyüyememiştir. Baba hayattadır ama uzaklarda çalışmak zorunda kalmıştır. Çocukluk yıllarında babayla kurulan tek iletişim aracı karşılıklı gönderilmiş ses kasetleridir. Yıllar sonra kendisinin baba olacağını öğrenen genç adam, annesinin Elbistan’daki evine bu ses kasetlerinin izini sürmeye gider.

    Eşini gurbette bir iş kazasında kaybetmiş, dağa çıkmış büyük oğlu Hasan’ın özlemini çeken sessiz ve kederli anne her şeyi sakladığı gibi, kocasının ses kasetlerini de özenle saklamıştır. Mehmet kayıtlar üzerinden babayla buluşur, sesler üzerinden anılar canlanır. Bedenen uzaklarda olmasına rağmen, babanın evin içindeymiş gibi gündelik her şeyle, her sorunla yakından ilgilendiğine şahit oluruz. Ve bu kasetler giderek bir ailenin iletişim aracı olmaktan öte bir dönemin kayıtları olma özelliğini kazanır. Maraş’ta Alevi bir Kürt aile nasıl yaşardı, dertleri nelerdi, çocuklar okulda ne gibi sorunlarla başa çıkmaya çalışırdı, babalar -ailenin başı derde girmesin diye- devletin beklentileri doğrultusunda ev halkını nasıl yönlendirirdi, anadilinde eğitim görememek nasıl bir şeydi, tüm bunların kasetlerde belgelenişine hep birlikte tanık oluruz.

    Mehmet ve annesi ses kasetleri vasıtasıyla geçmişin acılarıyla yüzleşir. Ama bu hikâyede umut’a da yer vardır. Televizyonun küçük ekranından Yılmaz Güney’in ‘Umut’undan, arabacı Cabbar’ın yorulmaz bekleyişinden kareler yansır. Bâse ananın oğlu Hasan’ı umutlu bekleyişi ve güçlü duruşu sürmektedir. Dağ evini bozmamıştır, arada gider temizliğini yapar, geleneğe göre taşları üst üste dizer, gün gelip beklediğine kavuşacağı inancını hep taşır. Mehmet ya da Zeynel’in dünyaya gelecek yavruyu özgür ve insanca yaşanan bir dünyaya hazırlayabilmek için babayla ve geçmişle hesaplaşması çok önemlidir. Ortaya çıkan bu güzelim filmle duyguların tamir edilmesi yolunda önemli bir aşama kaydedildiğini düşünüyorum.

    ‘Babamın Sesi’, Zeynel’in gerçek annesi Bâse Doğan’ın doğal olduğu ölçüde çok etkileyici performansıyla ayrı bir değer kazanan ülkemiz sinemasının son dönemde ürettiği yüzakı yapıtlardan biri. 19. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nin Ferzan Özpetek başkanlığındaki saygın jürisinden aldığı en iyi film ve senaryo ödüllerini sonuna kadar hak ediyor.

    (01 Kasım 2012)

    Ferhan Baran

    ferhan@ferhanbaran.com

    Sinematek Dergi 7. Sayı Yayında

    Sinematek Dergi’nin 7. Kasım sayısında SineMakale köşesinde sinema tarihinde bağımsız sinemanın serüveni ele alınıyor. SineRöportaj’da Eski Koltuklar’ın yönetmeni Tanju Berk’le konuşuldu. SinePtikon’da Taste of Honey, SinemaKitaplığı’nda Nur Onur’un Kitle Kültürü Sineması ve B Filmi adlı kitabı tanıtılıyor, UnutulanFilmler’de eski ama etkileyici bir gerilim filmi Les Diaboliques, SineYönetmen’de Claire Denis sineması inceleniyor. SineYorum köşesinde ise Türkan Şoray, İzzet Günay, Ayfer Feray ve Selahattin İçsel’in oynadığı, Lütfi Ömer Akad’ın unutulmaz klâsiği Vesikalı Yarim etraflıca yorumlanıyor.

  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü kapak fotoğraflarına haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Sinematek Dergi 7. Sayı Yayında yazısına devam et
  • Modern Bir Kara Film

    Katil Joe (Killer Joe)
    Yönetmen: William Friedkin
    Senaryo: Tracy Letts
    Müzik: Tyler Bates
    Görüntü: Caleb Deschanel
    Oyuncular: Matthew McConaughey (Katil Joe), Gina Gershon (Sharla), Emile Hirsch (Chris), Juno Temple (Dottie), Thomas Haden Church (Ansel), Julia Adams (Adele), Marc Macaulay (Digger), Sean O’Hara (Rex)
    Yapım: Voltage-Worldview (2011)

    Hollywood’un ustalarından William Friedkin, eski usûl polisiye sinemayı özleyenlere “Katil Joe” filmiyle bu özlemi gidertiyor. Kasvetli atmosferi olan bu kara film, Matthew McConaughey’nin muhteşem Joe karakteriyle sinema tarihindeki yerini alıyor.

    Şimşeklerin çaktığı, göğün delindiği kasvetli bir gece. Fonda da çarpıcı bir müzik bu atmosferi kuşatıyor. Gecenin içinden gelen bir araba evin önünde duruyor. Chris Smith, telâşla kız kardeşi Dottie’yi uyandırmaya çabalıyor. Kamera, usulca karanlık evin içinde dolaşıp duruyor. Kapıyı altında bir şey olmayan Sharla açıyor. Sharla, Chris’in babası Ansel’in karısı. Chris, Teksaslı uyuşturucu satıcısı ve kötü adamlara da borcu var. Babasıyla ayrılmış annesi Adele’i ortadan kaldırmak istiyor. Çünkü annesinin hayat sigortası var. Bunu ona söyleyen de annesinin sevgilisi Rex elbette. Chris’in babası Ansel’e fikrini söylüyor gece kulübünde. Dallas Emniyeti’nde görevli dedektifi Joe Cooper’dan bahsediyor babasına. Yan iş olarak kiralık katillik yapan Joe’yu annesini ortadan kaldırmak için tutmayı öneriyor babasına. Para Dottie’ye kalacak elbette. Dottie, hasta ve uykusunda konuşuyor hep. Bir sevgilisi bile yok hâlâ. Dottie, Chris’le babasının konuşmasını işitiyor. Dottie, Hong Kong yapımı karate filmleri seyretmeyi de seviyor. Dottie, bir kâbus gibi çırılçıplak Chris’in rüyalarına da giriyor. Chris, bakire olan kız kardeşine karşı bir şeyler mi besliyor bilinçaltında? O da bu fikre katılıyor. Bu amatörler, bir profesyonelle iş yaptıklarında olaylar nasıl gelişir? Kovboy şapkalı ve çizmeli Katil Joe, Chris’le buluşmak için eve geliyor. Evde Dottie karate filme kaptırmış kendini. Baba-oğulun Katil Joe’ya hemen verecekleri paraları yok tabii. Katil Joe, onlardan arzuladığı Dottie’yi istiyor ön ödeme için. Öte tarafta kötü adam Digger ortaya çıkıyor ve Chris’ten paralarını istiyorlar. Motosikletli çete elemanları ölümcül takiple Chris’i sıkıştırıyorlar. Şimdi Chris ne yapacak? Chris, vakti zamanında kendi elleriyle kurduğu tavşan çiftliğini batırmış ve borçlanmış. Finale doğru sürprizler başlıyor ve hikâye beklenmedik taraflara gidiyor filmde.

    Final bölümü çarpıcı…

    Şikago’da 1935’te doğmuş yönetmen William Friedkin, 1973 yapımı korku filmi “The Exorcist-Şeytan” filmiyle hatırlanıyor hep. Yönetmenin 1971 yapımı “The French Connection-Kanunun Kuvveti” ve 1980 yapımı “Cruising-Devriye” filmleri polisiye sinemanın doruklarındandır. Friedkin, 2011 yapımı “Killer Joe-Katil Joe” filminde etkileyici bir görsel atmosfer yaratmış. Bu modern kara filmi seyrederken kameranın dar açıları insanı aile gibi sıkıştırılmışlık hissini yaşatıyor. Teksas, ABD’nin petrolcü eyaletlerinden. Dallas da zenginliğin toplandığı bir şehir. Bu zenginlik içinde yoksulluklar da var. Yoksulluk insanları yanlış işlere de sürüklüyor. Filmdeki yağan yağmurlar ve gece atmosferi kara filmin estetikleri içine gönderiyor Friedkin’in filminde. Bir ara şiirsel gerçekliği bile yaşıyorsunuz bu kasvetli mekânlarda. Evdeki son bölüm gerçekten nefes kesiyor. Bazı anlara insan zor bakıyor. Filmde şiddetin ve cinselliğin çok öne çıktığını da belirtmeli. Senaryoyu, aynı adlı kendi tiyatro oyunundan Tracy Letts yazmış. Letts, yönetmenle 2006 yapımı “Bug-Böcek” filminde de beraber çalıştı. Bu film, 2011 yılında 68. Venedik Film Festivali’nde “Altın Aslan” için yarışmıştı. “Altın Aslan”ı, büyük Rus yönetmeni Aleksandr Sokurov’un “Faust” filmi almıştı. 1969 Teksas doğumlu aktör Matthew McConaughey, Friedkin’in filmindeki yanıltıcı sakin görüntüsüyle iyi bir oyunculuk sunmuş. “Katil Joe”, polisiye sinema tutkunlarını görselliği ve hikâyesiyle doyuracak.

    (02 Kasım 2012)

    Ali Erden

    ailerden@hotmail.com

    Bond Köklerine Dönüş Yapıyor

    Bir zamanlar üzerinde güneş batmayan imparatorluğun emperyal özlemlerinin son tesellisi James Bond, sinemada 50. yaşını kutluyor. Bu hafta gösterime giren ‘Skyfall 007’, 1962 yılında ‘Dr. No’ ile başlamış uzun soluklu maceranın 23. ve şimdilik son halkası.

    Farklı fiziği ve karizmasıyla Bond serisine yeni bir soluk getiren tiyatro kökenli Daniel Craig’in başrolünde olduğu bu üçüncü Bond serüveni, Eminönü sokakları ve Kapalıçarşı çatılarında çekilmiş başdöndürücü bir prologla açılıyor. Ardından, son dönemin yükselen pop yıldızı Adele’in seslendirdiği tema şarkısı eşliğinde Bond filmlerinin belki de en görkemli açılış jeneriklerinden birini izliyoruz. Bir renk ve ışık cümbüşü içinde mekân olarak kullanımı son derece başarılı Şangay sahnelerinin de beklentileri fazlasıyla karşıladığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

    Esas sürprizler ise ikinci yarıda yer almakta. Öncelikle filmin kötü adamı gözüktüğü her bölümde Bond’dan rol çalıyor. Javier Bardem’in canlandırdığı sabık ajan karakteri, kendisine Oscar ödülü kazandıran Anton Chigurh (İhtiyarlara Yer Yok / No Country For Old Men) denli zalim ancak kötücüllüğü bu defa nedensiz değil. En iyi ajanlar gibi yetimlikten gelmiş olan Silva, ajanların manevi annesi konumundaki efsanevi gizli servis şefi M’in gözünden düşerek ölüme terk edilmişliğinin intikamı peşindedir. Son olarak Kim Ki-duk filmi ‘Acı / Pieta’da karşımıza çıkmış yaralı ana/oğul ilişkisi, ilk kez Bond yöneten tiyatro ve sinema dünyasının harika çocuğu Sam Mendes’in özel sürprizlerinden biri. Silva ile Bond arasındaki soru işaretli homoerotik sahne de yine ‘Amerikan Güzeli / American Beauty’ yönetmeninden beklenecek hınzırlıkta. ‘Skyfall’un ne anlama geldiğini öğreneceğimiz yarım saat uzunluğundaki final bölümü ise çok iyi kotarılmış. Tekinsiz Kuzey İskoçya kırsalında çekilmiş bu bölümde, son dönem süper kahraman öykülerinde moda olduğu üzere, Bond’un köklerine kadar uzanıyoruz.

    (01 Kasım 2012)

    Ferhan Baran

    ferhan@ferhanbaran.com

    007’ye Ruh Katan Nefes Kesen Macera

    Skyfall 007
    Yönetmen: Sam Mendes
    Karakterler: Ian Fleming
    Senaryo: Neal Purvis-Robert Wade-John Logan
    Müzik: Thomas Newman
    Görüntü: Roger Deakins
    Oyuncular: Daniel Craig (Bond), Judi Dench (M), Javier Bardem (Silva), Ralph Fiennes (Mallory), Naomie Harris (Eve), Bérénice Marlohe (Sévérine), Albert Finney (Kincade), Ben Whishaw (Q), Rory Kinnear (Tanner), Ola Rapace (Patrice), Bill Buckhurst (Ronson)
    Yapım: MGM-Columbia (2012)

    Sinemada iyi filmler çekmiş İngiliz yönetmen Sam Mendes’in “Skyfall 007”, serinin önceki filmlerinden geri kalmadan Bond’un ruhunun içine giriyor. Onun da insan olduğu fark ettiriliyor. Bu filmle birçok şey değişiyor ve sonrasında aksiyon daha da çoğalacak.

    Ön jenerik öncesi film İstanbul’da açılıyor. Tarihi binanın içinde bir silüet kameraya doğru yavaş adımlarla yaklaşıyor. Yakın çekimde yüzüne ışık düşen Majestelerinin hizmetinde olan M16 ajanı 007 James Bond’un yüzüne tedirginlik çökmüş. Elinde silâhıyla sessizce ilerliyor. Bond Beretta’yı sever. Ama, Walther serisinden tabancalar kullandı hep. Şimdiyse Walther PPK/S tabancası var elinde. İçeride Ronson ağır yaralı. Bond, Fransız kiralık katil Patrice’in peşine düşüyor. Yanında da destek için Eve var. Kapalıçarşı’da ve damında motosikletli kovalamacanın ardından kovalamaca tren üzerinde sürüyor. Eve, riskli olmasına rağmen, M16’nın başkanı M’den gelen emirle trenin üstünde dövüşen Patrice’le Bond’a doğru ateş edince hikâye de başka taraflara gidiyor. Yaralı nehre düşen Bond’a bir kadın eli uzanıyor ve ön jenerikte İngiliz şarkıcı Adele’in filmin adıyla aynı olan muhteşem şarkısı duyulmaya başlıyor. Londra’da M16’nın başı siber saldırıdan dolayı belâda. M, servisi çok iyi bilen birisinin olacağını düşünüyor tüm bunları yapanın. Bond, Türkiye’de deniz kıyısında bunalımlarıyla zaman öldürüyor. Fazla bekleyemiyor ve bir zaman sonra M’in karşısına çıkıyor Bond. Ama göreve hemen dönmek o kadar kolay mı? Testlerde “skyfall” kelimesiyle tedirgin olan Bond sözlüyü bitiriyor. Bu kelime travma yaratıyor onda.

    Silva kimdi?..

    Bond’un yolu Londra’dan sonra Şanghay’a düşüyor. Orada Patrice’in peşinde. Patrice yüksek binada suikastı gerçekleştirdikten sonra Bond karşısına çıkıyor. Patrice, gecenin içinde yukardan aşağıya düşerken, Bond da Patrice’in çantasından bir kumarhanenin pulunu bulur. Bu pul ona milyonlarca avro kazandırıyor. Aslında kazanan M16 oluyor. Eve de orada. Bond, kumarhanede Sévérine’le karşılaşıyor. Sévérine, güçlü bir adam Raoul Silva adına çalışan eski bir fahişe. Gerçek adı Tiago Rodriguez olan Silva onları buluyor ve enkaza dönmüş binalarla dolu hayalet adada esir ediyor. Silva, M16’nın yoldan çıkmış eski ajanlarından. Bond kadar birikimli. Silva, adada bilgisayar ağı kumuş ve M16’nın her şeyini biliyor. M16, Londra’da yeraltına taşınıyor güvenlik için. Bond ve Silva’nın mücadelesi Londra’ya taşınıyor, seyirci için de nefes kesen aksiyon anları perdeyi kuşatıyor. Silva’yı yenmek zor. Çünkü o M16’nın iyilerinden.

    2012 yapımı “Skyfall 007” filminde gerçekten M ve Bond’a dair bilinmeyenler de yansıyor perdeye. Final bölümü İskoçya’da, Bond’a travma yaşatan evde. Highlander, yani yayla diye anılan İskoçya, Britanya’nın en muhteşem ülkelerinden biri. Gri gökyüzünün altında zümrüt yeşili dağları insanı etkiliyor. Bond’un çocukluğundan tanıdığ bekçi Kincade hâlâ orada. Bond, M’i de yanına alarak kurşuni Aston Martin DB5 arabasıyla çocukluğunun evine gidiyor. Bond filmlerinin tutkunları, bu araba modelini serinin 1964 yapımı “Goldfinger-Altınparmak” ve 1965 yapımı “Thundeball-Yıldırım Harekatı” filmlerinde gördüler ilkin. Bond’un anne ve babası bu evde katledilmiş. Bond, evlerindeki tünele girerek kurtulmuş. Trajediler de yaşanıyor. Yaralanan M, yani Emma dünyaya gözlerini kaparken M16’nın yeni patronu da Gareth Mallory oluyor. Final bölümünün çok heyecanlı ve nefes kesici olduğunu belirtelim.

    İyi bir yönetmenden…

    1965 doğumlu yönetmen Sam Mendes’in babası Portekizli, annesi de İngiliz Yahudisi. Tiyatro yönetmenliğinden sinema yönetmenliğine geçti. Bu özelliğini filmlerindeki karakterlerine yansıtarak onlardaki derinliği ortaya çıkardı Mendes. Hatta bu son Bond filminde bile. Yönetmenin görsel dünyası da çok gelişmiş. Mekânlarına ruh ve karakter katabilen yönetmenlerden biri ayrıca. Mendes, 1999’da “American Beauty-Amerikan Güzeli” filmiyle sinemaya geçti ve üstüne de yönetmen dalında Oscar kazandı. Bu filmle beraber yönetmenin tüm filmleri ülkemizde vizyona girdi. 2002’deki suç-gerilimi “Road to Perdition-Azap Yolu”, 2005’teki savaş filmi “Jarhead”, 2008’deki “Revolutionary Road-Hayallerin Peşinde”, 2009’daki “Away We Go-Uzaklara Gidelim” ve 2012’deki en son Bond filmi “Skyfall 007…” Yönetmenin tüm filmleri sinemaseverler için arşivlik. 1968 doğumlu İngiliz oyuncu Daniel Craig, Sean Connery’den bu yana aranan bir Bond’du. Martin Campbell’ın 2006’da çektiği “Casino Royale” filmiyle Bond olan Craig, Marc Forster’ın 2008 yapımı “Quantum of Solace” filmiyle de Bondluğa epey ısındı. Bond kızları Naomie Harris ve Bérénice Marlohe. Naomie Harris’in büyüleyici güzelliği var. Gizem dolu. Keşfetmek için derinlere inmek gerekiyor. Yönetmen de ondaki gizemi sabırla kazıyor ve oradan yeni Bayan Moneypenny’yi çıkartıyor. M, yine eskisi gibi erkek olacak bundan sonra. Her şeyin bir sonu var çünkü. Bu filmde ilk defa Q genç. Teknolojiye de hakim.

    Skyfall’un anlamı sağanak demek. Birebir çevirisiyle “düşen gökyüzü” veya “yıkılan gökyüzü” anlamına geliyor. Bizdeki “gök yarıldı” der gibi. Bu kelime Bond için de travmatik. Yönetmen, gök yarılması gibi Bond’un ve diğer karakterlerin dramatik taraflarını da gösteriyor. Bond filmlerinde 007 verilen görevleri yapar ve onun insan olduğunu unuturdunuz. Bond, Aston Martin DB5 araba, Walther tipi tabanca kullanırken, çalkalanmış martiniye ve güzel kadınlara zaafı olurdu. Bond’da da insana dair bir taraflar varmış demek ki. Elbette Mendes’in aksiyon olarak önceki Bond filmlerinden aşağı kalır yanı yok. İçinde biraz sanat olması kimseye zarar vermez. Asıl sorun şu: Bond filmlerini dağıtmaya başlayan Warner Bros, son üç Bond filmini orijinal adlarıyla vizyona soktu. Bond serisinin bizde daima muhteşem Türkçe adları oldu ve belleklerimize yerleşti. Bir zaman sonra bu orijinal adlar ruhumuzu acıtacak. “Casino Royale”, roman olarak bizde “Kraliyet Kumarhanesi” olarak yayımlanmıştı. 1967’deki gayriresmi Bond filmi “Casino Royale”, Nisan 1969’da ülkemizde “Gazino Royal” adıyla gösterilmişti. Craig’in oynadığı ikinci Bond filmi “Quantum of Solace” Türkçeye tam çevrilemiyor olabilir. “Skyfall 007”, Bond tutkunlarına keyif verecek. Filmde Monty Norman’ın kulağa aşina gelen tema müziğini de duyuyorsunuz bol bol. Adele şarkısında ne diyordu: “Let the skyfall (Gökyüzü yıkılsın)/ When it Crumbles (Parçalandığında)/ We will stand tall (Yüksekte dururuz)/ Or face it all together (Ya da beraber yüzleşiriz)/ At skyfall (Gökyüzünün yıkımında)…”

    (01 Kasım 2012)

    Ali Erden

    ailerden@hotmail.com