Toplumsal Gerçekçi Sinema Metin Erksan’la Başlar

Metin Erksan, Âşık Veysel’in öyküsünü anlattığı ve ilk gerçekçi köy filmi denemesi olan “Karanlık Dünya”yı 1952 yılında çeker. Sansürün gazabına uğrayan film, çok anlamsız gerekçelerle makaslanıp kuşa çevrilir. Metin Erksan’ın sansürle başının derde girdiği son film olmayacaktır “Karanlık Dünya.”

Sansür Komisyonu filmin isminin de “Âşık Veysel’in Hayatı” olarak değiştirilmesini ister. Filmin oyuncularından Aclan Sayılgan ve Kemal Bekir’in komünist parti kuruculuğundan tutuklanmasıyla tamamen yasaklanan film, daha sonra şartlı olarak gösterim izni alabilir. İznin şartlı olmasının gerekçeleri de, filmde görünen ekinlerin boylarının kısa ve cılız olması, tarım işleminin çok ilkel gösterilmesi ve filmde turna dansı yapan kızlardan ikisinin çıplak ayaklı, ikisinin çarıklı olmasıydı.

Köy filmleri içinde yine Metin Erksan’ın yönettiği Fakir Baykurt’un romanından uyarladığı, sansür nedeniyle başına gelmeyenin kalmadığı unutulmaz filmi “Yılanların Öcü” (1962) ve yine yasaklarla, sansürle boğuşan filmi “Susuz Yaz” (1964) da başyapıt filmler olarak sinema tarihindeki yerlerini alır.

“Yılanların Öcü”nde, Bayram rolüyle Fikret Hakan’ın, Haççe rolüyle Nurhan Nur’un, Haceli rolüyle Erol Taş’ın, Irazca rolüyle Aliye Rona’nın, Muhtar rolüyle Ali Şen’in unutulmaz oyunculuklarının ve Yalçın Tura’nın müziğinin de filmin başarısında çok önemli yeri vardır.

Film uzun süre sansürle boğuştuktan sonra, dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in Çankaya Köşkü’ndeki özel gösterimde sanatçıları kutlamasıyla sansürden çıkabilir. Fakat film Ankara’da gösterime girdiği gün olaylar çıkar. Ulus Sineması’ndaki gösterime katılan Fakir Baykurt sahneye çıktığında, olaylar büyür, koltuklar kırılır, afişler yırtılır. Sokağa taşan olaylar sırasında topluluk “kahrolsun komünistler” sloganıyla yürüyüş yapar.

“İlk kez Türk sinema tarihinde yazarıyla, fıkracısıyla, karikatürcüsüyle, sansüre karşı çıkılır ve Türk filmcileri o zamanki Gen-Ar Tiyatrosu’nda bir toplantı düzenler. Gene CHP milletvekillerinden İbrahim Saffet Omay ile Sabit Kocabey bu konuyla ilgili olarak meclise bir soru önergesi verir.” (Agâh Özgüç. Türk Sineması Sansür Dosyası. Koza Yayınları, 1976)

“Susuz Yaz”da, Osman Kocabaş (Erol Taş), iyi kalpli abisi Hasan Kocabaş’ın (Ulvi Doğan) karşı çıkmasına rağmen köylülerin suyunu kendi tarlasına çevirir. Köylüler susuz ve ürünsüz kalır. Susuz yazlar yaşanır. Ardından abisi Hasan’ın güzel karısı Bahar’a (Hülya Koçyiğit) göz koyar. Köylü susuzluk çeker, Osman kadınsızlık. Elde edemediği Bahar’a anlatamadığı derdini, korkuluğa anlatır. Aç gözlü ve hain Osman, Bahar’ı elde etmek için oyun oynamaktan ve yalan söylemekten çekinmez. Metin Erksan’ın “Susuz Yaz” filmi de Sansür Kurulu tarafından tümüyle reddedilmiştir.

Halit Refiğ’in yönettiği “Şehirdeki Yabancı” (1962) filmi de sansüre takılan, sinema tarihimizdeki önemli ilk toplumcu gerçekçi filmlerdendi. “‘Moskova Film Festivali’ne davet edilen ‘Şehirdeki Yabancı’nın Sovyet basınındaki tepkileri en iyi şekilde M. Kvasnetskaya’nın ‘Festival Sputnik’teki eleştirilerinde şu sözlerle özetleniyordu: ‘Bazı teknik aksaklıklarına rağmen Şehirdeki Yabancı genç Türk film endüstrisinin araştıran, düşünen, halkının hayatına bağlı olarak hisseden birçok yetenekli insanlara sahip olduğunu göstermektedir.’ 1963’te yazıldığı halde bugün için hâlâ geçerli olan, Türk sineması üzerine en doğru yargı…” (Halit Refiğ. Ulusal Sinema Kavgası. Hareket Yayınları. 1971)

“Gecelerin Ötesi” (Metin Erksan, 1960), “Yılanların Öcü” (Metin Erksan, 1962), “Otobüs Yolcuları” (Ertem Göreç, 1961) “Şehirdeki Yabancı” (Halit Refiğ, 1962), “Susuz Yaz” (Metin Erksan, 1964), “Kızgın Delikanlı” (Ertem Göreç, 1964), “Karanlıkta Uyananlar” (Ertem Göreç, 1964), “Hızlı Yaşayanlar” (Nevzat Pesen, 1964) ve “Bitmeyen Yol” (Duygu Sağıroğlu, 1965) filmlerini 60’ların ilk yarısında yapılan toplumsal gerçekçi filmlerin önemli örnekleri olarak sıralayabiliriz.

1960’lı yılların başında toplumsal gerçekçi filmler çeken yönetmenler, ulusal bir sinema dili oluştururken estetik kaygılar da taşıyorlar ve bunu filmlerine yansıtmaya çabalıyorlardı.

Demokrat Parti’nin Menderes iktidarıyla başlayan ‘çarpık kapitalistleşme’ sürecinde toplumun genetiğiyle ve algılarıyla da oynanmaya başlanmıştır. Her mahallede milyoner yaratma söylemleriyle sınıf atlama düşleri körüklenirken, başarıya giden yolda her yol mubah anlayışı yaygınlaştırılır.

Menderes hükümetinin popülist uygulamaları toplumda karşılığını bulmakta gecikmedi. Toplumsal gerçekçi filmlerin ilk örneği, Metin Erksan’ın yönettiği Gecelerin Ötesi yaşanan toplumsal/bireysel dönüşümü yalın gerçekçi bir dille anlatan önemli bir filmdi.

2. Türk Film Festivali’nde Metin Erksan’ın En Başarılı Senaryo Ödülü aldığı, Sinema Dergisi’nin düzenlediği soruşturmada da En İyi Film ve Metin Erksan’ın da En Başarılı Yönetmen seçildiği Gecelerin Ötesi, filmin oyuncularının da filmografisinde önemli bir yer tutar.

Filmde ideallerini gerçekleştirebilmek için “çete”leşen altı gencin öyküsü anlatılır. Farklı düşleri olan bu insanlar, ‘kısa yoldan köşeyi dönme’ tohumlarının atıldığı, her mahallede bir milyoner yaratma söylemlerinin insanları etkilemeye başladığı günlerde, kendilerine mutluluk getireceğine inandıkları, ideallerini gerçekleştirmek için sahip olmaları gerektiğini düşündükleri parayı ‘çete’ kurup soygunlar yaparak elde etmeye çalışırlar. Uzun yol kamyon şoförü, ailesine de bakmak zorunda olan bir mensucat fabrikası işçisi, Amerika’ya gidip orada çalışmak, yenidünyanın nimetlerinden yararlanmak isteyen iki müzisyen, işsiz bir idealist aktör ve yine parasız bir ressam bir araya gelerek soygunlar yaparlar. Kısa yoldan ‘köşeyi dönme’ düşlerinin nelere yol açabileceğini, insanların hayatın gerçekleri karşısındaki bu tür seçimlerinin, tutunma yöntemlerinin yarattığı dramları yalın bir dille, sahici biçimde anlatan Gecelerin Ötesi’nde Kadir Savun, Erol Taş, Hayati Hamzaoğlu, Suna Selen, Oktar Durukan, Suphi Kaner, Ziya Metin ve Yılmaz Gruda da unutulmaz bir oyunculuk sergiler.

Kendisi de büyük toprak sahibi olan Menderes bir yandan dışa bağımlı kapitalistleşme adımları atarken bir yandan da toprak reformuna yanaşmadığı gibi tamamen ağalık sistemi destekleyen büyük toprak/köy sahiplerinden yana bir politika izler. Köylünün payına da ağaya marabalık yapmak ve yoksulluk düşer.

Büyük kentlerde başlatılan sanayileşme adımları, yeni iş alanları oluştururken ‘taşı toprağı altın şehir’ yanılsaması yaratır. Bu büyüye kapılan ağa zulmünden, açlıktan, yoksulluktan yılmış kır yoksulları, sonradan kent yoksullarına ve oralarda ‘öteki’ne dönüşüp dışlanacakları büyük kentlere göç etmeye başlar. Oluşan bu göç dalgası da büyük alt üst oluşlara, toplumsal dönüşümlere yol açacaktır.

Gurbet Kuşları

Sinemamızın önemli filmlerinden olan Gurbet Kuşları’nda da usta yönetmen Halit Refiğ, yeni bir yaşama kavuşma hayalleriyle başlayan köyden kente göç sorununu ilk kez kapsamlı bir biçimde sinemaya aktarır. Gurbet Kuşları sinemamızdaki ilk göç filmidir aynı zamanda. Memleketinde işleri bozulan Maraşlı bir aile taşı toprağı altın şehir İstanbul’a göç eder. Hayalleri, altın şehrin olanaklarından yararlanmak, zenginliğine ortak olmaktır. Aile, İstanbul’a gelişin kapısı olan Haydarpaşa Garı’nda trenden indiğinde, baba Tahir Efendi, “Allah’ın izniyle şah olacağız İstanbul’a, şah!” der. Fakat bu hayalin gerçekleşebilmesi hiç de kolay değildir. Çünkü “iş bilenin, kılıç kuşananındır.” Maraşlı aile, altın kentin ekonomik düzenine, farklı yaşam biçimine, ahlâk anlayışına ayak uyduramaz, tutunamaz. İnsan yutan kentin içinde çözülmeye başlar, parçalanır, “şah olmaya” geldikleri kente yenik düşer.

Gerçek hayatta da kentin merkezi, oluşan yeni gecekondu mahalleleriyle çevreye doğru yayılır yıllar içinde. Kentin yeni konukları, başka bir söyleyişle, kentin yeni sahipleri tutunabilmek için hızlı ve acımasız bir yaşam mücadelesine girişir. Büyük kentte tutunabilmek, başka işlerde doyuramadıkları karınlarını doyurmak, bakmakla yükümlü oldukları evlerine ekmek parası götürebilmektir bütün amaçları. Onların payına düşense hep zor işlerdir.

Nevzat Pesen’in yönettiği Hızlı Yaşayanlar filminde, gazetelerin Özgürlük Heykeli’nin tepesinden bırakıldığında Amerika’dan geçilen haberlerin gazete yere düşmeden İstanbul’da baskıya girmediği fakat neredeyse o sürede yetişecek bir hızla okurlara ulaştırılmaya çalışıldığı günlerde yaşanan rekabet anlatılır; İstanbul’da yayınlanan gazeteleri başka kentlere, taşraya taşıyan kamyonların şoförlerinin ölümle burun buruna geçen hızlı yaşamaları…

Filmin kahramanlarından Orhan (Ayhan Işık), gazetede gördüğü ilân üzerine, gazete taşıyan kamyonlarda şoförlük yapmak için iş başvurusunda bulunur. “Bu işte para çok fakat her an kelle koltukta gideceksin” der Müdür Bey. “Biliyorum ama ölümü düşünecek vaktim olmayacak galiba” diye yanıtlar Orhan ve diyalog şöyle sürer:

Müdür Bey: “Gasteleri yükleyip beş saatte Ankara’da olacaksın. Başka gaste arabaları seni geçerlerse önce parandan keser, sonra da işinden olursun.”

Orhan: “Bi anam bi de hasta kardeşim var. Taksicilikte bakamadım onlara. Peki, beş saatten evvel gidene pirim var mı?”

Müdür Bey: “Hayır ölmenizi değil, yaşamanızı istiyoruz, ama biraz hızlı yaşamanızı.”

İstanbul’un öyküsüdür anlatılanlar. Kent, o yıllarda henüz insan yutan bir ‘mega köy’e dönüşmemiştir fakat 50’li, 60’lı yıllarda ‘Altın Çağı’nı yaşayan kentte, hızla kent yoksulları oluşur, göçle her geçen yıl çoğalarak büyümeyi sürdürür.

70’lere geldiğimizde kentle birlikte insanlar da çözülmeye kirlenmeye başlar. Köklü ve hızlı dönüşümler yaşanır. Yaşanan yoğun göç, bozulan ve değişen üretim ilişkileri, ekonomik krizler bu kirlenmeyi ve çözülmeyi hızlandırır.

Kente göçün başlamadığı dönemin köy gerçekliğini Metin Erksan’ın, Yılanların Öcü (1962) ve Susuz Yaz (1964) filmlerinde izleriz. Susuz Yaz’da, Osman Kocabaş (Erol Taş), iyi kalpli abisi Hasan Kocabaş’ın (Ulvi Doğan) karşı çıkmasına rağmen köylülerin suyunu kendi tarlasına çevirir. Köylüler susuz ve ürünsüz kalır. Susuz yazlar yaşanır. Ardından abisi Hasan’ın güzel karısı Bahar’a (Hülya Koçyiğit) göz koyar. Köylü susuzluk çeker, Osman kadınsızlık. Elde edemediği Bahar’a anlatamadığı derdini, korkuluğa anlatır. Aç gözlü ve hain Osman, Bahar’ı elde etmek için oyun oynamaktan ve yalan söylemekten çekinmez.

Yılanların Öcü’nde de küçük toprağını ekerek geçimini sağlayan Kara Bayram (Fikret Hakan) yoksul bir köylüdür. Köy kurulundan ikinci üye Haceli (Erol Taş), oğlu Bayram ve gelini Haççe ile oturan Irazca Ana’nın evlerinin önüne ev yapmak ister. Irazca kadın buna çok sert tepki gösterir. İki aile arasında şiddete varan tartışmalar, kavgalar yaşanır. Deli Haceli evi yapmak, Irazca (Aliye Rona) da yaptırmamakta kararlıdır. Muhtar (Ali Şen), ev yapımına ayak direyen Bayram’ı, Haceli’nin kardeşlerine dövdürür. Haceli de, kerpiçlerini parçalayan Irazca’nın evine saldırır ve Haççe’yi döver. Haççe aldığı darbelerle hastalanır ve çocuğunu düşürür.

Sonunda Irazca, köyü ziyarete gelen Kaymakam’a durumu anlatır ve muhtarla, Haceli’yi şikâyet eder. ‘Genç Cumhuriyet’in idealist kaymakamı, Irazca Ana’dan yana tavır alır. Kadir Savun da köyün iyi ve babacan adamıdır. Tabii ki Bayram’dan yanadır ve ailenin en büyük destekçisidir. Gerektiğinde Bayram’ı savunmak için, Deli Haceli ve kardeşlerinin karşısına dikilir. Kaymakam gittikten ve muhtarla, Haceli güç duruma düştükten sonra, yenilgiyi hazmedemeyen Haceli’nin kardeşleri, ağabeylerine “İstersen emret şimdi gidip evlerini ateşe verelim” dediklerinde karşılarında Kadir Savun’u (Agali Dayı) bulurlar. “Eğer böyle bir şey yapacak olursanız, en önce beni bulursunuz karşınızda. Ben düpedüz Bayram’dan yanayım. Bunu her zaman böyle bilin.”

Kadir Savun, filmde çok az gözükse de hem kendisini çok iyi anladığını ve oyunculuğunu doğru değerlendirdiği söylediği Metin Erksan’ın filminde oynamaktan mutludur hem de Aliye Rona gibi rol arkadaşlarından. Aliye Rona’nın Iraz kadın rolünden öylesine etkilenmiştir ki, kızına da Iraz adını koyar.

(07 Ağustos 2012)

Mesut Kara

Sinefilin Halinden Anlayan Kanal Fil’m TV Geliyor

filmhafizasi.com şimdi de Fil’m TV projesiyle takipçilerinin karşısına çıkmaya hazırlanıyor.
filmhafizasi.com ekibinin aylar süren çalışmaları sonrasında şekillenen, KAMARA’dan Yoel Meranda’nın yapımcılığını, Can Eskinazi’nin ise yönetmenliğini üstlendiği Fil’m TV, zengin ve interaktif bir web kanalı vadediyor.
filmhafizasi.com’un sinefillerden oluşan hedef kitlesi için tasarladığı kanalın açılışının Haberler ve Fil’in Görevi isimlerini taşıyan iki ana bölümle yapılması düşünülüyor.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Diğer linkler ve yüksek çözünürlüklü logoya haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Sinefilin Halinden Anlayan Kanal Fil’m TV Geliyor yazısına devam et
  • Altın Koza’dan Sinemamıza Çam Sakızı Çoban Armağanı

    19. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali kapsamında, SE-YAP işbirliğiyle ilki gerçekleştirilecek olan Adana Pazarı, Türkiye’den her yapım aşamasındaki projenin uluslararası satış acentalarının temsilcilerine tanıtımını amaçlıyor. Adana Pazarı, 17 – 23 Eylül 2012 tarihleri arasında yapılacak festivale paralel olarak düzenlenecek ve sadece davetli satış acentası temsilcileri, festival programcıları ve müzelerin film küratörlerine açık olacak. Katılımcılar, Adana Pazarı’nda projelerinin diledikleri uzunlukta bir bölümünü ya da fragmanını sunabilecek.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • TÜRVAK’ta Ali Efendi Sineması

    Sinema tarihimizde Ali Efendi’nin adı bir Türk girişimci olarak altın harflerle yazılıdır. Galatasarayda hizmet veren TÜRVAK Sinema – Tiyatro Müzesi’nin birinci katında bulunan sinema salonuna Ali Efendi Sinema Salonu adı verildi. Ali Efendi’nin balmumu heykeli ise salonun girişinde yer alıyor. Sinema salonları, gösterilerini Pera’da sürdürürken, Sirkeci’de lokantacılık yapan Ali Efendi, 1914’te Ali Efendi Sineması’nı hizmete açtı. Fuat Uzkınay’ın da operatörlük yaptığı salon, daha sonra Ali Efendi’nin kardeşi Hacı Osman Bey’in oğulları Kemal Film sahipleri Kemal ve Şakir Seden’e devredildi.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    TÜRVAK’ta Ali Efendi Sineması yazısına devam et
  • Bir Film ve 2 Farklı Bakış Açısı

    James McAvoy ve Jessica Chastain’ın yeni filmi The Disappearance of Eleanor Rigby’nin çekimleri, New York’ta tüm hızıyla devam ediyor. Atonement (Kefaret) isimli filmden tanıdığımız ünlü oyuncu James McAvoy ve güzel yıldız Jessica Chastain, evlilikleri parçalanmış bir çift rolünde karşımıza çıkacaklar. Yönetmenliğini ve senaristliğini Ned Benson’ın yaptığı filmde, aynı hikâye, 2 farklı filmle gösterilecek. Filmde evliliği, karısı üniversiteye dönmeye karar verdiği için parçalanmaya başlamış olan bir adamın hayatı anlatılacak. The Disappearance of Eleanor Rigby’de tek hikâye, kadın ve erkek bakış açılarıyla 2 farklı film olarak sunulacak.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Belgesel Sinemacılar İznik’te Kampa Giriyor

    Belgesel Sinemacılar Birliği (BSB) tarafından 15 yıldır organize edilen İstanbul Uluslararası 1001 Belgesel Film Festivali’nde gösterilecek filmlere karar vermek için, 02 – 05 Ağustos tarihleri arasında, 100’e yakın sinemacı İznik’te kampa girecek. Ön elemeyi geçen 120 film, İznik’teki izleme kampında, belgesel sinema alanında çalışan profesyoneller, akademisyenler ve yönetmenler tarafından değerlendirilecek. Festivalde yer alacak filmler, farklı ve derin bakış açıları sunuyor olmaları gibi temel ölçütler çerçevesinde seçilecek.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Karaoğlan Geri Dönüyor

    Yarım asırlık çizgi roman mirası “Karaoğlan” yeni yüzleri ve farklı anlatımıyla izleyici ile buluşmaya hazırlanıyor… Film ekibini, setin üçüncü gününde ziyaret ettik… Yaklaşık 6 aydır hazırlıkları süren filmin çekimleri için Kemerburgaz’da tam 20 hektar arazi üzerine üç şehir kurulmuş. Sete adım atar atmaz farklı bir Karaoğlan göreceğimizin sinyallerini hemen alıyoruz. Kale kapısında “Atlılar” karşılıyor bizi, kısa bir gösterinin ardından bu kez yurt dışından özel olarak getirilen dövüş eğitmenlerinin şovunu izliyoruz. Daha sonra saraya geçiyoruz ve bizi burada da özel müzisyenler ve dansçılar bekliyor. İlginç müzikleri ve dans şovları ile dikkatimizi çeken müzisyenler için; “Amerikalı yapımcıların peşinde oldukları özel bir grup” diyor yapımcı Erol Avcı… Ardından filmin oyuncuları ile sohbete geçiyoruz. Ve filmin başrol oyuncusu Volkan Keskin, bize Karaoğlan’ı anlatıyor…

    Bu ilk projeniz mi?

    Aslında daha önce “Fetih 1453”te Balaban karakterini canlandırmıştım fakat filmin çekimi sırasında geçirdiğim rahatsızlıktan dolayı sahnelerim azaldı. 2002 yılında bir yörük hikâyesinin anlatıldığı bir dizide de başrol oynadım ama dizinin ömrü çok uzun olmadı.

    Peki bu projede nasıl yer aldınız?

    Çizgi romandaki Karaoğlan’a fiziki benzerliğim en büyük şanstı sanırım. Bu benzerlik yapımcımız ve yönetmenimiz tarafından fark edilince projeye seçilmem çok da zor olmadı. Sportif yapım ve at binebilmem de etkili oldu.

    Oyunculuk eğitimi aldınız mı peki?

    Evet, Suat Özturna’dan oyunculuk eğitimi aldım. Şu anda bu projedeki oyuncu koçum da Turgay Tanülkü.

    Yönetmen Kudret Sabancı çekeceği film için, “Farklı bir Karaoğlan olacak.” dedi. Siz nasıl yorumluyorsunuz Karaoğlan’ı?

    Klasik bir Karaoğlan olmayacak. Kitaplardaki Karaoğlan’da ve önce çekilen örneklerinde daha çok savaşan bir Karaoğlan gördük. Ama bizim Karaoğlanımız babasına espri bile yapabiliyor. Bunun yanı sıra tabii ki bizim filmimizde de savaşta var aşkta!

    Yaklaşık 10 milyon TL’lik bütçeyle çekilen bir filmde başrol oynuyorsunuz. Türkiye’de bu kadar büyük bütçeli sinema filmleri çok fazla yapılmıyor. Başrol oynamak sizi korkuttu mu?

    Evet, projeyi kabul ettikten sonraki 2 hafta heyecanımı zor bastırdım. Yeni bir “Karaoğlan” yapılıyordu ve çok heyecanlandım tabii ki. Ama set başladıktan sonra heyecanım hiç kalmadı çünkü gerçekten iyi bir ekip olduk. Herkes çok uyumlu çalışıyor.

    Peki filmin devamı gelirse…

    Gelirse değil, gelecek!

    Çok iddialısınız…

    Biz o inançla çalışıyoruz. İkinciyi de çekeceğiz diye. Zaten olması lâzım.

    Siz de çizgi roman okur muydunuz?

    Ben 83 doğumluyum. Sonundan da olsa çizgi roman dönemini yakaladım. Ama şimdiki gençler bilgisayar oyunlarına meraklı. Kim bilir bakarsınız Karaoğlan’ın da bilgisayar oyununu çıkarırlar… (Gülüyor…)

    Teşekkürler!

    Kısa Kısa…

    * Filmin yapımcısı Erol Avcı, yönetmen Kudret Sabancı ve oyuncular tüm samimiyetleri ile cevap veriyorlar sorularımıza…

    * “Yeni Karaoğlanımız filmin devamının geleceğini söyledi.” diyorum yapımcı Erol Avcı’ya. “Sadece 2 ile sınırlı kalmak değil amacımız üçüncü belki beşinciyi de çekebiliriz.” diyor.

    * Yönetmen Kudret Sabancı “15 yıldır yapmak istediğimiz bir projeyi hayata geçiriyorum” diyor ve bu proje için çok iyi hazırlandıklarını, farklı bir Karaoğlan yaratacaklarını söylüyor…

    * Karaoğlan’ın yıllar önce çekilen dizi versiyonunda yer alan ve filmde Camoka karakterine hayat verecek olan Hasan Yalnızoğlu ise, yıllar önce oynadığı dizi de yine Camoka karakterini canlandırdığını ama o projenin içinde ukde kaldığını ve yeniden Camoka’yı oynadığı için çok mutlu olduğunu anlatıyor gözlerinin içi parlayarak…

    2013 Ocak ayında vizyona girmesi beklenen “Karaoğlan” film setinden her şeyi tam da tadında bırakarak ve nasıl bir film olacağını merak ederek ayrılıyoruz…

    (06 Ağustos 2012)

    Yeliz Bozkurt

    Metin Erksan

    Adının önüne veya arkasına ne yazabilirdim ki… Ülkemizde sinema ile şöyle veya böyle ilgilenen herhangi bir kimsenin Metin Erksan’dan habersiz olmasını düşünemiyorum bile. Yönetmenlik sırf bir filmi yönetmek olsa idi, filmlerinin dökümünü yapar, yaşamını anlatır ve “sinemada bunları yaptı” derdim. Ama bu kez filmlerini sıralamak yok, bilen biliyor zaten. Bilmeyene isimi sıralasam neye yarar. Erksan, nasıl Akad ile başladığı hep söylenen sinemacılar döneminin ayrıksı bir yönetmeni ise, sinemamızın en kişisel, en kendine has ve iki efsane yönetmeninden (diğeri -tamamen farklı bir sinema- Yılmaz Güney) biri idi. Bir gazete haberinden kalkarak çok kişisel filmi Kuyu’yu yaptıktan sonra piyasaya dönerek yaptığı kimi sıra işi filmler değildir, O’nu O yapan. Bir Gecelerin Ötesi, bir soygun / soyguncu filmi değildir (sadece), filmin çekildiği günlerde iktidar sahip-lerinin dillerine doladıkları “her mahallede bir milyoner yaratma” palavrasının gerisinde bir kısım toplum kesiminin (altısı soygunculukta çıkar görebilen yedi kişinin) içinde bulundukları koşulları değiştirmek veya değiştirmemek/değiştirememek karşısındaki tutumları…

    Film yapmak… Yönetmenler bu süreci çeşitli şekillere tanımlarlar. Erksan’ın bu konudaki düşüncesini bilmiyorum ama herhalde yönetmenlik O’nun için sadece senaryonun görüntüyü aktarılması değildi. Sırf sinema üzerine değil, toplumun ve tarihin farklı konuları üzerine de düşüncelere sahip ve bunları gereğini duyduğu zamanlarda -bizlere- deklare edecek fırsatları da kullanırdı. Televizyona yaptığı “hikâye uyarlamaları”nda, sinemasına yeni açılımlar aramayı daha rahat bulduğunu umarım ama -o zamanlar, nerede ise yoktu- televizyon eleştirmenlerinin dizileri yeteri kadar değerlendirmediğini düşünüyorum. Öğrenciliğim sırasında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne gelmiş -ve Sevmek Zamanı filminin gösterimi öncesi- hem konuşmuş, hem kendine yöneltilen soruları cevaplamıştı. Orada sözünü ettiği, hiç bir zaman çekmek olanağını bulamadığı, -senaryo olarak yazmış mı idi, bilmiyorum- filmlerden söz etti. Gözü kapalı bir batı hayranlığına karşı, geçmişlerine dayanarak batının kültür önderliğini sahiplenen devletlerin, farklı kültürlere nasıl yıkıcı davrandıklarını anlatmak istiyordu. Yalnız Atatürk Filmi isimli kitabında yapılacak bir Atatürk filminin Amerikalılarca yapılması düşüncesini (yanlış hatırlamıyorsam) o zaman da, benimseyip kabul etmemiştim, şimdi de etmiyorum.

    Kendimce Türk filmlerine afişler yapıyordum bir zamanlar; bu arada Sevmek Zamanı’na da yapmıştım. Bu afişi o zamanlar ilişkisi olduğu yayıncısı aracılığı ile kendisine göndermiştim, hoşuna gitmiş, yıllar sonra bu konudan söz ettiğimde hatırlamıştı. Sinemamız yönetmenleri (belirli bir zamanı yaşayanlar) arasında hafızası en kuvvetli olanlardan biri idi. Çalıştığı filmleri -kişileri ile- hatırlardı. Öğrencilerle yaptığı bir sohbette, filmin üreticisinin (yaratıcı da deniliyor) yönetmen olduğundan, bu nedenle görüntü çerçevesinin de (her ne kadar görüntü yönetmeni hazırlarsa da) yönetmenin hakkı olduğundan söz etmişti. Bunlar derste de anlatılacak sözler ama sohbetlerde daha kalıcı olur düşüncesindeyim. Son olarak şunu da yazmak istiyorum. Gazetelerde bir gün Sevmek Zamanı’nın yeniden “renkli” olarak çekileceği haberi çıkmıştı. Ercan’la ben kendi kendimize itiraz ettik, “çekilmemiştir inşallah” dedik. Hem yine Erksan çekecekmiş… fakat çekilmedi. Başka biride umarım -yeniden- çekmeye kalkmaz. Ama unutmamak gerekir ki Erksan sadece filmleri -hele tek başına Sevmek Zamanı ile- anılacak biri değildir. Filmlerinin (de) dışında, sinemamızın gerçek “efsane” yönetmenlerindendir. Filmlerini -hele bazı filmlerini- tekrar tekrar seyretmek gerekiyor…

    (06 Ağustos 2012)

    Orhan Ünser

    Bourne’un Mirası

    Tony Gilroy’un yönettiği ve Jeremy Renner, Edward Norton, Rachel Weisz ile Donna Murphy’nin oynadığı Bourne’un Mirası (The Bourne Legacy), 31 Ağustos 2012’de UIP Filmcilik dağıtımıyla UIP Filmcilik tarafından vizyona çıkarıldı.
    İzleyiciler, Akdeniz’den baygın bir şekilde çıkarılan Jason Bourne ile 12 yıl önce tanışmıştı. 3 film boyunca hayatta kalma mücadelesini ve kimliğini bulma yolcuğunu izlediler. Bourne’un Mirası entrikanın daha karanlık kısmını, daha derin bir mitolojiyi, hayatta kalmak için savaşmak zorunda olan yeni bir kahramanı izleyiciyle tanıştırmak için perdeyi yeniden açıyor.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb
  • Ali Erden Yazıyor
  • Diğer basın bültenlerine haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Bourne’un Mirası yazısına devam et