23. İzmir Kısa Film Festivali’nde Finalist Filmler Belli Oldu

23 yıldır aralıksız olarak devam eden ve İzmir’in en uzun soluklu sinema festivali organizasyonu olan İzmir Kısa Film Festivali’nde finalist filmler belli oldu ve açıklandı. 5 kategoride 37 kısa filmin yarışmaya değer bulunduğu festival Türkiye’nin tek Oscar Qualification sertifikasına sahip festivali. Her yıl bir animasyon ve bir kurmaca kısa filmin Akademi Ödüllerine başvurmasını sağlayan İzmir Kısa Film Festivali bu yıl yeşil film yapımı eğitimleri ile sürdürülebilir film yapımı konusunda da sinema üreticilerini bilgilendirmeyi amaç edindi. Festivalin programına www.linktr.ee/izmirkisafilmfestivali web adresinden ve oluşturulan QR kodlardan ulaşılabiliyor.

23. İzmir Kısa Film Festivali’nde Finalist Filmler Belli Oldu yazısına devam et

20. Filmmor Kadın Filmleri Festivali Geliyor

2002’de Kadınlar Sinema Yapıyor diyerek başlayan, yirmi yıldır yapılan, 65 gezici festivalde 937 filmi seyirciyle buluşturan Uluslararası Gezici Filmmor Kadın Filmleri Festivali’nin yirmincisi 05 Kasım – 18 Aralık arası www.filmmoronline.org’da online olarak gerçekleştirilecek. Kadınların Sineması, Damdaki Sinemacılar, Jin Zendegî Özgürlük, Kadın Cinayetleri Önlenebilir, Yersiz Yurtsuz, Parola: Barış, Feminist Bellek bölümlerinde 39 film gösterilecek.

Mükemmel Aile’den Kahkaha Dolu Okuma Provası

2023 yılının iddialı komedi Filmi Mükemmel Aile filminin okuma provasında oyuncular bir araya geldi kahkahalar havada uçuştu. Yapımı PRT Film Entertainment, yapımcılığını Fatih Ay ve Hande Alparslan’ın üstlendiği ve yönetmen koltuğunda ise Hakan Eser’in oturduğu komedi filmin kadrosunda, Güven Kıraç, Didem Balçın, Şahin Irmak, Açelya Topaloğlu, Nejat Uygur, Bülent Polat, Gizem Katmer gibi sinemamızın ve sevilen isimleri yer alıyor.

33. Ankara Film Festivali Biletleri Yarın Satışa Çıkıyor

Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı tarafından 03 – 11 Kasım 2022 tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan 33. Ankara Film Festivali biletleri www.biletinial.com üzerinden ve Kızılay Büyülüfener Sineması gişelerinden yarın (25 Ekim Salı) satışa sunulacak. 11:30 seansının 25 TL, Kısa ve Belgesel Film gösterimleri, öğrenci ve 60 yaş üstü için 35 TL, tam biletlerin 45 TL olarak satışa sunulacağı festivalde Kızılay Büyülüfener Sineması’nda toplam 76 film gösterilecek. 33. Ankara Film Festivali, Ulusal Yarışma ve Dünya Sineması’nda yer alan filmlerin yanı sıra Özel Gösterimler bölümünde dikkat çeken yapımları izleyicilerle buluşturacak.

Kar ve Ayı Filminin Ekibi 10. Boğaziçi Film Festivali’ndeydi

10. Boğaziçi Film Festivali, Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nda yer alan Kar ve Ayı filminin ekibini ağırladı. Filmin gösterimi 23 Ekim Pazar günü Atlas 1948 Sineması’nda gerçekleşti. Gösterimin ardından düzenlenen söyleşiye filmin yönetmeni Selcen Ergun, yapımcısı Nefes Polat, oyunculardan Merve Dizdar, Muttalip Müjdeci, Asiye Dinçsoy, Ümmü Putgül, Onur Gürçay, Atakan Yılmaz, İbrahim Sağlam, Mehmet Işık, Erdem Çubuk ve film ekibinin üyeleri katıldı.

Kar ve Ayı Filminin Ekibi 10. Boğaziçi Film Festivali’ndeydi yazısına devam et

10. Engelsiz Filmler Festivali’nde Ödüller Sahiplerini Buldu

Puruli Kültür Sanat tarafından gerçekleştirilen10. Engelsiz Filmler Festivali, Eskişehir’in ardından 17 – 23 Ekim 2022 tarihleri arasında fiziksel gösterimleriyle Ankara’da Kızılay Büyülüfener Sineması’nda ve çevrim içi olarak eff2022.muvi.com üzerinden tüm Türkiye’deki sinemasever seyircileriyle buluştuğu gösterimlerine devam ediyor. Festival programında yer alan Ulusal Uzun Film Yarışması ve Kısa Film Yarışması kategorilerinde ödül kazanan filmler ve sanatçılar 22 Ekim 2022 Cumartesi akşamı Mithat Alam Film Merkezi yöneticilerinden ve yapımcı Zeynep Ünal’ın sunumuyla festivalin YouTube kanalı üzerinden yayınlanan ödül töreninde açıklandı.

10. Engelsiz Filmler Festivali’nde Ödüller Sahiplerini Buldu yazısına devam et

Alternatif Aile Arayışları

Japon usta Hirokazu Kore-eda’nın bizde ‘Bebek Servisi’ adıyla gösterime giren Cannes Film Festivali’nden ödüllü son filminin özgün adı ‘Beurokeo’ (ya da İngilizce lânse edilmiş haliyle ‘Broker’) dilimizde ‘komisyoncu’ anlamına geliyor. Sözü edilen komisyonculuk işinde satışa sunulan meta ise yeni doğmuş bebekler. Bardaktan boşanırcasına yağan bir yağmur altında dik merdivenleri tırmanan So-young’un tedirgin adımları ile açılıyor film. Genç kadın tepesinde ışıklandırılmış bir haç bulunan ‘Busan Aile Kilise’sine yönelip, koynunda gizlediği bebeğini kilisenin dış duvarına yerleştirilmiş ‘beşik kutusu’na bırakarak ortadan kaybolduğunda biraz ötedeki arabada iki kadın polis olan biteni izlemektedir. Ancak So-young’ı gözetleyenler, kıdemli olanın ağzından ‘terk edeceksen doğurmayacaktın’ sözleri dökülen polisler değildir yalnızca. Kilisede yarı zamanlı olarak çalışan Soo-jin ile yoksul semtte bir kuru temizleme dükkanı işleten görmüş geçirmiş ortağı Sang-hyeon yeni terkedilmiş bebeği yasal yollarla evlât edinemeyen bir aileye pazarlamak için hiç beklemeden harekete geçer. Bebeğinin akıbeti için endişeye düşen genç annenin suç mahalline geri dönmesi ile de, kadın polislerin gizli takibi altında üç kafadarın paralı ve güvenli bir aile arayışı başlar.

90’lı yıllarda İstanbul Film Festivali programında yer almış ‘Maborosi’ ile başlayan uzun metraj kariyerini ilgiyle takip ettiğim auteur sinemacının Altın Palmiye kazandığı 2017 yapımı ‘Arakçılar / Manbiki Kazoku – Shoplifters’dan 5 yıl sonra Cannes’da ana seçkiye dahil olan yeni filmi, Kore-eda’nın son dönemindeki sevilen tarzını yansıtan dokunaklı aile dramlarına bir yenisini ekliyor. İlk kez ülkesi dışına çıkıp ‘Saklı Gerçekler / La Verité’ de Fransız sinemasının divalarından Catherine Deneuve ile Juliette Binoche’u bir anne – kız hesaplaşmasında buluşturan yönetmen, bu kez Cannes’dan en iyi erkek oyuncu ödüllü başrol oyuncusu –‘Parazit’in görkemli baba karakteri- Song Kang-ho’nun öyküsünden yola çıkmış ve bir kez daha gurbette, bu kez Güney Kore’de ülkenin ünlü oyuncuları ile çalışmış.

Özgün hikâyesi Kore-eda’ya ait olan bir önceki ‘Arakçılar’ ekonomik krizle sarsılan günümüz Japonya’sında aynı kandan olmayan yoksul insanların birbirlerine kenetlenerek bir aile kurması üzerineydi. Çağın getirdikleriyle geleneksel aile yapısının büyük ölçüde değişime uğradığını dile getiren sinemacı, sevgi ve özveriyle örülmüş aile bağlarının geçmişte kaldığını ifade ediyordu bir söyleşisinde. Kendi kurguladığı hikâyesinde, devletin sosyal politikalarını eleştirme niyetinde olmadığını, hali hazır durumda aile bireylerinin nasıl kenetlenebileceği üzerinde bir tartışma açmak istediğini ekliyordu.

‘Bebek Servisi’nin özgün hikâyesi yine bu minvalde, toplumun gerisinde kalmışların, terk edilmişlerin, görünmeyenlerin fark edilmesi için yeni bir çaba aslında. Bebek hırsızlarından genç olanı terkedilmiş bir yetimhane çocuğu. Keza istenmeyen bebeğini hayata getirmek için direnen genç anne, çocukluğu, genç kızlığı istismar altında geçmiş yetim çocuklardan bir diğeri. Sang-hyeon karakteri ise bir işte dikiş tutturamamış, borçları nedeni ile mafya ile başı dertte, karısının kızlarını yanına alarak terk ettiği kayıp bir ruh. Yaşanan kaçıp kovalama sürecinde bu üç kafadar, aralarına gizlice katılan 11 – 12 yaşlarındaki bir başka yetim çocuk ile birlikte alternatif bir aile özlemlerini gidermeye çalışıyor, tabii şartlar ne kadar elverirse.

Fakir ve sınırlarda yaşayan insanları seçerken, derdinin yoksulluğun dramını eşelemek olmadığını yineliyor sinemacı. Naif sineması ile önceliğinin aile kavramını tartışmaya açmak olduğunu vurguluyor. Japonya, Kore ya da başka bir diyar fark etmiyor, kan bağından ziyade ‘aile’nin ‘emek’ üzerine inşa edildiği tezi üzerine kafa yoruyor. ‘Arakçılar’ üzerine yazımı bitirirken ‘aile kavramı üzerine yeniden kafa yormak ve klişe kaçacak belki ama sıcacık bir film izlemek istiyorsanız kaçırmayın’ demiştim. ‘Bebek Servisi’nin yoksul semtlerde top koşturan, bir tutam aile sıcaklığı için birbirlerine sarılan yetim çocukları izlerken eski Yeşilçam’ın ve de özellikle Sadri Alışık filmlerinin hüznün neşeye karışan buruk tadını aldığımı söyleyebilirim. Evet, kurguyu da kimselere bırakmayan Kore-eda çektiklerine kıyamayarak filmini kısaltamamış, özellikle ikinci yarıda duygusal doz aşımından tekrara düşmüş ve bu yüzden ‘Arakçılar’ denli kusursuz olamamış belki ama yönetmenin sinemasını sevenler ‘Bebek Servisi’nde aradığını bulacaktır.

(30 Ekim 2022)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com

2. Uluslararası Distopya Film Festivali Ön Jürisi Belli Oldu

Bu yıl 19 – 20 Kasım tarihlerinde düzenlenecek olan 2. Uluslararası Distopya Film Festivali’nin ön jüri üyeleri açıklandı. Sinemaseverleri Atatürk Kültür Merkezi Yeşilçam Sineması’nda ağırlayacak festival programında ulusal ve uluslararası distopik filmlerden oluşan Uzun Metraj Film Seçkisi, Ulusal Kısa Film Senaryo Yarışması ve Uluslararası Kısa Film Yarışması yer alacak. Ulusal Kısa Film Senaryo Yarışması ön jürisinde yönetmenler Mehmet Parmaksız ve Mesut Gengeç ile oyuncu Pelin Oruç; Uluslararası Kısa Film Yarışması’nın ön jürisinde ise yapımcı Koray Kefal, oyuncu Ömür Akkan ve yönetmen Yeliz Gürkan var.

2. Uluslararası Distopya Film Festivali Ön Jürisi Belli Oldu yazısına devam et

Antakya 10. Uluslararası Film Festivali Altın Defne Ödülleri Sahiplerini Buldu

Antakya 10. Uluslararası Film Festivali sona erdi. Festivalde Ceyhan Kandemir’in yönettiği Ruhun Lekesi ve Mehmet Fatih Destegüloğlu’nun yönettiği Sebepler ve Yollar filmleri Dünya ve Türkiye prömiyerini yaptı. Uzun Metraj Film, Kısa Film ve Belgesel Film kategorilerinde Altın Defne Ödülü için yarışan filmler ödül töreninde açıklandı ve ödüller bu seneki sahiplerine takdim edildi. Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nın En İyi Film Ödülü Klondike adlı filme verildi.

Antakya 10. Uluslararası Film Festivali Altın Defne Ödülleri Sahiplerini Buldu yazısına devam et

Sosyal Hiyerarşi Üzerine Çeşitlemeler

Ödül avcısı yönetmen Ruben Östlund bu yıl yine turnayı gözünden vurdu ve Cannes’da prömiyerini yapan ‘Hüzün Üçgeni / Triangle of Sadness’ ile güçlü rakipleri arasından sıyrılarak sinema dünyasının en prestijli ödülü olan Altın Palmiye’yi ikinci kez kapmayı başardı. İsveçli sinemacının bizde ‘Turist’ adıyla gösterime giren 2014 yapımı ‘Force Majeure’den başlayarak gerek seyirci, gerekse eleştirmenler cephesinde hayli ilgi gördüğü bir gerçek. Gözlemci kamerası ve etkileyici mizansenleri ile insan davranışlarını absürd bir mizah anlayışıyla yoğurmuş olması filmlerine giderek artan ilginin nedeni olsa gerek. Aniden beliren bir tehlikenin aile dinamiğini alt üst etmesi üzerinden ilerleyen ‘Turist’te, çekirdek aileyi bir böcekbilimci edası ile mercek altına yatırmış, çatışmaya incelikli mizahını katarak erkeklik meselesi üzerine bir tartışma açmıştır. İyi kotarılmış bu muzip seyirlik, yönetmenin esin kaynağı olduğunu düşündüğüm bir Bergman ya da Antonioni derinliği beklenmemek kaydı ile rahatlıkla izlenebilir nitelikteydi.

Östlund’un Cannes’daki büyük çıkışı ise Pedro Almodovar başkanlığındaki jüriden ilk Altın Palmiye’sini kazandığı ‘Kare / The Square’ ile olur. Sosyolog annesinden aldığı mirasla davranışsal deneylerin izini sürmeye devam eden Östlund daha önce bir enstalasyon çalışması olarak sergilediği ‘Kare’ projesini beyazperdeye taşırken, çekirdek ailenin sınırlarını aşarak çok katmanlı bir toplumsal araştırmaya yönelir. Ana karakteri saygıdeğer küratör aracılığı ile birbirlerinden pek farkı olmadığını ifade ettiği çağdaş sanat müzelerini hedef alır bu defa. Bu kurumların çok para eden sanat eserleri toplamakla yetinen, dışardaki dünya ile ilgilenmeyen, yakıcı göçmen meselesini sömüren fırsatçı yaklaşımları ile hesaplaşmaya girişir. ‘Kare’nin simgeleştirdiği sevgi, güven ve dayanışmanın yerini daha çok kazanç hırsının yer almasından dem vurarak kapitalizm eleştirisini gündeme getirirken, küratör Christian’ın ağzından ‘varlığın eşit dağıtım sorununu biz çözemeyiz, dünyadaki kapitalizm böyle’ sözleri dökülür. Onun Amerikalı gazeteci ile tek gecelik seks ilişkisini yine beklenmedik bir tartışmayla noktalarken, çağdaş kadın – erkek ilişkisindeki karşılıklı güvensizliğin hınzır komedisini filmine yerleştirmeyi ihmal etmez. Ancak filmin asıl sürprizi, konuklarının büyük çoğunluğu sanat çevresinin gerçek aktörlerinden oluşan smokinli gala yemeği sekansıdır. ‘Maymunlar Cehennemi’ serisinde oyuncu antrenörü olarak da görev almış performans sanatçısı Terry Notary’nin davetli konukları terörize ettiği, maymun gibi hareket eden sanatçının bir kadın davetliye fiziksel tacizi karşısında diğerlerinin uzunca bir süre sessiz kalmaları üzerinden psikolojideki ünlü ‘seyirci etkisi’ni (bystander effect) gündeme getiren sinemacı, bunu ‘hepimiz birer sürü hayvanıyız, herhangi bir tehdit karşısında tüm bireyciliğimizle kendimizi dışarda tutmaya yöneliyoruz’ sözleriyle ifade eder. Östlund filminin festivalin ana yarışmada gösterilmesini en başından arzu etmiş ve Cannes galalarının (zorunlu) smokin giyen izleyicisinin kendileriyle aynı kostümü taşıyan sanat camiasından seçkin konukların başına gelenlerden nasıl etkileneceklerini hınzırca değerlendirmek istediğini açıkça ifade etmiştir.

İsveçli yönetmen pandemi döneminde çektiği ve 5 yıl aranın ardından Cannes’a getirdiği ‘Hüzün Üçgeni’nde oklarını bir kez daha kapitalist düzene yönlendiriyor. Bu defa eşinin mensubu olduğu moda dünyasından başlıyor işe. Yakışıklı erkek manken adaylarının seçmeleri ile açılıyor film. Filme adını veren üçgen terminolojisini ilk sahnelerde dile getiriyor. Üzgün yahut kederli bir ruh halindeyken iki kaşın arasında kırışan bölgenin modacı ağzı ile tanımlandığını öğrenmiş oluyoruz böylece. Gençlik ve güzellikleri ile gezegende müstesna bir yer kapma telâşındaki manken çiftin lüks bir restoranda uzun boylu tartışma sekansı, bizzat kendi deneyimlerinden ilhamla çağdaş cinsiyet rolleri ve erkeklik sorunsalı üzerine uzunca bir skeçten oluşuyor. Filmin ikinci bölümünde, manken çiftin sosyal medyanın gözde ‘influencer’ takımından dişi üyesi Yaya’nın kazandığı bir ikramiye ile ultra lüks bir gemi seyahatine çıkıyoruz. Kendisini ‘bok kralı’ olarak tanıtan gübre imparatoru Rus oligark ve görmemiş karısı ile silah taciri İngiliz yaşlı karı – koca’nın da aralarında yer aldığı zenginler sürüsünün şatafatlı gezisi önce büyük bir fırtına ile sarsılıyor, daha sonra bir korsan baskını ile alabora oluyor. İhtişam ve şatafatın yerini kusmuk ve dışkının aldığı bu kasırgadan kurtulabilen sayılı yolcunun ıssız bir adadaki serüveni filmin son bölümünü oluşturuyor. Yolculuğun bu son noktasında hiyerarşi ve sınıfsal rollerin yeniden yazıldığı bir hayatta kalma mücadelesi yaşanacaktır.

Östlund’un kâğıt üzerinde hayli ilginç duran hikâyesi, İspanyol asıllı büyük sinemacı Luis Bunuel’in 1972 yapımı ‘Burjuvazi’nin Gizli Çekiciliği / Le Discret Charme de la Bourgeoisie’den Fellini evrenine (bkz. ‘Ve Gemi Gidiyor / E La Nave Va’), Marco Ferreri’nin 1973 yapımı ‘Büyük Tıkınma / La Grande Bouffe’undan, dalgaların esir aldığı gemideki bitmek bilmeyen istifra sekansı ile Monty Python’ın Cannes’dan ödüllü 1983 yapımı ‘Hayatın Anlamı / The Meaning of Life’ın antolojilere geçmiş ünlü restoran sahnesine göz kırpıyor. Sağcı Rus oligark ile Woody Harrelson’ın canlandırdığı Amerikalı sosyalist kaptan arasındaki aşık atışmasına benzer söz düellosu tüm bu kargaşanın tuzu biberi oluyor. Esinlendiği büyük filmlerden sahneleri skeçler halinde sıralayan Östlund ıssız ada bölümünde maalesef çuvallıyor ve bu noktada anlatının mizah dozu ‘Recep İvedik’ serisine teğet geçiyor. Gelin görün ki Vincent Lindon başkanlığındaki Cannes jürisi, Park Chan-wook imzalı ‘Ayrılık Kararı / Decision to Leave’ gibi bir başyapıt dururken ya da çok daha yakıcı benzer bir kapitalizm eleştirisi sunan yarışma filmlerinden Albert Serra imzalı ‘Pacifiction’u görmezden gelerek İsveçli sinemacının abartılı fantezisine prim vermeyi tercih etmiş. Serra’nın Fransız sömürgesi Tahiti adasında geçen, düşsel bir üslûpla siyaset batağında emperyalizmin kokuşmuşluğunu sergileyen filminin gezegenin gidişatı üzerine ürkütücü tasvirinde başrolü nükleer yarış heveslisi Fransa’ya vermiş olması Lindon’u rahatsız etmiştir belki de. Kişisel olarak, Östlund’un gösterişli ve sansasyonel sinemasının yarınlara kalmayacağını düşünenlerdenim.

(28 Ekim 2022)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com

Bir Zamanlar Gelecek: 2121’in Uluslararası Film Festival Yolculuğu Başladı

Serpil Altın’ın, yönettiği ve Dünya prömiyerini 29. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde gerçekleştiren Bir Zamanlar Gelecek: 2121, Porto Riko 16. Lusca Fantastik Film Festivali ve ABD 31. St. Louis Uluslararası Film Festivali’nde ödül için yarışacak. Bir Zamanlar Gelecek: 2121, ilk gösterimini Porto Riko’da 24 Ekim’de Plaza Caribbean Cinema Guaynabo’da, ABD St. Louis’de 07 Kasım’da Plaza Frontenac Cinema’da yapacak.

Bir Zamanlar Gelecek: 2121’in Uluslararası Film Festival Yolculuğu Başladı yazısına devam et

3 Starın Gerçek Hikâyesi Geliyor: Mahsun’dan Prestij Meselesi

Mahsun Kırmızıgül 3 yıl aradan sonra bir otobiyografi filmiyle dönüyor. Ünlü yönetmen, 1990 – 1993 yılları arasında yaşanmış gerçek bir hikâye ile beyazperdeye geri dönüş yapıyor. Sinemaseverlerin merakla beklediği yılın filmi Prestij Meselesi müzik yapımcısı olan Hilmi Topaloğlu’nun Anadolu’nun dört bir yanından bulduğu yetenekli müzisyenleri keşfetmesini konu ediyor. 1990’lardan günümüze müziğe yön veren 3 müzisyenin (Özcan Deniz, Haluk Levent, Mahsun Kırmızıgül) içlerindeki bitip tükenmeyen azimlerinin, mesleklerine olan tutkularının, hayatla olan mücadelelerinin ve kalpten kalbe giden o ilk yolculuğun gerçek hikâyesi geliyor.

12. Avrupa Birliği İnsan Hakları Kısa Film Yarışması Başvuruları Devam Ediyor

Tüm amatör ve profesyonel yönetmenlerin başvurusuna açık olarak düzenlenen 12. AB İnsan Hakları Kısa Film Yarışması için son başvuru tarihi 01 Kasım 2022 olarak ilan edildi. İnsan hakları temalı herhangi bir türde ve teknikle çekilmiş 3 ile 10 dakika uzunluğundaki kısa filmler yarışma kapsamında değerlendiriliyor. Yarışmaya başvuran tüm filmler ön elemeye tabi tutulacak. İnsan Hakları kategorisi için seçilecek 10 film, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği, İklim Krizi ve Gençlik Hakları kategorilerinde 5’er film final jürisi tarafından değerlendirilmek üzere finale kalacaklar.

Adalet 3: Son

Antoine Fuqua’nın yönettiği ve Denzel Washington, Dakota Fanning, David Denman ile Eugenio Mastrandrea’nın oynadığı Adalet 3: Son (The Equalizer 3), 01 Eylül 2023′de TME Films dağıtımıyla Sony Pictures tarafından vizyona çıkarıldı.
Robert McCall bir hükümet suikastçısı olarak hayatından vazgeçtiğinden beri, geçmişte yaptığı korkunç şeyler yüzünden kendini affetmek için mücadele etmektedir. McCall, Güney İtalya’da bir şekilde kendini evinde bulup, yeni arkadaşlarının yerel mafyaların kontrolü altında olduğunu fark eder. Olaylar ölümcül bir hal alırken Robert McCall arkadaşlarını korumak için mafyayla mücadele etmeye karar verir.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Fragman
  • IMDb

Adalet 3: Son yazısına devam et