Kederli Nasır’ın Derin Müziğiyle

Azrail’i Beklerken (Poulet aux Prunes)
Yönetmen-Senaryo: Vincent Paronnaud-Marjane Satrapi
Müzik: Olivier Bernet
Kurgu: Stéphane Roche
Görüntü: Christophe Beaucarne
Oyuncular: Mathieu Amalric (Ali Nasır), Maria de Medeiros (Faringuisse), Golshifteh Farahani (İran), Isabella Rossellini (Pervin), Edouard Baer (Azrail), Eric Caravaca (Abdi), Chiara Mastroianni (Lili), Enna Balland (Küçük Lili), Mathis Bour (Küçük Cyrus), Jamel Debbouze (Houshang), Didier Flamand (Keman Ustası)
Yapım: Celluloid Dreams (2011)

“Persepolis” filmiyle hatırlanan Vincent Paronnaud-Marjane Satrapi ikilisinin “Azrail’i Beklerken” filmi, hikâyesi, müzikleri, karakterlerinin yansıyışı ve görselliğiyle sanatseverleri büyüleyecek.

Film, muhteşem bir açılışla seyircisini hikâyesinin içine alıyor. Tahran 1958… Keman sanatçısı müzisyen Nasır Ali Han, bir keman satın alıyor. Kederler içinde sokakta yürürken, maziden bir kadının yüzüyle göz göze geliyor. İşte bu an, final bölümüyle de buluşarak derin ve acılarla yüklü bir aşkın içine çekiyor seyircileri. Nasır, kederlerle yüklü eve geldiğinde satın aldığı kemanı beğenmiyor ve kemanı iade ediyor. Nasır’ın kardeşi Abdi, onu Stradivarius kemanı satan Houshang’a gönderiyor. Hushang, dünyanın verdiği nimetlerden zevk alan ve bol bol afyon içen biri. Bu gezi, Nasır’ın hayatındaki kırılma anı oluyor. Kemanı çalsa da, içindeki iki kor ateşi ona cehennem azabı veriyor. Kırık kemanı onu hayatın zevklerinden ve hiçbir zaman aşık olamadığı karısı Faringuisse’den uzaklaştırmış. Annesi Pervin’in’in zorlamasıyla Faringuisse’le evlenmiş. İki çocukları, Lili ve Cyrus bile mutluluk getirmemiş bu beraberliğe. İleriki yıllarda Lili, babası gibi kederli bir insana dönüşüyor ve teselliyi kumar masalarında arıyor. Cyrus da, büyüdüğünde Tahran’da üniversitede tutunamayınca Amerika’ya göç ediyor, öğrenimi zayıf bir üniversitede okuyor, evleniyor ve bir dolu obez çocuğu oluyor.

İran, hayatının ilhamı…

Faringuisse, Nasır’ın aşkını ve saygısını umutla beklemiş yıllarca. Karısı, kendisiyle Nasır’ın arasına girdiğini düşündüğü kemanı Nasır’ın gözleri önünde paramparça ediyor. Bu keman, Nasır’a ustası ve hocası tarafından kendine emanet edilmiş. Bu keman, ustadan öğrencisine geçen ulu bir keman. Nasır, bu kemanı öğrencisi olabilecek bir gence veremeyeceği için suçluluk duyuyor. Çıkış bulamayan Nasır ölmeye karar veriyor. Bu filmin adı “Erikli Tavuk” anlamına geliyor. Bu, Fas mutfağının kadim yemeği. Bu yemeğin, hazırlanışını ve pişirilişini keşfettiğinizde, 2011 yapımı “Poulet aux Prunes-Azrail’i Beklerken” filminin tam anlamıyla “erikli tavuk” olduğunu fark ediyorsunuz. Hem de kuskuslu olanından. Evet, bu yemekle bu film arasında tam anlamıyla metafor yapılıyor. Nasır odasında Azral’i beklerken, film zaman zaman geriye dönüşler yaparak Nasır ve ailesini yansıtıyor perdeye. 1940’lı yıllarda Nasır, hayatının aşkı ve anlamı İran’la karşılaşıveriyor. Keman hocası Nasır’a müziğinin ruhu yok diyor bir yerde. İşte bu aşk, Nasır’ın müziğine ruh ve anlam katıyor. İran, İran’ın modern yüzü. Babası antikacı. İşte bu baba, sınıf farkından dolayı bu aşka izin vermiyor. Ayrılıyorlar. İran, babasının uygun gördüğü zengin biriyle evlenirken, Nasır’da dünyayı dolaşıyor kemanıyla. Sonra da annesinin istemesiyle 1949 yılında Faringuisse’le evleniyor. Kendini zorlasa da ona karşı aşkı hiç hissetmiyor Nasır. Sonunda, beklediği Azral ziyaretine geliyor. Aralarında geçen konuşmalar muhteşem. Azrail, bir hatırasını da anlatıyor. Bu hikâye animasyon görüntülerle yansıyor perdeye. Müthiş ve çarpıcı anlar bunlar. Bir de, Ali Nasır ve İran, sinema salonunda Rupert Julian’ın 1925 yapımı sessiz korku filmi “Phantom of the Opera-Operadaki Hayalet” filmini seyrediyorlar. Ne kadar büyüleyici.

Büyüleyici bir görsellik…

Evet, bu filmin görüntülerine sinema adına tutulduk. Bu sinemaskop görüntülerin tadı sadece sinema perdesinde alınıyor. Film, 100. yaşını kutlayan Berlin’deki Babelsberg Stüdyoları’nda kurulan setlerde çekilmiş. Yani bu film tamamiyle bir stüdyo filmi. Adı, 1917’de Universium Film AG (UFA) olarak değiştirilen bu stüdyo, Naziler tarafından devletleştirilmişti ve 1945’e kadar propaganda filmleri çekilmeye başlanmıştı. Savaş sonrası Berlin’in Sovyetler bölümünde kalan stüdyo DEFA adını almıştı. Duvarlar yıkıldıktan sonra ikiye bölünmüş Almanya birleşti ve bu stüdyo eskisi gibi Babelsberg Stüdyoları oldu. Bu stüdyoda vakti zamanında, Robert Wiene’nin siyah-beyaz ve sessiz 1920 yapımı dışavurumcu korku filmi “Das Cabinet des Dr Caligari-Dr Caligari’nin Muayenehanesi”, Fritz Lang’ın bugün bile aşılması zor 1927 yapımı siyah-beyaz ve sessiz dışavurumcu distopik bilim-kurgusu “Metropolis”, Joseph von Sternbeg’in 1930 yapımı siyah-beyaz “Blau Angel-Mavi Melek” başyapıtları çekilmişti. Vincent Paronnaud-Marjane Satrapi ikilisi, bu stüdyonun geçmişine de selâm göndererek stüdyonun hakkını vermişler. Nasır’ın hocasının mekânı, uçurumun kenarına kurulmuş gotik bir yapı gibi. Sadece bu değil. Tahran sokaklarında da bazı anlarda dışavurumcu görüntüler oluşturulmuş. Bir an kendinizi o sokaklardaki bir dehlizin içindeymiş gibi hissediyorsunuz. Bu anlar, Nasır’ın karmakarışık zihninden düşmüş gibi.

1969 doğumlu İran asıllı Fransız grafik roman yazarı ve yönetmen Marjane Satrapi, 1970 doğumlu Fransız çizgi romancı ve yönetmeni Vincent Paronnaud’yla 2007’de İran İslam Devrimi’ni ve sonrasını anlatan animasyon “Persepolis” filmini ortak yönetmişlerdi. Bu film, sanatseverleri büyülemişti. 31. İstanbul Film Festivali’nde de gösterilen “Azrail’i Beklerken” filminde oyuncular tek kelimeyle muhteşem. Büyük yönetmen Roberto Rossellini’yle büyük oyuncu Ingrid Bergman’ın kızı Isabella Rossellini, tıpkı annesine benziyor. 1965 doğumlu Fransız oyuncu Mathieu Amalric’i seyretmek sinema adına müthiş bir duygu. Julian Schnabel’in 2007 yapımı “Le Scaphandre et Le Papillon-Kelebek ve Dalgıç” filminde sadece tek bir gözüyle oynayarak etkileyici bir oyunculuk sunmuştu. “Azral’i Beklerken” filminde yüzüne bindirdiği hüzün de unutulmaz. Portekiz sinemasının dünyaya sunduğu oyuncu ve yönetmen Maria de Medeiros da etkiliyor. “Azrail’i Beklerken” filmi, sinema perdesinde görülmeli ve belleğe alınmalı.

(Bu yazı 15 Haziran 2012 tarihli Taraf Gazetesi’nde yayınlanmıştır.)

(15 Haziran 2012)

Ali Erden

ailerden@hotmail.com