Hayatının Seçimi (The Ledge)
Yönetmen-Senaryo: Matthew Chapman
Müzik: Nathan Barr
Görüntü: Bobby Bukowski
Oyuncular: Charlie Hunman (Gavin), Liv Tyler (Shana), Terrence Howard (Hollis), Patrick Wilson (Joe), Jacqueline Fleming (Angela), Christopher Gorham (Chris)
Yapım: IFC Films (2011)
İngiliz yazar ve yönetmen Matthew Chapman, ateistlik ile derin inanışın çatışmasını anlattığı “Hayatının Seçimi”, dini şeriata eleştiri getiriyor. Bu film tartışma yaratabilir.
Film, ön jenerik boyunca petrokimya tesislerinin tüten bacalarını gösterirken fonda da doğu hüzünlerini duyuran müzik duyuluyor. Bugün bambaşka bir gün. Elbette polis dedektifi Hollis Lucetti ve Gavin Nichols için öncelikle. Ama birçok hikâye yansıyor filmde. Gavin konuştukça derinliğin dehlizlerinden kederli insan trajedileri yansıyor perdeye. Bu kederleri din çözebilir mi? Terapi olabilir mi? Çekilen acılar, “İsa’nın çilesi” gibi mi olmalı? Hollis, bu sabah hayatının en büyük boşluğunu, hayal kırıklığını ve aşağılanmasını yaşayarak hakikati öğreniyor. O, inanmış bir Katolik. İki güzel çocuk babası Hollis, doktordan çocukların kendisinden olmadığını öğreniyor. Hollis bir kısır.
Sabahın diğer kahramanı Gavin, damda intihar etmek için saatin öğleye gelmesini bekliyor. İntiharları önlemede uzman Hollis, Gavin’i ikna etmek için pencereye geliyor. Hollis, Gavin’i konuşturmaya başladığında bir hikâye de izlemeye başlıyor seyirci. Gavin, bir otelde müdür yardımcısı. O dairesini, HIV virüsü kapmış ve şimdi işşsiz Chris’le paylaşıyor. Chris, Yahudi inancı Kabbala’yı keşfetmeye çabalıyor. Gavin, bir sabah işe giderken apartmandaki komşusu Shana’yı fark ediyor. Shana, Joe’yla evli. Müzik eğitimine devam edebilmek için yarım günlük iş de ihtiyacı var Shana’nın. Gavin ve Shana’nın yolları otelde buluşuyor. Komşusu Shana’yı işe alan Gavin, aşkı da hatırlıyor. Shana’nın gizemlerinin içine girdikçe orada mutsuzluğu ve katı dini öne alan ahlâki değerleri görüyor Gavin. Shana’nın kocası olan Joe, petrokimya endüstrisinde çalışıyor. Joe, katı bir Protestan Babtist. Bu Baptistler, yalnızca inananların vaftiz edilmesine inanan şeriatçılar. Chris’le Gavin’i eve akşam yemeğe davet eden Joe, bu iki insanı eşcinsel ilişki yaşayan inançsız birileri olduğunu düşünüyor. Gavin’le Shana arasında gelişen ilişki aşka dönüşürken bilinmeyenler de ortaya çıkıyor. Geçmişte uyuşturucu müptelâsı Shana, para bulabilmek için erkeklerle de oluyor. Kilisede sevişmeyi seven biri tarafından öldüresiye dövülen Shana’yı kilisede bulan Joe, bu güzel ve genç kadınla hemen evleniyor. Joe’nun da geçmişi var elbette. O da kötü yollardan geçmiş ve sonunda hidayete ererek kendini dine vermiş. Hayatındaki her şey dinin kurallarına göre onun için. Karısının kendini Gavin’le aldattığını fark eden Joe, ataeist Gavin’le yaptığı din ve inanış üzerine konuşması, çarpıcı ve gerilim yüklü. Tabancanın üzerinde olduğu İncil’de “zina” üzerine maddeyi Gavin’e okutan Joe, kendi dinsel yorumuyla sorunu Yeni Ahit’le değil, Eski Ahit’le çözmek istiyor. Joe, yıkandığını ve arındığını söylüyor hep. Günahtan çıkmak için birinin ölmesi gerekiyor onun Baptist inanışına göre. İsa’nın “günah” üzerine yorumu üzerine konuşmalar da ilginç. Çünkü Baptistler, dini kendi bakışlarına göre yorumluyorlar hemen.
Din hayatı kuşatınca…
Filmi seyrederken, Hıristiyanlık ve Müslümanlık arasında benzer taraflar oluğunu da fark ediyorsunuz. Protestan Baptistlere göre, inanan öldüğünde Tanrı’nın cennetinde “72 bakire”yle olacak. Müslümanlardaysa, Allah müminlere cennetinde “72 huri” verecek. Bunların hepsi erkeklere armağan. Ya kadınlara? İncil’de ve Kuran’da kadınların payı pek söylenmiyor. Cennet de kendileri için. Protestan Baptistlere göre cennet sadece vaftiz edilenler için. Müslümanlar, Yahudiler, Hindular, Budistler, hatta Katolikler Tanrı’nın cehenneminde yanacak. Müslümalara göreyse aşağı yukarı aynı. Müslüman olmayanlar Allah’ın cehenneminde yanacaklar. İki taraf da, bu dünyanın geçici, öbür dünyanın ebedi olduğunu söylüyor. İncil ve Kuran, birbirlerinden ilham almışlar sanki.
Hayat nasıl doğdu?
CERN’de bilim insanları, “büyük patlama” deneyleri yaparak, evrenin oluşumunu anlamaya çalışırlarken belki de Tanrı’ya dokunmak istiyorlar. Bazı bilim insanlarıysa, 650 milyon önce atmosferdeki karbondioksit birden dağılınca yeryüzü buz topuna döndü. Bu, tam 25 milyon yıl sürdü. Kıtalar yoktu. Okyanuslarda mikroskobik canlılar yaşıyordu. 25 milyon yıl sonra yanardağlar patlamaya başladı ve yeryüzü ısınmaya başladı. Okyanuslardaki mikroskobik canlılar hayatta kalmaya başarıp evrimleşmeye başlayarak Dünya’daki tüm canlıların ataları oldular. Hemen olmadı. Her şey yavaşçaydı. Yaklaşık bundan 400 küsur milyon önce hayat okyanuslarda başladı. Her şey devasaydı. Omurgalı hayvanların çoğu karaya çıktı. Hayat hem suda hem de karada başladı. Bütün bunlar yeryüzündeki canlıların atalarıydı. Dini bakışla bunların hepsi uydurma. Tanrı, insanları Yunan mitolojisindeki Prometheus gibi çamurdan yarattığını savunuyorlar sanki. Bilim ve din daima çatışacak.
Filmde, insana ölüme yaklaştıran anlar da var. Öncelikle yükseklik korkusu yaşayanlar için. Kameranın böyle kullanıldığı bir başka bir film aklımıza gelmiyor. “Doly”ye takılı kamera, boşluğa doğru kayıyor ve birden düşecek gibi oluyor insan. Gerçekten nefes kesici. Filmin estetiği de göz kamaştırıcı. Yönetmen Matthew Chapman, sahneler arasında “geçişli” kurgu kullanmamış. Sahneler arasında “kesme”ler var hep. Bazı anlarda “sıçrama çekimi” duygusu veriyor insana. 1950 doğumlu yazar, gazeteci, senarist ve yönetmen İngiliz Matthew Chapman, evrim kuramcısı Charles Darwin’in torunlarından. Darwin üzerine kitapları da var. Filmin hikâyesi, Lousiana eyaletinin Baton Rouge şehrinden yansıyor. Eyaletin başkenti bu şehrin içinden Mississippi Nehri de geçiyor. 2011 yapımı “The Ledge-Hayatının Seçimi”, tartışma yaratacak filmlerden. Filmde, ahlâkın ve vicdanın inananların himayesinde olmadığını da anlıyorsunuz. Gavin’in vicdanında yanan o cehennem ateşi gibi.
(08 Haziran 2012)
Ali Erden
[email protected]