Kategori arşivi: Yazılar

2022’de 36 Milyondan Fazla Bilet Satışı

İki yıllık bir aranın ardından aralıksız sinema gösterimlerinin yapılabildiği 52 haftalık periyodu tamamladık. Salgın sonrasında ve sırasında, 2020 ve 2021’de önlemler ve kısıtlamalar sebebiyle vizyon gösterimlerine ara verilmişti. 2022 yılında ise aralıksız bir vizyon dinamiğine imza atıldı.

Olağan dışı ekonomik göstergeler, enflasyon ve kapalı geçirilen dönemler söz konusu olduğundan 2022’nin sonuç verilerini bir önceki yılla karşılaştırmak ve buradaki artışlar üzerinden yorum yapmak doğru olmayacaktır. Her şeye rağmen tamamlanan yılı Türkiye sinema gişeleri açısından olumlu değerlendirmek mümkün.

Veda ettiğimiz yılın genel toplamlarından bahsetmek gerekirse, özetle şu verileri aktarabiliriz:

Sinemalarda vizyona ilk kez çıkartılan film sayısı 371 oldu. Bu 371 yerli yabancı sinema filmine ve önceki yıllarda gösterime giren yapımlara 52 haftalık gösterimler sonucunda 36.315.330 adet bilet satışı gerçekleşti. 371 adetlik film toplamının 184 tanesini Türkiye yapımları oluşturuyor. Yerli yapımların 2022’deki satış payı % 52 oldu. 36 milyonu aşan toplam bilet satışının 19 milyonu yerli yapımlar tarafından sağlandı.

Toplam 36.315.330 bilet satışı 2021’deki 12.480.562 adetlik yıllık sonuca göre %191’lik bir artışı ortaya çıkarmış oldu. Daha önce de belirttiğimiz gibi bu kıyaslama sadece niceliksel bir yansıma yapmaktadır. Gösterimlerin normal şartlarda ve 52 hafta olarak yapılan 2019 yılına göre yapılan bir karşılaştırma da ise 2022’nin toplam satışı 2019’a göre %39’luk bir düşüşe işaret etmekte.

Sinemada film izleme dinamiklerinin olumsuz olarak etkilendiği salgın yılları, ekonomik krizler ve dünyanın tamamında değişen yaşam öncelikleri dikkate alındığında sinemaların, sinemacılığın hâlâ yara sardığını söyleyebiliriz. 2022’de açık yaralar kapandı ve 2023 yılı bütün dünyada gişeler açısından hızlı normalleşmenin yılı olacak.

Özenle tamamlanan prodüksiyonlar sinema salonlarında her şeye rağmen milyonları ağırlayabiliyor. 2022’de milyonluk satış sınırını aşan tam 8 film ortaya çıktı. Yanı sıra Mart ayında sadece sinemalarda vizyona çıkartılan Bergen ulaştığı 5,5 milyonluk satışla 2022’nin gişe şampiyonu olmanın yanı sıra 1990’dan bu yana Türkiye’de en çok izlenen 8. film olmayı başardı. Salgın öncesinde, 2019’da 12 film, 2018’de 13 ve 2017’de ise 7 film sinemalarda 1 milyonluk satış barajını geçmişti.

2022’de vizyona ilk kez çıkan 371 filmden en çok satış yapan listesinin ilk beş sırasında yer alanlar yıllık toplam satışın % 33’ünü oluşturdu.

Hasılat ve bilet satış fiyatları açısından veriler ele alındığında önceki yıllara göre hayli yüksek artışların gözlemlendiğini söyleyebiliriz. 2019 yılı 975 milyon TL’lik hasılatla tamamlanmıştı. Salgın yıllarında ise 588 milyonluk bir hasılat elde edilmişti. 2022’de bir önceki yıla oranla % 373’lük bir artışla satılan 36,3 milyonluk biletle 1.350.357.583 TL.’lik bir hasılata imza atıldı. Bu toplam 2019 yılının sonucuna oranlandığında ise %38’lik bir artışı ortaya koyuyor.

2021’e göre bir bilet satış fiyatı zam oranı 2022 sonunda yıllık % 63 oldu. Türkiye sinema gişelerinde 2022 yılı bilet satışı ortalaması 37,18 TL. Yerli filmler için bu ortalama fiyat 32,58 TL. yabancı filmler için ise 42,26 TL. olarak sonuçlandı. 2019’da ise bir sinema bileti fiyatı 16,44 TL’ydi.

Yine 1990 yılından günümüze kadar yıllık satış toplamlarına bakıldığında 2022’de önemli bir eşiğin geçildiğini görmek de mümkün. 32 yıllık bu dönemde Türkiye’nin yıllık bilet satış ortalaması 32 milyon adet. 8 ila 71 milyon aralığında gerçekleşen yıllık satışlar içinde 2022’i ulaştığı 36 milyonluk toplamla ülke genelindeki aktif sinemalar ve Türkiye sinemacılığı için umut oldu diyebiliriz.

Bugün Türkiye’de 400’ün üzerinde lokasyonda 2.500 sinema perdesinde gösterimler devam ediyor ve vizyon takvimi hayli kuvvetli ve merakla beklenen yapımlarla donatılmış durumda. 2023’te bu filmleri sinema salonlarında büyük perdelerde izlemeye herkes davet ediyoruz.

Güncellemeler ve hızlı iletişim için bize lütfen yazın:

antrakt@antraktsinema.com
bilgi@antraktsinema.com
seans@antraktsinema.com
antraktsinema@gmail.com

(17 Ocak 2023)

(Bu yazı, sinema piyasası için özel olarak hazırlanan 10 Ocak 2023 tarihli Haftalık Gişe Raporları’nda yayımlanan metinden alınmıştır.)

Deniz Yavuz

Oyuncaktan Fazlası, Ailenin Parçası

Çağdaş hayatın kargaşası içinde çocuklarımıza yeterli vakit ayırabiliyor muyuz. Yoksa onları tabletlerine indirilmiş bilgisayar oyunları ile baş başa bırakmak işimize mi geliyor. Ebeveyn olmakla uzaktan yakından ilgisi bulunmayan işkolik Gemma, annesi ile babasını elim bir trafik kazasında kaybeden küçük yeğeninin sorumluluğunu üstlenmek zorunda kaldığında işler daha da karmaşık hale dönüşüyor. Kendisini geleceğin oyuncak şirketi olarak lanse eden Funki’nin parlak elemanı olan genç kadın, vasilik yaptığı 9 yaşındaki Cady’nin de yüreklendirmesi ile üniversite yıllarında tasarlamış olduğu yapay zekâ robotu yeni bir düzenleme ile şirket onayına sunmaya karar veriyor: Cady yaşlarında bir çocuk boyutlarında üretilen M3GAN (tam adıyla Model 3 Üretken Android) ebeveyn destekçisi pahalı bir oyuncaktan fazlası, ailenin parçası olacaktır.

Dünya sinemalarıyla eş zamanlı olarak bizde de gösterime giren ‘Megan / M3gan’ popüler korku ve gerilim türünün çok izlenen filmlerine imza atmış, 2000 yılında Jason Blum tarafından kurulmuş Blumhouse firması ile ‘M3gan’ prototipinin fikir babası, ‘Testere’ serisinin yaratıcısı yapımcı yönetmen James Wan’ın işbirliği sonucu kotarılmış. Oyuncak endüstrisindeki kıyasıya rekabet göz önüne alınarak taklit edilemeyecek kadar gelişmiş bir model olarak düşünülen ve 21. yüzyıl teknolojisinin zirvesi olarak piyasaya sunulacak olan M3gan, kendi başına zihni olan bir yapay zekâ tasarımıdır. Eğitici, aynı zamanda harika dinleyicidir. Sabrı hiç tükenmeden çocukları saatlerce kendi masalları ile oyalayabilir. Onlara görgü kurallarını hatırlatır, kısaca bir dadının ötesinde hem oyun arkadaşı, hem öğretmen hem de koruyucu olarak hizmet verir.

Cady’nin terapisti bağlanma teorisinden yola çıkarak Gemma’ya ebeveyn kaybının ardından küçük yeğeni ile duygusal bağı onun kurmasını ısrarla önerecektir gerçi. Ancak Gemma yeni tasarımının sarhoşluğu içinde Cady’nin tüm sorumluluğunu Megan’a devretmekte sakınca görmez. Küçük sahibini ne pahasına olursa olsun dışardan gelecek olan tehlikelerden uzak tutmak için programlandığında bunu çok ciddiye alan yapay zeka ebeveynin yerini alacak ve anılarını bile muhafaza ettiği küçük Cady’yi korumak için gözü hiçbir şey görmeyecektir.

Şeytani güçlerin esir aldığı çocuklar ya da oyuncaklar benzeri korku gerilim sinemasının hayli ilgi uyandıran alt türlerinde popüler başarıyı yakalamış olan Blumhouse, bu kez doğa üstü yetilere sarmadan yakın bir gelecekte hayata geçebilecek bir öykünün izini sürmüş. M3gan, ‘2001: A Space Odyssey’in rayından çıkmış robot ‘Hal’ karakteri misali yetki ve sorumluluğu ile zihni kapasitesi güçlendirildiğinde önüne çıkanı ezip geçmeye başlıyor. Kendi aksanı ile mırıldandığı David Guetta’nın ünlü şarkısındaki gibi ‘Titanium’dan yapılmıştır, vursan da, ateş de etsen yıkılmazdır o. ‘Bu dünyada bize zarar vermeye çalışanlar olacak, ne kadar kaçmaya çalışsak da. İnsan varlığını sürdürebilmek için hergün öldürüyor, Cady’ye gerçek hayatı göstereceğim’ tarzında savunmalar ileri sürüyor kimi zaman. Yine de kontrolsüz gücün korumaya çalıştıklarına da zarar vermeye başlaması kaçınılmazdır.

‘M3gan’ ebeveynlerin çocukları başından atmak için tasarladığı keşiflerden, yapay zekalı dünyanın kimi tehditlerine ya da psikolojide bağlanma meselesine uzanabilecek hayli ilginç açılımları olabilecek, yeterince derinleşse bambaşka yerlere gidebilecek ilginç bir proje. Ancak çok daha basit, şeytanlı saçmalıklara girmeden gerilimi üst düzeyde tutan bir seyirlik hedeflenmiş. Bu açıdan Yeni Zelandalı yönetmen Gerard Johnstone iyi bir iş çıkarmış. Filmin gelişmiş androidinin tasarımında CGI destekli kukla kullanımının yanı sıra oyuncu olarak yer alan 10 yaşındaki yetenekli dansçı Amie Donald, ürkütücü ve komik ‘ölüm dansı’ ile şimdiden türün antolojilerinde yer almayı hak etmiş.

(13 Ocak 2023)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com

Eşeğin Adı Yok

Jerzy Skolimowski’nin bir eşeğin gözünden dünya ahvalini gözlemleyen Cannes Film Festivali’nden jüri ödüllü son çalışması ‘Eo’, adını bu mazlum hayvanın Leh dilinde anırmasının fonetik karşılığından kalmış. Haliyle dilimize ‘Ai’ olarak çevrilen sıra dışı çalışma ilk bakışta Robert Bresson’un 1966 yapımı başyapıtı ‘Rastgele Balthazar / Au Hasard Balthazar’ı akla getiriyor. Bresson minimalizminin bu siyah beyaz şaheseri, türlü eziyetin reva görüldüğü masum eşeği, insanlığın günah yükünü sırtlamış İsa figürü ile özdeşleştirir. İlkel dürtülerin yönlendirdiği insanoğlunun merhametsiz dünyasını semboller ve metaforlar aracılığı ile tasvir ederken, Balthazar’ın hayatına giren insanların kader çizgisini takip eder.

Skolimowski Fransız ustadan faklı olarak adı olmayan eşeği filmin merkezine koymuş, Polonya’dan İtalya’ya sürecek olan çileli bir yolculuğun ve çağdaş dünya kargaşasının gözlemcisi yapmış. Koyu Katolik Bresson’un ruhani minimalist yaklaşımından farklı olarak doğa ve hayvan sevgisinden yola çıktığını ifade eden Skolimowski, Polonya’nın ünlü Łódź sinema okulunun geleneğinden hareketle sinematografik deneylere ağırlık vermiş. Kırmızı ışıklar altında açılan film, ‘Muhteşem Cassandra’nın eşek ile yaptığı sirk numarası ile başlıyor. Genç kadın gösteri partnerine belki de bir daha hiç karşılaşmayacağı derin bir şefkatle yaklaşıyor. Cassandra’nın mazlum hayvana vurmaya kalkan Vasil’i durdurduğuna tanıklık ediyor, hatta yüzüne küstahça sigarasının dumanını ekleyen kaba saba adamı Bresson’un yapıtında savunmasız Marie’yi tahakkümü altına alan genç serseriye benzetiyoruz. Ancak başta dediğim gibi Skolimowski eserinde insanları geri planda kullanmaya kararlıdır. Dünya denen zalimler panayırını eşeğin derin bir melankoli ile bakan kocaman gözlerinin bakış açısıyla vermeyi sürdürür.

Gösteri hayvanlarına eziyet edildiği gerekçesi ile sirk hayatından ve Cassandra’dan koparıldığında onu daha zorlu deneyimler beklemektedir. Önce bir çiftlikte yük hayvanı olarak çalıştırılır. İpinden kurtulduğunda yolu kent merkezine düşer. Mahalli futbol takımının flamalı maskotu olur, ancak rakip takımın holiganlarınca ölesiye hırpalanmaktan kurtulamaz. Yük karavanı içinde İtalya’ya yollanırken doğanın eşsiz güzelliğini parmaklıklar ardından izler. Kırlarda özgürce koşan heybetli beyaz atlara imrenmeyi sürdürür. Hayatta kalma derdindeki insanların birbirlerini boğazlamalarına tanıklık eder. Skolimowski’nin eşeği düş de görür. Bu rengarenk (ve bir bölümü dijital) anlarda, kâh doğum gününde onu havuçla besleyen, kıpkırmızı giysisi ile Gezi Parkı’ndan kopup gelmişe benzeyen Cassandra’nın şefkatli okşamaları ile avunur, kâh kendisini bir Boston Dynamics robotu olarak hayal eder.

Erken yaşında Roman Polanski’nin ünlü ‘Sudaki Bıçak’ filminin senaryo yazarı olarak sinema alemine parlak bir giriş yapan Skolimowski, hayli ilerlemiş yaşına rağmen sinematografik araştırmalarını bıkmadan sürdüren genç ve dinamik bir ruha sahip. Kariyeri boyunca teknik yeniliklere hep açık olmuş, kamera açıları ve ışıklandırmada deneyselliğini sürdürmüş olan usta sinemacı lineer anlatımı bir kenara iterek filmini düşlerin sarmaladığı epizodlar halinde çekmiş. Deneysellik hususunda torunu yaşındaki genç görüntü yönetmeni Michał Dymek’e açık çek vermek suretiyle, dron çekimleri ve elektronik flaş kullanılan düş sahnelerinin halüsinatif ruhunu inşa etmiş. Klasik müzik bestecisi Pawel Mykietyn’in tedirgin tınıları eşliğinde kaderinin peşinden sürüklenen masum yaratığın melankolik yolculuğunu izlerken, Bresson’un filmini baştan sona bir hüzün bulutu gibi sarmalayan (daha sonra Nuri Bilge’nin ‘Kış Uykusu’nda kullanacağı) duygulu Schubert sonatına nazire olarak belki, İtalya yolculuğunun bir bölümünde melankolik Beethoven tınılarına yer vermiş.

85 yaşını sürmekte olan Polonyalı sinemacının anarşik son çalışması, sondaki Isabelle Huppert sürprizi ile birlikte perdede ilgi ile izleniyor. Bunun da ötesinde, Bresson’un her izleyişte derinden etkileyen eşsiz başyapıtını bir kez daha görme arzusunu tetikliyor.

(12 Ocak 2023)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com

Gerçeklerle Yarışan Hayaller…

Birçok filmi “senaryo icabı” diye küçümser insanlar. Faruk Erem’in -ki, en ünlü ve saygın avukatlardandı, ışığı üzerimize değsin- “suçluyu kazıyınız, altından insan çıkar” sözünden el alırsak, senaryoyu kazıyınız altından gerçekler çıkar diyebiliriz. En saçma gelen senaryoda bile bir gerçek vardır, hem de aklın alamayacağı kadar. Yeter ki bakmak isteyin.

Yönetmen Guy Ritchie, senaryosunun yazımına da katıldığı “Servet Operasyonu”nda bir gizli (ama bırakın herkesi, rakiplerinin bile tanıdığı) ajanın yaptıklarına odaklanıyor. Orson Fortune (Jason Statham) her zaman olduğu gibi alabildiğine kan dökerek ve çatışarak “kötü”leri dize getiriyor. Bu filmdeki kötüler kim: Uluslararası silah tüccarı Greg Simmonds (Hugh Grant) ve çevresindekiler. Peki “iyi” olan? İyi pek yok aralarında aslında, ama bize “iyi” olarak sunulan devletin görevlisi Nathan Jasmine (Cary Elwes).

Haklı olarak gerçeklerle ilgisinin ne olduğunu soracaksınız. Anlatmaya çalışayım, umarım ikna edici gerekçeler koyabilirim ortaya.

Bir ay kadar önce Diyarbakır’da bir bombalı saldırı gerçekleştirildi, üzeri örtüldü, çünkü provokasyon kokuyordu. Ardından İstiklal Caddesinde bir bombalı saldırı sonrasında insanlar öldü, ne olduğu, niye yapıldığı, kimin yaptığı hâlâ belli değil. Daha önce de benzer olaylar yaşamıştık, anımsarsınız muhakkak. Anımsayamayanlar için birileri hemen giriyor devreye. Ankara’da silahlı saldırı sonucu bir akademisyen öldürüldü. Her kafadan bir ses çıkıyor, “Susurluk” deniyor (ki, o da belirsizliğini koruyanlar arasında) ne olduğu belli değil. Kendisine özel (!) bir afla cezaevinden çıkarılan bir mafya lideri vize alamadığı için silahlı arkadaşları tehditler savuruyor.

Kimin eli kimin cebinde?

İşte bu karmaşayı anlatan bir film Servet Operasyonu. Kişileri değiştirseniz yeter. Filmde silah ve para için yapılanlar bizde iktidar ve itibar (tabii, para da ayrılmazı bunların) için yapılıyor. Filmi o gözle izlemenizi salık veririm.

…ve Antalya

Servet Operasyonu İngiltere’de açılıyor, dünyanın birçok kentini dolaşıyor ama en sonunda Antalya’ya demir atıyor. Uluslararası silah kaçakçısı oldukları için hemen her yere gidebiliyorlar bunlar. Bir oyuncu, uluslararası silah kaçakçısının gözdesi, Danny Francesco (Josh Hartnett) her ne kadar karşı çıksa da ışıltılı hareketliliğe karşı çıkamadığı için katılır aralarına. Sonunda yolları Antalya’ya çıkar. İyi de olur. Çünkü Türkiye’nin de reklama ihtiyacı vardır, pandemi sonrasında. Kaleiçi’ni neredeyse sokak sokak gezen kamera kesinlikle izleyicinin aklına o güzellikleri kazıyacaktır, çıkmamacasına. Türkiye özdeşleşen “deniz, kum, güneş” keşke biraz daha fazla yer alabilseydi…

Kan ve hareket, işte sonuç

Güçlü ve gizemli bir açılışı var filmin. Ayak sesleri öylesine yüksek ve öylesine etkileyicidir ki, izleyici daha ilk kareden filmin içine girer, beyninde oluşan sorularla… Ne olacak?

Bizde ne olacağının sonucuyla filmin sonucu aynı mıdır, bilemem, ama bildiğim bir şey var: Her zaman iyiler kazanır.

(12 Ocak 2023)

Korkut Akın

korkutakin@gmail.com

Sadi Çilingir Yazıyor: Buradan Çok Uzakta

Sinema sektörümüz 2022 yılında da onlarca sanatçı ve emekçimizi ebediyete uğurladı. Allah rahmet eylesin; mekânları cennet olsun: Bozkurt Kuruç (16 Ocak 2022), Oyuncu, Yönetmen, Öğretim Üyesi / Yaşar Aydaş (23 Ocak 2022), Bağlama ve Kaval sanatçısı / Fatma Girik (24 Ocak 2022), Oyuncu (Teşvikiye Camii’nden Bodrum’a uğurlandı) / Ayberk Pekcan (24 Ocak 2022), Oyuncu (Mersin Yenişehir ilçesi Hz. Muğdat Camii, Tarsus Şehir … Devamı… »

Acı Hatıralar

Kaybettiklerimiz 2022

Bozkurt Kuruç (16 Ocak 2022), Oyuncu, Yönetmen, Öğretim Üyesi (?????)
Yaşar Aydaş (23 Ocak 2022), Bağlama ve Kaval sanatçısı (?????)
Fatma Girik (24 Ocak 2022), Oyuncu (Teşvikiye Camii’nden Bodrum’a uğurlandı)
Ayberk Pekcan (24 Ocak 2022), Oyuncu (Mersin Yenişehir ilçesi Hz. Muğdat Camii, Tarsus Şehir Mezarlığı)
Ertunç Şenkay (26 Ocak 2022), Görüntü Yönetmeni (Teşvikiye Camii, Feriköy Mezarlığı)
Didem Şahin (27 Ocak 2022), Belgesel Yönetmeni (Florya Basınköy Camii, Küçükçekmece Mezarlığı)
Diler Saraç (28 Ocak 2022), Oyuncu (Teşvikiye Camii’nden kaldırıldı)
Şerafettin Gür (29 Ocak 2022), Yapımcı (Üsküdar Şakirin Cami, Karacaahmet Mezarlığı)
İrfan Atasoy (03 Şubat 2022), Oyuncu, Senarist, Yapımcı, Sinemacı (Levent Afet Yolal Camii, Zincirlikuyu Mezarlığı)
Tansu Okan (10 Şubat 2022), Müzisyen, Oyuncu, Seslendirme Sanatçısı (Karacaahmet Şehitlik Camii, Osmangazi Mezarlığı)
Haydar Dümen (10 Şubat 2022), Doktor, Oyuncu (Ulus Arnavutköy Mezarlığı)
Cemil Özbayer (12 Şubat 2022), Tiyatro Oyuncusu ve Yönetmeni, Sinema Oyuncusu (?????)
Erkan Akad (13 Şubat 2022), Laboratuvar Şefi, Renk Düzenleyici, Makinist (Çanakkale, Enez)
Salih Bolat (13 Şubat 2022), Şair, Yazar, Akademisyen, Oyuncu (?????)
Arif Şentürk (15 Şubat 2022), Ses Sanatçısı, Oyuncu (Zeytinburnu Seyyid Nizam Camii)
Gülşen Girginkoç (17 Şubat 2022), Oyuncu, Seslendirme Sanatçısı, Suflöz (?????)
Ayten Erman (24 Şubat 2022), Sinema ve Tiyatro Oyuncusu (Karacaahmet Şakirin Camii)
Manucher Vusuğ (27 Şubat 2022), Oyuncu (Londra ?????)
Hüseyin Elmalıpınar (03 Mart 2022), Oyuncu (?????)
Ali Mermer (04 Mart 2022), Fotoğrafçı (Edirnekapı Şehitlik Sakız Ağacı Camii ve Mezarlığı)
Tahir Akıllı (06 Mart 2022), Makinist, Oyuncu (?????)
Murat Özer (09 Mart 2022), Sinema Yazarı (Adapazarı)
Kunt Tulgar (16 Mart 2022), Yönetmen, Oyuncu, Yapımcı, Kurgucu (Zincirlikuyu Camii, Ayazağa Mezarlığı)
Aydın Engin (24 Mart 2022), Yazar, Senarist (Çengelköy Mezarlığı)
İsmail Çağlar (31 Mart 2022), Yapım Asistanı, Yapım Amiri, İdari Yapımcı, Uygulayıcı Yapımcı, Yapımcı
İbrahim Gündoğan (01 Nisan 2022), Oyuncu (Göksu Peksimetçi Salihağa Camii)
Atıl Ant (07 Nisan 2022), Yayınevi Sahibi (?????)
Aslan Şükür (10 Nisan 2022), Çizgi Roman Ressamı (Bakırköy Konyalı Camii)
Aykut Sözeri (26 Nisan 2022), Sinema ve Tiyatro Oyuncusu ve Yönetmeni (Yenimahalle Ahmet Efendi Camii, Karşıyaka Mezarlığı)
Agâh Özgüç (27 Nisan 2022), Sinema Yazarı ve Tarihçisi, Şair (Üsküdar Şakirin Camii, Karacaahmet Mezarlığı)
Tahsin Lale (30 Nisan 2022), Oyuncu (?????)
Kadir Kök (30 Nisan 2022), Oyuncu (Kocaeli, Gebze, Kadıllı Mahallesi)
Kamil Tozman (01 Mayıs 2022), Sinema İşletmecisi (Eskişehir Asri Sinema)
Metin Özlen (03 Mayıs 2022), Karagöz Ustası, Hayali Sanatçı (?????)
Cem Madra (04 Mayıs 2022), Etnolog, Radyo Programcısı, Belgeselci ve Kütüphaneci (Zincirlikuyu Camii ve Mezarlığı)
Kemal Kenan Ergen (14 Mayıs 2022), Mizah Yazarı, Senarist (Kocaeli, Gölcük, Değirmendere Mahallesinde toprağa verildi.)
Yılmaz Kanat (16 Mayıs 2022), Yapım Amiri (?????)
Sönmez Yıkılmaz (03 Haziran 2022), Oyuncu, (Teşvikiye Camii)
İlker Kurt (05 Haziran 2022), Oyuncu (İzmir İlahiyat Fakültesi Hacı Fatma Tatari Camii)
Sultan Tolgu Kadem (05 Haziran 2022), Oyuncu (Muğla – Menteşe İlçesi Saburhane Camii, Şehir Yeni Mezarlığı)
İnci Birol (11 Haziran 2022) (Gerçek Adı: Asiye Yurdagül Ergin, Teşvikiye Camii)
Uğur Terzioğlu (13 Haziran 2022), Film İthalatçısı (Milas Kurşunlu Camii, Milas Şehir Mezarlığı)
Münir İnselel (19 Haziran 2022), Oyuncu, DJ (?????)
Kemal Karadeniz (21 Haziran 2022), Beyoğlu Sineması Müdürü (Giresun)
Osman Wöber (25 Haziran 2022), Oyuncu, Tiyatro Yöneticisi (Teşvikiye Camii, Kilyos Mezarlığı)
Cüneyt Arkın (28 Haziran 2022), Oyuncu, Yönetmen, Yapımcı (Teşvikiye Camii, Zincirlikuyu Mezarlığı)
Ahmet Faik Şener (Lâkabı: Balarısı Ahmet) (29 Haziran 2022), Müzisyen (?????)
Sencar Sağdıç (04 Temmuz 2022), Oyuncu (?????)
Erdal Gülver (06 Temmuz 2022), Oyuncu (?????)
Okan Sarul (08 Temmuz 2022), Kurgucu (Tarabya Camii)
Cesur Doğan (10 Temmuz 2022), Oyuncu (?????)
Yavuz Figenli (16 Temmuz 2022), Yönetmen, Senarist, Yapımcı (?????)
Erden Kıral (17 Temmuz 2022), Yönetmen, Senarist, Yazar (Teşvikiye Camii, Zincirlikuyu Mezarlığı)
İlhan İrem (28 Temmuz 2022), Şarkıcı, Bestekar (Bebek Camii, Aşiyan Mezarlığı)
Rauf Altınak (31 Temmuz 2022), Tiyatro ve Sinema Oyuncusu (Kireçburnu Camii ve Mezarlığı)
Sevil Nursan (01 Ağustos 2022), Sanat Yönetmeni, Oyuncu (?????)
Sungun Babacan (06 Ağustos 2022), Seslendirme Sanatçısı ve Yönetmeni, Çevirmen (Balıkesir Burhaniye Orjan Camii, Burhaniye Belediyesi Geriş Mezarlığı)
Semih Sergen (06 Ağustos 2022), Sinema ve Tiyatro Oyuncusu, Seslendirme Sanatçısı (Bodrum Gölbaşı Camii ve Mezarlığı)
Halil İnönü (10 Ağustos 2022), Sinema Makinisti (İsmail Safa Camii, Lefkoşa Mezarlığı)
Süreyya Gürsel Evren (13 Ağustos 2022), Oyuncu (?????)
Oğuzhan Tercan (14 Ağustos 2022), Yönetmen, Senarist (Ordu Altınordu Orta Camii, Hatipli Şehir Mezarlığı)
Rıza Pekkutsal (16 Ağustos 2022), Sinema, Tiyatro, Dizi Oyuncusu (Buca Yaylacık Camii, Eski Buca Mezarlığı)
Civan Canova (20 Ağustos 2022), Sinema ve Tiyatro Oyuncusu (?????)
Ali Güney (24 Ağustos 2022), Oyuncu, Prodüksiyon Amiri (Teşvikiye Camii, Ayazağa Mezarlığı)
Bülent Tezcanlı (27 Ağustos 2022), Müzisyen, Sinema ve Tiyatro Oyuncusu (?????)
Başak Özel (20 Eylül 2022), Oyuncu, Redaktör, Seslendirme Sanatçısı, Yazar (?????)
Tunç Oral (20 Eylül 2022), Oyuncu, Yapımcı (Antalya Türbeli Camii ve Mezarlığı)
İsmail İncekara (06 Ekim 2022), Oyuncu (Kanlıca İskenderpaşa Camii, Kanlıca Mezarlığı)
Ayhan Kâhya (09 Ekim 2022), Seslendirmeci ve Opera Sanatçısı, (?????)
Leyla Kenter (11 Ekim 2022), Oyuncu, Akademisyen (?????)
Sadık İncesu (13 Ekim 2022), Oyuncu, Yapımcı, Görüntü Yönetmeni (Nurtepe Cemevi, Ulus Mezarlığı)
Ahmet Güleryüz (15 Ekim 2022), Yönetmen, Senarist, Yönetmen Asistanı (Beyoğlu Hüseyin Ağa Camii)
Billur Kalkavan (15 Ekim 2022), Sinema TV Oyuncusu, Sunucu (Zincirlikuyu Camii ve Mezarlığı)
Demiray Erül (16 Ekim 2022), Sinema, Tiyatro, TV Dizi Oyuncusu, Seslendirme Sanatçısı (Bodrum Ortakent Kerem Aydınlar Camii)
Sinem Üretmen (24 Ekim 2022), Oyuncu, Manken (Hollanda’da toprağa verildi)
Rıza Akın (02 Kasım 2022), Oyuncu (Adana Asri Mezarlığı)
Hıncal Uluç (20 Kasım 2022), Gazeteci, Eleştirmen, Oyuncu (?????)
Güzin Çorağan (27 Kasım 2022), Oyuncu (?????)
Hayal Sirer (11 Aralık 2022), Oyuncu (Antalya Uncalı Mezarlığı)
Daniela Giordano (16 Aralık 2022), Oyuncu (?????)
Sarper Özcan (19 Aralık 2022), Müzisyen (?????)
Pakize Suda (21 Aralık 2022), Oyuncu, Yazar, Şarkıcı (Muğla)
Ayşe Gencer (30 Aralık 2022), Caz Sanatçısı, Oyuncu (Levent Afet Yolal Camii, Ulus Mezarlığı)

(31 Aralık 2022)

Sadi Çilingir

sadicilingir@sadibey.com

Kameralı Yahudi Çocuk

Steven Spielberg 70’li yılların Amerikan Sineması’na yeni ufuklar açan öncü yönetmenlerden biridir. İlerlemiş yaşına rağmen düzenli film çekmeyi sürdüren sinemacı, ilk gençlik yıllarının anıları ile yüklü ‘West Side Story’nin hemen ardından ne zamandır kafasında olan öznel hikâyesini anlatmak istemiş. Annesi Leah ile babası Arnold’a adanmış ‘Fabelmanlar / The Fabelmans’ onun görsel anı defteri olmuş. Sevinciyle hüznüyle kendi geçmişi ile hesaplaşmaya ancak onları yitirdikten sonra cesaret edebilmiş. Film 6 yaşındaki Steven’ın (filmde Samuel) sinemayla ilk tanışması ile başlıyor. Her sinema tutkunu için büyülü bir hatıradır bu. Şimdinin operası olan Süreyya Sineması’nda ‘Kırmızı Balon’ (Albert Lamorisse, 1956) ile içime düşen sinema ateşi, usta sinemacı için aynı yaşlarda ‘The Greatest Show on Earth’ (1952) ile kıvılcım almış. Sinematografinin özüne ilişkin ilk bilgileri parlak elektronik mühendisi babasından alıyor Sam. Minyatür arabası ile babasına sipariş ettiği oyuncak treni çarpıştırmak suretiyle filmin onu çok etkileyen kaza sahnesini evdeki amatör kamerayla yeniden çekmeye girişiyor.

Samuel’in kamera ile coşkulu birlikteliği büyüme yıllarında devam ediyor. Takip eden 12 yıllık zaman diliminde, gelişmekte olan bilgisayar sektöründe aranan bir eleman haline gelecek olan babaya sunulan yeni iş teklifleri ile aile önce Phoenix, Arizona daha sonra Kuzey Kaliforniya’ya göç ediyor. Ancak güneyin WASP (beyaz, anglo-sakson, protestan) Amerikan çevresinde içe dönük ve gösterişsiz Yahudi çocuk, liseli gençlerin zorbalığı ile baş etmeye çalışacak, amatörce çektiği okul gezisi filminin çarpıcılığı antisemitik alaycı şakaların son bulmasını sağlayacaktır.

‘Fabelmanlar’ın merkez hikâyesi sinemacının annesi ile paylaştığı sırrı üzerinden ilerliyor. Babanın çalışma arkadaşı, ailenin yakın dostu, çocukların Bennie amcası ile annesi arasında filizlenen gizli aşkı sezse de görmezden gelen Sam, kamp gezisinde çektiklerini kurgularken sinema hakikati tüm çıplaklığı ile gözleri önüne seriyor. Kamera saklı köşelerde neredeyse el ele dolaşan, sevgiyle şakalaşan çifti, annenin aşık bakışlarını kaydetmiştir. Derin bir arkadaşlık ile beslenen masum bir sevdadır bu. Anne Leah (filmde Mitzi) dünyanın en saygılı, en zeki, en nazik, en bilge, en sabırlı insanı olarak tarif ettiği kocasına ne olursa olsun evli kalacağını, çocuklarını düşüneceğini ve bencil davranmayacağını söyler oğluna. Öte yandan onu tutkularının izini sürmeye teşvik etmekten geri durmaz. Aile ve Sanat’ın insanı iki parçaya böldüğünü çok iyi bilen genç kadın, başarılı piyano kariyerini ve dans tutkusunu bir kenara bırakmış, ailesi ve üç çocuğu için hayallerini iptal etmiştir. Ama oğluna ‘git istediğini yap’ özgürlüğünü sunmaktan kaçınmaz. Sanat ona toplumda taçlandıracak ama kalbini de yerinden sökecek ve onun yalnız kalmasına neden olacaktır belki de.

Sinemacının ‘E.T.’den ‘Close Encounters of the Third Kind’a bir çok filmine filme sızmış ebeveyn ya da dağılmış aile bireylerinin dertlerine dair meseleler gelir aklımıza. Ona hiç büyümek istemeyen Peter Pan’ı anımsatan, ebeveynden çok arkadaş olmuş annesi ile ilişkisi sinemanın etkileyici gücü ile dile gelir. Annenin kamp gezisinde karanlıkta araba farının ışığında coşku ile dansettiği bölüm, ya da genç Samuel’in Mitzi’nin piyanoda çaldığı Bach ezgisi (BWV 974 Re minör konçerto, adagio bölümü) eşliğinde aşık çiftin masum sırrını keşfettiği kurgu sekansı filmin unutulmayacak sahnelerinden bir kaçı olarak hafızalara kazınır. Genç sinemacının efsanevi yönetmenlerden John Ford’un huzuruna çıktığı ve ondan altın değerinde öğüt aldığı bir diğer otobiyografik sahne ise paha biçilmez güzelliktedir.

Spielberg’in 2017’de kaybettiği annesini (muhtemel Oscar adayı) Michelle Williams, 2020’de 103 yaşında yitirdiği babasını Paul Dano başarı ile canlandırmış. Kısa ama büyüleyici Ford kompozisyonunda bir diğer sinema ustası David Lynch’e yeniden hayran oluyoruz. Filmi sırtlayan genç Samuel’de Gabriel LaBelle gelecek için umut vaad ederken, Bennie amcada Seth Rogen, eksantrik Boris dayıda Judd Hirsch gönül çelici performanslar sunuyor. Spielberg’in senaryosunu tanınmış oyun yazarı Tony Kushner ile birlikte yazdığı, sadık çalışma arkadaşları Janusz Kaminski’nin görüntülediği, John Williams’ın müziklerini yaptığı ‘Fabelmanlar’ kamera tutkunlarını cezbedici, etkileyici bir sinefil filmi olarak ilgiyi hak ediyor.

(05 Ocak 2023)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran

Sinema -Otobiyografik Filmle- Yaşamı Kuşatıyor

Film başladığında ilk aklıma gelen Fikret Otyam’ın yakınması oldu: “Kırk yıllık fotoğrafçıyım, bir kameram bile olmadı, ama bir arkadaşım 8 yaşındaki oğluna 8 mm. film kamerası aldı doğum günü armağanı olarak.” İşte, o şanslı çocuklardan biri Steven Spielberg.

Mitzi Fabelman (Michelle Williams), eşi Burt (Paul Dano) yanlarında küçük Sammy ile sinemaya giderler. Sammy ilk kez bir film izlemektedir, tabii ki, çok etkilenir. Hoş, sinemadan etkilenmeyen çocuk mu olur? Yeni yıl armağanı olarak filmde gördüğü trenden ister anne babasından. Onları çarpıştırarak etkisini görmek ister, ama hemen her kısıtlı gelirle yaşayan ailede olduğu gibi aman bozar diye engellenir. (Burada, Çetin Altan geldi aklıma… “Çocuklara armağan olarak elektrikli tren alınır ama büyükler oynar en çok.” diye yazmıştı, çünkü büyüklerin de özlemidir öylesi hareketli oyuncaklar.) Annenin, aralarında sır olmasını belirterek babanın kamerasını çocuğa vermesiyle çarpışma tek seferde ve oyuncağa fazla zarar vermeden halledilir.

Yeni bir ufuk açılıyor…

Sammy artık büyümüştür (Mateo Zoryan), onlarca film çeker. Burada dikkat çekilmesi gereken en önemli konu, ailenin çocuklarına kayıtsız koşulsuz destek olması… Her ne kadar, bizdeki gibi “oku, bir mesleğin olsun, sonra istediğini yap” gibi inanılmaz sarsıcı yaklaşım gelirse de zorlama yoktur pek.

Sonrasını biliyorsunuz… Steven Spielberg, dünyanın önde gelen yönetmenlerinden biri olur. Filmleri seyirci rekorları kırar, ödüller kazanır.

Ailenin önemi…

Anne Mitzi’nin, eşi Burt’ün iş arkadaşı Bennie (Seth Rogen) ile görüntülere de yansıyan yakınlaşmasını ilkin Sammy fark eder. Belki baba da fark etmiştir ama göz yummuştur. Burt, eşini de çocuklarını da çok sevmekte, onların rahat etmesi, mutlu olması için elinden gelen her şeyi yapmaktadır. Mitzi de aynı duygular içindedir, ama içindeki o duygusal yaklaşımın etkisinden de kurtulamamaktadır. Sammy’nin bu gizi keşfetmesiyle gerçekler su yüzüne çıkar. Aile dağılmak üzeredir. Sammy ve kardeşlerinin yakarmaları hâttâ tehditleri boşa çıkar.

Bizde de gündemdeki bir konu aile ve ailenin önemi, hâttâ öyle ki Anayasa bile değiştirilecek belki. Anne Mitzi’nin bu tutkusuna karşı baba Burt alabildiğine hoşgörülü, esnek ve saygılıdır. Bizde olsa, çoktan kadın cinayeti çıkardı. Demek ki, olgunluk ve bilinçlilik böyle bir şey; filmin en öne çıkan öyküsü bu…

Okulun önemi…

Sadece bizde değil, bütün dünyada toplumların temel sorunlarından önde geleni ırkçılık ve dinsel bağnazlık. Fabelmanlar Yahudiler ve kendilerince inanışlarının gereklerini yerine getirmektedirler. Okulda, Sam’in (özellikle vurguluyor, dışlanmayı önlemek için) gördüğü şiddetin temelinde de Yahudi olması yatıyor. Sam, kendisini tehdit eden, dövenleri ne yaparsa yapsın, bir türlü ikna edemez, çünkü onlar da at gözlüğü takmış, muhafazakâr eğitim almış, sıradan ailelerin çocuklarıdır.

Aileler çocuklarını rahat yetiştirirler belki, ama Sam duygularını yansıtmakta cidden sıkıntı yaşar. Kız arkadaşına, okumak yerine kendisiyle evlenmeyi teklif edecek kadar geleceği okuyamaz. Ailenin toplandığı masadaki konuşmalar, aslına bakarsanız alabildiğine gündeliktir ama bizim “ahlâk” anlayışımıza ters gelir; bir şeyleri tehdit ve tehlike olarak görmekten uzaklaşmalıyız. Bennie, Mitzi’den büyük olasılıkla öğrenmiştir Sam’in onları keşfettiğini… Bir kamera armağan eder. Sam, rüşvet olduğunu bilir o kameranın ve elini bile sürmez. Duygularını kontrol altında tutmayı becerebilmesi önemlidir, özellikle bir ergen için.

Yoğun içerikli…

Bizden bir yönetmen, Ümit Ünal’ın, belki kendisinin bile unuttuğu kısa filmi geldi aklıma. Bizim çektiğimiz Süper 8 mm. kısa filmimiz Voli’nin ilk ve tek büyük ödülü kazandığı İFSAK Kısa Film Yarışması’na katıldığı ve “özendirme ödülü” kazandığı filmin üzerini çizmiş ve filmin kutusuna da “Atık değildir, dikkat ediniz.” yazmıştı. Spielberg ise tabancaların ateşlendiğinin görünmesi için oraları delmiş.

Burada bir anı daha girmeli devreye: Voli’yi kurguluyoruz Rıza Baloğlu (ışığı üzerimize değsin) ile… Duvara yansıttığımız görüntüde, Balıkçı doğal bir refleksle kaşını kaldırıyor, oltaya takılan balığı hissettiğinde… Montaj masası diyemeyeceğim, (filmde göreceksiniz) aletinde, kareyi tüm ayrıntısıyla görmek mümkün olamadığı için Spielberg, nasıl bulmuş o kareyi de delmiş, merak etmedim değil. Ümit Ünal, belki de o tek kareyi bulamadığı için filmi çizmişti… kim bilir!

Gerek konuşmalarda gerekse görüntülerde birçok filme gönderme yaparak sinemaya saygısını da sunuyor bu filmle… Tamam, uzun ama asla sıkıcı değil. Tamam, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde geçen bir otobiyografik bir film ama süzülecek çok dersler var içinden. Sam’in ilk film denemeleri gerçekten çok titiz çekilmiş, çok emek harcanmış; bu, bir gencin yetişmesinde ona verilen değerin önemini vurgulamak açısından çok kıymetli. Hele de Spielberg’in ilk filmi Duel’i (Belâ adıyla televizyonda da gösterildi) anımsarsanız, onun bir dahi olduğunu da kabûl edersiniz.

Sinema meraklıları kadar sinema okulu öğrencileri de dikkatle izlemeli, geleceklerini belirleyecek önemli ipuçları yakalayacaklardır.

(05 Ocak 2023)

Korkut Akın

korkutakin@gmail.com

Aşkımızın Üzerine Yağmur Yağıyordu*

Dünya prömiyerini yaptığı 75. Cannes Film Festivali ‘Belirli bir Bakış / Un Certain Regard’ seçkisinden en iyi yönetmen ödülü ile dönen Alexandru Belc imzalı ‘Metronom’, yağmurlu bir Bükreş meydanında açılıyor. Savaş kahramanlarını simgeleyen masif kabartmaların taş duvarlarını süslediği geniş alanın ortasında 17 yaşındaki Ana’nın ufak tefek siluetini görüyoruz. Arzu ile beklenen genç Sorin ise gökten inmiş ilahi bir varlık misali puslar içinde sağ köşeden kadraja dahil oluyor. Bu diyalogsuz uzun giriş sekansı hasret dolu bir kucaklaşma ile sonlanıyor. Ana’nın Sorin’den aldığı -bizlerin sonradan öğreneceği- haber genç kızı perişan ediyor, gözyaşları yağmura karışıyor.

1972 yılının sonbaharıdır. Çavusesku diktasının zulmü altında inleyen Romanya halkı ülkenin boğucu ortamında tedirgin yaşamlarını sürdürmektedir. Liseden mezuniyetlerini bekleyen Ana ve arkadaşları diktatörlüğün neşesiz koyu iklimine gençlik baharının rengini katmaya çabalar. Çoğu kitap ve plakların yasak ve ulaşılmaz olduğu o yıllarda, Ana’nın can arkadaşı Roxana’nın ev partisinde buluşmak için sözleşilir. Ana evden izin çıkmamasına rağmen partiye katılır. Bu annesi ile birlikte Almanya’daki babasının yanına temelli taşınacak olan Sorin’i görmesi için son fırsattır belki de. Rengarenk giysileri ve dönemin protest pop müzik parçaları ile kendi özgür dünyalarının hayalini kuran ekip, bir dönemin sunucusu popüler radyo şovu ‘Metronom’un yapımcı ve sunucusu Cornel Chiriac ile iletişim kurmayı planlar. Batının protest şarkılarını çaldığı için aforoz edilen, ülke dışına çıkışının ardından Almanya üzerinden yayına giren ve Romanya’da dinlenmesi yasak olan ‘Özgür Avrupa Radyosu’nda yayınlanmak üzere bir mektup ve ilişiğinde sevdikleri parçalardan oluşan bir istek listesi Sorin’in irtibata geçeceği yabancı muhabir kanalı ile Chiriac’a ulaştırılacaktır. Geleneksel ezgi ve dansların ardından Jimi Hendrix, Janis Joplin şarkıları, Paris’te kalp krizinden ölen Jim Morrison’un anısına çalınan ‘The Doors’un ikonik parçası ‘Light My Fire’ eşliğinde kendinden geçen çocukların eğlencesi uzun sürmeyecek, bir ihbar üzerine evi basan gizli polis eşliğinde sorgu merkezine götürüleceklerdir.

’80 doğumlu yönetmen Belc, Romanya Yeni Dalgası’nın öncülerinden Cristian Mungiu ve Corneliu Porumboiu’nun asistanlığını yapmış. Dünya Kadınlar Günü’nün tarihi anlamı üzerine ‘8 Mart’ ve ülkesinin halen ayakta kalmış son sinema salonlarından ‘Dacia Panoramic Cinema’yı yaşatma savaşımını konu edinen 2015 yapımı ‘Cinema, Mon Amour’ belgesellerini çekmiş. 9 yaşına kadar Çavuşesku rejiminin en karanlık döneminde yaşamış olan sinemacı, Almanya’ya kaçışının ardından 1975’te 33 yaşında suikasta kurban giden Chiriac ve radyo programı üzerine önce bir belgesel hazırlamaya girişmiş. Daha sonra komünist rejimin koyu diktatörlük yıllarını yaşamamış, belki yalnızca okulda aktarılan ya da aile büyüklerinden duydukları kadarıyla dönem hakkında bilgi sahibi olan genç kuşaklara, ülke içe kapandıkça dikte edilmiş kültürün en güçlü propaganda aracı haline geldiği 50 yıl öncesinin kapkaranlık iklimini kırık bir gençlik aşkı üzerinden anlatmak, o yıllarda günlük hayatın her zerresine sızmış gizli polis teşkilâtının karanlık yüzünü yeni kuşaklara göstermek istemiş. Seçmiş olduğu 1972 yılında her şeyin daha yeni başladığını, 80’li yıllarda korku ve zulüm dalgasının çok daha beter hale dönüştüğünü ifade ediyor bir söyleşisinde.

Koyu gri baskı rejiminde renkli giysileri ve gençlik coşkuları ile var olmaya çalışan çocuklar, gizli polis karakolunun koyu kahve ürkütücü dehlizlerinde başka bir dünya ile tanışıyor. Öyküsünü müzik, kostümler ve renkler üzerinden anlatan Belc’in filmi de ikinci yarıda kopkoyu bir tona bürünüyor. İri yarı hoşgörüsüz görevlilerin karşısında uzun mor elbisesi ile ufacık kalmış Ana’yı izliyoruz. Kendisi işin içinde olmadığı halde arkadaşlarını ele verecek dokümanı imzalayacak mıdır? Yoksa geleceğini karartmak pahasına baskı ve tehdidin koyu karanlığına sessiz ama güçlü isyanını sürdürebilecek midir? Belc bunları tartışmaya açarken, eski ve yeninin ezeli çatışmasının metaforu niyetine belki, Ana rolünde genç kuşağın yetenekli oyuncusu Mara Bugarin ile Albay Ibis’i oynayan Romen sinemasının emektar ismi Vlad Ivanov’u karşı karşıya getiriyor, ikilinin parlak performansları üzerinden sorularına yanıt arıyor.

*Yazının başlığı, giriş sekansından esinle Ingmar Bergman’ın 1946 yapımı ikinci uzun metrajının (Det Regnar på vår Kärlek) adını taşımaktadır.

(04 Ocak 2023)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com

Güçlü Hikâye, Gücü Tükenmiş Film

Çağan Irmak, yakın geçmiş üzerine yaptığı filmlerle hepimizin gönlünde taht kuran yönetmen. Özgeçmiş ağırlıklı hikâyelerini kendisi yazıyor, kendisi çekiyor. Hayatın içinden, bir başkasının belki de görmezden geldiği ayrıntıları yakalayıp tam da Yeşilçam duygusuyla aktarıyor.

Sevinçle hüznü birbirinin içine geçiren Çağan Irmak, uzun bir aradan sonra film içinde film olan Sevda Mecburi İstikamet ile yine seyircinin gözbebeği olacak, yine duyguları deşecek ve yine mendiller ıslanacak, etkisi evlerden yayılacak…

Melodram denilince…

70’lerden 2000’li yıllara uzanan, Çağan Irmak imzalı Sevda Mecburi İstikamet’in başrollerinde Selçuk Yöntem, Selin Şekerci, Kubilay Aka, Elif Ceren Balıkçı ve Günay Karacaoğlu yer alıyor.

Sevda ile Selim’in aşkı, magazin dünyasının katkısıyla (!!!) yerlerde sürünürken çocukları Suna’nın sorumluluğu -bizim ülkemizde- her zaman olduğu gibi annenin omuzlarına yükleniyor. Olanı biteni anlatmayıp merakınızı filme saklamanızı sağlayacağım kuşkusuz, ama devletin özel çocuklara bakışının eleştirilmesi gerektiğini vurgulamaktan geri durmayacağım.

Selim, “Sizin dediklerinizi yaptım.” diyor. Sahi, hepimiz hep birilerinin dediğini yaptık. Anne babamız istedi diye belirli okula gittik, üniversitede bölüm seçtik, onların kararlaştırdığı kişi ile evlendik. Mutsuzluğumuzun nedeni olarak onları gösteremiyoruz ama… Çağan Irmak, bu anlamda hiç çekinmeden, sakınmadan söylüyor sözünü.

Selim’i 70’li yıllarda yönlendirenler istedikleri sonuca ulaşamayınca ortada görünmüyor; Selim ise kimseyi mağdur etmemek için yaşadıklarını çarpıtmayı bile deniyor. Ta ki, Suna ile yeniden tanışıncaya kadar…

Eski ben ile yeni ben…

Selim, kızı Suna’ya kavuştuğunda eski Selim’in hatalarını tekrar etmemeye dikkat ediyor. Artık taşlar yerine doğru konulmuştur. Suna ile el ele verip aklını çelmeye çalışan -kimi zaman bunda da başarılı olan- eski Selim’i yok ediyor.

Çağan Irmak’ın sinema dili, Yeşilçam’ın duygusunu başarıyla yansıtıyor. Zaten Irmak’ın izlenirliğinin de temelinde bu yatıyor. Sevda Mecburi İstikamet’i beğenmeyen, çok olacaktır, dahası yerden yere vurmaya hevesliler de çıkacaktır. İzleyenler biraz aklıselim düşününce, beyazperdeye yansıyan öyküde kendilerini göreceği sekanslar bulacaktır.

(03 Ocak 2022)

Korkut Akın

korkutakin@gmail.com

Metronom: Gençlik Müzikle Özgürlük Yolunda

2023 Türkiye için önemli bir yıldönümü, seçim de var üstüne üstlük. Gösterime, yılın ilk haftasında giren Metronom, geçmişten bugüne yaşananları da çağrıştırdığı için çok etkileyici geldi bana. Birkaç açıdan bakmak gerekiyor…

Öncelikle 50 yıl öncesinin anımsanması açısından alabildiğine ilginç bir film. 50 yıl çok uzun bir süre sayılmayabilir, ama yaşanan değişimlerle (teknolojik gelişmeleri de katarsanız hele, müthiş) “arada dağlar var” dedirtiyor insana. Okullardaki zorunlu (önlük) tek tip giyimden boş sokaklara, gece karanlığından müzik sevdasına, ama asıl dikkatlerden kaçmaması gereken önce devletin ardından da anne baba baskısına kadar çok şey değişmiş.

Romanya ile Türkiye arasındaki fark

Metronom, 70’lerde yasaklı müzik ve mektup yazma sorununu ele alıyor. Gençlerin özgürlüklerinin nasıl da kolay engellendiğini anlatıyor. Altı üstü popüler müzik gruplarının dünya listelerinde öne çıkan parçalarını dinlemek, onunla dans edip eğlenmek isteyen gençlerin ispiyonculuk ve polis gücüyle nasıl sindirildiğini izliyoruz.

Müziğin yasaklanması bizde de vardı: O yıllarda arabesk müzik yasaktı, Kürtçenin adı bile kabûl edilmezdi. Aradan geçen 50 yılda konserler, sokak müzisyenleri, Kürtçe müzik yasaklanıyor.

Tutuculuktan kaynaklanan cinselliğin yaşanmaması hâlâ tabu, gençler için hâlâ geçerli.

Aradan 50 yıl geçmiş ama değişmemiş

Yönetmen Alexandru Belc, özgürlüğün neredeyse hiç olmadığı 1970’lerin Romanya’sında özgürlüğü arayan gençlik hakkında bir film yapmak istediğini belirtiyor bir söyleşisinde… Komünist rejimin kötülendiği iddia edilebilir, ama anlatılanların büyük çoğunluğunun gerçek olduğu da biliniyor. Doğaldır ki, bir kısım devlet yöneticileri ve aileleri böylesi baskıları hissetmemiştir, ama müzik gibi evrensel bir barış dilinin yasaklandığı biliniyor. Dolayısıyla komünizmin değil Romanya’da uygulanan rejimin eleştirisidir Metronom filminde anlatılan.

Basit bir hikâye ama anlatım müthiş!

Görüntünün en durağan olduğunda beyazperdeden öyle bir gerilim yükseliyor ki, tırnaklarınızı geçiriyorsunuz koltuklara. Oyuncular öyle başarılı ki, o sorguda sanki siz ter döküyorsunuz.

Yönetmen Alexandru Belc, senaryosunu da yazdığı Metronom’da, liseden mezun olacak gençlere odaklanıyor. Anne babalar, “aman çocuğum, üniversiteye gidebilsin” diye çocuklarının arkadaşlarıyla eğlenmesini bile engellemeye çalışırken, gençler radyodan gizlice yabancı kanallardan dünyanın en popüler gruplarından en yeni şarkılarını dinlemek isterler. Gençlerin müzik dinleyip dans etmesi, cinselliklerini de kamçılar. Ana (Mara Bugarin) genç ve âşık, sevdiği genç Sorin (Serban Lazarovici) ise ailesiyle yurtdışına kaçmak için arkadaşlarını ispiyonlayan biri. Ana, Sorin’i, kendisinin onu sevdiğini kanıtlamak için uyarılara rağmen yatmayı bile göze alır.

İyi polis kötü polis…

Basına da yansıyan benzer olaylar bizde de yaşandı, yaşanıyor. Polis, sırf arkadaşlarını gammazlaması için gençleri satın almaya, onları ajan olarak kullanmaya çaba harcıyor. Filmde de benzer bir durum söz konusu. Ana, ilk anda ifadesini bile yazmayarak arkadaşlarını ele vermiyor, ama polis hem deneyimli hem de babasının (Mihai Calin) işiyle tehdit edince daha fazla direnemiyor.

Film, öyküsü itibariyle evrensel, sinema dili açısından da alabildiğine güçlü… Konusu gereği sadece Romanya ile sınırlı değil, geçtiği yıl ise ülkeden ülkeye değişse de yaşananlar aynı.

Tüm bunlardan hareketle mutlaka izlenmeli. Kendinizi göreceksiniz muhakkak. Ancak sadece siyasal/toplumsal yaşam çerçevesinde bakılması gerekmiyor; duygusal bir yanı da var. Ana, her ne olursa olsun sevdiceğinin oluyor, bir anlığına da olsa…

(03 Ocak 2023)

Korkut Akın

korkutakin@gmail.com

Buradan Çok Uzakta

Sinema sektörümüz 2022 yılında da onlarca sanatçı ve emekçimizi ebediyete uğurladı. Allah rahmet eylesin; mekânları cennet olsun:
Bozkurt Kuruç (16 Ocak 2022), Oyuncu, Yönetmen, Öğretim Üyesi
Yaşar Aydaş (23 Ocak 2022), Bağlama ve Kaval sanatçısı
Fatma Girik (24 Ocak 2022), Oyuncu (Teşvikiye Camii’nden Bodrum’a uğurlandı)
Ayberk Pekcan (24 Ocak 2022), Oyuncu (Mersin Yenişehir ilçesi Hz. Muğdat Camii, Tarsus Şehir Mezarlığı)
Ertunç Şenkay (26 Ocak 2022), Görüntü Yönetmeni (Teşvikiye Camii, Feriköy Mezarlığı)
Didem Şahin (27 Ocak 2022), Belgesel Yönetmeni (Florya Basınköy Camii, Küçükçekmece Mezarlığı)
Diler Saraç (28 Ocak 2022), Oyuncu (Teşvikiye Camii’nden kaldırıldı)
Şerafettin Gür (29 Ocak 2022), Yapımcı (Üsküdar Şakirin Cami, Karacaahmet Mezarlığı)
İrfan Atasoy (03 Şubat 2022), Oyuncu, Senarist, Yapımcı, Sinemacı (Levent Afet Yolal Camii, Zincirlikuyu Mezarlığı)
Tansu Okan (10 Şubat 2022), Müzisyen, Oyuncu, Seslendirme Sanatçısı (Karacaahmet Şehitlik Camii, Osmangazi Mezarlığı)
Haydar Dümen (10 Şubat 2022), Doktor, Oyuncu (Ulus Arnavutköy Mezarlığı)
Cemil Özbayer (12 Şubat 2022), Tiyatro Oyuncusu ve Yönetmeni, Sinema Oyuncusu
Erkan Akad (13 Şubat 2022), Laboratuvar Şefi, Renk Düzenleyici, Makinist (Çanakkale, Enez)
Salih Bolat (13 Şubat 2022), Şair, Yazar, Akademisyen, Oyuncu
Arif Şentürk (15 Şubat 2022), Ses Sanatçısı, Oyuncu (Zeytinburnu Seyyid Nizam Camii)
Gülşen Girginkoç (17 Şubat 2022), Oyuncu, Seslendirme Sanatçısı, Suflöz
Ayten Erman (24 Şubat 2022), Sinema ve Tiyatro Oyuncusu (Karacaahmet Şakirin Camii)
Manucher Vusuğ (27 Şubat 2022), Oyuncu (Londra)
Hüseyin Elmalıpınar (03 Mart 2022), Oyuncu
Ali Mermer (04 Mart 2022), Fotoğrafçı (Edirnekapı Şehitlik Sakız Ağacı Camii ve Mezarlığı)
Tahir Akıllı (06 Mart 2022), Makinist, Oyuncu
Murat Özer (09 Mart 2022), Sinema Yazarı (Adapazarı)
Kunt Tulgar (16 Mart 2022), Yönetmen, Oyuncu, Yapımcı, Kurgucu (Zincirlikuyu Camii, Ayazağa Mezarlığı)
Aydın Engin (24 Mart 2022), Yazar, Senarist (Çengelköy Mezarlığı)
İsmail Çağlar (31 Mart 2022), Yapım Asistanı, Yapım Amiri, İdari Yapımcı, Uygulayıcı Yapımcı, Yapımcı
İbrahim Gündoğan (01 Nisan 2022), Oyuncu (Göksu Peksimetçi Salihağa Camii)
Atıl Ant (07 Nisan 2022), Yayınevi Sahibi
Aslan Şükür (10 Nisan 2022), Çizgi Roman Ressamı (Bakırköy Konyalı Camii)
Aykut Sözeri (26 Nisan 2022), Sinema ve Tiyatro Oyuncusu ve Yönetmeni (Yenimahalle Ahmet Efendi Camii, Karşıyaka Mezarlığı)
Agâh Özgüç (27 Nisan 2022), Sinema Yazarı ve Tarihçisi, Şair (Üsküdar Şakirin Camii, Karacaahmet Mezarlığı)
Tahsin Lale (30 Nisan 2022), Oyuncu
Kadir Kök (30 Nisan 2022), Oyuncu (Kocaeli, Gebze, Kadıllı Mahallesi)
Kamil Tozman (01 Mayıs 2022), Sinema İşletmecisi (Eskişehir Asri Sinema)
Metin Özlen (03 Mayıs 2022), Karagöz Ustası, Hayali Sanatçı
Cem Madra (04 Mayıs 2022), Etnolog, Radyo Programcısı, Belgeselci ve Kütüphaneci (Zincirlikuyu Camii ve Mezarlığı)
Kemal Kenan Ergen (14 Mayıs 2022), Mizah Yazarı, Senarist (Kocaeli, Gölcük, Değirmendere Mahallesinde toprağa verildi.)
Yılmaz Kanat (16 Mayıs 2022), Yapım Amiri
Sönmez Yıkılmaz (03 Haziran 2022), Oyuncu, (Teşvikiye Camii)
İlker Kurt (05 Haziran 2022), Oyuncu (İzmir İlahiyat Fakültesi Hacı Fatma Tatari Camii)
Sultan Tolgu Kadem (05 Haziran 2022), Oyuncu (Muğla – Menteşe İlçesi Saburhane Camii, Şehir Yeni Mezarlığı)
İnci Birol (11 Haziran 2022) (Gerçek Adı: Asiye Yurdagül Ergin, Teşvikiye Camii)
Uğur Terzioğlu (13 Haziran 2022), Film İthalatçısı (Milas Kurşunlu Camii, Milas Şehir Mezarlığı)
Münir İnselel (19 Haziran 2022), Oyuncu, DJ
Kemal Karadeniz (21 Haziran 2022), Beyoğlu Sineması Müdürü (Giresun)
Osman Wöber (25 Haziran 2022), Oyuncu, Tiyatro Yöneticisi (Teşvikiye Camii, Kilyos Mezarlığı)
Cüneyt Arkın (28 Haziran 2022), Oyuncu, Yönetmen, Yapımcı (Teşvikiye Camii, Zincirlikuyu Mezarlığı)
Ahmet Faik Şener (Lâkabı: Balarısı Ahmet) (29 Haziran 2022), Müzisyen
Sencar Sağdıç (04 Temmuz 2022), Oyuncu
Erdal Gülver (06 Temmuz 2022), Oyuncu
Okan Sarul (08 Temmuz 2022), Kurgucu (Tarabya Camii)
Cesur Doğan (10 Temmuz 2022), Oyuncu
Yavuz Figenli (16 Temmuz 2022), Yönetmen, Senarist, Yapımcı
Erden Kıral (17 Temmuz 2022), Yönetmen, Senarist, Yazar (Teşvikiye Camii, Zincirlikuyu Mezarlığı)
İlhan İrem (28 Temmuz 2022), Şarkıcı, Bestekar (Bebek Camii, Aşiyan Mezarlığı)
Rauf Altınak (31 Temmuz 2022), Tiyatro ve Sinema Oyuncusu (Kireçburnu Camii ve Mezarlığı)
Sevil Nursan (01 Ağustos 2022), Sanat Yönetmeni, Oyuncu
Sungun Babacan (06 Ağustos 2022), Seslendirme Sanatçısı ve Yönetmeni, Çevirmen (Balıkesir Burhaniye Orjan Camii, Burhaniye Belediyesi Geriş Mezarlığı)
Semih Sergen (06 Ağustos 2022), Sinema ve Tiyatro Oyuncusu, Seslendirme Sanatçısı (Bodrum Gölbaşı Camii ve Mezarlığı)
Halil İnönü (10 Ağustos 2022), Sinema Makinisti (İsmail Safa Camii, Lefkoşa Mezarlığı)
Süreyya Gürsel Evren (13 Ağustos 2022), Oyuncu
Oğuzhan Tercan (14 Ağustos 2022), Yönetmen, Senarist (Ordu Altınordu Orta Camii, Hatipli Şehir Mezarlığı)
Rıza Pekkutsal (16 Ağustos 2022), Sinema, Tiyatro, Dizi Oyuncusu (Buca Yaylacık Camii, Eski Buca Mezarlığı)
Civan Canova (20 Ağustos 2022), Sinema ve Tiyatro Oyuncusu
Ali Güney (24 Ağustos 2022), Oyuncu, Prodüksiyon Amiri (Teşvikiye Camii, Ayazağa Mezarlığı)
Bülent Tezcanlı (27 Ağustos 2022), Müzisyen, Sinema ve Tiyatro Oyuncusu
Başak Özel (20 Eylül 2022), Oyuncu, Redaktör, Seslendirme Sanatçısı, Yazar
Tunç Oral (20 Eylül 2022), Oyuncu, Yapımcı (Antalya Türbeli Camii ve Mezarlığı)
İsmail İncekara (06 Ekim 2022), Oyuncu (Kanlıca İskenderpaşa Camii, Kanlıca Mezarlığı)
Ayhan Kâhya (09 Ekim 2022), Seslendirmeci ve Opera Sanatçısı
Leyla Kenter (11 Ekim 2022), Oyuncu, Akademisyen
Sadık İncesu (13 Ekim 2022), Oyuncu, Yapımcı, Görüntü Yönetmeni (Nurtepe Cemevi, Ulus Mezarlığı)
Ahmet Güleryüz (15 Ekim 2022), Yönetmen, Senarist, Yönetmen Asistanı (Beyoğlu Hüseyin Ağa Camii)
Billur Kalkavan (15 Ekim 2022), Sinema TV Oyuncusu, Sunucu (Zincirlikuyu Camii ve Mezarlığı)
Demiray Erül (16 Ekim 2022), Sinema, Tiyatro, TV Dizi Oyuncusu, Seslendirme Sanatçısı (Bodrum Ortakent Kerem Aydınlar Camii)
Sinem Üretmen (24 Ekim 2022), Oyuncu, Manken (Hollanda’da toprağa verildi)
Rıza Akın (02 Kasım 2022), Oyuncu (Adana Asri Mezarlığı)
Hıncal Uluç (20 Kasım 2022), Gazeteci, Eleştirmen, Oyuncu
Güzin Çorağan (27 Kasım 2022), Oyuncu
Hayal Sirer (11 Aralık 2022), Oyuncu (Antalya Uncalı Mezarlığı)
Daniela Giordano (16 Aralık 2022), Oyuncu
Sarper Özcan (19 Aralık 2022), Müzisyen
Pakize Suda (21 Aralık 2022), Oyuncu, Yazar, Şarkıcı (Muğla)
Ayşe Gencer (30 Aralık 2022), Caz Sanatçısı, Oyuncu (Levent Afet Yolal Camii, Ulus Mezarlığı)

(31 Aralık 2022)

Sadi Çilingir

sadicilingir@sadibey.com

2022’den Benim Seçtiklerim

Hayatımızı büyük ölçüde kısıtlayan Covid salgını nedeniyle kapılarını bir süreliğine kapatmış olan sinema salonlarına dönebilmenin mutluluğunu yaşadığımız 2022’de, önceki senelerden bekleyen yapımların da gün ışığına çıkması ile hayli verimli bir sinema yılını geride bırakmış bulunuyoruz. 2022 yılı içinde izleyebildiklerim arasından seçtiğim en iyiler listemi, iyi filmlerin bolluğu nedeni ile bu yıl her zamankinden daha uzun tuttum. (Not: Listede yer alan filmler üzerine yayınlanmış yazılarımın tamamına, parantez içinde belirtilen başlık ve tarihlerden ulaşabilirsiniz.)

1- DRIVE MY CAR
2021’de Cannes’da prömiyerini yapan, bu yıl Ocak ayında sinemalarımızda gösterime giren Ryûsuke Hamaguchi imzalı film, acıların ağırlığı ile yüklü hayatımıza katlanabilmek üzerine bir deneyimi Çehov’un ölümsüz metni üzerinden usul usul ören, yalnızlık, kayıplar, hafıza ve dil üzerine çok katmanlı bir başyapıt. (‘Yalnızlık Paylaşılır’ / 29.01.2022)

2- AYRILMA KARARI / Decision To Leave
Koreli auteur sinemacı Park Chan-wook, Cannes’den en iyi yönetmen ödülünü aldığı son başyapıtında, ilk döneminin kara filmlerine dönüş yapıyor, bir polis ile cinayet zanlısı arasında gelişen tutkulu aşkın hikâyesini şaşırtıcı bir üslûpla, yaratıcı yönetmenlik tercihleriyle anlatırken unutulmaz finaliyle sinemaseverleri büyülüyor. (Ülkemizde gösterime girmeyen film, halen MUBI’den izlenebiliyor.)

3- MEMORIA
Taylandlı eşsiz sinemacı Apicathpong Weerasethakul’un yine Cannes’dan jüri ödüllü son filmi, maddi dünyadan manevi alemin düşler diyarına insanlığın ortak hafızasına doğru yol alan ve bu gizemli serüvene izleyiciyi de ortak eden kusursuz bir başyapıt İspanyolca adı dilimizde hafıza (ya da bellek) anlamına filmde fenomen oyuncu Tilda Swinton başrolde. (‘İnsanlığın Ortak Hafızasına Yolculuk’ / 11.03.2022)

4- GÖKYÜZÜNE BAKTIĞIMIZDA NE GÖRÜYORUZ
Son dönemin en heyecan verici yaratıcılarından biri olan Gürcü sinemasının önemli isimlerinden Aleksandre Koberidze’nin klişe bir aşk tutulması ile başlamasına karşın, farklı anlatım üslûpları denediği filminde, sihir denilen şeylere, gerçek olamayacak kadar garip olduğu düşünülen doğaüstü gelişmelere alan açmayı, bunların günlük hayatımızın bir parçası olduğunu dile getirmeyi hedeflediğini dile getiriyor. (‘Sinema Bizi Kavuşturur’ / 14.07.2022)

5- ÖĞLE GÜNEŞİNDE YILDIZLAR / Stars at Noon
Çağımızın saygın sinemacılarından Claire Denis dünya prömiyerini Büyük Jüri Ödülü’nü kazandığı Cannes Film Festivali’nde yapmış olan son filminde fonda dönen siyasi entrikalardan ziyade, tekinsiz bir iklimde birbirlerini bulmuş iki kayıp ruhun jestler, bakışlar, dokunuşlar, bedenler, yüzler ve ihtiraslı sevişmeler aracılığıyla duyumsadıkları ile ilgileniyor (‘Çamura Batmış Duygular’ / 20.12.2022)

6- KUZEYLİ / The Northman
Amerikalı auteur sinemacı Robert Eggers’in titiz bir tarihsel ve mitolojik ön çalışma ile çağdaş aksiyon geleneğine alternatif sunan önemli çalışması, Kuzey’in kasvet ve kıyametini yüksek sanata dönüştüren, saf ilkelliği has sinemayla buluşturan yılın en önemli sinema deneyimlerinden biri. Kubrick’in mirasçısı Eggers’in henüz mükemmel bulmadığı sinemasının gelecek ürünlerini merakla bekliyoruz. (‘Saf İlkelliğin Has Sineması’ / 21.04.2022)

7- KÂBUS ÇIKMAZI / Nightmare Alley
Guillermo del Toro’nun ‘film noir’ ile buluştuğu yapım, insan ruhunun karanlık dehlizlerinde tur atarken, olağanüstü oyuncu kadrosu, çok başarılı sinematografisi, 1940’lar set tasarımı ve beklenmedik sürprizleriyle heyecan veriyor. Dünyanın tüm kötülüklerini bir ayna misali yansıtan doğaüstü yaratıklar, hayaletler ya da vampirler yerine bu defa en acımasız canavarlar olarak gördüğü kanlı canlı insanlar kullandığını dile getiriyor sinemacı. (‘İnsan İnsanın Kurdudur’ / 06.02.2022)

8- MÜSTAKBEL SUÇLAR / Crimes of The Future
Sinema evreninin kuşkusuz en özgün yaratıcılarından biri olan David Cronenberg’in 8 yıl aradan sonra çektiği ve ilk gösterimini geçtiğimiz Mayıs ayında Cannes Film Festivali ana seçkisinde yapmış olan filmi, onun 70’li yıllardan başlayarak inşa ettiği distopik dünyanın tek kelimeyle heyecan verici son ürünü. Usta sinemacı teknoloji ve beden deformasyonu ışığında sanatın sınırlarını ve her türlü bürokratik baskıya karşın sanatçının toplumdaki rolünü tartışıyor. (‘Beden Gerçekliktir’ / 28.07.2022)

9- BERGMAN ADASI / Bergman Island
Birlikteliklerini sürdüren ikisi de yönetmen çiftin hikâyesi üzerine Mia Hansen-Løve imzasını taşıyan serbest vezin çalışma, otobiyografiyi de aşarak bir kadın sanatçının geçmişini ve geleceğini sorguladığı yaratım egzersizine dönüşürken, ikonik deha Ingmar Bergman’ın muhteşem ve ürkütücü mirasını tartışmaya açıyor. (‘Kendine Ait Bir Ada’ / 13.02.2022)

10- KERR
Disiplinlerarası yaratılara imza atmış auteur yönetmenimiz Tayfun Pirselimoğlu’nun adını ‘mükerrer, tekrar, tekerrür’ kelimelerinin kökünden alan son başyapıtı, bir delilik halinin yaşandığı ifade ettiği dünyamızı ve özelde memleketimizi alegorik olarak ifade ediyor. Tepkisizliğimizden ve etrafımızda olup bitenlere müdahil olmak istememe halimizden dolayı hepimizi kendi vicdanımızla baş başa bırakıyor. (‘Her Şey Tekrar Ediyor’ / 29.04.2022)

11- KURAK GÜNLER
Emin Alper’in obruk metaforu ile Türkiye’yi işaret eden yeni bir memleket hikâyesine yöneldiği son filmi, ‘Avrupa Film Akademisi’nin saygın ödülü ile taçlanan müthiş bir kurgu ve ses tasarımıyla distopik bir dünyaya evriliyor. Domuz avının izini süren çarpıcı açılış, insan avına dönüşen olağanüstü finalle noktalanırken, Alper’in bir sinema mucizesi ile görselleştirdiği güzel bir gelecek hayali, içinde yaşadığımız korku tünelinden çıkış umuduna dönüşüyor. (‘Memleket Hikâyesi’ / 07.12.2022)

12- BİR EVLİLİK HİKÂYESİ / The Story of My Wife
Yaşayan en büyük sinemacılardan Ildikó Enyedi’nin Cannes’da ilk gösterimini yapmış, ölümünden önce adı Nobel Edebiyat Ödülü adayları arasında anılmış olan Macar yazar Milán Füst’ün 1947 yılında yayımlanmış en tanınmış romanından uyarladığı filminde, alaycı değişimlerle dolu hayat sürecinde kadın-erkek ilişkiler dinamiği, evlilik sorunsalı, arzu, bağlanma, sahiplenme, kıskançlık gibi evrensel temalar arasında ustaca sörf yapan nefis bir metinden bir o kadar incelikli bir çalışma ortaya koyuyor. (Bu güzelim filmi sinema perdesinde izlemenizi dilerdim, ancak sanırım vizyona girmeyecek. MUBI’ye uğraması mümkündür.)

13- INISHERIN’İN ÖLÜM PERİLERİ / The Banshees of Inisherin
Eserleri ülkemizde de sahnenmiş İrlandalı tanınmış oyun yazarı Martin McDonaugh’ın Venedik’ten çifte ödüllü son filmi, uzun yıllara dayanan can arkadaşlığın tek taraflı bitirilişi, yaşanan keder ve onu izleyen nefret psikolojisi ışığında müthiş bir karakter tahliline girişiyor. Oyuncu takımı olağanüstü. (Filmekimi’nde izleyici karşısına çıkan ve Oscar yarışında iddialı olan filmin yaygın gösterime çıkması bekleniyor.)

14- PACIFICTION
Yine Cannes 2022 ana yarışma bölümünde yer almış olan Katalan yönetmen Albert Serra’nın filmi izleyicisini hipnotik bir tropik yolculuğa çıkarıyor, Fransız sömürgesi Tahiti adasında geçen kurgu hikâye düşsel bir üslûpla siyaset batağında emperyalizmin kokuşmuşluğunu sergilerken, nükleer yarış heveslisi Fransa özelinde gezegenin gidişatı üzerine üzerine ürkütücü bir tasvire dönüşüyor. (Filmekimi’nde gösterilen film gösterime girmez ise muhtemelen MUBI’de karşınıza çıkacaktır.)

15- R.M.N.
Cristian Mungiu’nun Cannes’da prömiyerini yapan son filmi adını ‘MR Görüntüleme’nin Romence kısaltılmışından almış. Romanya Yeni Dalgası’nın dünya sinemasına armağan ettiği auteur yönetmenin özelde Transilvanyalı halkların, genelde insan denen vahşi hayvanın MR’ını çektiği çalışması Romanya sınırlarını aşarak günümüz Avrupası’nın ve hatta çağdaş Dünya’nın mikrokozmosuna dönüşüyor. (‘İçimizdeki Hayvan’ / 23.12.2022)

16- YAKIN / Close
2018 yapımı ‘Girl’ ile parlak bir çıkış yapan Belçikalı Lukas Dhont’un Cannes’da Büyük Jüri Ödülü’nü paylaşan ikinci uzun metrajında 13 yaşındaki iki erkek çocuğun şefkat dolu can arkadaşlığı, okuldaki çocukların zorbalığı ve erkeklik dayatmalarına karşı koyamıyor. Gerisi bir trajedi. Jeanne-Pierre ve Luc Dardenne esini taşıyan yapım (özellikle bkz. ‘Oğul / Le Fils’), ‘Yaşamın Kıyısında / Manchester by the Sea’den beri izlediğim en kederli film belki de. (Filmekimi’nde gösterilen, 01 Ocak 2023’te farklı salonlarda özel gösterimi yapılacak olan filmin vizyona girmesini umuyoruz.)

17- TORI VE LOKITA /Tori et Lokita
Dardenne kardeşlerden söz açılmışken, Cannes ana yarışma seçkisinde yer almış, göçmen sorunu üzerine dördüncü çalışmaları olan sarsıcı son filmlerinden söz etmeden geçmeyelim. Efsane ikili, Afrikalı Belçika sürgünlerinin trajedisi üzerine belki de kariyerlerinin en sert ve karanlık örneğine imza atarak, Avrupa’daki kanunların göçmenler lehine mutlaka yeniden değerlendirilmesini talep ediyor. (‘Suç ve Ceza Film Festivali’nde İstanbul izleyicisi ile buluşan filmin mutlaka vizyona girmesi gerektiğinin altını çiziyoruz.)

18- ALCARRÀS
Berlin Film Festivali’nin en iyi filmi seçilen Carla Simón imzalı tamamen amatör oyuncuların yer aldığı film, Katalonya’nın Alcarràs köyündeki arazilerinde nesillerdir şeftali toplayan Solé ailesini merkezine alıyor. Simón, 2017 İstanbul Film Festivali Jüri Özel Ödülü’nü kazanan ’93 Yazı / Estiu 1993’da olduğu gibi geleneksel aile bağlarının mahrem ve dokunaklı bir portresini çizerken, dünyamızı tehdit eden ekolojik yıkımın ayak seslerini duyuruyor. (İstanbul Film Festivali’nde gösterilen film vizyona girmeyecek. Önümüzdeki aylarda MUBI’den izlenebilir.)

19- PETER VON KANT
François Ozon’un ustası Rainer Werner Fassbinder’e ithaf ettiği son filmi, efsanevi Alman sinemacının özyaşamsal anılarından yola çıkmış 1972 yapımı ‘Petra von Kant’ın Acı Gözyaşları’nın çağdaş bir yorumu. Fassbinder’e fiziksel olarak da çok benzeyen Denis Ménochet’nin harikalar yarattığı film son dönemin en çekici sinefil yapıtlarından biri bu. (‘Herkes Öldürür Sevdiğini’ / 19.09.2022)

20- ÖRÜMCEK VE KIZ / Das Mädchen und die Spinne
Sinemanın dramatik yapısından uzakta kendi yolunda ilerleyen yılın en ayrıksı yapımlarından. İsviçre asıllı Zürcher kardeşlerin Bresson ve Tati ile karşılaştırılması bu yüzden. Bir düzineden fazla karakter arasındaki bağı ve gizemli alışverişi simgeleyen örümceği Hitchcock usulü bir MacGuffin olarak düşünerek, büyük çözümlemelere dalmadan zeki ayrıntılar üzerine hoş bir zihin jimnastiğine girişebilirsiniz. (‘Ve Hayal Gemisi Yol Alırken’ / 26.05.2022)

BONUS: THE BATMAN
Süper kahraman filmleri içinde prestijli bir yere sahip olan maskeli şövalyenin Matt Reeves’in elinden çıkma yeni uyarlaması, bu tür aksiyonlara mesafeli duranlar için cazip sürprizler içeriyor. Yağmurlu gecelerin karanlığında bir seri katilin izini süren bu gizemli kara hikâye, pisliğin içine batmış kentin yetim çocuklarının öyküsü ile derinlik kazanıyor. (‘Gece, Yağmur ve Yetim Çocuklar’ / 10.03.2022)

(27 Aralık 2022)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com

Disney ve Marvel Filmlerini Bile Geride Bırakan Belgesel: The Buldiers of Alhambra

“The Buldiers of Alhambra” “Elhamra’yı İnşa Edenler” belgeseli, ikonik Elhamra Sarayları, Comares ve Lions’ı hayal eden ve inşa eden insanların hikâyesini anlatıyor. Film, 14. yüzyılda bu sarayları inşa eden Granada emirleri I. Yusuf ve V. Muhammed’in veziri ve aynı zamanda bir tarihçi olan İbnü’l-Hatib’in günlüklerine dayanıyor.

Elhamra üzerine yapılmış bir çok belgesel var ancak Elhamra’yı İnşa Edenler, ilk kez bu eşsiz ve büyüleyici mimari sanat eserinin yapımının ardındaki yaratıcı amacı sinematografik bir şekilde ortaya çıkarmak için İbnü’l-Hatib’in tarihsel tanıklığı ve en güncel bilimsel araştırmaları kullanıyor. Varlığımızın amacından ve sonunda her şey kaybolduğunda sanatın her şeye nasıl anlam kattığından bahsediyor.

Belgeselin yönetmeni Isabel ile Çeşitlilik ve Kültürlerarası Projeler konusunda Avrupa Yayın Birliği’nde birlikte ortak projelerde çalıştık. Kendisinin imza attığı her işe nasıl titizlikle yaklaştığını biliyorum. Bu kez başka bir boyuta geçmiş ve harika bir belgesel yapıma damgasını vurmuş.

Bu belgeseli neden yapmak istedin Isabel, derdin neydi, motivasyonun neydi?

Şu anda İspanya dediğimiz bölgede, çok fazla kültür geçişinin olduğu bir yerde yaşadığım için her zaman kendimi şanslı hissettim. Kendimi derinden Akdenizli ve Avrupalı hissediyorum ve kültürel çeşitliliğin zenginlik ve ilerleme olduğuna kesinlikle inanıyorum.

Avrupa’nın karanlık çağlarında, ışık İspanya’nın güneyinde, Endülüs’te parlıyordu. Yüzyıllar boyunca, Endülüs Avrupa’daki en önemli yenilik ve bilgi merkeziydi. Bilim, tarım ve tıpta muazzam ilerlemenin yanı sıra birçok büyüleyici tarihi karaktere de sahipti. Elhamra, tarihin o döneminin son büyük ifadesi olarak varlığını hâlâ sürdürüyor ve İbnü’l-Hatib, onun ruhunu mükemmel bir şekilde cisimleştiren kişidir. Bu eşsiz yapının ve tarihçisi İbnü’l-Hatib’in tarihimizin bu unutulmuş ve aşkın bölümünü anlatmaya başlamak ve İslam’ın Avrupa’daki köklerini, Batı Kültürünün gelişmesinde rönesansın Endülüs köklerini ve Endülüs’ün etkisini savunmak bu belgesele başlamak için mükemmel bir sebep diye düşündüm.

Elhamra’yı İnşa Edenler, kültürümüzün ve kimliğimizin çok sayıda katmandan oluştuğunu ve genellikle yabancı olarak gördüğümüz şeyin aslında kendimizin ayrılmaz bir parçası olduğunu bize hatırlatarak, daha iyi bir anlayışı teşvik etmek için farklı kültürleri yakınlaştırmayı amaçlayan bir hikâyedir.

Üretim süreçlerinden bahseder misin? Projeye kimler ortak oldu, kimler destek verdi? Eminim uzun ve zorlu bir süreç olmuştur.

Farklı sebeplerden dolayı uzun ve zorlu bir yapım oldu. Her şeyden önce, film çekimi için izin almak söz konusu olduğunda, Elhamra muhtemelen Avrupa’da en fazla kısıtlamaya sahip olan binalardan biridir. Aslında, Elhamra kompleksinde bu büyüklükte bir film çekimine ilk kez izin veriliyor. Bu yetkiyi alabilmek için çok çeşitli koşullara uymamız ve böylesine özel bir yerin gereksinimlerine tamamen uyarlanmış bir çekim planı tasarlamamız gerekiyordu. İspanya’nın en çok ziyaret edilen anıtı olduğundan sürekli insan akışını engelleyemedik. Mümkün olan en küçük ekiple çekim yapmak zorunda kaldık. Saraylardaki sahneleri çekmek için, bu bölümlerin halka kapalı olduğu dönemlerde, sabah ilk iş ya da akşam olmak üzere iki saatlik zaman aralıklarında çalışmak zorundaydık. Ayrıca doğal ışıkla çalışmamız veya onu gerektiren durumlarda çok sınırlı, yaratıcı aydınlatma çözümleri kullanmamız gerekiyordu. 14. yüzyıl İbnü’l-Hatib’in metinlerine dayanan senaryoyu yazmak için yaklaşık üç yıl boyunca birçok tarih danışmanının yardımıyla çalıştık. Bu aynı zamanda filmi gerçekleştirmek için mali desteği tamamlamamız gereken zamandı, çünkü İspanya’da bugüne kadar yapılmış en iddialı belgesel filmlerden biri. Bütçe 1.620.000 €’dur ve bunu mümkün kılmak için İspanyol ve Avrupa kamu eğlence programları ile uluslararası yayıncıların bir kombinasyonunu yönettik: Media Creative Europe, Andalusian Film Fonu ve Katalan Film Fonu ve İspanyol kamu TV RTVE ve Canal Sur ve ARTE/ZDF, ORF ve Aljazeera Documentary.

Bir yönetmen olarak benim için bu film, yapımın boyutu, 14. yüzyılda yerleşen kurgusal anlatı ve ayrıca belgesel çekerken pek yaygın olmayan bir şey olan dijital VFX ile ilk kez çalışma gerçeği nedeniyle bir meydan okuma oldu. Dahil olan harika ekibin geri kalanı kadar tüm aklımı ve ruhumu buna koydum ve birçok insan için benzersiz ve önemli bir şey yaptığımızı düşünüyorum.

Müslüman kültürü hakkında bir film yapıldığında, genellikle oryantalist bir atmosfer yaratılıyor? Göbek dansı, harem gözdeleri, hamam sahneleri, acımasız hükümdarlar, kesilen eller vs. bunlar neden belgeselinizde yok? Bundan nasıl kaçındın?

En büyük endişelerimden biri buydu. Amerikan ve İngiliz filmlerinde İspanya ve İspanyol kültürünün ne olduğuna dair pek çok gülünç temsil görüyorum ve hiçbir koşulda, aynı zamanda bana çok aptalca gelen bu hatayı yapmak istemedim. Yazı ekibi, sanat ekibi ve içerikle ilgili işi olan herkes, tüm süreç boyunca danışmanlar, Müslüman ve Arap tarihçiler tarafından desteklendi. Bu bir docudrama belgeseli. Dramatize edilen bölümlerde ana rolü Mısırlı aktör Amr Waked canlandırıyor, ancak geri kalan tüm oyuncular da Kuzey Afrikalı aktörler veya ikinci nesil Müslümanların oğulları olan İspanya’daki göçmenler. Doğu ve Batı kültürleri arasında ortak geçmişimizi gösteren bir köprü kurmak isteyen bir filmde bu yön çok önemliydi ve yapım boyunca bunun hep farkındaydık.

Filme tepkiler nasıl? Özellikle Hristiyan – Avrupalı izleyicilerden?

Film hakkında özellikle Endülüs’te ve tabii ki Granada’da büyük bir beklenti vardı. Film, prestijli Valladolid Uluslararası Film Festivali’nde resmi yarışmada yer aldı. SEMİNCİ, belgesel yarışmasında ve basından ilk tepkileri aldık.

Gazeteciler filmden etkilendiler ve filmin tasvir ettiği bilinmeyen yeni şeylerin miktarı ve anlatılma şekli karşısında şaşırdılar. Elhamra’da yaşayan, dönemin tarihçisi olan ve daha önce kimsenin adını duymadığı bir adamın bu keşfi elbette herkesi şaşırttı. insanlar kendi tarihlerini keşfetmek için geçmişe yapılan bu yolculuktan ve bu karizmatik İbnü’l Hatib karakterinden gerçekten etkilendiler. Bunun binanın inşasının ardındaki insanlık tarihini bilmenin, Nasrid halkıyla bağlantı kurmanın ve onları atalarımız olarak görmenin güçlü bir yolu olduğunu düşünüyorum.

Belgesel, ilk hafta sonu gösterildiği Granada’daki üç sinemada Disney ve Marvel filmlerini bile geride bırakarak en çok izlenen film oldu. O hafta The Builders of the Alhambra, İspanya’nın dört bir yanındaki sinemalarda en çok izlenen belgesel oldu.

Artık sinemalarda üçüncü haftamızdayız ve seyirci filmi sinemalarda izlemek istiyor. Sinema gösterimleri, tüm dünyada olduğu gibi İspanya’da da belgeseller için çok zor, bu yüzden beklemediğimiz büyük bir başarı ve ödüllerin en iyisi. Mümkünse belgeseli Kuzey Afrika ülkeleri, Orta Doğu ve Türkiye’de sinemalara getirebilmeyi çok isterim.

Bu belgeseli izlemek isteyenlere ne dersin?

Bu filmin yapının duvarları, dekorasyonuna kazınmış mesajlar, restorasyon çalışmaları, Nasrid’lerin sözlerinin ve şiirlerinin yankısı ile geçmişin bugün ve gelecekle buluştuğu, zamanda bir yolculuk olduğunu söylerdim.

Elhamra, zaman içinde bir kapsül, şişedeki bir mesaj gibidir ve film, Elhamra’nın yaratıcılarına yakınlaşmak için bu mesajı deşifre ediyor.

Bu hikâye günümüzle nasıl bağlantılı peki?

Tarih her zaman bugünden bahseder. Geçmişe dair, modası geçmiş, hayatımızı etkilemeyen bir unsur olarak gören ön yargı var ve bu da bence çok büyük bir hata, dünyamızı yaşadığımız karanlık ana sürükleyen unsurlardan biri olabilir bu. Şu günlerde; geçmişi görmezden geliyoruz. Sahi nereden geliyoruz?

Sadece önümüze çıkanlara bakarsak içinde bulunduğumuz toplumsal ve siyasi süreçleri anlayamaz ve çözüm bulamayız. Ayrıca The Builders of the Alhambra, Akdeniz’de yüzyıllardır farklı kültürlerin bir arada yaşadığı küresel ve çeşitlilik içeren bir dünyanın yaşandığını ve bunun zenginliğe neden olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Ayrıca Nasrid Granada yani Endülüs’ün son dönemi, dünyanın kökten değiştiği ve insanların hayatta kalabilmek için uyum sağlamayı bilmesi gereken bir gerileme dönemiydi. Avrupa’da Karanlık Çağlar olarak adlandırdığımız Orta Çağ’ın o döneminin, bildiğimiz diğerlerine benzer durumlar hakkında bize anlatacak çok şeyi olduğunu düşünüyorum.

(Bu yazı ilk olarak 26 Aralık 2022 tarihinde cinedergi.com’da yayınlanmıştır.)

(27 Aralık 2022)

Semra Güzel Korver

İçimizdeki Hayvan

Romanya’nın dünya sinemasına armağan ettiği auteur yönetmen Cristian Mungiu’nun Cannes’da prömiyerini yapan son filmi ‘R.M.N.’, Andrey Zvyagintsev başyapıtı ‘Sevgisiz / Nelyubov’un Alyoşa’sını anımsatan Rudi’nin görüntüsü ile açılıyor. Sırtında çantası tek başına okula giderken yolunun geçtiği tekinsiz ormanda karşılaştığı şey, onun dehşete düşmesine ve konuşmayı kesmesine neden olmuştur. Eş zamanlı olarak gurbet ellerde çalışan babasının Alman ustabaşının ırkçı söylemine dayanamayıp adama girişmesi sonucu işinden olmasına tanıklık ediyoruz. Baba ocağına dönüş yapan Matthias’ı küçük Transilvanya kasabasında, dibe vurmuş ülke ekonomisinin mağdur ettiği ve aynı onun gibi farklı Avrupa ülkelerine çalışmaya gidenlerden geriye kalmış huzursuz, tedirgin bir insan topluluğu karşılıyor.

Matthias zerre değer vermediği karısı Ana’nın ezik yetiştirdiğini düşündüğü oğlunu ‘erkek adam’ yapmak niyetindedir. Yanından ayırmadığı av tüfeği ile birlikte ormana gidecekler, pusuda bekleyen tehlike ile savaşacaklardır. Rudi güçlü olacaktır, zaten tarihi güçlü olanlar yazmamışlar mıdır. Çingene kökeni ona aşağılayıcı bir biçimde hatırlatılmış olan Matthias karısını küçük görmeyi sürdürmekte, acıyanların erken öldüğü görüşünden hareketle oğluna kimseye acımamasını öğütlemektedir. Avrupa Birliği’nin hava kirliliğini öne sürerek geçim kaynağı madeni kapatmasıyla işsizliğin iyice bel büktüğü yörede, bölgenin mütevazı ekmek fabrikasını yöneten Matthias’ın eski göz ağrısı Csilla, yerel halk asgari ücrete talim etmeye burun kıvırdığı için Sri Lankalı üç işçiyi istihdam edince, köyün karlı dingin görünümünün gizlediği öfke fırtınası, hayatta kalma dürtüsünün kendinden olmayanı günah keçisi ya da düşman belleten nefret ateşi küçük yerleşim bölgesinde ırkçı bir cadı kazanı kaynatmaya başlayacaktır.

İlk yarısında kaba saba Matthias’ın erkeklik gösterileri üzerinden gerilimi kuran film, yabancı işçilerin topluluk hayatına dahil olmasıyla birlikte kolektif bir ırkçılık manifestosuna dönüşüyor. Buz hokeyi izleyen, kilisede birlikte müzik yapan, Noel coşkusunu yaşayan bireyler bir cemaat kalabalığına dönüştüğünde birtakım trajik gelişmelerin fitili ateşleniyor. Oysa bu kadim Transilvanya toprakları farklı dil, din, etnisite ve kültürel tarihleriyle asırlar boyu farklı insan topluluklarına yuva olmamış mıdır. Aynı dinden bile olsalar, uzak diyarlardan ekmek parası için göç etmiş farklı renkte ve kültürden yabancılar, ekonomik darboğaz içinde bunalmış, yaşam kaygıları taşıyan Transilvanya halkının hayal kırıklıklarının kolay hedefi olmaktan kurtulamayacaktır.

Mungiu ‘kedimizi hayvanlardan üstün görüyoruz ama ilkel dürtülerin hakim olduğu milyonlarca yıl düşünüldüğünde beynimizin ancak son 5000 yılda kültür ve eğitim ile şekillenen bölümünün çok düşük bir yüzdeyi oluşturduğunu’ savından hareketle, ‘kritik durumlarda insanoğlunun dipte kalmış duygularının kolaylıkla su yüzüne çıkabileceğini’ ifade ediyor. Filmin ikinci bölümünde tam 17 dakika süren kesintisiz tek planda çektiği ‘toplantı’ sekansında köy ahalisinin farklı kültürlerden bireyleri dertlerini, itirazlarını, nefret dolu ırkçı söylemlerini eş zamanlı olarak farklı dillerde dile getiriyor. 22 tekrar çekimle kotarılan bu olağanüstü polifonik bölüm Romanya sınırlarını aşarak günümüz Avrupası’nın ve hatta çağdaş Dünya’nın mikrokozmosuna dönüşüyor.

Romence ‘Rezonanta Magnetica Nucleara’nın kısaltılmışı olan R.M.N. bizdeki karşılığı MR olarak bilinin ‘Manyetik Rezonans Görüntüleme’ anlamına geliyor. Matthias’ın hasta babasının beyin taramasından yola çıkan Mungiu, özelde Transilvanyalıların genelde insan denen yırtıcı hayvanın MR’ını çekiyor. Karanlık, bilinmez ürkütücü orman metaforu ve ‘Vahşi Hayvanlardan Uzak Durun’ uyarısıyla yola çıkan yönetmen finaldeki ayı metaforu ile Matthias özelinde insanoğluna önemli sorular soruyor. Araftaki genç adam bir tercih noktasındadır: Karanlık hayvan genlerine mi yönelecek, ya da onu aşkın, renklerin ve müziğin ışıklı yolunda bekleyen idealist Csilla ile birlikte mi yürüyecektir. Sorunun yanıtını Mungiu da bilmiyor.

(23 Aralık 2022)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com