Başvuruların Sona Ermesine 10 Gün Kala m2’den İlk Sürpriz: Coen Kardeşler ve Spielberg’in Senaryo Danışmanı Karol Griffiths m2 Senaryo Geliştirme Atölyesi’nde

Türkiye’deki sinemacılara senaryo geliştirme ve yapım mentorluğu sağlayan m2 Film Lab’ın, bu sene ikincisini düzenleyeceği Senaryo Geliştirme Atölyesi, 08 – 12 Eylül ve 18 – 20 Kasım tarihlerinde düzenleniyor. Etkinliğe paralel olarak düzenlenecek sanal masterclass’ların ilk konuğu senaryo danışmanı Karol Griffiths olacak. Coen Kardeşler ve Steven Spielberg gibi önemli isimlerle çalışan Griffiths, katılımcılara senaryo yazımı ve editörlüğüne dair deneyimlerini aktaracak.

Başvuruların Sona Ermesine 10 Gün Kala m2’den İlk Sürpriz: Coen Kardeşler ve Spielberg’in Senaryo Danışmanı Karol Griffiths m2 Senaryo Geliştirme Atölyesi’nde yazısına devam et

Türk Sinemasında Bir İlk

Molly ile Tommy: Sihirli Miras, vantrolog kuklalar ile çekilecek ilk film olmaya hazırlanıyor. Tuğba Melis Türk ve Keremcem’in başrollerini paylaştığı yapımın, yönetmen ve senaristliğini Eyüp Yağlı üstlenecek. Eser, öğretmen Gözde’nin kuklalarıyla başından geçenleri anlatacak. Filmde ayrıca Hakan Akın, Deniz Oral, Faruk K, Zeynep Dizdar, Emre Ertunç, Elif Gül, Hakan Çankaya, Emre Mutlu, Ufuk Göçgüncü de rol alacak. Senaryosu da yönetmen Eyüp Yağlı tarafından yazılan filmin Görüntü Yönetmenliğini Yalçın Yadel, Genel Yönetmenliğini Kayhan Başoğlu ve Uygulayıcı Yapımcılığını ise Hamdi Bor üstlendi.

Bu Trenden İnebilmek Bir Mesele

Dünya sinemalarıyla aynı günlerde bizde de gösterime giren Hollywood’un yaz hitlerinden ‘Suikast Treni / Bullet Train Kotaro Isaka’nın ‘Maria Beetle’ isimli çok satan romanından uyarlanmış. Japonların ‘Shinkansen’ adını verdikleri gaga uçlu süper hızlı trende bir gece boyunca yaşananlar üzerinden katman katman ilerleyen öyküler finalde tek bir merkezde toplanırken izleyici de içinde koşuşturulan tren kadar hızlı gelişmelerin Agatha Christie romanlarına özgü gerilimi içine çekiliveriyor. Ülkesinde hayli popüler olan Japon yazarın eseri Amerikan aksiyonları örnek alınarak yazılmış görünüyor, o nedenle adaptasyonda pek sıkıntı çekilmemiş. Tokyo’dan Kyoto’ya uzanan gece yolculuğu Hollywood stüdyolarında çekilmiş ancak filmin dokusundaki Uzak Doğu atmosferi korunmuş. Küçük oğlunu bir alışveriş merkezinin üst katından aşağı iterek ağır yaralanmasına neden olan gencin peşinde trene binen Kimura ve onun bilge görünümlü babası dışında kalan karakterleri çoklukla Amerikalı, Rus ya da Meksikalı olarak konumlandıran uyarlamanın esas yıldızı Brad Pitt’in oynadığı -romanda Nanao adını taşıyan- patronunun ona verdiği isimle ‘Uğur Böceği / Ladybug’ (ya da Japonca karşılığı ile ‘Tentoumushi’ –fazla bilgi göz çıkartmaz!) iş talimatlarını özgün metne adını veren kadın yöneticiden alıyor. İş arkadaşı Carver rahatsızlandığı için görev ona kalmıştır: Tokyo’dan bindiği trende bir başkasına ait çantayı çalacak ve ilk durakta inecektir. İş bu kadar basittir ancak o yapışkan şanssızlığı bu defa da peşini bırakmaz. Uzun saçlarını kafasındaki spor şapkanın örttüğü siyah çerçeveli gözlüklü, ‘dünyaya huzur ekersen huzur bulursun’ kafasındaki eksantrik dostumuz, içinde 10 milyon dolar bulunan gümüş renkli evrak çantasının ya da başka intikamların peşindeki bir avuç acımasız katille baş etmek durumundadır. Şans perisinden sevgi görmeyen adamımızın -trene sızmış zehirli bir ağaç yılanı dahil- her türlü tehlikeye hazırlıklı olmaktan başka seçeneği kalmamıştır.

‘Dövüş Kulübü / Fight Club’, ‘Truva/Troy’, ‘Mr. & Mrs. Smith’ gibi filmlerde Brad Pitt’in dublörlüğünü yapan, hayli ses getirmiş ilk ‘John Wick’ ile kamera arkasına geçen, daha sonra ‘Sarışın Bomba / Atomic Blonde’ ve ‘Deadpool 2’yi yönetmiş David Leitch bu hayli sert ve kanlı dövüş sahneleri olan yapımı kendine özgü mizahı ile dengelemesini bilmiş. Ateş alan almayan silahlara eklemlenmiş esprilerin art arda patladığı ve iki saat boyunca temponun hiç düşmediği kıvrak senaryoyu kaleme almış olan taze senaryo yazarı Zak Olkewicz’in önemli katkısından söz etmeden geçmeyelim bu arada. Laurel – Hardy misali konumlanmış Mandalina (Aaron Taylor – Johnson) ile Limon (Brian Tyree Henry) lâkaplı -ikincisi siyahi- tetikçilerin, 80’li yıllarda yayına girmiş çocuklar için model trenleri temsil eden karakterleri olan uzun süreli televizyon şovu ‘Thomas the Tank Engine’ kaynaklı esprileri soğukkanlı katliam iklimine Tarantino dokunuşu getirmiş.

Öyküler yumağının kaderini değiştiren ‘Beyaz Ölüm’ lakaplı psikopat büyük patron ise, romandan farklı olarak, beynini dağıttığı Yakuza liderinin yerini almış eski bir KGB ajanı olduğu söylenen Rus yarması ile yer değiştirmiş. Bu rolde upuzun saçlarıyla karizmatik Michael Shannon çıkıyor karşımıza. Özgün metne bağlı olarak Japon olarak korunmuş Kimura’yı ise tanınmış Uzak Doğulu oyuncu Hiroyuki Sanada canlandırıyor. Filmin sürprizleri bununla bitmiyor. Hollywood’un üç ünlü yıldızı küçük rollerde filmi neşelendiriyor. Pitt’in ‘Kayıp Şehir / The Lost City’deki minik jestine karşılık olarak Sandra Bullock Maria Beetle’a hayat verirken, aynı filmden rol arkadaşı Channing Tatum seks takıntılı bir yolcuda, yönetmenin ‘Deadpool 2’den oyuncusu Ryan Reynolds ise Pitt’in son anda yerine geçtiği tetikçi Carver rolünde kısa sahnelerde arz-ı endam ediyor.

Geriye dönüşlerle farklı etnik kimliğe sahip karakterlerin geçmişine tanıklık ettiğimiz deli dolu aksiyon – komediye Dominic Lewis imzalı enerjik müzik bandı pek yakışmış. Tokyo istasyonunda Uğur Böceği’ni Queen Bee’den ‘Staying Alive’ yorumu ile karşılıyoruz. Toplu katliam sahnesinde fonda Engelbert Humperdinck şarkısı ‘I’m Forever Blowing Bubbles’ çalıyor. 60’ların ünlü folk parçası ‘500 Miles’dan, Alejandro Sanz yorumuyla ‘La Despedida’ya, Miki Asakur’un Japonca seslendirdiği Bonnie Taylor şarkısı ‘Holding Out For A Hero’ya uzanan zengin pop ezgiler, zaman – mekân birliğinin marifetli bir biçimde kullanıldığı baş döndürücü serüvenin önemli anlarına eşlik ediyor.

(04 Ağustos 2022)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com

Gemlik Film Festivali’nde Ödül Gecesi

Eşref Kolçak anısına düzenlenen Gemlik Film Festivali’nin son gününde ödüller sahiplerini buldu. Ödül töreni, kırmızı halı geçişiyle başladı. Tamer Yiğit, Perihan Savaş, Şemsi İnkaya ve Güven Kıraç, Sinemaya Emek Ödülleri’ni Gemlik Belediye Başkanı Mehmet Uğur Sertaslan’ın elinden aldı. Kısa Film Yarışması’nda Birincilik Ödülü Zeynep Demirhan’ın Yüzler adlı filmine verildi.

  • Basın Bülteni
  • Ödül törenini izlemek için tıklayınız.
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.

Gemlik Film Festivali’nde Ödül Gecesi yazısına devam et

Fısıltılar

Savaş Alpaltun’un yönettiği Fısıltılar (Whispers) adlı kısa filmde Dilek Yorulmaz, Fatih Dönmez ve Rohat Ünek rol alıyor. Filmin konusu şöyle: Türkiye’den İngiltere’ye siyasi nedenlerle iltica eden Emine ve Kadir’in hayatları, çocukları Arif’in biyolojik cinsiyetiyle çatışmasını fark etmeleriyle alt üst olur, çünkü reddettikleri baskıcı toplum zihniyetinin kendilerini içten içe ele geçirdiğini görürler. Anne ve baba arasında başlayan “Ne yapacağız?” sorusu gittikçe bir yüzleşmeye dönüşür. Modern görünümlerinin altından çıkan, toplumsal cinsiyet rollerine bağlılıkları ve var olan durumu kabullenmeme hali, ikisinin fısıltılarını gittikçe yüksek sese dönüştürür ve duygular dışarı taşar.

Fısıltılar yazısına devam et

79. Venedik Film Festivali’nde TRT Filmleri Yarışacak

Venedik Film Festivali’nin resmi seçkisinde yer alacak filmler açıklandı. TRT yapımı kısa film Rutubet ve TRT ödüllü Victim filmleri dünya prömiyerlerini 79. Venedik Film Festivali’nde yapacak. 12 Punto 2021’de TRT Kısa Film Yapım Ödülü’nü kazanan Rutubet, festivalin Orizzonti bölümünün kısa film yarışmasına seçilen 12 kısa filmden biri oldu. Film, 23 yıl sonra Venedik Film Festivali’ne Türkiye’den seçilen ilk kısa film olma özelliğini taşıyor.

Şüphe (Yönetmen: Jamie Patterson)

Jamie Patterson’un yönettiği ve April Pearson, Blake Harrison, James Cosmo ile Samantha Bond’un oynadığı Şüphe (Kindred), 05 Mayıs 2023′de CJ ENM dağıtımıyla Ela Film tarafından vizyona çıkarıldı.
Babasının intihar ederek hayatına son vermesi, genç bir anne olan Helen için hayatının en büyük bir yıkım olur. Çok geçmeden Helen, babasının ölümüne neyin yol açtığını merak eder ve etraflıca araştırmaya başlar. Yaptığı teferruatlı araştırmalar sonucunda onun 30 yıl öncesine ait çözülmemiş esrarengiz bir gizemi ortaya çıkardığında, büyümekte olan çocuğu için ölümcül olabilme ihtimali yüksek karanlık, tuhaf bir aile sırrını keşfeder.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Fragman
  • IMDb

Şüphe (Yönetmen: Jamie Patterson) yazısına devam et

Bir Kurtuluş Yeri Olarak Anılan Bakırköy’ün Çok Katmanlı Tarihine Saf ve Kişisel Bir Yolculuk: Bakırköy Underground

İlk gösterimini 15. Documentarist İstanbul Belgesel Günleri’nde gerçekleştiren Bakırköy Underground, 28 Temmuz Perşembe günü saat 21:00’de Müze Gazhane’de yeniden izleyicisiyle buluşuyor. Berkay Şatır’ın 2008’de henüz 14 yaşındayken çektiği görüntülerle, 2010’ların sonlarından güncel çekimleri ve 1990’lardan arşiv görüntüleri harmanladığı belgesel, Bakırköy’deki müzikal alt kültürün on yıllar arası karşılaştırmalı bir incelemesini ortaya koyuyor. Farklı dönemlerden görüntüleri titiz bir kurguyla ve Bakırköy’den birçok grubun gürültülü müzikleriyle işleyen belgesel, kentin kaybolan mekân ve alt kültürlerine çok katmanlı kişisel bir bakış atıyor.

Katil Kim?

Halina Reijn’in yönettiği ve Amandla Stenberg, Maria Bakalova, Chase Sui Wonders ile Rachel Sennott’un oynadığı Katil Kim? (Bodies Bodies Bodies), 28 Ekim 2022’de TME Films dağıtımıyla TME Films tarafından vizyona çıkarıldı.
Yirmili yaşlarını sürmekte olan bir grup zengin genç, şehirden oldukça uzaklarda, ailelerine ait bir evde, yaklaşan kasırga sırasında çılgınca eğlenmeyi düşündükleri bir parti planlarlar. Partide oynanan bir oyun beklenenden çok farklı şekilde ilerler. Film, birbirlerini arkadan bıçaklamaya, sahte arkadaşlıklara ve yapılan bir partinin çok ama çok yanlış gidişine yeni ve çok farklı bir bakış atıyor.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Fragman
  • IMDb

Katil Kim? yazısına devam et

AKM Yeşilçam Sineması’nda 29 Temmuz – 04 Ağustos Filmleri

Sinemaseverler, 29 Temmuz – 04 Ağustos tarihleri arasında Zeki Demirkubuz’un Masumiyet, Wim Wenders’ın Buena Vista Social Club ve Yann Samuell’in Cesaretin Var mı Aşka? (Jeux d’enfants) filmlerini AKM Yeşilçam Sineması’nda izleyebilecekler. Yönetmenliğini Zeki Demirkubuz’un üstlendiği Masumiyet filmi, hafta boyunca 14:00 seansında gösterilecek. Filmin başrollerinde Güven Kıraç, Haluk Bilginer ve Derya Alabora yer alıyor.

AKM Yeşilçam Sineması’nda 29 Temmuz – 04 Ağustos Filmleri yazısına devam et

İlklerin Festivali Evrensel Bilim Kurgu ve Fantastik Film Festivali’nde İlk Kez Yapay Zekâ Tarafından Tasarlanan Afiş Kullanılacak

Bilimin sanatla buluştuğu Evrensel Bilim Kurgu ve Fantastik Film Festivali, geleceğin dijital dünyasına sinemayla birlikte yeni bir adım atılmasını sağlarken, festivalin ön plana çıkan özelliklerinden olan yaratıcılık da hazırlanan afişle bir kez daha gözler önüne seriliyor. Festival afişi, dünyada ilk kez bir yapay zekânın tasarladığı festival afişi olma özelliği taşıyor. Yaratıcı tasarımcı Atilla Erkmen afiş için yaptığı açıklamada, “Gözümüzün aşina olduğu klasik bir festival posterinin aksine hikâyesi olan, dinamik bir bilim kurgu film afişi olmasını istedim. Bunu yaparken de yıllar önce yazdığım ve şu anda sinopsis aşamasında olan, yakında senaryolaştırmak istediğim güzel bir hikâyeden esinlendim.” şeklinde konuştu.

Rutubet

Turan Haste’nin yönettiği Rutubet adlı kısa film, dünya prömiyerini Eylül ayında 79. Venedik Film Festivali’nde yapıyor. Muhammed Furkan Daşbilek’in yazdığı ve yapımcılığını üstlendiği film, 31 Ağustos – 10 Eylül tarihleri arasında düzenlenecek festivalin Orizzonti (Ufuklar) bölümünde gösterilecek ve kısa film yarışmasında jüri karşısına çıkacak. 23 yıl sonra bu bölüme Türkiye’den seçilen ilk kısa film olmayı başaran Rutubet, Anadolu’nun ücra bir köyünde zorunlu görevini yapmakta olan öğretmen İshak’ı odağına alıyor ve kayıp bir kız öğrencinin peşinde suçluluk ve masumiyet kavramlarını kurcalarken, insanın kötülükle yaptığı mücadelesini sorguluyor.

Rutubet yazısına devam et

Küçükçiftlik Park Bahçe Sineması’nda Bu Hafta: Castille Landon İmzalı After: Ayrılık

İstanbullulara doğanın içinde samimi bir ortam sunan KüçükÇiftlik Park’ın yeşil yüzü KüçükÇiftlik Bahçe’de sinemaseverler, film izlemenin keyfini çıkartıyor. Her hafta Salı akşamı gerçekleşen Bahçe Sineması etkinliğinde konukları lezzetli yiyecek ve içecek alternatifleri de bekliyor. Castille Landon imzalı serinin üçüncü filmi olan After: Ayrılık, Tessa’nın, ailesi ve Hardin hakkında bazı sırları öğrenmesiyle gelişen olayları konu ediniyor. Gösterim biletleri biletinial.com ve KüçükÇiftlik Park gişesinden temin edilebiliyor.

Küçükçiftlik Park Bahçe Sineması’nda Bu Hafta: Castille Landon İmzalı After: Ayrılık yazısına devam et

Erkan Can, Güven Kıraç ve Yüksel Aksu Gemlik Film Festivali’nde Buluştu

Eşref Kolçak anısına düzenlenen Gemlik Film Festivali’nin üçüncü gününde Erkan Can, Güven Kıraç ve Yüksel Aksu, Zeytindalı Meydanı’nda Gemliklilerle buluştu. Etkinlik alanını dolduran katılımcılar Erkan Can, Güven Kıraç ve Yüksel Aksu’ya büyük ilgi gösterdi. Konuklar, Ebru Şahin moderatörlüğünde gerçekleşen söyleşiye Eşref Kolçak’ı anarak başladılar ve Gemlik’te olmaktan çok mutlu olduklarını belirttiler.

  • Basın Bülteni
  • Söyleşiyi izlemek için tıklayınız.
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.

Erkan Can, Güven Kıraç ve Yüksel Aksu Gemlik Film Festivali’nde Buluştu yazısına devam et

Campion Kederli Sonları Sevmiyor

Başka Sinema’nın yaz toplu gösterileri kapsamında 05 – 11 Ağustos haftasında sinemalarda yeniden gösterilecek olan pek sevdiğim ‘Piyano / The Piano’ kişisel sinema tarihimde önemli bir yere sahiptir. Bundan yaklaşık 30 yıl kadar önce yazılı basında yayınlanmış ilk sinema yazım Jane Campion ve bu güzelim başyapıtı üzerinedir. 1993 yılında Cannes’da dünya prömiyerini yapan ve Yeni Çin Dalgası’nın önemli yapıtlarından Chen Kaige imzalı ‘Elveda Cariyem / Farewell My Concubine’ ile birlikte büyük ödül Altın Palmiye’yi kucaklamış olan yapım, festivalde aynı filmin birden fazla ödül alabildiği o yıllarda başrol oyuncusu muhteşem Holly Hunter’a en iyi kardın oyuncu ödülünü getirmiştir. Cannes zaferinin ardından tüm dünyanın beğenisini kazanarak olay film haline gelen ‘Piyano’ bir Avustralya – Fransa ortak yapımı olarak en iyi film ve yönetmen dahil olmak üzere 8 dalda Oscar’a aday gösterilir, özgün senaryosu ile Campion ve iki kadın oyuncusu (Hunter ve kızını oynayan küçük Anna Paquin) Akademi ödüllerine layık görülür.

Campion’un bir söyleşisinden alıntıyla, dönem basınının amiral gemisi olarak bilinen Hürriyet Gazetesi’nin 01 Şubat 1994 tarihli baskısında yer almış olan yazım için seçtiğim başlığı bu defa da kullandım. Ülkesi Yeni Zelanda’dan filmlerine taşıdığı hikâyeleri sevgisizliğin getirdiği çaresizlik ve düş kırıklıkları üzerinden yol alsa da onun karakterleri yaşama dört elle tutunan ve çıkış yolu bulmaya azimli genç kadınlardır çünkü. Kız kardeşine adadığı 1989 yapımı ilk sinema filmi ‘Sweetie’ Avustralyalı bir işçi ailesinin, özellikle de iki kız kardeşin; alıngan ve içe dönük Kay ile herkesin ‘Sweetie’ diye çağırdığı delidolu Dawn’ın trajikomik hikâyesidir. Ertesi yıl çektiği ‘Masamdaki Melek / An Angel at My Table’, 1920’lerin Yeni Zelandalı kadın yazarı Janet Frame’in kendini yazmaya adayarak delilikten kurtuluşunun gerçek öyküsünden yola çıkar. 30 yıl öncesinin erkek egemen sinema evreninde ilk uluslararası başarısı ‘Piyano’ ise sinemada feminist manifestonun önde gelen başyapıtları arasındadır.

Film, altı yaşından beri konuşmayan İskoçyalı Ada Mc Grath’ın 19. yüzyıl ortalarında geçen öyküsü üzerine kuruludur. Genç kadın, o dönem yaygın olduğu şekilde, mektup aracılığı ile evlendirildiği Alistair Stewart (Sam Neill) ile buluşmak üzere Yeni Zelanda’nın ıssız ve ürkütücü sahiline iner, küçük kızı, eşyaları ve sevgili kocaman piyanosu ile birlikte. Bir gece boyunca bekledikten sonra kendilerini almaya gelen sömürge toprakların sahibi kocası, taşıma güçlüğünü öne sürerek piyanoyu kumsalda bırakır, daha sonra da arazi karşılığında iş yaptığı Georges Baines’e (Harvey Keitel) satar. Piyanosu Ada’nın herşeyi, sözcükleri, kendini ifade etme aracıdır. Sesine kavuşabilmek için Baines’e piyano dersi vermeye razı olur, daha sonra piyanosuna yeniden sahip olabilmek için yüzü Maori yerlilerinin boyalarıyla süslü kaba saba görünüşlü adamın erotik oyunlarına katılmayı kabullenir. Ancak Ada’nın Baines ile zoraki birlikteliği beklenmedik bir yola evrilecek, ilişkileri alışılmamış bir mekânda yeşeren tutkulu bir aşka dönüşecektir.

Piyanonun özgürlüğünü arayan kadının sesi olma metaforundan hareketle, toprak sahibi buyurgan kocanın temsil ettiği ataerkil düzene baş kaldıran kadının öyküsü aracılığı ile aşkın gücünü irdeler Campion. Kendi tanımlamasıyla, bir araştırmacı gözüyle arzu, merak ve erotizmi mikroskobunun altına yerleştirerek bu üç elemanın nasıl aşka dönüştüğünün izini sürer. Öyküye hiç konuşmayan (daha doğrusu konuşmamayı seçmiş) bir ana karakter seçimi, sözden etkilenmeyen daha arı ve daha güçlü bir tutkunun yaşanmasına olanak sağlar. Yönetmen insanların cinselliklerini keşfetmelerini ve bu keşifle güçlenmelerini çok önemsediğini ifade eder. Trajik bir kahraman olmaya eğilimli Ada, Baines ile birlikteliği sonrasında kederli görünümünü terk eder ve yaşama daha sıkı sarılır. Campion bu noktada yaman bir de sürpriz yaparak geleneksel erkek – kadın rollerini değiştirir. Kadınlığını keşfeden Ada, cinselliğe tutuk kocasını bir seks objesi olarak kullanmaya kalkacaktır.

Gazete sayfasında kalmış eski yazımı bitirirken Cannes Film Festivali esnasında sekiz aylık hamile olan Campion’ın doğacak çocuğunu sabırsızlıkla beklediğini, heyecanlı yeni bir yaşam serüvenine hazırlandığını ancak oğlu Jasper’i 12 günlükken kaybettiğini not etmişim. Başta da dediğim gibi Campion kederli sonları sevmiyor. 1994 Oscar töreni sonrasında dünyaya getirdiği kızı Alice Englert sinema ve müzik dünyasında ödüllü başarılara imza atmış genç bir oyuncu, şarkıcı ve söz yazarı bugün. Aradan geçen yıllar boyunca Campion da boş durmadı bildiğiniz üzere. Aralarında Henry James uyarlaması ‘Bir Kadının Portresi / The Portrait of a Lady’ ile tanınmış 19. yüzyıl şairi John Keats ile Fanny Brawne’nın tutkulu aşklarını anlatan ‘Parlak Yıldız / Bright Star’ gibi dönem filmleri, geçtiğimiz yıllarda televizyon dünyasında büyük yankı uyandırmış ve onu Holly Hunter ile bir kez daha bir araya getiren uzun soluklu televizyon dizisi ‘Gölün Üzerinde / Top of the Lake’ gibi projeleri gerçekleştirdi. Ardından sinema dünyasını bir kez daha sallayan ve toksik erkekliğin anatomisine giriştiği şimdilik son başyapıtı ‘Köpeğin Pençesi / The Power of the Dog’ ile karşımıza çıktı. Erkek egemen dünyada direnişini sürdüren kadın karakterlerin öyküleriyle çağımızın çok başarılı kadın yönetmenlere yol göstermiş, 12 yıl aradan sonra çektiği bu ilk sinema yapıtıyla yeniden gündeme gelmiş büyük sanatçıyı tanımak için ‘Piyano’yu izlemenin, izlediyseniz benim yaptığım gibi yeniden gözden geçirmenin doyumsuz bir mutluluk verdiğini söyleyebilirim. Hele yıllar sonra yeniden sinema salonunda geniş perdede izleme fırsatı yakalamışken bence hiç kaçırmayın.

(03 Ağustos 2022)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com

Sinemacılık ve Filmcilik Yararına Bağımsız İletişim Platformu