Ali Erden Yazıyor: Yirmi Yıl Sonra Şehirde Olanlar

Film, tırnak içindeki “Rent Boy”u atmış ve şimdi 46 yaşında olan Mark Renton’un Amsterdam’da sağlıklı yaşam için fitnes salonunda çocukluk anları gözünün önünden geçerken yere yığılıyor birden. Şimdi o eski yere, Edinburgh’a geri dönüyor. Annesi ölmüş. Babası koca evde yapayalnız. Annesi kendi odasını hep dönecekmiş gibi hazır tutmuş. Mark, Amsterdam’da evliymiş bu yıllar boyunca. Öte tarafta “Spud” Murphy, yıllar içinde evlenmiş, … Devamı… »

Oscar Törenlerindeki Zarf Hatası Twitter’a Damga Vurdu

ABD’de dün gece dağıtılan Oscar ödül törenine, sadece ödülü kazananlar veya şık oyuncular değil En İyi Film Ödülü’nde verilen isim açıklanması damga vurdu ve sosyal medyayı salladı. Twitter’ın verilere yer verdiği @TwitterData hesabına göre, sosyal medyada en çok konuşulan isim sunucu Jimml Kimmel oldu. İkinci sırayı alan En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülünü kazanan Viola Davis’i; En İyi Kadın Oyuncu Ödülünü alan Emma Stone takip etti.

Oscar Törenlerindeki Zarf Hatası Twitter’a Damga Vurdu yazısına devam et

Oscar Törenine Moonlight Damgası

Geçtiğimiz günlerde düzenlenen 89. Oscar Ödül töreninde En İyi Film ödülünün önce yanlış açıklanması ile Oscar tarihinin en ilginç ve en çok konuşulan anlarından birine sahne olan gecede Moonlight (Ay Işığı), En İyi Film dahil 3 ödül kazandı. Vizyondaki 2. haftasında çok beğenilmesi sebebi ile seyirci sayısı ilk hafta sonuna göre düşmeden devam eden Moonlight En İyi Film, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ve En İyi Uyarlama Senaryo dallarında Oscar heykelini kucakladı. Film, bir büyüme hikâyesini anlatıyor. Bu hikâyenin merkezinde Miami’de yoksul bir mahallede büyüyen Chiron adlı bir çocuğun hayatının üç farklı dönemi ve kimliğini keşfetme çabalaması var.

Aile ile Helâlleşmek

Xavier Dolan’ın anne ile ilişkisi sinemaya adım attığından beri gündemdedir. Kanadalı gencecik sinemacı 2008 yılında ilk filmini çektiğinde 19 yaşındadır. ‘Annemi Öldürdüm / J’ai Tué Ma Mère’ adını taşıyan bu otobiyografik deneme yönetmenin 15-16 yaşlarını sıcağı sıcağına perdeye taşır. Başrolde bizzat kendisinin yer aldığı terapi niteliğindeki bu ilk film, genç Hubert’in ergenlik acıları, mesafeli annesiyle yolunda gitmeyen ilişkisi ve eşcinselliği ortaya çıktığında yatılı bir okula gönderilişinin hikâyesini şaşırtıcı bir beceriyle aktarır. Klasik ödipal rüzgârların estiği bu ana oğul ilişkisinde aşk ve nefret, şiddet ile duygusallık yan yanadır. Anneye olan derin aşkı Guy de Maupassant’ın sözcükleriyle dillendirir Dolan: ‘Biz annemizi tanımadan severiz, bunun ne denli derin bir sevgi olduğunu ‘son hoşçakal’da idrak ederiz’.

Gençlik enerjisi perdeden taşan 2014 yapımı bir önceki çalışması ‘Mommy’ ile ergen yaşta delikanlı ile annesinin hikayesine kaldığı yerden devam eden sinemacı, geçtiğimiz yıl Cannes Film Festivali’nden Jüri Büyük Ödülü ile dönen ve bizde de gösterimi süren son filmi ‘Alt Tarafı Dünyanın Sonu / Juste La Fin Du Monde’ ile aynı sulara dönüyor, otuzlu yaşlarının başındaki Louis’nin annesi ve ailesiyle uzun bir aradan sonra biraya geldiği kısa günü perdeye taşıyor.

1995 yılında AIDS hastalığından hayata veda etmiş Fransız yazar Jean-Luc Lagarce’ın aynı adlı oyundan yola çıkmış bu kez. 34 yaşındaki oyun yazarı Louis ölmek üzeredir. Metnin adı, ana karakterin dünyanın sonuna yaklaştığını ifade eder bir yandan. Öte yandan onun içinden çıktığı aileyi ve küçük kasabayı dünyanın bir ucu olarak gördüğünü düşündürtür. Hayatını ve eşcinselliğini özgürce yaşamak için büyük kente kaçmış genç adam, tüm korkularına rağmen 12 yıllık yokluğunun ardından ailesini ziyaret etmeye gitmektedir. Annesi ve diğer aile bireyleriyle son kez yüzyüze konuşmak, böylece hem kendine, hem onlara ömrünün sonuna dek hayatının efendisi olduğunu göstermek illüzyonu içinde olduğunu düşünür. Açılış jeneriğinde ‘Home Is Where It Hurts’ şarkısında ‘aile ocağı canımızın yandığı yerdir’ diye haykırmaktadır Camille. Oysa biliriz ki reddettiğimiz ailemizden kaçarken çatışmalı evimizi, koparmak istediğimiz aile bağlarımızı sırtımızda birlikte götürürüz. Aileyi reddediş bir mutsuzluk kaynağı olarak kanamaya devam eder hep. Louis’nin (belki de düşünde gerçekleşen) bu son ziyaret, ana rahmine dönüş arzusu taşır. Ailesiyle helâlleşmelidir ölmeden önce.

Mommy’de anne Diane aralarındaki ilişkiyi oğluna şöyle açıklar filmin bir yerinde: ‘Anneler oğullarını sevmeyi hiç bırakmaz. Bundan sonra tek ihtimal seni daha çok sevecek olmam’ diyor ve ilave ediyor ‘ancak sen beni giderek daha az seveceksin, doğal düzen böyle işliyor. Belki birgün beni sevmeyi bırakabirsin ama sen hep benim önceliğim olarak kalacaksın’. Louis’nin deli dolu annesi benzer sözleri tekrarlar: ‘ haklısın seni anlamıyorum ama seni çok seviyor olduğum gerçeğini hiçbir şey değiştirmeyecek’.

Bu kısa ziyarette fırtınalı diyalogların ardındaki hüznü duyumsarız. Louis üç kelimeden ibaret cevapları ve sessiz gülüşüyle onları dinler. Kendisini çok az tanımış kız kardeşinin hayranlık yüklü özlemine tanık olur. Kendinden büyük taşralı ağabeyin öfkeli itirazını usulca kabullenir. İlk aşkının anılarıyla yüklü eski yatak şiltesine sarılır, banyo havlusundaki sabun kokusunu içine çeker. Tarumar olmuş eski bağ evlerini ziyaret etmeyi içine atar. Saatin içine sıkışmış guguk kuşu misali kıstırılmışlığını hayal eder.

Ergen Steve’in ruhunun ve bedeninin uzantısı haline gelmiş bir enerji patlaması halinde yol alan ‘Mommy’de, oğlunun sağlık sorunları bir yana parasal olarak da zor durumda bulunan orta alt sınıftan annenin ve kabına sığamayan oğulun sıkışmışlığını çok yerinde bir buluşla 1:1 kare format tercihiyle perdeye yansıtmış olan sinemacı, bu kez ağırlıklı olarak yakın planları tercih ediyor. Perdede görmeyi çok özlediğimiz Nathalie Baye dışında Vincent Cassel, Marion Cotillard, Léa Seydoux ve Louis’de taze César ödüllü Gaspar Ulliel’den oluşan Fransız sinemasının rüya kastı tam bu noktada devreye giriyor ve bu hüzünlü veda sonatındaki mükemmel yorumları göz kamaştırıyor.

(06 Mart 2017)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com

Ferhan Baran Yazıyor: Jim Jarmusch ve Şiir

Amerikan Bağımsız Sineması’nın gerçek anlamda bağımsız kalmayı bilmiş ve sinemasından ödün vermemiş büyük ustası Jim Jarmusch’un şiir ile ilişkisi çok eskilere dayanıyor. Columbia Üniversitesi’ne şair olmak niyetiyle girdiğini biliyoruz. Sinemacı olarak imza attığı kimi yapıtlarında ünlü şairlere atıfları gözden kaçmaz. 1995 yapımı ‘Dead Man (Ölü Adam)’ın ana karakteri klasik İngiliz şiirinin büyük ustası William Blake’in … Devamı… »

13. Akbank Kısa Film Festivali

13. Akbank Kısa Film Festivali kapsamında düzenlenen Ulusal ve Uluslararası Kısa Film Yarışması ön eleme sonuçları açıklandı. Bu yıl 13 – 23 Mart 2017 tarihleri arasında düzenlenecek olan festivalin yarışma bölümüne 52 ülkeden toplam 1055 film başvurdu. Ulusal ve Uluslararası kategorilerde En İyi Film olarak seçilecek eserlerin yönetmenleri Akbank Sanat tarafından 5.000 Dolar ile ödüllendirilecek. Ulusal ve Uluslararası yarışma kapsamında jüri tarafından seçilecek en iyi kısa filmler, 13. Akbank Kısa Film Festivali’nin ardından Ödüllü Filmler Üniversitelerde etkinliği kapsamında Türkiye’nin çeşitli üniversitelerinde gösterilecek.

13. Akbank Kısa Film Festivali yazısına devam et

İva Natura Kozmetik Kısa Film Yarışması

Eski çağlardan bu yana bitkiler, şifa ve güzellik amacıyla kullanılır. Tüm dünyanın ortak değeri olan Anadolu bitkileri de çeşitli masallar, öyküler, efsaneler, şarkılar yoluyla binlerce yıldır bu coğrafyada doğayla iç içe yaşayan kültürlerle bütünleşmiştir. Anadolu bitkilerinin değerinin anlaşılması ve korunmasına katkıda bulunmak amacıyla “Kozmetikte Kullanılan Anadolu Bitkileri” temalı Kısa Film Yarışması gerçekleştirilecek. Birincisi düzenlenecek olan İva Natura Kozmetik Kısa Film Yarışması, kozmetikte kullanılan Anadolu bitkilerinin tanıtımını, bu bitkilerle ilgili sanatsal çalışmaların ortaya çıkarılmasını, farkındalık yaratmayı amaçlıyor.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Fragman

İva Natura Kozmetik Kısa Film Yarışması yazısına devam et

If İstanbul’un Kazananları Belli Oldu

16. If İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nin kazananları belli oldu. Bu yıl 10. kez düzenlenen Keşif Uluslararası Yarışma’nın jürisi, ödülü İranlı yönetmen Reza Dormishian’ı “yılın keşfi” seçti. Şehrin Son Günlerinde (In the Last Days of the City) filmiyle Mısırlı yönetmen Tamer El Said, Jüri Özel Ödülü ve SİYAD Ödülü olmak üzere geceden iki ödülle birden ayrıldı. Aşk ve Başka Bi’ Dünya Yarışması’nın birincisi ise Savaş Sonu (The War Show) seçildi.

If İstanbul’un Kazananları Belli Oldu yazısına devam et

Mahler Bunalımda, Alman Kültür Merkezi’nde Gösteriliyor

Yönetmenliğini Percy Adlon ile Felix Adlon’un yaptığı Mahler Bunalımda, 01 Mart 2017 Çarşamba günü saat 19:00’da Galatasaray’daki Alman Kültür Merkezi’nde gösteriliyor. Türkçe altyazıyla gösterilecek filmin konusu şöyle: Gustav Mahler 1910 yazında Sigmund Freud’la görüşmek üzere Hollanda’ya gider. Çünkü eşi Alma’ya yazılmış, bir aşk macerasını tüm detaylarıyla anlatan bir mektup O’nu dehşete düşürmüştür.

Mahler Bunalımda, Alman Kültür Merkezi’nde Gösteriliyor yazısına devam et

Bordo Bereliler Suriye Filminin Vizyon Tarihi Belli Oldu

Merakla beklenen Bordo Bereliler Suriye filmi 07 Nisan 2017 Cuma günü vizyona giriyor. Film, Hakkari Dağlıca’da 2015 eylül ayında 16 askerimizi şehit eden PKK’lıları yakalamak için bölgeye indirilen ve “Dön” emri almamak için telsizlerini kapatan Bordo Bereli askerlerimizin yaptığı operasyonla başlıyor. Yönetmenliğini Erhan Baytimur’un üstlendiği Bordo Bereliler Suriye filminde Cenk Ertan, Sedat Mert, Arda Esen, Açelya Elmas, Feyza Çıpa, Halil İbrahim Kalaycıoğlu, Yaşar Uzer, Ali Ertem rol alıyor.

Bozuk Düzen

Sadi Bey’in Facebook Günlükleri:

Aksaray’daki bu pasajın aslında eski Bulvar Sineması’nın binası olduğunu gençler bilmezler. Acar Film’in işlettiği bu sinemada bilhassa aileler hedeflenir, Türkan, Hülya, Filiz ve Fatma’nın filmleri mutlaka gösterilirdi. Hülya Koçyiğit’in oynadığı “Kadınlar Hayır Derse”yi burada izlediğimi daha dün gibi hatırlarım. Yalan olmasın, parter’dan mı, balkondan mı izlediğimi hatırlamıyorum. Şimdilerin sinemalarında parter bölümleri de yok oldu. Yer üstü sinemalarında perdenin bulunduğu girişteki bölüme parter denirdi. Parası bol olanlar arka koltuk, dar olanlar daha ucuz olan ön koltuk bileti alırlardı. (Alaska, frigo satıldığı yıllardan bahsediyorum.) (25 Şubat 2017)

Beyoğlu’nun kapanmış fakat binası duran Alkazar ile yok olmuş Lüks ve Rüya Sinemaları’nı bir tarafım hüzünle diğer tarafım kalp kırıklığıyla hatırlıyor. Hüznün sebebi malûm, yok olma ve bir daha geri gelemeyecek olmaları, kırıklık ise bu sinemalarda seyrettiğim bazı filmlerin anılarımda zedelenmiş olarak muhafaza ediliyor olması. Bu üç sinemamızın özelliği salonlarının dar ve uzun olmasıdır. Perdelerinde çerçeve oranı 3×4 olan filmleri mükemmelen izlerdik ancak sinemaskop filmleri hiçbir zaman layıkıyla izlediğimi hatırlamıyorum. Dikdörtgen olan sinemaskop film görüntüleri her iki yanından bir miktar kesilerek perdeye yansıtılırdı. O nedenle Alkazar’da izlediğim Anthony Quinn’li “Kasabanın Sırrı” (The Secret of Santa Vittoria), Lüks Sineması’nda izlediğim “Adsız Cengâver” ve “Gelin Kız Maviş” filmleri hafızamda hep yarım kalmış filmler olarak durur. Cüneyt Arkın’ın Halit Refiğ yönetmenliğinde oynadığı “Adsız Cengâver” ve SİYAD’ın önümüzdeki ay onur ödülü vereceği Arzu Okay’ın başrolünde oynadığı “Gelin Kız Maviş” filmleri Erman Film’in sinemamıza hediye ettiği sayılı Sinemaskop filmlerdendir. O zaman aralığındaki birkaç yılda Erman Film, “Kezban Roma’da”, “Kezban Paris’te”, “Vahşi Çiçek” gibi 10’a yakın filmi Sinemaskop olarak gösterime çıkarmıştı. Bir diğer hoşluk da sinemalarımızın ticari zorunluk nedeniyle her tür film göstermeleridir. Anthony Quinn, Gerard Depardieu ve François Truffaut izlenen Alkazar’ın perdesinde Behçet Nacar’lı “Parala Behçet”; Lütfi Ömer Akad’ın Serdar Gökhan’lı “Irmak”ının izlendiği Lüks’ün perdesinde Mine Mutlu ve Zerrin Doğan’lı erotik filmler de izlenmiştir. Keza Rüya’da Emel Sayın’lı Neşe Karaböcek’li filmler hatırlandığı gibi Yılmaz Köksal’lı kovboy filmi “Çeko” da hatırlanır. Gelgelelim Emek Sineması hiçbir zaman gösterdiği filmlerde oradan oraya savrulmamıştır. Onda da etken olan sanırım sinemanın köklü geleneğinin işletmecilerini görünmez bir güç olarak denetlemesidir.* (26 Şubat 2017)
*Ali Sönmez Bey’in bu yazıya eklediği faydalı bir yorum: İlk izlediğim Sinemaskop Türk filmi, Atıf Yılmaz’ın siyah-beyaz çektiği “Toprağın Kanı”ydı (1966) ve Batman’daki idealist petrol mühendislerinin hikâyesini nefis görüntülerle anlatıyordu. O yaşımda beni çok etkileyen bir film olmuştu!.. Biraz araştırdım; çoğu internet kaynağında (!) ilk Sinemaskop Türk filmi olarak Lütfi Akad’ın yine 1966’da çektiği “Sırat Köprüsü” görülüyor!.. Artık hangisi daha önce çekildi ve/veya vizyona girdi bilemeyeceğim!
Bu arada “Toprağın Kanı”yla ilgili ilginç ve ibretlik bazı bilgilere ulaştım; meraklısı için aynen kopyalıyorum:
“Film fikir olarak merhum Gazeteci Recep Bilginer’in. Fikrini zamanın TPAO Genel Müdürü İhsan Topaloğlu’na açmış. Beraberce film yapmaya karar vermişler. Yönetmen Atıf Yılmaz ile anlaşıp Güneş Film’i kurmuşlar. Ekip Batman’a gitmiş. Senaryo ve diyaloglar yazılırken 45 günde çekim tamamlanmış.
1966 da 3. Antalya Film Şenliği’nde önce En İyi Film seçilmiş, sonradan ikinciliğe düşürülüp, Haldun Dormen’in “Bozuk Düzen” adlı filmi, bozuk düzeni onaylarcasına birinci ilan edilmiş!..
Hikâyeyi Recep Bilginer’den aktaralım. Recep Bilginer, 1 Aralık 1973 tarihli İstanbul Gazetesi’nde Apaçık köşesindeki “Petrol, Amerika ve Ötesi” başlıklı makalesinde şöyle anlatıyor:
“Orada en son elemeye kalan 10 film arasında en çok puanı ‘Toprağın Kanı’ topladı. Gerek film hikâyesini yazan ve gerekse filmin yapımcılarından biri olarak Antalya’da jüri üyeleri tarafından özel biçimde kutlandım. ‘Toprağın Kanı’ birinci seçilmişti. Geç vakit öğrendiğimiz bu haber üzerine memnun uyudum. Sabah uyandığımda durum değişmişti. Festival jüri üyeleri arasında, Amerikan elçiliğinde, galiba kültür ofisinde görevli bir de Amerikalı vardı. ‘Toprağın Kanı’ gibi bir petrol filminin festivalde birinci seçilmesinden, bu Amerikalı dostumuz hoşlanmamış, ‘Bu filmi birinci ilan ederseniz, bu taa Türk-Amerikan ilişkilerinin bozulmasına kadar gider’ demiş. Son seçiminde Belediye Başkanlığını kaybeden o zamanki başkan (Dr. Avni Tolunay) da gece saat 3’te jüriyi tekrar toplamış. O ana kadar hiçbir derece alamayan bir başka filmi (Haldun Dormen’in ‘Bozuk Düzen’ini) birinci seçmişler. Bizim ‘Toprağın Kanı’ filmimizi de ikinci yapmışlar.”

Boşverin siz Ajda’ya; “kimler geldi kimler geçti” diyerek moralinizi bozmayın. “Kimler gelecek kimbilir” diyerek umudunuzu daima canlı tutun. Bu dünyadan gidene kadar başımıza gelecek iyi ve güzel şeyler tükendi mi? Hayııır, tükenmedi. (26 Şubat 2017)

(04 Mart 2017)

Sadi Çilingir

sadicilingir@sadibey.com

Deli Dolu

Paolo Virzi’nin yönettiği ve Valeria Bruni Tedeschi, Micaela Ramazotti, Valentina Carnelutti ile Elena Lietti’nin oynadığı Deli Dolu (La Pazza Gioia – Like Crazy), 03 Mart 2017’de Filmartı Film dağıtımıyla Filmartı Film tarafından vizyona çıkarıldı.
Beatrice ve Donatella, tamamen farklı sınıflardan gelen ancak bir ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde yolları kesişen iki kadındır. Beatrice jet sosyetede geçen şatafatlı hayatını ama daha çok da saplantı haline getirdiği genç sevgilisini, Donatella ise velayet hakkını kaybettiği oğlunu özlemektedir. İkili bir fırsatı değerlendirerek hastaneden kaçarlar ve dış dünyada özlediklerinin peşine düşerler.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Fragman
  • IMDb

Deli Dolu yazısına devam et

Akademi Jurnal’de Film Analizi Atölyesi Başlıyor

Tüm sinemaseverlere ve Sinema yazarı olmak isteyenlere yönelik Film Analizi Atölyesi, 09 Mart’ta başlıyor. Bir filmi bilinçli bir şekilde analiz etmek, film analizi pratiğini geliştirmek, farklı sinema dili ve yönetmen sineması atölyenin başlıca konuları arasında. Atölye katılımcıları Ken Loach’dan Mathieu Kassovitz’e dünya sinemasına çok yakından bakma olanağı da bulabilecekler.

Akademi Jurnal’de Film Analizi Atölyesi Başlıyor yazısına devam et

Modern Zamanlar Dergisi’nden McCarthy Dönemi Özel Sayısı

Sinema dergisi Modern Zamanlar, 41. sayısında, Soğuk Savaş Dönemi’nde komünizm korkusuyla Hollywood’da anayasal hakların askıya alındığı, mahkeme kararı olmaksızın kara listeler vasıtasıyla pek çok önemli sanatçının yok edilmeye çalışıldığı; tarihe acı ve utançtan başka bakiye bırakmayan karanlık bir dönemi mercek altına alıyor. Dergide, başta “Hollywood On Dokuzlusu” olmak üzere, McCarthy ve Amerikan Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesi mağduru olan, sinemaya ve tiyatroya emeği geçmiş, Lawson, Trumbo, Hammet, Losey, Hellman, Chaplin, Brecht, Foreman, Robeson gibi çok sayıda sanatçının biyografisi yer alıyor.

Sinemacılık ve Filmcilik Yararına Bağımsız İletişim Platformu