51. Altın Portakal Üzerine Notlar

1. Söze genel bir tespitle başlayalım: Ön Jüri tarafından seçilen bir filmin, daha önce alışık olmadığımız gerekçelerle yarışmadan çıkarılması ve sonrasında oluşan tepkiler üzerine festivale yeniden davet edilmesi, yarım yüzyılı geride bırakmış bir şenliğe gölge düşürdü. Bütün bunların, ülke sinemasının 100. yılı kutlamaları esnasında gerçekleşmesi olayın vehametini daha da arttırıyor. Art arda yaşanan gelişmeler ve karşılıklı olarak süren “kriz yönetememe” hali, ne yazık ki 51. Altın Portakal’ın gelecekte hayırla anılmamasına yol açacak.

2. a) Filmin yarışmaya dahil edilmemesi kararının Festival Yönetimi değil, Ön Jüri tarafından açıklanması temel bir soruna işaret ediyor. Sonrasında yapılan “uzlaşma çabalarının sabote edilmesi” şeklindeki açıklama ise pek gerçekçi görünmüyor. Sonuçta filmi kabul etmiyor; ama gerekçenizi açıkça ortaya koyamıyorsunuz. Mazeretinizi T. C. K. maddelerine dayandırmanız ise bir başka garabete işaret etmenin de ötesinde, önceki “uzlaşma” söyleminize ters düşüyor. Bunlar, meselenin ilk kısmını oluşturuyor.
b) Konunun sinema sektörü tarafından ele alınışında da bazı sorunlarla karşılaşıyoruz. İlk günlerde, 75 SİYAD üyesinin iyi niyet çerçevesinde yazılmış ve “hatadan dönülmesi gerektiğine işaret eden” bildirisi dışında ses getiren hiçbir tepkiyle karşılaşmadık. Buna üç gün boyunca toplantı yaptığı söylenen Belgesel Sinemacılar da dahil… Yönetmenin bazı değişiklikleri yapıp, tercihini yarışmada yer almadan yana koymasının ardından hangi gelişmeler yaşandığını ve boykot kararının nasıl alındığını tam olarak bilmiyoruz. “Herşeye rağmen” Antalya’da olmayı tercih eden yönetmenlerin, “festivali sansürün tartışılacağı bir platforma dönüştürme” söyleminin neden hayata geçiril(e)mediği de bir başka muamma…
c) Olayların bu boyuta ulaşmasında Ön Jüri’nin de hataları olduğu gibi, ihtimal vermek istemediğim; hatta benzer görüşü dile getiren “sinema adamlarına” başından beri tepki gösterdiğim bir iddia Antalya’da bolca konuşuldu; ne var ki bu konuda da kusurun yönetimde olduğunu düşünüyorum. Başından itibaren “iletişim kazası” şeklinde açıklanan olgular, zincirleme biçimde devam etti ve bugünlere gelindi. Festival tarafından, bu ve benzer konularda detaylı bir değerlendirmenin yapılacağı ve kamuoyuna deklare edileceği de söyleniyordu; ama görüldüğü üzere “sessizlik” hükmünü sürmeye devam ediyor.

3. Festivali boykot etme kararı alan ve her birini çok önemsediğim sinema yazarlarının tavrına ortak ol(a)madım. Bunda, Antalyalı bir yazar olmamın, şenlik ateşinin söndürülmemesi gerektiğine dair kişisel ve bir ölçüde de duygusal yaklaşımımın payını inkâr etmiyorum; ama mesele bunlarla sınırlı değil. Az önce sözünü ettiğim gelişmeler, -bu bakış açısı çokça eleştirilse de hissiyatım böyle- festivalin yönetiminde yaşam ve sanat pratiklerini iyi bildiğim iki insanın (Alin Taşçıyan ve Hülya Uçansu) yer alması ve belgesel dışında yer alan sinemacıların takındıkları tutum, böyle bir karar almamda etkili oldu. Buna karşın festivalde yer almak, bu sürecin yanında olduğum, kişi ve kurumları akladığım ve konuyu “bir başka bahara” havale ettiğim anlamına gelmiyordu. Bir örneğine buradan ulaşabileceğiniz (https://sadibey.com/2014/10/09/modern-zamanlar-dergisinden-aciklama/) Modern Zamanlar bildirisinde ekipçe tavrımıza açıklık getirdiğimize inanıyorum.

4. a) 51. Altın Portakal gözlemlerine gelince; festivalin tarihini kaleme alan ve çocukluk yıllarından başlayarak bu uzun yolculuğun önemli bir bölümüne tanıklık eden bir yazar olarak, halkın katılımının bu kadar düşük olduğu bir başka şenliği hatırlamıyorum. Buna, sinemamızın çöküş içinde olduğu 90’lar da dahil… Kortejin güvenlik gerekçesiyle kaldırılmasında anlaşılır bir yan olabilir; ama bilet fiyatlarının önceki yıllara oranla bu kadar yüksek olmasını yanlış buluyorum. Sinema kültürünün geniş bir alana yayılmaması Antalya’nın bir sorunu; ama yıllar içinde tanıdığımız genç sinefillerin, hatta festival teyzelerinin ortalıkta görünmemesinin hatalar zincirinin sonucu olduğunu düşünüyorum. Festival öncesinde yaşanan gerilimin, kent içinde etkili bir tanıtım kampanyası yapılmamasıyla birleşmesi ve sözünü ettiğim diğer sorunlar, böyle bir manzaranın oluşmasına neden oldu. Son yıllarda değiştiğine tanık olduğumuz “Antalya dışından gelen bir topluluğun yaptığı organizasyon” algısının geri dönmesi gerçekten de rahatsız edici.
b) Bu noktada altını çizmek istediğim iki konu daha var: Danışma merkezlerinden AKM ve Migros’ta görev yapan en küçük birimlere kadar -şehiriçi taşıma şirketi hariç!- neredeyse tüm ekibin İstanbul merkezli organizasyon tarafından Antalya’ya taşındığına tanık oldum. Kentle bağlarını sıkılaştırma hedefinde olan bir festival adına bir başka yanlışın da burada yattığını düşünüyorum. Bir diğeri de, şenlik öncesinde “enkaz edebiyatı” yapan ve kentte Altın Portakal adına hiçbir arşiv ve belgenin bulunmadığını iddia eden bazı yöneticilerle ilgili. Onlara AKM’nin hemen arkasında yer alan barakalara göz gezdirmelerini tavsiye ettim. Çürümeye terkedilen binlerce kitaba, belge ve birikime umarım oradan ulaşabilmişlerdir.

5. a) Kanımca 51. Festival’in en güçlü yanı, Komite’de görev alan isimlerden beklendiği üzere film seçkileriydi. Gerek ulusal, gerek de uluslararası bölümlerde yer alan yapımların önemli bir bölümü gerçekten de nitelikliydi. Uluslararası Yarışma’da ödül verdiğimiz Hint yapımı “Mahkeme”nin yanı sıra, Ana Jüri tarafından Uluslararası Uzun Metraj En İyi Film Ödülü’ne değer görülen “Test”i ve Ruben Östlund’un “Turist” adlı filmini sinemaseverlere özellikle tavsiye ediyorum. Dikkatleri üzerine toplayan Ulusal Yarışma’da da, önceki yıllara kıyasla bir derleniş olduğu görülüyor.
b) AKM’nin yeniden düzenlenmesi ve özellikle de salonların teknik anlamda yüksek standartlara kavuşmasını gözardı etmemek gerek. Gösterim öncesinde salon düzeninin sağlanmasına yönelik ihtimam da alışık olmadığımız türdendi. Bir de tarihin en “görkemli” moderasyon faciası yaşanmasa!
c) Yazarları arasında olduğum “Sinemada Bir Asır” kitabının karmaşık bir yapısı var; ancak “100 İllüstrasyonla Türk Sineması’nın 100. Yılı” projesini çok başarılı buldum. Gökhan Akbaba (Kurbağalar), Aykut Aydoğdu (Masumiyet), Furkan “Nuka” Birgün (Sürü), Berkay Dağlar (Yol ve İklimler), Sedat Girgin (Umut) gibi genç sanatçılara buradan selam olsun!
d) Söz yayınlardan açılmışken, günlük gazete uygulamasına dönülmesini de 51. Portakal’ın başarı hanesine eklemek gerek. Projenin geliştirilerek sürdürülmesi gerektiğine inanıyorum.

6. Pek çok açıdan ilklere sahne olan Portakal’ın 51. dilimine Yılmaz Erdoğan da damgasını vurdu ve en az alkış alan Jüri Başkanı olarak festival tarihine geçti. Ödül Gecesi sahneye çıkmaması bunun bir işareti midir bilmem; ama Yılmaz Erdoğan’ın yerinde olsam, durumu sosyolojik bir dışavurum olarak yorumlar ve nedenleri üzerine kafa yorardım.

7. a) Ödüllere gelirsek; Kurgu, Kadın ve Yardımcı Erkek Oyuncu kategorilerinde jüriyle aynı kanaati paylaşmadığımı belirtmek isterim. Ayrıca Ön Jüri tarafından elenen Aydın Sayman imzalı İçimdeki İnsan’ı genel seçki içinde başarılı buldum ve yerinin Ana Yarışma olması gerektiğini düşündüm.
b) Kutluğ Ataman’ın geçirdiği evrim ortada; ama Kuzu’nun yarışma seçkisi içinde öne çıkan filmlerden biri olduğunu söyleyebilirim. Onu en çok zorlayacak yapımın, 6 ay kadar önce gösterime girmiş olması da (İtirazım Var) bu filmin işini kolaylaştırdı.
c) Jüri merkezli son tartışmalar ve haklı itirazlar Altın Portakal’ın makus talihini bir türlü yenemediğine işaret ediyor. Düşünün; geçtiğimiz yılın bu günlerinde, Adana’da Ön Jüri tarafından elenen bir yapımın nasıl olup da En İyi Film Ödülü’nü paylaştığı üzerine konuşuyorduk. Bütün bunlardan çıkması gereken temel sonuç, jüri seçiminin yalnızca organizasyonların değil, sinemamızın temel sorunlarından olduğudur.

8. 51. Altın Portakal sürecinde en çok eleştiriye uğrayan kesimin Festival Yönetimi olduğunu biliyoruz. Gelinen noktada yapılan hataların, sonraki şenlikler adına “emsal” oluşturma tehlikesi yarattığını da görüyoruz; ama mesele sadece bundan ibaret değil. Festival politikalarının kalıcı bir zemine oturtulmaması, konjonktürel gelişmelerin kültür ve sanatın önüne geçmesi ve oturmuş kadrolarla sürekli oynanmasının da bu sonucu doğurduğu ortada. Sanırım süreci tahlil ederken, tartışmaların merkezinde olan ekibin festivale 3 ay kadar önce dahil olduğu ve son beş yılın çalışanlarından büyük kısmının 51. Portakal’la ilişkilerinin kesildiğini anımsamak gerekiyor.

Son olarak, Emek sürecinden uyarlayarak, “Antalya bizim, Altın Portakal bizim!” diyorum. Yaşanan tartışmalar bir yana, konunun öznesi olduğu çoğu zaman gözden kaçırılan Antalya kamuoyunun da konuyu masaya yatırmasında fayda var. Kent, nasıl bir festival istediğini artık daha yüksek sesle ifade etmeli, konunun tüm taraflarıyla Altın Portakal’ı tartışmalı diye düşünüyorum.

(25 Ekim 2014)

Tuncer Çetinkaya
ModernZamanlar Sinema Dergisi Editörü