Imaginary – Hayali

Jeff Wadlow’un yönettiği ve Pyper Braun, DeWanda Wise, Tom Payne ile Betty Buckley’in oynadığı Imaginary – Hayali (Imaginary), 08 Mart 2024’de A90 Pictures dağıtımıyla BG Film tarafından vizyona çıkarıldı.
Jessica, yeni kocası Max ve iki kızıyla birlikte eski ebeveynlerinin büyük şehrin banliyösindeki evlerinde, rahat bir yaşam sürmeyi ummaktadır. Eve gittiklerinde küçük Alice, bodrumda Jessica’nın eski peluş oyuncak ayısı Chauncey’yi bulur. Oyuncak ayıya bir bağlılık geliştiren Alice, çok geçmeden tuhaf davranmaya, hatta çok tehlikeli şeyler yapmaya başlar. Jessica, Chauncey’nin peluş oyuncak ayıdan çok daha fazlası olduğunu fark eder.

  • Basın Bülteni: 1 / 2
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman: 1 / 2 / 3 / 4
  • IMDb

Imaginary – Hayali yazısına devam et

43. İstanbul Film Festivali Ulusal Kısa Film Yarışması Jürisi Belirlendi

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından 17 – 28 Nisan 2024 tarihleri arasında yapılacak 43. İstanbul Film Festivali’nde Ulusal Kısa Film Yarışması’na katılacak filmleri değerlendirecek jüri üyeleri belirlendi. Yarışma jürisinde yönetmen Kasım Ördek; yönetmen ve görsel sanatçı Zeynep Demirhan; oyuncu, yazar ve yönetmen Barış Gönenen yer alacak. İstanbul Film Festivali tarafından düzenlenen Ulusal Kısa Film Yarışması, kısa film yapımını teşvik etmeyi, bu alandaki gelişimi destekleyerek nitelikli kısa filmleri sinemaseverlerle buluşturmayı amaç ediniyor.

Reha Erdem Filmi Neandria İçin Özel Gösterimler Başlıyor

Reha Erdem’in son filmi Neandria, İstanbul, Ankara ve İzmir’de gerçekleşecek özel gösterimlerle Türkiye’de ilk kez seyircisiyle buluşuyor. Türkiye’nin ilk ekolojik sürdürülebilir yapımlarından olan Neandria, 31 Ocak 2024 Çarşamba akşamı Beyoğlu Atlas 1948 Sineması’nda ekip katılımıyla gösterilirken, İstanbul’daki bir diğer gösterimini 04 Şubat 2024 Pazar akşamı Kadıköy Sineması’nda yapacak.

Yorgos Lanthimos’un Ödüllü Son Filmi Zavallılar, 11 Dalda Oscar’a Aday Gösterildi

Son filminden tam 5 sene sonra sinemalara geri dönen Yorgos Lanthimos’un yeni filmi Zavallılar, ödül sezonunda kendinden konuşturmaya devam ediyor. Critics Choice ve Altın Küre gibi ödül törenlerinden ödülle ayrılan ve 09 Şubat’ta vizyona girecek olan film, 10 Mart’ta yapılacak Oscar Ödül Töreni’nde 11 dalda ödüle aday gösterildi. Dünya prömiyerini 80. Venedik Film Festivali’nde yapan ve Altın Aslan Ödülü’yle ayrılan film, En İyi Film, Yönetmen, Kadın Oyuncu, Yardımcı Erkek Oyuncu, Kostüm Tasarımı, Uyarlama Senaryo, Sinematografi, Kurgu, Prodüksiyon Tasarımı, Makyaj ve Saç Tasarımı ile Özgün Müzik dallarında rakipleriyle yarışacak.

Çılgın Hırsız 4

Chris Renaud’un yönettiği ve Steve Carell, Kristen Wiig, Will Ferrell ile Pierre Coffin’in seslendirdiği animasyon film Çılgın Hırsız 4 (Despicable Me 4), 05 Temmuz 2024’de UIP Filmcilik dağıtımıyla UIP Filmcilik tarafından vizyona çıkarılıyor.
2022 yazında gişe rekorları kıran, Minyonlar 2: Gru’nun Yükselişi fenomeninin ardından tarihin en büyük global animasyon serisi şimdi Gru ve Lucy ile kızları Margo, Edith ve Agnes’den oluşan Gru ailesinin yeni üyesi, babasına eziyet etmeye kararlı Gru Jr.’ı kucaklarına almasıyla yeni bir bölüme başlıyor. Gru, yeni düşman Maxime Le Mal ve onun çekici ama tehlikeli kız arkadaşı Valentina ile karşı karşıya gelir ve ailece kaçmak zorunda kalırlar.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Fragman: 1 / 2
  • IMDb

Çılgın Hırsız 4 yazısına devam et

TRT Ortak Yapımı Afacanlar Kampta Filmi Vizyonda, Afacanlar’in Sürpriz İsmi: Burak Kut

TRT ortak yapımı Afacanlar Kampta filminde, ünlü şarkıcı Burak Kut konuk oyuncu olarak yer aldı. Çekimleri Şile ormanlarında gerçekleşen film setinde bol bol hatıra fotoğrafı çektiren Kut, filmde 7’den 70’e herkesin çok sevdiği Benimle Oynama adlı şarkısını seslendirdi. Afacanlar serisinin ikinci filmi Afacanlar Kampta, 19 Ocak’ta sinemaseverlerle buluştu. Enes Ateş’in yönetmenliğini yaptığı filmde, afacanların soluk kesen macerası devam ediyor.

TRT Ortak Yapımı Afacanlar Kampta Filmi Vizyonda, Afacanlar’in Sürpriz İsmi: Burak Kut yazısına devam et

Aşk Mevsimi’nden Duygulandıran Klip, Oyuncular Sahnenin Etkisinden Çıkamadı

Yönetmenliğini Murat Şeker’in üstlendiği Aşk Mevsimi, 02 Şubat’ta sinema salonlarındaki yerini alacak. Bozcaada’dan İstanbul’a uzanan bir aşk hikâyesi konu alan Aşk Mevsimi’nden duygulandıran bir klip yayınlandı. Çekimler sırasında oyuncuları derinden etkileyen bir sahnenin yer aldığı klip Özer Bal’ın Seviyorsam şiiri ile buluştu. Dilan Çiçek Deniz’in sahne sonrasında gözyaşlarına hakim olamadığı güçlü sahne, Cem Yiğit Üzümoğlu’nun sesiyle birleşti.

  • Basın Bülteni
  • Klibi izlemek için tıklayınız.
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.

Korkut Akın Yazıyor: Sonsuz Mavi Bir Yolda: Kaptan Benim

İlk insanı anlatırken, Afrika’dan dört bir yana dağılmış denir. Bilimsel araştırmalar da öyle söylüyor. Milyonlarca yılda insan gerçekten insan olmuş, ama o dağılması (artık göç diyoruz) değişmemiş. İnsanlar, teknolojinin de, tarımın da, kentsel yaşamın da değişmesine karşın hâlâ bir yerden bir yere göçüyor. Göçün, göçmenliğin nedenleri çok; başta ekonomik kuşkusuz, ardından siyasi göçmenlik geliyor. Savaştan kaçtıkları için, iş … Devamı… »

Maymun Adam

Dev Patel’in yönettiği ve Dev Patel, Sharlto Copley, Sobhita Dhulipala ile Pitobash’ın oynadığı Maymun Adam (Monkey Man), 05 Nisan 2024′de UIP Filmcilik dağıtımıyla UIP Filmcilik tarafından vizyona çıkarıldı.
Kid, bir yeraltı dövüş kulübünde, goril maskesi takarak, para karşılığında daha popüler dövüşçüler tarafından kanlı bir şekilde dövülen, kıt bir yaşam süren isimsiz bir gençtir. Kid, yıllar süren bastırılmış öfkenin ardından, şehrin kötü niyetli seçkinlerinin yaşadığı bölgeye sızmanın yolunu keşfeder. Çocukluk travması alevlendikçe, gizemli bir şekilde yaralı elleriyle, ondan her şeyi alan adamlarla hesaplaşmak için bir intikam sürecini başlatır.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Facebook
  • Fragman: 1 / 2
  • IMDb

Maymun Adam yazısına devam et

Usul Esastan Önce Gelir (mi?): Öğretmenler Odası

İşte, okulda, sokakta, yaşadığımız her yerde bir aradayız; kim neci, ne yapar, neyi niye yapar bilemediğimiz gibi gizli saklı yapıldığında da saptayamayabiliriz. Hırsız da, yalancı da, kötü niyetli olan da var muhakkak. Temkinli oluyoruz o nedenle, kapımızı kilitliyoruz, pek tanımadığımızla sıkı fıkı olmamaya çalışıyoruz. Ama ya o(nlar) aynı işyerinde birlikte çalıştığımız insanlarsa… İki seçenek çıkıyor önümüze: ya sessiz kalacağız ya da itiraz edeceğiz.

İlker Çatak’ın, Almanya’nın Oscar adayı da gösterilen filmi “Öğretmenler Odası” tam da bu ikilemi anlatıyor. Tabii, benim yukarıda yazdığım kadar basit değil çözümü bulmak. Mahalle baskısı belirleyici. İnsanların sosyal, dini ve etnik (özellikle artan göçmenlikle birlikte ırkçılığa varan) durumları karar vermede en önemli etkenlerden. Bir de yönetimin (bunu sadece bir okul, bir işyeri, bir fabrika olarak alabileceğimiz gibi ülke olarak da düşünebiliriz) “aman tatsızlık çıkmasın” düşüncesiyle, muhafazakâr tutumu da eklenince çözüm giderek daha da zorlaşıyor. Hemen baştan söyleyeyim: Kürt sorununun çözümlenememesi de aynı nedene bağlanıyor. Egemen erk işine geldiği kimi zaman barışçıl kimi zaman savaşçıl oluyor.

Matematik ve beden eğitimi öğretmeni Carla, (ayrımcılığı ortadan kaldıracak “günaydın” uygulaması ile 0,9 ile 1 arasında bir sayı var mı sorusu da gösteriyor ki, sorgulayıcı bir eğitim taraftarıdır) okula yeni gelmiştir. Sınıfı, Türk, Kürt, Arap, Polonyalı, Hristiyan, Müslüman öğrencilerden oluşuyor. Çocuklar arasında -aslına bakarsanız- çok kolay çözümlenebilecek bir hırsızlık, etnik kimliği nedeniyle bir çocuğun üzerine atılıyor. O çocuğun yapmadığı belirlense de, okul yöneticileri ve onu suçlayan öğretmenler (hatta veliler bile) özür dilemekten kaçınıyor; kaldı ki okulun “sıfır tolerans” kararı var.

İhkak-ı hak

Bizim ülkemizde sürekli yapılmak istenen (genellikle de yapılan) kendi işini kendin gör mantığıyla hüküm vermek ve ceza kesmek, hukukta kabûl gören bir şey değil. Hukukçu olmadığım için nerede ve nereye kadar doğrudur, nereden sonra “suç” oluşturur, bilemiyorum. “Sallandıracaksın Taksim’de, bak bakalım bir daha yapıyorlar mı” diyenler, bin yıllardır aynı suçların işlendiğini nedense göz ardı ediyor. Şimdi bizde idam yok, ama varken, onlarca insan asılırken de cinayetler işleniyordu, soygunlar yapılıyordu… Demek ki, başka bir şey yapmak, düşünmek gerek.

Carla, okul yönetiminin ve öğretmenlerin bu duruma göz yummasının hata olduğunu kanıtlamak için gizli kamerayla çekim yapar ve bir kişinin hırsızlık yaptığını belirler. Ancak o, bir Almandır ve okul yönetimi gibi veliler de o “hırsız”dan yanadır. Düğüm orada daha da sıkılaşıyor… gizli kamerayla çekim yapmasının yanlış olduğu belirtilerek (her ne kadar hırsız kadın okuldan uzaklaştırılmışsa da) Carla’ya karşı da tavır alınır. Karla’nın da bir göçmen olduğunu belirtmem gerekiyor mu, neden suçlandığını anlatmak için…

Her şeye rağmen Carla, iyiden, idealist diyebileceğimiz kadar doğrudan, ama özellikle de çocuklardan yana davranmayı sürdürür. Yönetime ve arkadaşlarına anlatmaya çalışır. Kopya çeken, arkadaşını döven, hatta kendisinin bilgisayarını kanıt yok etmek adına kaçırıp atan çocuğa karşı aynı davranır.

Bir yere kadar…

Burada aklımıza gelen bir soru var… Sineklerin Tanrısı romanını (en azından filmini) biliyorsunuzdur. Yazarının Nobel aldığı bu romanda, çocukların içlerindeki iktidar hırsıyla akla gelmeyecek kadar kötü olabileceği anlatılıyordu. Sonradan kurgu olduğu belirtilen bu romanda yaşananların gerçeği yansıtmadığı Rutger Bregman’ın, “Çoğu İnsan İyidir” kitabında anlatılıyor.

Bir okul, bir derslikteki öğrenciler, öğretmenler üzerinden anlatılsa da, “Öğretmenler Odası” üzerinde yaşadığımız dünyanın, ülke iktidarlarının, yönetim sistemlerinin eleştirisi olarak gösteriyor kendisini.

Evet, usul esastan önce gelir. Evet, yalanla dolanla, gizli kamerayla, işkenceyle elde ettiğiniz kanıt/itiraf üst mahkeme tarafından geçersiz sayılır ve davanın yeniden görülmesi istenir. Suçlamanın haklı ve geçerli bir temele oturması istenir. Sanık (veya hükümlü) belki de o fiili işlemiş olabilir, ancak iddia makamının daha farklı deliller sunması istenir. “Öğretmenler Odası”nda da, benzer bir durum söz konusu… Konu yüzeysel gibi gözükse de alabildiğine derin ve gerçekten çok, hatta çoktan da çok önemli.

Böylesi bir durumda (bizim ülkemizdeki siyasiler edinilmiş bilgileriyle kendilerince karar varırlar ve halk da bunu kabul edebilir, ama gerçeklik hiç de böyle sürmüyor) ne yapılması gerektiğini tartış(tır)an “Öğretmenler Odası”nın izlenmesi ve çerçevesinin genişletilerek tartışılması (yerel seçimler öncesi, oy kullanmadan) gerekli, bence.

Filme gelince… Yine Aytekin Çakmakçı’yı anmadan geçemeyeceğim. Ünlü ve gerçekten de başarılı görüntü yönetmeni Aytekin, “Bir filmde görüntüyü, kamera hareketini, oyuncunun oyununu görmüyorsanız (unutuyorsanız), film sizi taşıyorsa, o filmin kameramanı doğru iş yapmıştır.” diyordu. Erken kaybettik, doğanın kucağında yine kamera elinde görüntü peşinde koşuyordur muhakkak.

02 Şubat’tan başlayarak gösterimde…

(29 Ocak 2024)

Korkut Akın

korkutakin@gmail.com

Usta Oyuncular Genç Yeteneklerle Biraraya Geldi Haydi Tut Elimi Filminin Galası Yapıldı

BKM’nin, üç jenarasyonu buluşturan, izleyen herkese umut, sevgi ve dostluğu aşılayacak yeni yapımı Haydi Tut Elimi filminin galası 21 Ocak Pazar günü Levent Paribu Kanyon Cineverse Sineması’nda gerçekleştirildi. Macera dolu bu yolculukta; aile bağları ve arkadaşlık ilişkilerine ayna tutacak Haydi Tut Elimi filmi çocuklara ve ailelere yarı yıl hediyesi olarak 26 Ocak’ta vizyona girecek. Her yaştan izleyicinin katıldığı galada film tam not aldı.

Usta Oyuncular Genç Yeteneklerle Biraraya Geldi Haydi Tut Elimi Filminin Galası Yapıldı yazısına devam et

Pigment

Metin Kuru’nun yönettiği ve Muzaffer Uzunyılmaz, Hilmi Özçelik, Aslı Ayşenur Saygılar ile Tuğba Duygu’nun oynadığı Pigment, 16 Şubat 2024’de Lion Distribution dağıtımıyla Tapmaz Film Company – Bircan Film tarafından vizyona çıkarıldı.
Güzel sanatlar mezunu Ragıp 25 yıl sonra Türkiye’ye dönüp, asıl mesleği olan ressamlığı icra etmek adına atölye açıp piyasaya girmeyi amaçlar. Bir yandan resim dersi vermeye başlar. İnsan ticareti yaptığı dönemde tüm insani duygularını kaybettiği için bunu sanat ile tekrar yakalamak ister. Diğer yandan kaçmaya çalıştığı şizofreni hastalığın boyutu artar ve günlük yaşamını çekilmez hale getirir.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Fragman
  • IMDb

Pigment yazısına devam et

Onca Dehşet ve Ölüm Varken

*Dikkat: sondan ikinci paragraf filmin finaline ilişkin ‘spoiler’ içermektedir*

Mülteciler meselesini Avrupa’nın Yahudi Soykırımı’ndan beri yüz yüze geldiği en büyük trajedi olarak tanımlıyor Gianfranco Rosi. Belgesel Sinema’ya getirmiş olduğu taze kan ile bilinen İtalyan sinemacı, bizde de kısa bir süre gösterimde kalmış Altın Ayı ödüllü filmi ‘Denizdeki Ateş / Fuocoammare’de bizzat kullandığı kamerasını günümüzün bu belki de en önemli toplumsal sorununa çevirmiş, belgesel ile kurgunun arasındaki çizginin muğlaklaştığı benzersiz yapıtında acı çığlığının geniş kitlelere ulaşmasına çabalamıştı. Sicilya’nın güneyinde bulunan Afrika’ya en yakın İtalyan adası Lampedusa’da 18 ay geçiren sinemacı, bu süre zarfında sayısız trajik olayla karşılaşmış, tıka basa insanlarla doldurulmuş iptidai teknelerle adaya ulaşabilen mültecilerin mazota bulanmış perişan hallerine, teknenin alt bölümünde yolculuk eden onlarcasının havasızlık ve susuzluktan telef oluşuna, denizde ölümden kurtulanların adadaki karantina döneminde yaşadıkları sefalete tanıklık etmiş. Yakınlık kurduğu Nijeryalı mülteciden bombaların yakıp kavurduğu ülkesinden Sahra çölüne kaçışlarını, yüzlercesinin Libya hapishanelerindeki mutlak ölümdense denize açılmayı yeğlediğini dinlemiş. Sığınmacının ağıdını Avrupa’ya ithaf ederken şiirsel yakarışıyla dünya kamuoyunun ve Avrupa’nın suskunluğuna son vermesini hedeflemiş.

Keza festivallerde ve de ‘Başka Sinema’nın özel gösterimlerinde sınırlı sayıda izleyiciye ulaşan ‘Tenere’ yine böyle bir çabanın ürünüdür. Gazeteci ve fotoğrafçı Hasan Söylemez’in görüntü yönetmenliğini ve kurgusunu da üstlendiği müthiş belgeseli adını Büyük Sahra’nın göbeğinde çöl yolcularının yararlandığı su kuyusuna sahip bölgesinden alır. 2010 yılında cüzdanındaki tüm banka kartlarını kırıp, son parasını çocuklara dağıtarak Türkiye’nin sınır bölgelerine bisikletiyle yolculuk etmek üzere yola çıkan kendi imkanlarıyla çektiği belgeselinde, Agadez şehrinden yoksul Nijerlilerin ailelerini geçindirmek için Sahra çölünü geçerek Libya ve çevresine yolculuklarını anlatır. Nuh’un gemisini andıran bir kamyon üzerinde 5 gün 5 gece süren bir ölüm yolculuğudur bu. Sahra’nın merhameti yoktur, yakaladığını yutar. Şanslı olan varmak istediği yere varır.

Bu hafta bizde de gösterime giren çağdaş İtalyan sinemasının öne çıkan isimlerinden Matteo Garrone imzasını taşıyan ‘Kaptan Benim / Io Capitano’ bu yürek yakıcı meseleyi gündemde tutmayı hedefleyen son çalışma. Romalı yönetmenin olayların geçtiği mekânlarda amatör oyuncularla çektiği Venedik’ten 4 ödüllü son filmi, Rosi ve Söylemez’in belgesellerinden farklı olarak kurmaca bir çalışma. Senegalli Seydou kuzeni Moussa ile birlikte Avrupa’ya kapağı atma hayalleri kuruyor. Aileleri mütevazı bir dükkan işleten yeni yetmeler geçimden ziyade daha özgür bir geleceğe yelken açmanın, Seydou cep telefonunda imrenerek takip ettiği pop müzik ünlülerinden biri olarak hayran ordusunu peşinden koşturmanın derdindedir. İki genç, Seydou’nun annesinin ve onları başlarına gelebilecekler hususunda sertçe uyaran esnaf abilerinin sözünü dinlemeyip, inşaatlarda çalışarak biriktirdikleri para ile yola koyulur. Anzaklı gençlerin serüven uğruna Çanakkale’ye gelmeleri misali bu yolculuğun hiç de kolay olmadığını idrak etmeleri uzun sürmez gerçi. Hasan Söylemez’in ‘Tenere’de tanıklık ettiği ölümcül Sahra yolculuğunun son etabında sadece güçlüler ve şanslılar hayatta kalmayı başarır. Sonrasında da Libya mafyasının işkence odalarından sağ çıkabilenler.

Güney İtalya’da mafya ve şiddet sarmalını ele alan 2008 yapımı ‘Gomorra’ ile ilk çıkışını yapmış olan Garrone bizde gösterime girmeyen ‘Masalların Masalı / Il Racconto dei Racconti’de mitolojik hükümranların karanlık öykülerini perdeye taşır. Tahakküm ve şiddetin izlerini küçük bir kıyı kasabasına taşıyan Cannes’dan ödüllü bir önceki çalışması ‘Dogman’ 1980 başlarında İtalya’yı sallamış gerçek bir cinai vakadan yola çıkmasına karşın gerçeküstücü sularda gezinen bir peri masalı gibidir.

Dakar evinin sıcak ilişkileri, Afrika davullarının ateşli ritmine eşlik eden rengarenk dansların atmosferi ile açtığı son filmi zorlu yolculuğun acımasız gerçekliği ile sertleşiyor. Çöl sahnelerine serpiştirdiği rüya sekansları onun masalsı damarından izler taşısa da özellikle Libya bölümlerinde hem öykünün gidişatına, hem de yönetmenin sinemasına özgü şiddet sarmalına sürükleniyoruz. Garrone iki ana karakterine ve bir noktadan sonra tamamen Seydou’ya kitleniyor. Genç çocuk akla gelebilecek türlü eziyetleri göğüslerken film boyunca konu mankeni misali çevresinde yer alan sığınmacıların -masal bu ya- kurtarıcısı haline geliyor. Yüzme bile bilmeyen Seydou’nun mavi engin yolculukta kaptanlığı üstlenmesi ve tekneye balık istifi doldurulmuş garibanları zayiatsız karaya ulaştırması izleyicide bir rahatlama duygusu yaratıyor kuşkusuz. Ancak yaşanan onca trajedi anımsandığında böylesine mutlu bir final ister istemez ‘sığınmacı sorunu’ istismarını getiriyor akla. Sicilya kıyılarına ulaşabilenleri eski kıtada nelerin beklediği ürpertiyor bizleri ama Garrone daha sonrasıyla –şimdilik diyelim- ilgilenmiyor.

Hollywood süper kahraman öykülerinin bir nevi izini süren filme Amerikalılar bayıldı. 10 Mart gecesi 5 adaydan biri olduğu ‘en iyi uluslararası film’ dalında Oscar ödülüne ulaşmasını pek muhtemel görüyorum. O gece Garrone’nin hayli dokunaklı teşekkür konuşmasına şık kostümü ile hemen yanı başında yer alacak baş oyuncusu Seydou Sarr eşlik edecektir mutlaka. Ancak hakkını yemeyelim, Seydou’nun umudunu ve çaresizliğini başarı ile aktaran Sarr birinci sınıf bir performans veriyor. Venedik’teki ödül töreninde mikrofonu hikâyenin esin kaynağı aktivist Kouassi Pli Adama Mamadou’ya veren Garrone’nin yönetmenlik başarısı ile Paolo Carnera’nın kusursuz görüntü çalışmasını da es geçmeyelim. Oscar gecesi muhtemel alkışların meselenin gündemde kalması hususuna katkıda bulunmasını, Avrupa’nın duyarsız sessizliğini delmesini umut ediyorum.

(28 Ocak 2024)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com

Korkut Akın Yazıyor: Herkes Destek, Babası Dışında…: Cem Karaca’nın Gözyaşları

Biyografi filmleri moda mı oldu ne, Hollywood’da da, Avrupa’da da, bizde de birbiri ardına biyografi filmleri çekiliyor. Biyografileri önemsiyorum, kitapta da, filmde de yaşanmışlıkların kazandırdığı bilgi birikimi ve deneyimleri taşıdığı için… Boşuna ‘geçmişimiz geleceğimizin göstergesidir’ denmiyor. Sizce de öyle mi bilmiyorum. Doğaldır ki, toplumun önünde giden insanların biyografileri yazılır ve çekilir. Sıradan insanların yaşamını kim ne yapsın, değil … Devamı… »