Emre Yeksan Röportajı

Filminiz temasını anlatabilir misiniz?

Film ormanda tek başına yaşayan Veysel isimli münzevi bir karakterin hayatını anlatıyor. Yaşadığı ormanın bir yapılaşma tehdidi altında olan bir yer oluşu ve onun oradan çıkarılma sürecini anlatıyor. Veysel ormanda yaşarken bir noktada kardeşi geliyor ve onu oradan götürmeye çalışıyor çünkü hayatının risk altında olduğu bir durum var. Bu süreçte iki kardeşin karşılaşması ve ikisinin de başına gelenler diyebilirim.

‘Yuva’nın yapım öyküsünü de dinleyebilir miyiz sizden?

İlk olarak 2013’te bir öykü olarak yazdım ‘Yuva’yı. Bir film öyküsü olabilecek bir şeydi ama aslında ilk yazılış biçimi biraz daha klasikti. Öykü diyebileceğim bir biçimdeydi. 2013 Mayıs başları gibiydi sanırım o sıradan itibaren geliştirmeye başladık öyküyü. Gerçek anlamda bir senaryoya döndürmek, bir tretmana çevirmek için. Bu arada ‘Körfez’in finansmanını başarınca ‘Yuva’ paralel olarak gelişmeye devam etti. Çünkü ‘Körfez’ bütçesel olarak daha büyük bir filmdi ve ‘Körfez’i finanse edebileceğimizden çok emin değildik. Ama işte başardık. Ve Körfez’den soluk aldığımız noktalarda dönüp ‘Yuva’nın senaryosuna bakıyorduk. Ben birazcık seviyorum iki işi bir arada götürmeyi. Birinde tıkanınca diğerinde bir şeyler açıyor. ‘Körfez’i bitirirken de post prodüksiyonunu yaparken de hadi artık gönderelim dedik ‘Yuva’yı ve işte Biennale College – Cinema olabilir Venedik Film Festivali’nin fonu. Oraya gönderdik ve oldu.

Venedik Film Festivali’nin Biennale College – Cinema bölümde ilk destek alan Türk filmi ‘Yuva’ olmuş, ne buldular filminizde?

Onu ben de bilmiyorum. Özel bir fon, özel bir program bu. Mikro bütçe diyorlar. 150 bin euroluk bir bütçe ile çekilebilir film olması gerekiyor. Ona göre bir ön seçki yapıyorlar. Dünyanın her yerinden başvuru var. Toplam 300 civarı film başvuruyor anladığım kadarıyla. Ön elemede 12 proje seçildi. Seçtikleri o 12 projeyi birlikte değerlendiriyorlar. Sonra, ortak bir atölye yapılıyor ve içinden üçü finanse ediliyor. Projede sevdiklerini söyledikleri Türkiye açısından alışılmadık bir iş olmasıydı açıkçası. Bir taraftan Türkiye sinemasında birazcık beklenen tarzın dışında belki yeni bir soluk gördüler.

Geleneksel Türk sineması dışında yani.

Evet Türk sinemasında alıştığımız ve yurt dışında Türkiye sinemasına dair beklentilerin dışında bir iş olması. Anlatının aslında bugün dünyanın birçok yerinde olan ekolojik mücadeleye, doğa insan arasındaki ilişkiye dayanması, dolayısıyla evrensel bir yerden onları çekmesi. Temelde tercih sebepleri bu ikisiydi galiba. Yani iki nokta onları cezbetti tabi onun dışında senaryonun kendisi de en son noktada bütün senaryoyu büyüklüğüyle değerlendiriyorlar. Diğer projelere göre daha güçlü buldular.

Fonla çalışma süreci nasıl oluyor? Senaryonuzu onayladıktan sonra mı bütçeyi veriyorlar?

Başvurudan filmin gösterimine kadar 1 yıllık süresi var. Tretmanla başvuruyorsunuz. Bir atölyeye katılıyorsunuz. Senaryo olarak gönderiyorsunuz. Senaryolardan 3 tanesi seçiliyor, o Aralık ayında oldu. Aralık’ta senaryonun finanse edileceği bilgisi paylaşıldıktan sonra 1 sene sonraki Ağustos yani 8 ay sonraki festivalde gösterilmek üzere filmin yetiştirilmesi gerekiyor. Dolayısıyla 150 bin euroyu onayladıkları andan itibaren bizim 8 ayımız vardı filmi bitirmek için.

Bu süre de sizi çok sıkıştırmış olmalı.

Tabi, bayağı yoğun bir program oldu.

Böylece iki yıl üst üste 2 filminizin de dünya prömiyerini Venedik’te yaptınız. Nasıl başardınız bunu?

Aslında festival süreçleri dediğimiz şey film yapmanın, film yapma ile kurduğumuz ilişkinin katkısı vardır. Dolayısıyla yıllarca üzerinde çalıştığım projeler olmasının illaki bir sonucu vardır ama festival programlarına dahil olmanın bir tarafının da şans olduğunu düşünüyorum açıkçası. Diğer taraftan ‘Körfez’ için 2012’den ‘Yuva’ için de 2013’ten beri çalışıyoruz paralel biçimde. Ben kendim senaryo üzerinde çalıştım, ‘Körfez’de Ahmet Bükey ile, ‘Yuva’ da da Kutay ile beraber çalıştık. Yapımcımız Anna Maria Aslanoğlu da sürekli dahildi. Kurgucu Selda Taşkın, görüntü yönetmeni Yakup Giza. Yani gerçekten iyi bir ekip sürekli uzun süreler birlikte çalışarak, üstünden detaylı bir şekilde geçerek projeleri hazırlıyoruz. Belki budur sırrı, bilemiyorum.

Türkiye’den herhangi bir destek var mı?

Yok. Fonun böyle bir zorunluluğu var sadece kendi verdikleri bütçeyle çekilmesi gerekiyor. Onun üstünde birşeyi çok küçük bir miktar ancak kabul edebiliyorlar.

‘Yuva’da oyuncu seçimini neye göre yaptınız? Veysel karakteri özellikle.

Kutay, senaryoyu hatta öyküyü ilk yazdığım anlardan itibaren Veysel’di benim için. Kutay sadece oyuncu olarak bildiğim değil arkadaş olarak da tanıdığım birisi. Yakın çevremden biri olduğu için öykü ilk çıktığında hemen arkasından beliren bir şeydi. O süreçte Kutay ile de çok çalıştık senaryo üzerine birlikte. Ara ara ‘Körfez‘ zamanında. ‘Körfez’de de Kutay ekibin parçasıydı. Cast direktörü ve oyuncu koçu olarak. Dolayısıyla Kutay bu işin en başından organik parçalarından biriydi aslında.

Mekân olarak İğneada’yı seçmişsiniz, neden?

Senaryoyu yazdıktan sonra bir mekân bakma süreci yaşadık. Kafamda iki ihtimal vardı belli olan. Hatta üç de diyebilirim aslında bir de Doğu Karadeniz’e bakarız demiştik. Ama ilk aklıma gelenler Kazdağları ve İğneada idi. Bunun birçok sebebi var. Bir tanesi Kazdağları’nın gerçekten bildiğim mekân olması. İkincisi, ikisinin de belli bir tehdidin altında olan noktalar olması. Çünkü bu filmdeki anlatıyla da örtüşen bir şey olacaktı. Kazdağları’nda bir maden ve taş ocakları tehdidi. İğneada’da bir nükleer santral tehdidi var. Bunlar üzerinden o mekânlara bakmaya karar verdik. İğneada’ya gittik. İlk baktığımız yer orasıydı ve beni çok etkiledi çünkü ‘Yuva’daki orman aslında bir bütün olarak bir yaşamı paylaşan ve o yaşamı hissettiren bir mekân olması gerekiyordu. İğneada da çok kendine has bir kapalı eko sistem. Dolayısıyla ormanın içinde yürürken birbirinden ayrı parçalar değil de, çok ciddi birbirine yapışmış, birbirine eklemlenmiş bir bütün hissini çok güzel veren bir mekândı. O noktada çok çabuk karar verdik zaten orada çekmeye. Çok etkiledi bizi.

Ormanın doğal sesini film boyunca yoğun bir şekilde kullanmışsınız. Sesleri orada mı kaydettiniz?

Seste iki boyut var. Hatta müzikle beraber üç boyut var. Seslerin bir kısmı orada kaydedildi. Aslında biz çekim yaparken her saniye sesli çekildi. Ormanın kendi sesleri filmde var. Ama onun ötesinde, çok ciddi bir ses tasarım çalışması yaptık. Ses tasarımına başka ormanlardan gelen sesleri de dahil ettik. Yapay sesleri de dahil ettik. Çünkü bir ormanın aslında kendi ses düzeni oldukça tekdüze. Ve bu sinema için olumlu da olabilir olumsuz da olabilir bir şeyi yansıtıyor. Biz ‘Yuva’da birazcık ormanın kendi sağladığı imkanı çeşitlendirmek, onu birazcık daha fazla senfonize etmek istedik. Fatih Rağbet ve Eli Haligua bizim ses tasarımcılarımız, onlar daha senaryo aşamasından çalışmaya başladılar. Çekime girmeden önce çok ciddi bir ses toplama, o sesleri tasnif etme, o seslerden bir fikir üretme süreci yaşadık. Müzikte aynı şekilde, ormanın kendi seslerinden hareketle üretildi çoğu yerde. Filmin müziklerini de Mustafa Avcı besteledi. Dolayısıyla gerçek kayıt, dışarıdan üretilen sesler ve müzik oldu.

Filminizde dialoglar çok az. Daha çok seyircinin de hayal gücüne bıraktığınız yerler var.

Bu benim sevdiğim bir sinemasal yaklaşım. Yani klasik dramaturji dediğimiz aslında filmin kendi evreni içerisinde başlayan, biten, tamamlanan ve hani her şeyin belli bir nedensellik içerisinde açıklandığı anlatıları çok yakın bulmuyorum kendime. Genel olarak hem üretme alanında yakın bulmuyorum hem de bir film izleyicisi olarak da bir yerde daha az ilgimi çekiyor. Dolayısıyla böyle hep biraz daha açık, benim kendi yorumlama ve anlamlandırma kapasiteme açık, o anlamda belki izleyici ile iletişime geçen filmleri tercih ediyorum. Dolayısıyla iş yapmaya döndüğümde birazcık böyle bir yere gidiyor benim için. Belki o anlamda figüratif değil de soyut şeyleri seviyorum bir taraftan. Burada da böyle bir çaba var benim için. İzleyicinin hayal gücünü ne kadar devreye sokabilirse bir film o kadar başarmış hissediyorum. Bu tabi ki bir taraftan da bazı izleyici için reddedilebilir bir şey haline getiriyor o da kaçınılmaz bir durum.

Aynı filmi izleyen seyircilerin her biri filmi farklı algılayabiliyor. Siz de bir yönetmen olarak bir hikayeniz var ve bunu anlatıyorsunuz. Gerçekten seyirci sizin anlatmak istediğinizi algılayabiliyor mu? Farklı yorumlar da alıyorsunuzdur.

Ben bu konularda çok açık olmayı seviyorum. Biraz film üretme biçimim de öyle. Bir filmi tasarlarken seyircinin anlamasını istediğim şey üzerinden değil, kendi anlamlandırabileceğim bir genişlikte kurmaya çalışıyorum. Dolayısıyla seyircinin ona yaptığı her yorum doğru oluyor sonuçta.

Asla yanlış diyebileceğim bir yorumlama olamıyor. Mutlaka o ana kadar benim aklıma gelmemiş bile olsa aslında doğru bir yorumlama oluyor. Genelde seyircilerle yaptığımız söyleşilerde, soru cevapta bu biraz böyle ortaya çıkıyor. Yapılan her yorum kendi içinde tutarlı ve doğru oluyor. Biraz da sinema yapma biçimiyle alakalı. Bir filmde anlaşılmama ihtimali yok çünkü tamamen açık alanlar var ve o açık alanlar seyircinin kendi anlamlandırmasıyla şekilleniyor.

Filmde doğayla bütünleşmiş Veysel’i ormandan çıkarmaya gelen kardeşi Hasan da filmin sonuna doğru bir dönüşüm yaşıyor.

Veysel doğayla bütünleşmeye çalışan bir karakter aslında. Doğayla bütünleşmek mümkün mü bundan emin değilim. İnsan olarak türümüzü var ettiğimiz bir genetik tarihsel süreç var. Bundan tamamen kopuş ne kadar mümkün bu bir soru işareti. Bazen mümkün gibi geliyor, bazen de mümkün değil gibi. Bu anlamda Veysel bu ikilemi yaşıyor. Bir yandan doğanın parçası oluyor ama bir yandan da asla tamamlayamamış o süreci. Tamamlanmasının mümkün olup olmadığını bile bilmiyor. Ama tabii ki doğanın içinde var olma konusunda belli bir yol katetmiş aslında. Hasan onu oradan çıkarmak için geldiğinde aslında Veysel’den ona geriye kalan, ona geri dönen bir doğayla temas yaşıyor. Belki uzun süredir, çocukluğundan beri kurmadığı bir teması kuruyor tekrar. Bunu da aslında bir kovuk bir yuva mekânında, belki kendi düşsel evreninde soyut bir yerde kurdurmak istedim. Doğayla temas etmek, doğayla ilişki kurmanın fiziksel yönü o kadar net ve o kadar kolay ifade edilir gelmiyor bana. Ancak bazen fantastiğe de yer yer kaçabilecek bir soyut düzlemde mümkün olabileceğini düşündüm. Gizemli ve özel bir takım güçlere sahip bir kovuk üzerinden aslında doğayla temas ediyor ve doğayla teması onda bir dönüşüme ve başkalaşmaya yol açıyor. Bunu tetikliyor. Dolayısıyla Veysel’e daha benzer daha yakın bir konuma getiriyor onu.

Mağaradaki olayı onun için kurguladınız değil mi?

Orası aslında Veysel’in doğada kendisine bir hayat ve yuva kurmaya, ev yaratmaya çalıştığı süreçti. Doğanın onun karşısına çıkardığı bir hediyesi diyebilirim. Doğaya kendini açmaya, doğaya kendini adamaya, parçası olamaya karar vermiş bir karaktere doğanın verdiği cevap orası. Veysel’in ormanla, ormanın üzerinden belki yeryüzündeki hayatla, insanın da parçası olduğu hayatla temas kurabildiği en yoğun nokta olarak düşündüm. Ve bu noktaya Hasan temas ettiğinde Veysel’in o ilişkisini kendi üzerine geçirmiş oluyor artık.

Aldığınız fondan dolayı filminizi 8 ayda bitirmek zorunda kaldınız. Gerçekten içinize sindi mi, evet tam istediğim gibi oldu diyebildiniz mi?

Bu hiçbir film için mümkün değil tabi. Oldukça içime sindi diyebilirim. Büyük bütçe ve imkanlarla film çeken bir yönetmenin bile bu soruya olumlu cevap vereceğini zannetmiyorum. Çünkü mutlaka aklımızda kalan bir şeyler oluyor. Ufak tefek de olsa geriye dönüp baktığımızda hani bir de şuyumuz olsaydı, şöyle bir şey yapabilseydik, 2-3 günümüz daha olsaydı gibi şeyler olabiliyor. Filmin tasarısını zaten böyle bir zaman kısıtında, böyle bir bütçeye göre yaptık. O anlamda film tasarladığımız biçimde çekildi, tasarladığımız biçimde üretildi. Farklı bir bütçe ve farklı bir zaman dizgisiyle baştan tasarlasaydık, belki başka türlü tasarlanabilirdi. Oralar her zaman açık. Ama ‘Yuva’yı en baştan kurduğumuz biçimde çektik.

Sizin doğayla ilişkiniz nasıl?

Ben şehir çocuğuyum. İzmir’de doğup büyüdüm. Sonra İstanbul’da yaşadım, Paris’te yaşadım. Dolayısıyla çok uzun yıllar kent dışında kırla çok ilişki kurmadım. En fazla sahil, deniz mesaim olmuştur. 30’lu yaşlarımdan itibaren aslında biraz doğa hayatıma girdi benim. Biraz geç bir keşif oldu. Dolayısıyla farklı bir büyülenme ve farklı bir yeniden ilişkilenme süreci oldu. ‘Yuva’da da onun etkisi var tabii ki. Son 8-10 yıldır aslında keşfettiğim bir şeye dair olan merakımı da taşıyor. Doğayı keşfetmeye de devam ediyorum. Her geçen sene biraz daha fazla ilgimi çeken, biraz daha fazla içine gömülmek istediğim bir tarafı var doğanın.

O zaman gelecek filmlerinizde de doğa olacak diyebilir miyiz?

Doğa ‘Yuva’daki biçimiyle dolayısıyla orman ya da kent dışı bir alan olabilir ama olmayadabilir. Ondan çok emin olamıyorum. Ama şöyle bir şey var yaşadığımız yerle olan ilişkimiz benim için temel bir mesele. Hani ‘Körfez’de de aslında şehir de olsa bir doğa durumu vardı. Bir kokunun şehre yayılması hikâyesiydi ve bu bir nokta da ekolojik durumdu. Film mekânı şehir de olsa bütün gezeni kapsayan bir doğaya karşı sürecin göstergesiydi. Burada da öyle. Bu çok benim için temel mevzulardan biri aslında içinde bulunduğumuz döneme dair. Dolayısıyla asla uzaklaşamıyorum bu fikirden. Çünkü gerçekten gezegenin yok edilme ihtimali çok yakın geliyor ve bu başka bir işle ilgilenirken bile kendisini bir anda ortaya koyabiliyor.

Her iki filminizle de festivallere katılıyorsunuz, birçok ödülünüz de var. Festivallerdeki seyircilerin tepkileri nasıl?

Çok güzel genel olarak. Festivaller dışında da gösterim yaptık. ‘Yuva’da da bir ön gösterim süreci de yaptık. Farklı şehirlere giderek gösterimler yapıldı. Oradaki izleyicilerle de buluşma şansı oldu. Genel olarak çok çok güzel. Benim kafamı meşgul eden bütün bu gösterimler sürecinde aslında ‘Yuva’ ve ‘Körfez’ gibi filmlerin biraz izleyiciye dair bir potansiyelinin olduğu ancak bu potansiyelinin işte gerek dağıtım, gerek sinema işletmelerinin monopolleşmiş olması, tek elde toplanmış olması. Gerek dağıtımın iyice zorlaşmış olması, reklam verememe durumlarının sonucunda aslında tıkandığı hissi.

Çünkü çok olumlu dönüşler alıyoruz. Ondan sonra film mesela ‘Körfez’ için, film vizyondan kalktıktan sonra online platformlarda izlenebildikten sonra da devam eden filme dair olumlu aslında belki sinemasever diyebileceğimiz özel bir festival takipçisi izleyicinin dışındaki izleyicinin aslında bu tip sinemasal deneyimleri çok arzulayan, bu tip sinemasal deneyimlere çok açık olduğunu gördüm ben. Hatta neredeyse daha açık olduğunu bile söyleyebilirim. Beni ‘Körfez’ sürecinde etkileyen gösterimler, festival gösterimleri dışındaki gösterimlerdi çünkü insanlar film yorumlama konusunda çok daha özgür fikirlerle hareket ediyorlardı. Belki festivallerin dayattığı böyle makûl bir şey söyleme zorunluluğundan uzak, kendi fikirlerini özgürce söyleyebilmenin, entelektüel baskı hissetmemenin getirdiği çok güzel söyleşiler oldu. Ve bu açıklık aslında klasik anlamda festival izleyicisinin veya büyük şehir sanat sineması izleyicisinin dışındaki açıklık beni çok etkiledi ve bunun potansiyeli olan bir şey olduğunu düşünüyorum. Ama tabi ki bu potansiyel her geçen gün biraz daha güdükleşiyor. Uygulamaya konulamıyor.

Seçil Büker ve Gürhan Topçu’nun yeni çıkan kitapları Sinema: Tarih – Kuram – Eleştiri’de gözüme çarpan bir cümle geldi aklıma ‘bütün filmler politiktir’ diye. Sizin filminizin politik yönü ne?

Ben de katılıyorum bu söyleme. Bütün filmler, bütün eylemler, bütün varoluşlar politiktir bundan kaçış yok. Politizm dediğimiz şey aslında politik bir duruştur. Bile isteye belki ifade edilen bir duruş veya kendisini buradan kuran bir politik duruş değildir ama kendisi ve politik anlamı olan bir duruştur. Apolitik zannettiğimiz yada apolitik olarak adlandırdığımız şeylerin politik bir karşılığı vardır. Büyük çoğunlukla aslında varolan düzenin devam etmesine imkan tanıyan bir varoluştur o. Ben böyle bir yerden baktığım için politik duruşun tercih edilen bir şey olmasını doğru buluyorum. Politiğiz zaten kaçınılmaz biçimde politiğiz. Politik özneleriz ve politik işler üretiyoruz. Bundan kaçmak yerine, örtmeye çalışmak yerine bunun üzerine düşünmek, bunu gerçekten kendi istediğimiz gibi ifade etmek gerektiğini düşünüyorum. O anlamda ‘Yuva’ çok politik olan bir film. Hem anlattığı kardeşlik hikâyesi bağlamında hem insanın doğa ile olan ilişkisi bağlamında bütün bu gündelik ve belki özel ilişkileri gerçekten doğayla ve kendi yaşadığımız gezegenle kurduğumuz ilişkiye de bağlayarak dolayısıyla o küçük eylemimizin de içinde aslında politik bir direniş ya da teslim oluş olduğu fikrinden hareketle kurduğum bir hikâye diyebilirim. Yuva aslında temelde bir karakterin yaşadığı yerde sıkıştırılmasını anlatıyor. Bu bir orman alanı, ormanda yaşayan münzevi bir karakter. Yaşadığı yerde sıkıştırılma çok yaygın bir durum. Yaşadığımız şehirlerde de bizi sıkıştıran bir takım şeyler var. Dünyanın bir çok yerinde yaşadığı yeri dar edilmiş insanlarla dolu. Yıllardır Suriye’den dışarı akın akın insanların göç etmesi de bir yuvasından edilmedir aynı zamanda. Bütün bunlarla ilişkili olduğunu düşünüyorum. Bu anlattığımız küçük öykü bunların alegorisi yada sembolizmi olmasa da kendi politik bağlamında bütün bunların birbiriyle ilişkilendiğini düşünüyorum.

Bu filmi çekerken en büyük zorluğunuz ne oldu?

Temelde zaman diyebilirim. Ormanda çalışmanın zorlukları oldu ama güzel sonuçları da oldu. Ama en temelde özellikle çekim sonrası süreci için 15 Mayıs’ta çekim bitti. 15 Ağustos’ta da filmi bitirmemiz gerekiyordu. Çekime kadar olan kısma biraz daha alışkın oluyor insan o ritme ama insan çekimden sonra biraz daha böyle uzun vakitlerde dönüp bakmak istiyor. Oradaki süre benim için en yorucu ve stresin en yüksek olduğu andı. Çekimden çok daha stresliydi post prodüksiyonu.

(15 Haziran 2019)

Serpil Boydak

[email protected]

Haktan Pak’ı Kaybettik

Sinema ve dizi oyuncusu Haktan Pak, 07 Haziran 2019 Cuma günü hayatını kaybetti. En son Yasak Elma adlı TV dizisinde izlediğimiz Pak’ın rol aldığı sinema filmleri arasında Hoşgeldin Hayat, Hırsız Var, Kısık Ateşte 15 Dakika, Bahtı Kara, Esrarlı Gözler, Büyük Oyun, Kolpaçino: Bir Şehir Efsanesi ve Hayatboyu gibi filmler var. Cenazesi, 10 Haziran 2019 Pazartesi günü İzmir Alsancak Hocazade Camii’nde kılınacak öğle namazını müteakip Karabağlar Paşaköprü Mezarlığı’nda toprağa verilecek olan merhuma tanrıdan rahmet, kederli ailesine sabırlar dileriz.

Sahir: Deep Web

Berk Aygül’ün yönettiği ve Melda Yazgı, Sebahat Adalar, Zeynep Satır ile Tevfik İnceoğlu’nun oynadığı Sahir: Deep Web, 28 Haziran 2019’da STL3 Film dağıtımıyla Pratik Film tarafından vizyona çıkarıldı.
Derin boşlukta olan bir genç kız, onun yeni bir ev arkadaşı ve zamanın gözde medyası internetin derinlerinden gelen esrarengiz bir ses. Uzun süren bir aşktan yeni çıkan Melike, hayatına giren yeni insanlar ile birlikte kendisindeki yeni gücü keşfeder. Yalnız bu güç, onun büyük bir çıkmazı olur. Büyü ve Deep Web’in egemen olduğu bir hikâye. Bu hikâyeden sonra aklınızda sadece tek bir soru kalacak: Deep Web yoksa Deccal’in ta kendisi mi?

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Fragman
  • IMDb
  • İfrit

    Suat Ay’ın yönettiği ve Zeynep Buse Kale, Emre Erdoğan, Vahit Karabey ile Sevcihan Tunca’nın oynadığı İfrit, 28 Haziran 2019’da MC Film dağıtımıyla M.S.F. Film tarafından vizyona çıkarıldı.
    Gökhan ve Naciye birbirlerini çok seven gençlerdir. Ancak Gökhan geçirdiği bir saldırı sonucu engelli olmuştur. Naciye ailesinin de baskısıyla Gökhan’ı terk eder ve eski sevgilisi Burak’a döner. Bu durumu gurur meselesi yapan Gökhan, Naciye’nin tekrar kendisine dönmesi için harekete geçer ve bir medyuma büyüler yaptırmaya başlar. Ancak daha önce Burak da Naciye için aynı büyülerden yaptırmıştır. Yaptırılan tüm bu büyüler sonucunda Naciye tamamen bir ölüm makinesi haline dönüşür.

    • Basın Bülteni
    • Fotoğraflar
    • Trailer

    İfrit yazısına devam et

    Sadi Çilingir Yazıyor: Batının Dört Devi Dönüyor

    Memlekette film festivalleri o kadar çoğaldı ki bazen aynı zaman aralığına bir-iki değil, üç-dört festival denk geliyor. Sağ olsunlar çoğu festival konuk olarak davet ediyor ancak aynı zaman aralığına denk geldiğinde racon gereği mecburen ilk davet gönderene yönelmek gerekiyor. Geçenlerde bir festivale iştirak edeyim dedim, akreditasyon formu doldurmak gerektiğini söylediler. Formda o kadar çok teferruat var ki, konuk etmemek için bin … Devamı… »

    Kahraman Prens: Sualtı Maceraları

    Vitaly Mukhametzianov ile Maksim Volkov’un yönettiği ve Timur Garipov, Lubov Aksenova, Ekaterina Varnava ile Maria Shalaeva’nın seslendirdiği animasyon film Kahraman Prens: Sualtı Maceraları (The Underwater Adventures of Sadko), 28 Haziran 2019’da TME Films dağıtımıyla Siyah Beyaz Movies tarafından vizyona çıkarıldı.
    Bir köylünün oğlu olan genç Sadko tarlada çalışmaz çünkü arp çalmayı çok sevmektedir. Prens’in kızı Nastya eş seçerken müzik çalması için Sadko’yu saraya çağırırlar. Nastya, Sadko’yu beğenir ancak Sadko kaçar ve kendisini denizin dibinde bulur. Sadko, orada arkadaşlar edinir ve gerçek aşkı bulur.

    • Basın Bülteni
    • Fotoğraflar
    • Web Sitesi
    • Fragman
    • IMDb

    Laurel ile Hardy

    Jon S. Baird’in yönettiği ve Steve Coogan, John C Reilly, Shirley Henderson ile Nina Arianda’nın oynadığı Laurel ile Hardy (Stan & Ollie), 28 Haziran 2019’da Bir Film dağıtımıyla Fabula Films tarafından vizyona çıkarıldı.
    1920’lerden 1955’e kadar yüzü aşkın filmde birlikte rol alan sinemanın unutulmaz ikilisi Stan Laurel ve Oliver Hardy’nin duygu yüklü kariyer yolculuğunu mercek altına alan film, sevilen ikilinin efsanevi veda turnesine odaklanıyor. Kariyerlerinin altın çağını geride bıraktıktan sonra ikilinin dostluklarının anlamını yeniden keşfettiği bu macera, hem güldüren hem hüzünlendiren, izleyicinin içini ısıtan bir yapım.

    • Basın Bülteni
    • Fotoğraflar
    • Web Sitesi
    • Fragman
    • IMDb
    • Korkut Akın Yazıyor

    Laurel ile Hardy yazısına devam et

    Leonardo da Vinci Olmak, İtalyan Kültür Merkezi’nde Gösteriliyor

    İtalyan Kültür Merkezi, 10 Haziran 2019 Pazartesi günü 19:00’da Massimiliano Finazzer Flory’nin yönettiği Leonardo da Vinci Olmak (Essere Leonardo da Vinci) adlı belgesel filmi gösteriyor. Benzersiz röportaj, 2019’da New York Film Ödülleri’nde En İyi Indie Film Yapımcısı ve Ocak 2019’da Los Angeles’taki Oyuncu Ödülleri’nde En İyi Aktör ödüllerini kazanan, aktör ve yönetmen Finazzer Flory’nin aynı isimli tiyatro gösterisinden esinlenen bir proje. ABD, Çin ve Hindistan dahil şimdiden dünyanın 23 ülkesinde gösterime sunulması planlanan Leonardoda Vinci hakkındaki bu filmin günümüzde kült bir filme dönüştüğü belirtiliyor.

    Gişenin Galibi, Enes Batur: Gerçek Kahraman

    Ünlü Youtuber Enes Batur’un başrolleri Ömer Başdoğan, ve Altan Erkekli ile paylaştığı Enes Batur: Gerçek Kahraman, vizyona girdiği ilk hafta sonunda gişenin galibi oldu. Film ilk hafta sonunda 84.513 seyirciye, vizyonda olduğu dört günün sonunda ise 90.353 seyirci sayısıyla gişeye damga vurdu. Çekimleri 1,5 ayda Antalya’da tamamlanan ve oyuncu kadrosuyla dikkat çeken film sinemasever izleyicilerin beğenisini kazandı.

    Kediler

    Gary Wang’ın yönettiği animasyon film Kediler (Cats and Peachtopia), 30 Ağustos 2019’da Bir Film dağıtımıyla Bir Film tarafından vizyona çıkarıldı.
    Kedi Pofuduk, günlerini oğlu Lokum’la beraber uyuyup, miskin miskin camdan bakarak geçiren tombul bir ev kedisidir. Günün birinde oğul Lokum çok monoton geçmekte olan bu tekdüze hayatından çok sıkılarak, efsanevi Kediler Şehri’ni bulmak için evden kaçınca, babası Pofuduk da oğlunun peşinden yollara düşer. Kediler şehrinin hiç bilmedikleri esrarengiz ve gizemli sokaklarında çeşitli maceralar yaşayan kedi kahramanlarımıza şehirde yeni tanıdıkları birbirinden renkli ve neşeli dostları yardım edecektir.

    • Basın Bülteni
    • Fotoğraflar
    • Fragman
    • IMDb

    Anna

    Luc Besson’un yönettiği ve Sasha Luss, Helen Mirren, Luke Evans ile Cillian Murphy’nin oynadığı Anna 20 Haziran 2019’da Bir Film dağıtımıyla Fabula Films tarafından vizyona çıkarılıyor.
    Anna Poliatova, temelde bir suikastçıdır ama asla normal bir suikastçı değil. Onun çarpıcı güzelliğinin altında altında dünyanın en korkulan hükümet suikastçılarından biri yatar. 24 yaşında olan Anna’nın kim olduğunu kimse bilmemektedir. Moskova pazarındaki sıradan bir satıcı mı, Paris’te yaşayan bir model mi, yozlaşmış bir polis mi, yoksa sadece zorlu bir satranç oyuncusu mu? Kim olduğunu bilmek için oyunun sonunu beklemek gerekir.

    • Basın Bülteni: 1 / 2
    • Fotoğraflar
    • Fragman: 1 / 2
    • IMDb
    • Korkut Akın Yazıyor

    Anna yazısına devam et

    Aras Bulut İynemli, Yedinci Koğuştaki Mucize Filmindeki Sıra Dışı Baba Karakteriyle Çok Konuşulacak

    Yeni neslin en yetenekli oyuncularından Aras Bulut İynemli, bu yaz çekilecek Yedinci Koğuştaki Mucize filminde canlandıracağı karakterle çok konuşulacak. Mehmet Ada Öztekin’in yöneteceği filmde başrol oyuncusu İynemli, sıra dışı bir babayı canlandıracak. Bir baba ile kızının umut dolu, mucizelere dayanan hikâyesini beyazperdeye aktaracak filmin Muğla ve İstanbul – Beykoz’da kurulacak platolarda gerçekleşecek çekimlerine çok yakında başlanacak.

    Sinemacılık ve Filmcilik Yararına Bağımsız İletişim Platformu