Alin Taşçıyan’la Altın Portakal, Sansür ve SİYAD Üzerine…

Alin Taşçıyan’la, 51. Altın Portakal Film Festivali’nin adının sansür ve protestolarla anıldığı ilk günlerde bu söyleşi için sözleşmiştik. O günlerde SİYAD’ın (Sinema Yazarları Derneği) Başkanı olmanın dışında, Festival Ekibi’nde de yer alan ve yaşanan gelişmeler sonucunda en çok eleştiriye uğrayan isimlerden olan Taşçıyan, şenliğin sona ermesinin hemen ardından sorularımızı yanıtladı.

Söze, “Burada sansür sürecinin işletilmediğini net olarak söylüyorum” şeklinde giren Alin Taşçıyan, konunun artık kolektif bir meseleye dönüştüğünü belirterek, festivalin kurumsal olarak sansürle anılmasına ilişkin sorulara yanıt veremeyeceğini de sözlerine ekledi:

“Önümüzdeki günlerde konuyu festival ekibiyle bir araya gelip değerlendirerek kamuoyunun karşısına çıkmayı plânlıyoruz. Bu sürecin ardından benimle ya da yönetimden herhangi bir arkadaşla olayların perde arkasında kalan ve kamuoyuna yansımayan kısımlarını ayrıntılarıyla konuşabilirsin.”

Bu zorunlu açıklamanın ve söyleşimizin “sınırlarını” vurgulamanın ardından, tamamına gelecek hafta yayınlanacak olan Modern Zamanlar’ın 34. sayısında yer vereceğimiz sohbetle sizleri başbaşa bırakıyoruz.

Söyleşimize festival öncesinde Star’da yayınlanan “Arı Kovanına Çomak Sokmak” başlıklı köşe yazınla başlamak istiyorum. Burada kullandığın “gaza getirilebilirler” söylemi sinema yazarlarının bir bölümü tarafından -doğal olarak- tepkiyle karşılandı.

Öncelikle o ifadelerin sinema yazarlarına yönelik olmadığını belirteyim. O yazı, basına ve bir ölçüde de kimseyle iletişim kurmadan toplantı halinde olduklarını öğrendiğim belgesel sinemacılara yönelikti. Yazı Perşembe günü yayınlandı. Ertesi gün yola çıkacağım için Salı günü kaleme almıştım ve gelişmeler bu yönde değildi.

Gelinen noktada, Başkanı olduğun Sinema Yazarları Derneği / SİYAD’lı yazarların da sansür meselesiyle ilgili tepkileri oldu.

SİYAD bu ülkenin sinema adına çok önemli bir kurumu, bu kadar net söyleyeyim. Son derece iyi kalemlerimiz var. Hepsinin donanımlarına, yüreklerine güveniyorum; ama bazen birey olduğumuzu unuttuğumuzu düşünüyorum. Yani dayanışma / örgütlenme iyidir -çoğu arkadaş gazete kökenli olmadan sinema yazarı olduğu için bu gerçeği hatırlamayabilir- ama öncelikle belli bir çevrenin kalemşörü olmak yerine birey olarak hareket etmeyi öğrenmek gerekiyor. Bir de SİYAD’lı olmak kimliği hep spekülasyon malzemesi yapılıyor. Üye olmak isteyenler, olamayanlar, başvuru yapması bile mesele haline gelenler vs… Dernek, eninde sonunda insanların bir parçası olmak istediği bir çevre, bir kimlik haline geldi. Hatta yaptığı iş ve çalıştığı kurum vasıtasıyla elde edemediği itibarı SİYAD üyesi olarak sağlamaya çalışanlar da oldu. Bunlar bir kurum için önemli şeyler; ama buna sahip olup olmamak yine de bireyin elinde.

Bir diğer konu da birey olarak çıkışını çok daha net yapabilecek insanlar, tepkilerini ille de SİYAD başlığı altında göstermek istiyorlar. Bu da kurumsal kimliğe zarar verici bir şey.

Sansür konusu gündeme geldiğinde, dernek tarafından kaleme alınan bildiriden duyulan rahatsızlık, 75 üye tarafından imzalanan metinde kendisini göstermişti. Bu süreç, dernek başkanlığından istifa etmenle sonuçlandı, öyle değil mi?

Artık “Eski Başkan” sıfatıyla söyleyebilirim ki, SİYAD’lı olmak benim tercihim olmamıştı, Başkan olmak da öyle… Bu göreve gelirken vizyon getirmek, derneği geliştirmek gibi bir yaklaşımım da olmamıştı; zaten gerek Tunca (Arslan), gerek de Murat (Özer) bu konuda ne yapılması gerekiyorsa yapmışlardı. Benim için en önemlisi mesleğin saygınlığını korumaktı, görev sürem boyunca onu yapamadım.

Yönetiminde yer aldığın festivale ilişkin tercihlerini boykottan yana kullanan sinemacılar ve yazarlar için neler söylemek istersin?

Genelleme yapmıyorum. Arkadaşların bazıları ilkeler bazında hareket etmişlerdir muhakkak; bazılarıysa ait oldukları grubun kararı doğrultusunda. Herkesin birşey yaptığı bir süreçte eksik kalmamayı düşünenler de olmuştur. Bunların dışında kişisel durumlar da vardık mutlaka, yeni bir şey değil. Sonuçta homojen bir kitleden söz etmiyoruz, eminim herkesin nasıl hareket ettiğine dair bir fikri vardır.

İşin organizasyon kısmında yer almasan ve festivale bir sinema yazarı olarak katılsan senin tepkin ne olurdu?

Bir defa işin organizasyon kısmında olmasam gerçeği bu derece iyi bilmezdim. Bu koşullarda da konuyu çok iyi araştırırdım. Herhalde bugüne kadar, mevcut SİYAD üyeleri arasında -Ali Ulvi (Uyanık) ve Necati Sönmez gibi tavizsiz isimlerle birlikte- sansür konusunda en çok haber yapanlardan birisi benim. Yaklaşımım daima araştırmak ve işin doğrusunu öğrenmek olurdu: Kaynağım ne, diğer kaynaklar kimler? Bunu, benim kuşağımın çok iyi bildiğine inanıyorum. Örneğin “Büyük Adam Küçük Aşk” filmi hakkında tutulan polis tutanağına kadar bulup; Handan İpekçi, festival ve Sansür Kurulu’yla da konuşarak işin doğrusunu ortaya çıkarmıştık. Bir konunun bir sürü bileşeni vardır kısacası. Bu sürecin adını “Basına ve Kamuoyuna Duyuru Yapmanın Dayanılmaz Hafifliği” koydum. Böyle manasız duyuru savaşları yaşandı çünkü.

Ayrıca, bazı sözler vardır ki, insanları haklı olarak yerinden sıçratır. Sansür de öyle… Ben sansürün anlamını, yöntemini ve burada ne olup bittiğini gayet iyi biliyorum. Ne olmadığını da gayet iyi biliyorum. Dolayısıyla bu sözcüğü ortaya atarak bir kıvılcım çakıp kitlesel bir hareket başlatmaya çalışmak bence bilinçli bir adımdı. Ama eninde sonunda insanlar geriye dönüyor, sorgulamaya başlıyor ve kavramla / olayla ilgili kuşkular giderek artıyor. Göreceksin, burada da öyle olacak. Ben septik bir insanım, birisi bana birşey söylediğinde hemen ayağa kalkmam. Sonuçta bir sürü yalan haberle hayatımız geçiyor işte.

Çok konuşulsa da seninle yeterince tartışılmadığını düşündüğüm bir konu da sinema yazarlığı ile festival yöneticiliğini bir arada yürütmenle ilgili. Bu türden eleştiriler için neler söylemek istersin?

Bunların birbiriyle çatıştığına inanmıyorum. Birincisi bunları yıllardır yapıyorum; ama insanların esas tavrı, “şu gün / şu dönem / şu yönetim” meseleleriyle alakalıydı. Yani tamamen partizanca bir yaklaşım oldu. Bunları analiz etmek için aslında çok erken; ama şunları söyleyebilirim: Bu ekip Antalya’ya gelince ipler koptu bence. Adana ve Malatya’da da bulunmakla birlikte, bazı çevrelerin buraya yaklaşımlarının farklı olduğunu biliyorum. Mesela herkes İstanbul Film Festivali’ne karşı daha saygılı iken, Antalya’ya karşı ben de dahil, biraz hırçındır. Altın Portakal’ın yapısı böyle… Hiçbir İFF Kapanış Töreni’nde “ben sanatçıyım” diye haykırarak insanları yerinden kaldıran kimseleri göremezsiniz; ancak Antalya’da her yıl bu mesele çıkar. Yine İstanbul’da herkes kendisini evinde hisseder, gündelik akışını çok fazla değiştirmez; ancak burada daha bir tatil havası ya da gruplaşmalar söz konusu olur. Türkiye’de herkesin futbol ve siyasetten çok iyi anladığını iddia ettiği gibi, kimi insanlar da buraya gelince festivallerin nasıl yapılması gerektiği hakkında konuşur durur.

İletişim ekibimizle festival öncesi yaptığımız bir toplantıda, onlara “sadece olumsuz haberler çıkacak, sakın telâş yapmayın” demiştim ve daha bu olayların hiçbirisi olmamıştı.

Belli bir yayın grubunda çalışıyorsun, önemli festivallerde görevler üstleniyorsun. Bazı eleştirilerde, ülkede son dönemde yaşanan gelişmelere artık “taraf” olarak yaklaştığın da iddia ediliyor. Belli bir değişim içinde olduğun şeklindeki tespitler veya kaygılara bakışın nedir?

Olabilir, düşünmek lâzım. Ama benim için kimsenin kaygılanmasına gerek yok! Ben kendi işimi yapıyorum; festivallere filmler ve ekipler getiriyor, onlarla söyleşiler yapıyorum. Dünyanın her yerinde bu işleri sinema yazarları yapar. Ayrıca söylendiği gibi işin organizasyon kısmında olmuyor, program kısmında yer alıyorum. Kendi alanımın sınırları içinde buradayım yani… Kim hangi otelde kalmış, uçakla mı gelecekmiş, törene ne zaman çıkacakmış, parasal durumlar nelerdir, bunlarla ilgilenmiyorum. Ben filmlerin değerlendirme kısmını yapıyor, izleyiciyle buluşma noktasında moderasyonu üstleniyorum; Vecdi Sayar’dan Burçak Evren’e, Atilla Dorsay’dan Sevin Okyay’a birçok sinema yazarının çeşitli dönemlerde yaptıkları gibi. Bir sene de -Vecdi Sayar gelmeden önce- Deniz Ziya Temeltaş, Fırat Yücel’i Program Direktörü olarak belirlemişti örneğin. Bunlar hepimizin yaptığı şeyler ve sinema yazarlığının da hayli ciddi bir parçası.

Meselenin bir de konjonktürel boyutu var. Siyasal ve kültürel zeminde bir süreçten, altüst oluşlardan geçiyor Türkiye. Doğal olarak kaygılar var. Sansür tartışmalarının arka plânında bunların da yer aldığı görüşüne katılır mısın?

Öyle bir kaygı var; ama bu süreçte sinema daha mı iyiye gitti, yoksa daha mı kötüye? Ayıptır. Bazı şeyler kısıtlamak istiyorlarsa ne diye sektörün kendi bileşenlerini içine alıp destek dağıtsınlar bu kadar. “Yiğidi öldür, hakkını ver” demişler. Bütün sinemacılar yıllardır ciddi biçimde Kültür Bakanlığı’yla iletişim ve pazarlık halinde. Ben Türkiye Sinema Platformu’nda da Yönetim Kurulu görevinde de bulundum. Tamam, iç ve dış politikayı tartışalım, yanlışların üzerinde duralım; fakat tırnak içinde “demokrat” olması gerekenlerin daha bağnaz olabildiğini de unutmayalım.

Bir de başından beri söylüyorum partizan olma meselesini; ama bu arada hangi partizanlıktan söz ediyoruz, onu da anlamış değilim! Türkiye’de herkes birşeylere karşı, öte yandan kadına karşı bir bakış var, kimliklere bakış var… Bazı insanlar bütün kimlikleri üzerinde toplayınca hedef oluyor tabii. Ama bunu kaldıramayacak olsam hiç bulaşmazdım bu işlere.

Yeri gelmişken, kim haklıysa ondan yana olduğumu da söylemeliyim. Türkiye’de hakiki bir kamplaşmaya gidiyoruz. Bir noktada “karşıyım”, “muhalifim”, “nefret ediyorum” tavrı varsa, bütün bunlar normalleşiyor. Ortada bir hükümet ve icraatları varsa eleştiri olması da gayet doğal. Ben de herşeyi onaylamıyorum; ama doğru bir şey de yapılıyorsa yanında olabilirim. Bu arada ömrüm boyunca Yeşiller ve Feministler dışında siyasal olarak kendimi yanlarında konumlandıracağım hiçbir hareket olmadı, hatırlatmak isterim.

Geçmiş dönemde Altın Portakal’a ilişkin bazı eleştirilerin olduğunu biliyoruz. Sözgelimi festivali “panayır gibi” şeklinde nitelendirdiğin dönemlerden bu yana ne değişti?

Bu eleştirileri yaptığım dönemlerde de festival için çalışmıştım ve buradaydım. Onun dışında gelmediğim yıllar olsa da genel eleştirlerim oldu, bugün de var. Son olarak Vecdi Sayar döneminde Ermenice bir şarkı krizi olmuştu hatırlarsan. Sonradan nedeninin, bir siyasi parti liderinin festivale gelmesi olduğunu öğrenmiş ve ertesi yıl kendi içimde bir tavır geliştirmiştim. Herkesin hassasiyetleri farklı olabiliyor: Bazı kesimler bir dile konulan ambargoya tepki gösterir, bir diğeri de bir devlet başkanına küfür edilmesine!…

Önceki yılların festivallerinden söz etmişken; altyapıyı zayıf bulan, festival adına “çivi bile çakılmadığını” iddia eden yöneticiler de oldu bu sene; ama kimse kapatılması sonucu işsiz kalan festival emekçilerinden ve AKSAV’dan söz etmedi…

Ben bir dönemde de AKSAV’la çalışmıştım Altın Portakal’da. Ağır eleştirilerim de oldu, övgülerim de. Herşeye rağmen, olanaksızlıklar içinde festivaller yaptıklarını söyleyebilirim. Hülya (Özyol) da arkadaşım, biliyorsun. Kimse o insanların hakkını yiyemez.

Artık festivale dönelim. Nasıl değerlendiriyorsun 51. Altın Portakal’ı?

Çok şükür ki iyi değerlendiriyorum. Benim için en önemli şey film gösterimleriydi. Seçkimiz çok iyiydi, bundan hiç kuşku duymadım; ama bunları iyi koşullarda gösterebilecek miyiz diye düşünüyordum. Bunu başardık. Israrlarımız ve Menderes Türel’in de titizlikle üstünde durmasıyla AKM’yi elden geçirdik. Bundan daha iyi ses olması mümkün değil artık; çünkü o salonun limiti var. Tarihinde ilk kez flu olmayan gösterim yaptık orada, bizim için çok önemliydi. İkincisi, ulusal / uluslararası yarışma filmlerinin ekipleri buradaydı, onları seyirciyle buluşturabildik. Gösterimler sorunsuz geçti, Türkiye’de sinema için çok önemli bir atılım olan Film Forum’u hazırladık ve bütün bunların hazırlığını çok kısa bir sürede tamamladık. Gerisi teferruat bence…

Festivalin ilk günlerinde, sinema yazarlarının bir bölümünün veto edildiği iddia edilmişti yanlış hatırlamıyorsam.

Gazetecilikte bir ilke vardır: Gazeteci kendi parasını ödeyerek festivali izler! Her festivalin belli bir davetli kitlesi vardır; ama bu sayının da sınırları vardır. Bu gerçeğin dışında bu yıl Altın Portakal’da boykot edilen, veto yiyen hiç kimse olmadı. Sadece Sayım Çınar’a gönül koydum, onu inkar etmiyorum. SİYAD dışında basında yazıp çizen; gazete, TV, dergi ekiplerinden yüzlerce kişi vardı. Örneğin yabancı basına bile 5 gece şartı getirdik bu yıl. Hollywwod Reporter’dan Variety’e; İsrail’den İsveç’e, Rusya’dan ABD’ye kadar bir çok ülkenin gazetecisi festivali bu koşullarda takip ettiler ve bunu da hiç sorun etmediler.

Türkiye’de davet meselesinin de konuşulması gerekiyor artık ve bu bayağı ahlâki bir sorun haline geldi. “Benim herşeyimi ödeyin, ben de sizi haber yapayım” demek sence de tuhaf değil mi?

Anladım. Bir de TOMA hadisesi var çok konuşulan…

Filmin sunumunu yapacağım için ekiple birlikte tam AKM’ye girerken TOMA’nın geldiğini söylediler. Hemen telefona sarıldım; sonra baktım, geri çıkıyor. “Biz kalabalığız, Akrep’le başa çıkarız arkadaşlar” deyince herkes gülmeye başladı. İçeri girince Emniyet görevlileri karşıladı bizi; salonun güvenliği için geldiklerini söylediler çok net biçimde. Antalya’da kısa süre önce yaşanılan saldırılar nedeniyle tedbir almak istemişler. O sırada kol kola olduğumuz Şenay Aydın’la “kaderde bunu da görmek varmış” dedik birbirimize…

Bilet fiyatları ve kortejin kaldırılması da bir başka konu. Benim de bu etkenlerin yerel katılımı düşürdüğü yönünde gözlemlerim var.

Bilet fiyatlarını Antalya’ya gelince öğrendim ve ben de yüksek buldum. Kortej, o hafta yaşanan olaylarda 24 kişinin hayatını kaybetmesi nedeniyle iptâl edildi. Takdir edersin ki o koşullarda kalabalığın arasına karışıp, insanlara el sallanmazdı.

Gelelim senin de içinde yer aldığın Ön Jüri kararlarına…

Ne diyebilirim ki? Filmi her seçilemeyen eleştiriye başlıyor. Atalay Taşdiken’den, annem dediğim Sevin Okyay’a kadar birçok insanın içinde masaya yumruğumu vurdum ve dediğimi yaptırdım. Bütün suçlu benim! Aynen yazmanı rica ediyorum (gülüyor).

Ulusal Yarışma’da verilen kararlarla ilgili ne söylemek istersin?

Kararları hiçbir zaman yorumlamam. Her jüri farklı karar verebilir.

Son olarak bu ekip kalıcı mı diye sorsam…

Bilemem… Ama ben ekip ruhu için burada kalmak isterim. Bu kadar haksızlığa uğradığımız için “devam” derim, yoksa arkama bakmadan da gidebilirim. Bu ekibe her açıdan kefilim; Zeynep’le piyasada beraber büyüdük, Hülya Uçansu hocam, kılavuzum… Elif’le yollarımız zaman zaman kesişti; enerjik, gayretli bir insan. Menderes Bey’in ve Kültür Bakanlığı’nın tavrını da gayet açık ve destekleyici buluyorum.

Çok teşekkür ediyorum, olgulara kendi cephenden açıklıkla yanıt verdiğin için.

Ben teşekkür ediyorum, başarılar…

(27 Ekim 2014)

Tuncer Çetinkaya
ModernZamanlar Sinema Dergisi Editörü

51. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin En İyisi: Kuzu

51. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali kapanış töreniyle sona erdi. 10 Ekim’den bu yana Türkiye’den ve dünyadan en yeni ve başarılı örnekleri sinemaseverlerle buluşturan festivalin festivalin En İyi Film’i, Kutluğ Ataman imzalı Kuzu geceden 5 ödülle döndü. Onur Ünlü imzalı İtirazım Var ise En İyi Senaryo ve En İyi Yönetmen ödülleriyle geceye damgasını vururken Serkan Keskin’in, Feyyaz Duman’la paylaştığı En İyi Erkek Oyuncu ödülünün de sahibi oldu.

51. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin En İyisi: Kuzu yazısına devam et

51 Yıllık Altın Portakal Tarihinde Bir İlk: Festival Kapsamında Cezaevi Ziyareti ve Film Gösterimi

51. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin tarihinde bir ilk daha yaşandı. Festival Komitesi üyeleri ve ünlü sanatçılar Antalya L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nu ziyaret ederek 200’e yakın hükümlü ve tutukluyla ile birlikte film izledi. Ziyareti gerçekleştiren isimler arasında Türk sinemasının usta isimleri Eşref Kolçak, Gülsen Tuncer, Yılmaz Atadeniz, Ufuk Kaplan, Nilüfer Aydan, Nursel Köse, Ertem Göreç de vardı. Hep birlikte Düğün Dernek filmi izlenirken sanatçılara seramikler hediye edildi.

51 Yıllık Altın Portakal Tarihinde Bir İlk: Festival Kapsamında Cezaevi Ziyareti ve Film Gösterimi yazısına devam et

Figüran Filminin Oyuncularından Derbi Öncesi Dostluk Çağrısı

Figüran filminin yapımcısı Aytekin Mert, yönetmeni Tolga Çetin, oyuncuları Serenay Aktaş, Ceyhun Fersoy, Ferdi Kurtuldu, Cem Kılıç, Mehtap Bayrı, Umut Oğuz, İrfan Kangı, Fatih Doğan ve Selçuk Fındıkçı, Cumartesi günü oynanacak olan Fenerbahçe – Galatasaray derbisi öncesi dostluk çağrısı yaptı. Derbi için özel bir video da hazırlayan oyuncular futbolun dostluk ve centilmenlik olduğu mesajını verdi. Video, her iki takımın taraftarları tarafından büyük beğeni topladı.

51. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde Son Gün: 18 Ekim

51. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin son günü olan 18 Ekim, saat 10:00’da Su Otel’deki AFF Atölye Çalışması ile başlıyor. AKM Aspendos Salonu’nda Ulusal Uzun Metraj Film Yarışma Dışı Bölümü’nde Maşuk’un Nefesi görülebilir. Migros AVM Salon 6′da ise Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’na katılan Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku dün akşamki gala gösterimi sonrasında seyirci karşısına bir kez daha çıkacak. Ve festival 21:30’daki törenle sona erecek.

Film, Benim Romanımı Aşmış

51. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin en güzel söyleşilerinden biri İçimdeki İnsan filminin söyleşisi oldu. Yönetmen Aydın Sayman, filmin uyarlandığı romanın yazarı İrfan Yalçın, görüntü yönetmeni Eyüp Boz, oyuncular Suavi Eren, Rıza Sönmez, Melek Şahin ve yönetmen yardımcıları Alkım Özmen ile Uğur Sayman’ın katıldığı söyleşide söz alan seyirciler, filme övgüler yağdırdı. Yazar İrfan Yalçın, “Film, açıkça benim romanımı aşmış” diye konuştu.

Film, Benim Romanımı Aşmış yazısına devam et

Fury

David Ayer’ın yönettiği ve Brad Pitt, Shia LaBeouf, Logan Lerman ile Michael Pena’ın oynadığı Fury, 24 Ekim 2014’de Pinema Film dağıtımıyla Pinema Film tarafından vizyona çıkarıldı.
Fury, çokça izlediğimiz klâsik savaş filmlerinden çok farklı bir konuyu işliyor. Nisan 1945. İttifak Devletleri Avrupa cephesinde son bir gayret gösterirken, Wardaddy adında bir çavuş, düşman hattı arkasında bir Sherman tanka ve beş kişilik ekibine komuta etmektedir. Sayıca ve silâhça az olan, bir de çaylak askeri olan müfrezenin komutanı Wardaddy ve adamları, Nazi Almanya’sının kalbinde bütün olasılıklara kahramanca meydan okumaktadır.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Facebook
  • Fragman
  • IMDb

Fury yazısına devam et

51. Altın Portakal Üzerine Notlar

1. Söze genel bir tespitle başlayalım: Ön Jüri tarafından seçilen bir filmin, daha önce alışık olmadığımız gerekçelerle yarışmadan çıkarılması ve sonrasında oluşan tepkiler üzerine festivale yeniden davet edilmesi, yarım yüzyılı geride bırakmış bir şenliğe gölge düşürdü. Bütün bunların, ülke sinemasının 100. yılı kutlamaları esnasında gerçekleşmesi olayın vehametini daha da arttırıyor. Art arda yaşanan gelişmeler ve karşılıklı olarak süren “kriz yönetememe” hali, ne yazık ki 51. Altın Portakal’ın gelecekte hayırla anılmamasına yol açacak.

2. a) Filmin yarışmaya dahil edilmemesi kararının Festival Yönetimi değil, Ön Jüri tarafından açıklanması temel bir soruna işaret ediyor. Sonrasında yapılan “uzlaşma çabalarının sabote edilmesi” şeklindeki açıklama ise pek gerçekçi görünmüyor. Sonuçta filmi kabul etmiyor; ama gerekçenizi açıkça ortaya koyamıyorsunuz. Mazeretinizi T. C. K. maddelerine dayandırmanız ise bir başka garabete işaret etmenin de ötesinde, önceki “uzlaşma” söyleminize ters düşüyor. Bunlar, meselenin ilk kısmını oluşturuyor.
b) Konunun sinema sektörü tarafından ele alınışında da bazı sorunlarla karşılaşıyoruz. İlk günlerde, 75 SİYAD üyesinin iyi niyet çerçevesinde yazılmış ve “hatadan dönülmesi gerektiğine işaret eden” bildirisi dışında ses getiren hiçbir tepkiyle karşılaşmadık. Buna üç gün boyunca toplantı yaptığı söylenen Belgesel Sinemacılar da dahil… Yönetmenin bazı değişiklikleri yapıp, tercihini yarışmada yer almadan yana koymasının ardından hangi gelişmeler yaşandığını ve boykot kararının nasıl alındığını tam olarak bilmiyoruz. “Herşeye rağmen” Antalya’da olmayı tercih eden yönetmenlerin, “festivali sansürün tartışılacağı bir platforma dönüştürme” söyleminin neden hayata geçiril(e)mediği de bir başka muamma…
c) Olayların bu boyuta ulaşmasında Ön Jüri’nin de hataları olduğu gibi, ihtimal vermek istemediğim; hatta benzer görüşü dile getiren “sinema adamlarına” başından beri tepki gösterdiğim bir iddia Antalya’da bolca konuşuldu; ne var ki bu konuda da kusurun yönetimde olduğunu düşünüyorum. Başından itibaren “iletişim kazası” şeklinde açıklanan olgular, zincirleme biçimde devam etti ve bugünlere gelindi. Festival tarafından, bu ve benzer konularda detaylı bir değerlendirmenin yapılacağı ve kamuoyuna deklare edileceği de söyleniyordu; ama görüldüğü üzere “sessizlik” hükmünü sürmeye devam ediyor.

3. Festivali boykot etme kararı alan ve her birini çok önemsediğim sinema yazarlarının tavrına ortak ol(a)madım. Bunda, Antalyalı bir yazar olmamın, şenlik ateşinin söndürülmemesi gerektiğine dair kişisel ve bir ölçüde de duygusal yaklaşımımın payını inkâr etmiyorum; ama mesele bunlarla sınırlı değil. Az önce sözünü ettiğim gelişmeler, -bu bakış açısı çokça eleştirilse de hissiyatım böyle- festivalin yönetiminde yaşam ve sanat pratiklerini iyi bildiğim iki insanın (Alin Taşçıyan ve Hülya Uçansu) yer alması ve belgesel dışında yer alan sinemacıların takındıkları tutum, böyle bir karar almamda etkili oldu. Buna karşın festivalde yer almak, bu sürecin yanında olduğum, kişi ve kurumları akladığım ve konuyu “bir başka bahara” havale ettiğim anlamına gelmiyordu. Bir örneğine buradan ulaşabileceğiniz (https://sadibey.com/2014/10/09/modern-zamanlar-dergisinden-aciklama/) Modern Zamanlar bildirisinde ekipçe tavrımıza açıklık getirdiğimize inanıyorum.

4. a) 51. Altın Portakal gözlemlerine gelince; festivalin tarihini kaleme alan ve çocukluk yıllarından başlayarak bu uzun yolculuğun önemli bir bölümüne tanıklık eden bir yazar olarak, halkın katılımının bu kadar düşük olduğu bir başka şenliği hatırlamıyorum. Buna, sinemamızın çöküş içinde olduğu 90’lar da dahil… Kortejin güvenlik gerekçesiyle kaldırılmasında anlaşılır bir yan olabilir; ama bilet fiyatlarının önceki yıllara oranla bu kadar yüksek olmasını yanlış buluyorum. Sinema kültürünün geniş bir alana yayılmaması Antalya’nın bir sorunu; ama yıllar içinde tanıdığımız genç sinefillerin, hatta festival teyzelerinin ortalıkta görünmemesinin hatalar zincirinin sonucu olduğunu düşünüyorum. Festival öncesinde yaşanan gerilimin, kent içinde etkili bir tanıtım kampanyası yapılmamasıyla birleşmesi ve sözünü ettiğim diğer sorunlar, böyle bir manzaranın oluşmasına neden oldu. Son yıllarda değiştiğine tanık olduğumuz “Antalya dışından gelen bir topluluğun yaptığı organizasyon” algısının geri dönmesi gerçekten de rahatsız edici.
b) Bu noktada altını çizmek istediğim iki konu daha var: Danışma merkezlerinden AKM ve Migros’ta görev yapan en küçük birimlere kadar -şehiriçi taşıma şirketi hariç!- neredeyse tüm ekibin İstanbul merkezli organizasyon tarafından Antalya’ya taşındığına tanık oldum. Kentle bağlarını sıkılaştırma hedefinde olan bir festival adına bir başka yanlışın da burada yattığını düşünüyorum. Bir diğeri de, şenlik öncesinde “enkaz edebiyatı” yapan ve kentte Altın Portakal adına hiçbir arşiv ve belgenin bulunmadığını iddia eden bazı yöneticilerle ilgili. Onlara AKM’nin hemen arkasında yer alan barakalara göz gezdirmelerini tavsiye ettim. Çürümeye terkedilen binlerce kitaba, belge ve birikime umarım oradan ulaşabilmişlerdir.

5. a) Kanımca 51. Festival’in en güçlü yanı, Komite’de görev alan isimlerden beklendiği üzere film seçkileriydi. Gerek ulusal, gerek de uluslararası bölümlerde yer alan yapımların önemli bir bölümü gerçekten de nitelikliydi. Uluslararası Yarışma’da ödül verdiğimiz Hint yapımı “Mahkeme”nin yanı sıra, Ana Jüri tarafından Uluslararası Uzun Metraj En İyi Film Ödülü’ne değer görülen “Test”i ve Ruben Östlund’un “Turist” adlı filmini sinemaseverlere özellikle tavsiye ediyorum. Dikkatleri üzerine toplayan Ulusal Yarışma’da da, önceki yıllara kıyasla bir derleniş olduğu görülüyor.
b) AKM’nin yeniden düzenlenmesi ve özellikle de salonların teknik anlamda yüksek standartlara kavuşmasını gözardı etmemek gerek. Gösterim öncesinde salon düzeninin sağlanmasına yönelik ihtimam da alışık olmadığımız türdendi. Bir de tarihin en “görkemli” moderasyon faciası yaşanmasa!
c) Yazarları arasında olduğum “Sinemada Bir Asır” kitabının karmaşık bir yapısı var; ancak “100 İllüstrasyonla Türk Sineması’nın 100. Yılı” projesini çok başarılı buldum. Gökhan Akbaba (Kurbağalar), Aykut Aydoğdu (Masumiyet), Furkan “Nuka” Birgün (Sürü), Berkay Dağlar (Yol ve İklimler), Sedat Girgin (Umut) gibi genç sanatçılara buradan selam olsun!
d) Söz yayınlardan açılmışken, günlük gazete uygulamasına dönülmesini de 51. Portakal’ın başarı hanesine eklemek gerek. Projenin geliştirilerek sürdürülmesi gerektiğine inanıyorum.

6. Pek çok açıdan ilklere sahne olan Portakal’ın 51. dilimine Yılmaz Erdoğan da damgasını vurdu ve en az alkış alan Jüri Başkanı olarak festival tarihine geçti. Ödül Gecesi sahneye çıkmaması bunun bir işareti midir bilmem; ama Yılmaz Erdoğan’ın yerinde olsam, durumu sosyolojik bir dışavurum olarak yorumlar ve nedenleri üzerine kafa yorardım.

7. a) Ödüllere gelirsek; Kurgu, Kadın ve Yardımcı Erkek Oyuncu kategorilerinde jüriyle aynı kanaati paylaşmadığımı belirtmek isterim. Ayrıca Ön Jüri tarafından elenen Aydın Sayman imzalı İçimdeki İnsan’ı genel seçki içinde başarılı buldum ve yerinin Ana Yarışma olması gerektiğini düşündüm.
b) Kutluğ Ataman’ın geçirdiği evrim ortada; ama Kuzu’nun yarışma seçkisi içinde öne çıkan filmlerden biri olduğunu söyleyebilirim. Onu en çok zorlayacak yapımın, 6 ay kadar önce gösterime girmiş olması da (İtirazım Var) bu filmin işini kolaylaştırdı.
c) Jüri merkezli son tartışmalar ve haklı itirazlar Altın Portakal’ın makus talihini bir türlü yenemediğine işaret ediyor. Düşünün; geçtiğimiz yılın bu günlerinde, Adana’da Ön Jüri tarafından elenen bir yapımın nasıl olup da En İyi Film Ödülü’nü paylaştığı üzerine konuşuyorduk. Bütün bunlardan çıkması gereken temel sonuç, jüri seçiminin yalnızca organizasyonların değil, sinemamızın temel sorunlarından olduğudur.

8. 51. Altın Portakal sürecinde en çok eleştiriye uğrayan kesimin Festival Yönetimi olduğunu biliyoruz. Gelinen noktada yapılan hataların, sonraki şenlikler adına “emsal” oluşturma tehlikesi yarattığını da görüyoruz; ama mesele sadece bundan ibaret değil. Festival politikalarının kalıcı bir zemine oturtulmaması, konjonktürel gelişmelerin kültür ve sanatın önüne geçmesi ve oturmuş kadrolarla sürekli oynanmasının da bu sonucu doğurduğu ortada. Sanırım süreci tahlil ederken, tartışmaların merkezinde olan ekibin festivale 3 ay kadar önce dahil olduğu ve son beş yılın çalışanlarından büyük kısmının 51. Portakal’la ilişkilerinin kesildiğini anımsamak gerekiyor.

Son olarak, Emek sürecinden uyarlayarak, “Antalya bizim, Altın Portakal bizim!” diyorum. Yaşanan tartışmalar bir yana, konunun öznesi olduğu çoğu zaman gözden kaçırılan Antalya kamuoyunun da konuyu masaya yatırmasında fayda var. Kent, nasıl bir festival istediğini artık daha yüksek sesle ifade etmeli, konunun tüm taraflarıyla Altın Portakal’ı tartışmalı diye düşünüyorum.

(25 Ekim 2014)

Tuncer Çetinkaya
ModernZamanlar Sinema Dergisi Editörü

Ali Mercimek Yazıyor: Kesik Almanya’da Vizyona Girdi, Seyirci Akın Etti, İndirgemeci Üslubun Geniş Vahameti Üzerine Düşünmek Bize Kaldı

Çalışmalarını Almanya’da sürdüren Türkiye kökenli yönetmen Fatih Akın’ın son filmi The Cut, gösterime girdi. Yönetmenin kendi söylemiyle Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeniler’e uygulanan ‘soykırımı’ konu eden The Cut, (Kesik) aşkla başlayan, ölümle devam eden ve şeytanla biten üçlemenin ‘iblis’ yanını oluşturuyor. Fatih Akın’ın ‘Duvara Karşı’ filmi aşkı, ‘Yaşamın Kıyısında ölümü tarif ederken ‘The Cut’ şeytan meselesine girmiş bulunuyor.  … Devamı… »

Nergis Anne’nin Şarkısına Herkes Eşlik Etti

Kısa filmleriyle tanınan Erol Mintaş’ın, 51. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali Ulusal Yarışma’da yer alan ilk uzun metrajı, 16 Ekim 2014 Perşembe akşamı gala gösterimiyle beyazperdedeydi. Köyünden göç edip yaşadığı İstanbul’a bir türlü alışamayan ve tek isteği, köyüne geri dönmek olan Nergis Hanım ile iki kimlik arasında bocalayan öğretmen oğlu Ali’nin hikâyesini anlatan Annemin Şarkısı, hem gözyaşları hem de tebessümler eşliğinde izlendi.

Nergis Anne’nin Şarkısına Herkes Eşlik Etti yazısına devam et

51. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde 16 Ekim ve 17 Ekim

51. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde dün, paneller günüydü. Antalya Film Forum (AFF) kapsamında öğleden sonra sinemacının geleceği masaya yatırıldı. Akdeniz Üniversitesi’nde ise akademisyenler Festival Turizmi’ni değerlendirdi. Akdeniz Üniversitesi’nin aynı gün ev sahipliği yaptığı bir diğer panelse ilgi gören Osman Şahin ve Çetin Tunca’nın katılımıyla gerçekleştirilen Sinema ve Edebiyat İlişkisi paneliydi.

51. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde 16 Ekim ve 17 Ekim yazısına devam et

Altın Portakal’da Bugün: 17 Ekim 2014

51. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali devam ediyor. Festivalde bugün saat 10:00’da Sinema Filmleri mi, Televizyon Dizileri mi başlıklı panel yapılacak. Saat 11:00’de Küçük Kara Balıklar belgeseli, Migros Salon 6′da, saat 13:00’de İçimdeki İnsan, AKM Aspendos Salonu’nda gösterilecek. Gala gösteriminden sonra AKM Perge Salonu’nda gazeteci – yazar Defne Gürsoy moderatörlüğünde İrfan Yalçın, Özden Yalçın, Atay Sözer, Aydın Sayman ve Suavi Eren’in katılacağı bir de söyleşi yapılacak.