Wachowski Kardeşler ve Tom Tykwer’ın ortaklaşa yönettikleri ‘Bulut Atlası (Cloud Atlas)’ projesi ilk anda sinemanın ilk büyük yaratıcılarından D. W. Griffith’in 1916 tarihli çılgın girişimini, ünlü sessiz filmi ‘Hoşgörüsüzlük (Intolerance)’ı anımsatıyor.
Griffith, ‘Bir Ulusun Doğuşu (The Birth of a Nation)’ filminin büyük başarısının ardından varını yoğunu ortaya koyarak çektiği üç saati aşkın dev epikte, yaklaşık 2500 yıllık bir zaman dilimi içerisinde dinsel hoşgörüsüzlük, iktidar kavgaları, emek ve sermaye paylaşımının adaletsizliğinden yola çıkarak insanoğlunu yargılar ve onu barışa davet eder. Griffith filmini dört ayrı öykü üzerine kurmuş, Babil kralı Baltasar’ın Perslilere yenik düştüğü savaşı, Hz. İsa’nın Kudüs’te çarmıha gerilişini, 1572 Fransası’nda Aziz Bartolomeus katliamını ve 20. yüzyıl başlarında Amerikan toplumunda kapitalistlerle işçilerin mücadelesini birbirine paralel olarak anlatmıştı. Ancak bu deneme o dönemin seyircisine birkaç boy büyük gelmiş, film gişede büyük başarısızlığa uğrayarak Griffith’in iflâsına yol açmıştı.
İngiliz Yazar David Mitchell’ın ülkemizde de yayımlanan dev hacimli romanından uyarlanan ‘Bulut Atlası’ yaklaşık yüzyıl sonra benzer bir yol izliyor. Bu defa zaman dilimi 500 yıla kadar inmiş ancak öykü sayısı altı’ya yükselmiş. İlk öykü 19. yüzyıl ortalarında Pasifik adalarından Amerika’ya ganimet taşıyan bir ticaret gemisinde sömürgeci efendiyle siyah kölenin ilişkisi üzerine. 1936 Cambridge öyküsünde biri yaşlı diğeri genç iki bestecinin ‘Amadeus’vari iktidar savaşımını izliyoruz. Bir kadın gazetecinin nükleer enerji reaktörü yolsuzluğunu ortaya çıkarmak için tehlikeli bir maceraya atıldığı ve şiddetle Pollack / Pakula siyasi gerilim filmlerini anımsatan üçüncü öykü 1970’ler San Fransisco’sunda geçiyor. Dördüncü ve filmin komik katmanında, erkek kardeşinin oyunuyla huzur evine düşmüş yayıncının günümüz İskoçya’sında geçen Ken Loach usulü ‘Guguk Kuşu’ serüveni yer almakta. 21. yüzyıl ilerlerken sular altında kalmış eski Seul’un yerine inşa edilen yeni şehirde sendikalı devrimci ile köle klonun şiirsel aşkını anlatan ve şahsi favorim olan beşinci hikâyede ‘Blade Runner’ tadı alırken, son öyküde nükleer kıyamet sonrası ilkel bir dünyaya savruluyoruz.
Matrix serisinin yaratıcıları Andy ve Larry Wachovski, pek ilgi görmeyen ‘Speed Racer’dan dört yıl sonraki bu dönüş filmlerinde 19. yüzyıl, 70’li yıllar ve gelecekte geçen bölümleri yönetmişler. Aradan geçen dört yılda Larry’nin bir cinsiyet değiştirme operasyonuyla Lana’ya dönüştüğünü de bu arada hatırlatalım. İngiltere’de geçen iki bölüm ise filmin müziklerinde de imzası bulunan usta Alman yönetmen Tom Tykwer’ın ellerine teslim edilmiş.
‘Bulut Atlası’, Wachowski’lerin basına kapalı gizemli özel yaşantıları veya farklı türdeki cüretkâr filmleriyle seyircisini şaşırtan Tykwer’ın dünyaları denli sürprizler içeriyor, farklı zaman dilimlerinde geçen ve paralel olarak anlatılan altı ayrı öyküde aynı oyuncuları, farklı bedenlerde aynı doğum izlerini kullanıyor. Bu da anlatının, reenkarnasyon ya da yeniden doğuş felsefesinden yola çıkarak zamanın akışı içinde hayatlarımızın birbirine bağımlı olduğu, ölümün uzun süreli olmadığı, yeni bir bedende yaşamımızın seçimlerimiz (iyilik ya da kötülük) doğrultusunda yön bulacağı şeklinde özetlenebilecek meselesine uygun bir seçim. Buna uygun olarak, oyuncuların kimi zaman yaşları, kimi zaman fiziksel özellikleri, kimi zaman daha da ileri giderek cinsiyetleri değişmekte. Bu değişimlerdeki makyaj çalışması genellikle başarılı. Bu konuda filmin önemli handikapı, altı ana karaktere bürünmüş Tom Hanks veya Halle Barry gibi yüzü fazla eskimiş star oyuncuların kullanılmasının getirdiği inandırıcılık sorunu olmuş. Buna karşılık, Jim Sturgess, Ben Whishaw gibi yeni veya Jim Broadbent gibi kalıptan kalıba girebilen tiyatro kökenli deneyimli oyuncuların yer aldığı bölümler çok daha etkileyici.
Griffith’in filminde olduğu gibi, ebedi ezen-ezilen mücadelesi çerçevesinde insanoğlunun temel günahlarını, doymak bilmez iktidar hırsını tartışmaya açan ‘Bulut Atlası’ yaklaşık üç saat süren yoğun bir meditasyon. Çizdiği gelecek tablosu ise oldukça karamsar. En büyük kozu ise çarpıcı görselliği. Burada filmin iki saygın görüntü yönetmeninin (‘Cesur Yürek’ten Oscar’lı Jon Toll, Tykwer filmleri ‘Koş Lola Koş’ ve ‘Koku: Bir Katilin Hikâyesi’nden Frank Griebe); özellikle de drama’dan gerilime, bilim kurgu’dan komediye atlayan bu çılgın serüveni kurgulayan Alman usta Alexander Berner’in adını anmadan geçmemek gerekir.
100 milyon doları aşan bütçesiyle bugüne kadar çekilmiş en pahalı bağımsız yapım olan ‘Bulut Atlası’ Toronto Film Festivali’ndeki ilk halk gösteriminde ayakta alkışlanmıştı. Bu haftasonu ülkemizle birlikte dünya vizyonuna başlıyor, seyircinin ilgi göstermesi ve hoşgörülü olmasını dileyerek yazıyı noktalayalım.
(25 Ekim 2012)
Farhan Baran