Güzel Oyuncu Amy Adams Yeni Filmi Düzenbaz’da Jennifer Lawrence ile Öpüşme Sahnelerini Anlatıyor

Jennifer Lawrence ile birlikte rol aldığı yeni filmi Düzenbaz’daki (American Hustle) öpüşme sahneleri hakkında konuşan Amy Adams, “Bu işte çok başarılı. O gerçekten harika bir kadın. Düzenbaz’da herkesin kimyası çok tuttu. Aramızdaki enerji nedeniyle neredeyse mahremiyetimizin sınırındaydık, çünkü çok o anlık bir duyguydu.” dedi. İki star merakla beklenen filmde yakın bir arkadaşlık geliştirmişler gibi gözüküyor.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Kader ve Hüzün: Kieslowski

    Polonya sinemasının büyük ustası Krzysztof Kieslowski, sinemaya bambaşka ve unutulmaz filmler bıraktı. Ustanın, ilk dönemlerindeki ilham verici “Yara” ve “Amatör” filmlerini paylaşmak istedik.

    Polonya sinemasının büyüklerinden Krzysztof Kieslowski, 27 Haziran 1941’de Varşova’da doğdu, 13 Mart 1996’da yine Varşova’da öldü. 1993-94 yıllarında, Fransız sinemasının içinde Fransa bayrağından yola çıkarak “Trois Couleurs: Bleu-Blanc-Rouge / Üç Renk: Mavi-Beyaz-Kırmızı” üçlemesini yaptı ölmeden önce. Ölümüne yakın kendisi üzerine belgesel “Kieslowski: I’m So-So-Keyfim Şöyle Böyle” çok özel. Sinemaseverlerin arşivlerinde bulunmalı. 1988’de, “Musa’nın On Emri”nden yola çıkan ve günümüze uyarlanan “Dekologlar”ı televizyon için çekti. 1991’deki “La Double Vie de Véronique-Véronique’in İkili Yaşamı” filmiyle Fransız sinemasına uzandı. Onun, 1985 yapımı “Bez Konca-Sonsuz” filmi gerçekten etkileyici bir politik filmiydi. Bu film de fark edilmeli. Ustanın yaptığı belgeseller de önemli. Ama onlara ulaşmak bir mucize olabilir.

    “Yara…”

    Büyük usta Kieslowski’nin 1976 yapımı “Blizna-Yara” filminde, kader ve suçluluk duygusu fark ediliyor. Olecko kasabasında geçmiş Stefan Bednarz’ın (Franciszek Pieczka) peşine takılıyor çünkü. Bu suçluluk, karısının bilerek veya bilmeyerek yaptığı bir hatadan geliyor. Stefan’ın, bundan yirmi yıl önce 1956’da, karısı (Helina Winiarska) Parti’nin gençlik kollarındayken, Lech’i (Jerzy Nowak) suçlamış ve Lech’in kaderiyle oynamış ve neredeyse hayatını karartmış. Hepsi bu kasabada, Olecko’da yaşanmış zamanında. Lech kasabada yine onun karşısına çıkıyor. Stefan’ın karısı orada bulunmak istemiyor. Kader, Stefan’la Lech’i yan yana getiriyor kimyasal fabrikasının inşaatı başlarken. Bir de ona asistan (Jerzy Stuhr) veriyorlar. Film, Romuald Karas’ın romanından uyarlanmış. Senaryoyu da yönetmenle beraber yazar ortak yazmışlar. Müzikleri Stanislaw Radwan yapmış. Görüntülerse Slawomir Idziak’ın.

    Ailesiyle şimdilerde Katowice şehrinde ailesiyle beraber yaşayan Stefan’ın, kızı Ewa’yla (Joanna Orzeszkowska) sorunları var. Kızının kürtaj yaptırdığını geç öğrenen Stefan, Ewa’nın yine kürtaj yaptıracağını yine geç öğreniyor. Fotoğraf da çeken mühendis Stefan, tüm bu sorunlarla bakanlığın emriyle Olecko’daki fabrika inşaatının başına getiriliyor. İnşaatta her şeyle ilgilenen Stefan fabrikanın müdürlüğünü de üstleniyor. Oradaki yardımcısı da Lech. Kendisine sürekli “İhtiyar” diyen Lech, Stefan’a suçluluk duygusunu hiç unutturmuyor. Stefan, Lech’in
    yardımcılığına getirilmesine karşı çıksa da emir büyük yerden olduğu için fazla bir şey elinden gelmiyor. Ailesinden yalnız kasabaya yerleşen Stefan, kasabada doğanın katline de tanıklık ediyor. Ama elinden bir şey gelmiyor. Kimyasal fabrikası, doğa gözetilmeden ve gerçek anlamda araştırılma yapılmadan izin verilmiş. Belediye başkanı Bolek (Mariusz Dmochowski), kasabayı canlandırmak ve gençlere iş imkânı yaratabilmek için çok çaba göstermiş fabrika için. Kieslowski usta, kasabanın cennet doğasının katledilişini belgesel gibi yansıtmış. Belki de yüz yıllık ağaçlar dozerler tarafından öldürülürken, ormanın sakinleri hayvanlar kasabaya inmeye başlıyor.
    Kasabada, daha inşaat sürerken doğanın bozulması insanın içini burkuyor. Unutulmaz bir anda, kamera fabrikanın devasa bacalarından birini aşağıdan yukarıya doğru çekerken, yukarı doğru tırmanan çerçeve sonsuza kadar yukarı çıkacakmış hissine kapılıyorsunuz. Bacadan da korkunç dumanlar gökyüzüne dağılıyor ve kasabanın tertemiz havası kirlenmeye başlıyor. Aş mı, yoksa doğa mı? İnsanı ikilemde bırakıyor. Olanlar Stefan’ın da içini burkuyor. Hatta vicdan azabı çektiriyor. Ama yine de yapacak bir şeyi yok.

    Böyle bir film ülkemizde çekilebilir miydi? Kieslowski usta bu filmini, sosyalist Polonya’da yaptı 1976 yılında. Onu kimse kötülemedi. Önü açıldı. Büyük yönetmenler arasına girdi. Kieslowski ustanın birçok filminde ülkemizi de seyrediyormuş hissine de kapılabilirsiniz. Yıllar öncesindeki Polonya, şimdiki ülkemiz sanki. Polonya, bizden yıllarca yıl önde. Yönetmenleriyle, yazarlarıyla, bestecileriyle ve de tüm sanatlarıyla. Bu toplum saygıyı hak ediyor. Polonya Bisiklet Turu (Tour de Pologne) ve filmleriyle bu yeşil ülkenin tutkunuyuz ayrıca. Fransa’dan sonra.

    “Yara” filmini seyrederken, güçlü metaforlara da dokunuyorsunuz. Kasabada yıkımlar ve inşaat sürerken, Stefan’ın da hayatı sarsılıyor. Karısı uzakta. Kızı Ewa da, asi ve başına buyruk. Fabrika yükseldikçe, Stefan’ın da hayatı biraz olsun toparlanmaya başlıyor. Fabrikanın açılışına, kendisine az da olsa uzak kızı da geliyor. Hem de yeni sevgilisiyle. Damat adayı da Stefan gibi fotoğrafçılığa meraklı. Az da olsa ona kanı kaynıyor Stefan’ın. Bu anlarda unutulmaz bir an da var baba-kız arasında. Konuşmaları, aralarındaki buzları da eritiyor sanki. Kadınların haklı olduğunu kabul edin, daima. Her şey biraz olsun iyiye gitse de, Stefan’ın üzerinde mutsuzluk sisinin kuşatmasını fark ediyorsunuz. Çünkü geçmiş sürekli peşinde dolaşıyor. Lech hep yakınlarında. Fabrika üretime geçerken, Olecko’daki ve etraftaki kasabalardaki insanlar işe girebilmek için her şeyi yapıyorlar. Kıran kırana bir mücadele var aş için. Stefan, fabrika müdürlüğünü bırak istediği sıralarda grev de başlıyor. Sonra her şey tersine dönüyor ve Lech, yıllar sonra onun olan şeyi kendince alıyor, yeni müdür oluyor. Lech, Stefan’ın kaderi sanki. Aynen yıllar sonra döndüğü bu kasaba gibi.

    Bu filmde, kurgusal olanın yanında belgesel olanı da yan yana takip ediyorsunuz sürekli. Her şey iç içe geçiyor neredeyse. Ağaçların katledilişiyle beraber temelden fabrikanın yükselişine de tanıklık ediyorsunuz bu filminde. Gerçekten her şey gerçekçiydi. Kieslowski usta, bir kasabanın kaderini de gösteriyor bu belgeselci ruhla. Kış atmosferinde geçen filmin estetiği de çarpıcı. Yönetmen, zaman zaman sert “şok zum”lu çekimler de denemiş. Bu, kaotik bir ruh veriyor o anlara. Bu filmdeki kadınların hepsinin yüzüne keder çökmüş bir de. Kieslowski filmlerinde bu kedere daima dokunabilirsiniz. Stefan’ın karısı ve kızı, hüzünlü yüzleriyle yalnızlığı hissettiriyorlar adeta. Yalnızlık, suçluluk duygusunu çoğaltabilir miydi? “Yara” filmini seyrederken bunları da düşüneceksiniz belki. “Yara”, çok özel bir film. Finaldeki son anla da özel bir film bu. Çünkü bebek, gelecek ve umut. Filmdeki gibi.

    “Amatör…”

    1979 yapımı “Amator-Amatör” filmi, coşkulu sinema yolunda kedere düşen fabrika işçisi Filip Mosz’un hikâyesini anlatıyor. Filmin senaryosunu Kieslowski yazmış. Müzikleri Krzysztof Knittel bestelemiş. Etkileyici fotoğraflarsa Jacek Petrycki’ye ait.

    Wielice kasabası. Film, şahinin bir tavuğu avlayışı ve tüylerini yoluşuyla açılıyor. Bu, Filip Mosz (Jerzy Stuhr) hamile karısı Irka’nın (Malgorzata Zabkowska) rüyasıydı. Heyecanlanınca her zaman hıçkırığı tutan Filip, doğum sancısı tutan Irka’yı telaşla hastaneye yetiştirmeye çabalasa da etrafta araba bulamıyor, ama yetiştiriyor. Hastanede karısı doğururken, kendisi de dışarıda doğuruyor sanki. Fabrikadan arkadaşlarına içki sunarken, kız babası olduktan sonra fabrika’nın kültür sorumlusu Stanislaw Osuch (Jerzy Nowak), Filip’e Rus malı 8mm Kwarz bir kamera armağan ediyor. Bu kamera onun hayatına anlam katarken, karısı Irka’yla arasına duvarları örüyor, hatta uçurumları çoğaltıyor. Bu kamera, Filip’in kaderi sanki. Filip’in çektiği belgeseller ve Irka’nın yüzüne oturan tarif edilemez hüznü bu filmin derinleri. Rüyayı düşünüyorsunuz. Bu trajik rüya, kadınların ebedi korkusu mu, diye. Filip’in, hayatta istediği iki şey gerçekleşmiş. Irka’yla evlenmek ve fabrikada çalışmak. Irka’ya keder veren, birisinin rüyasını gerçekleştiren olmak mıydı? Kamera, birbirlerinden uzaklaşmalarının son yeri miydi? Filip, hayatın kendisine sunduklarını coşkuyla yaşarken, aslında etrafında giderek çoğalan uçurumları fark edememiş. Çünkü Irka’nın içinde biriken keder, doğum sonrasında kameranın da varlığıyla dışarı çıkıyor. Yeryüzünde hiçbir erkek, Irka’nın hüznünü anlamlandıramaz maalesef. Irka, kadının “Nirvana”sı mıydı? Oraya ulaşmak mümkün müydü? Gizemlerle çevrili ve oraya girilmesi imkânsız mıydı? Ya aşk? Onlar izin verdiği için mi vardı? Irka’yı ancak kadınlar anlamlandırabilir. Biz erkekler hiçbir şey bilmiyoruz. Sadece sunduklarıyla yetiniyoruz. Irka, kadınların toplandığı bir yer ve o ülkeye ulaşamayacak. Ebediyete kadar. İşte Kieslowski usta bunu diyor.

    Filip, kendisine armağan edilen kamerasıyla her şeyi çekmeye başlıyor. İlk önce de bebeğini. Ardından, evinin penceresinden, kaldırım düzenlemesi yapan işçilerin görüntülerini çekiyor Filip. Belediye, canı sıkıldıkça kaldırımları yeniden düzenleyip duruyor kasabada. Filip, kendine verilen kamerayla her şeyi kaydetmeye bayılıyor. Üniversite okumuş, birkaç dil bilen fabrika müdürü ondan, fabrikanın açılışının 25. yıldönümünü çekmesi için ilk görevi veriyor. Fabrika müdürü (Stefan Czyzewski), sessiz çektiği bu belgeseli sesli hale getirmesini de istiyor. İşte bu belgesel, onun hayatına zenginlik ve keder getiriyor. “Amatör Belgeselciler Festivali”nden Anna (Ewa Pokas), Filip’i festivale davet ediyor. Festivalde, jürinin belgeselleri değerlendirişi gerçekten
    keşfettiriciydi. Üçüncülük ödülünü kazanan Filip, orada televizyoncu Andrzej Jurga’yla (kendisini oynuyor) tanışıyor. Cesaretlenen Filip, Wielice’ye döndüğünde fabrikada 25 yıldır çalışan işçi cüce üzerine belgesel yapmaya karar veriyor ve cüceyi ikna edip işe hemen koyuluyor. Montaj ve ses üzerine deneyim kazanan Filip, tüm aşağılamalara sadakatle işine kendini vermiş cücenin hayatından kesitler, fabrika müdürünü rahatsız etse de, Filip, Jurga’nın davetiyle Varşova’ya, televizyona gidiyor. Cücenin belgeseli beğenilirken, Filip, Irka’nın yatağı çoğu zaman kapatmasından olmalı Anna’ya yakınlık göstermeye başlıyor. Ama, kolayca olacağı sandığı şeyi yaşayamıyor Filip. Sonra üniversitede konferans veren Polonya sinemasının önemli yönetmenlerinden Krzysztof Zanussi’yle de tanışıyor. Hatta Zanussi’yi Wielice’ye davet ediyor Filip. 1939’da Varşova’da doğmuş Zanussi, önemli bir yönetmen olsa da ülkemizde çoğu kimse tarafından tanınmıyor. Kieslowski’nin filminde Zanussi, kendi felsef ve ahlâki görüşlerini belirtiyor. Belgesel tadında ve öğreticiydi. Ama Filip’in karısı gün gün tüm hüznüyle ondan uzaklaşıyor. Irka, neden kocasının başarılarından mutlu olmuyor? Filip buna bir anlam veremiyor. Irka, son noktada bebeğiyle beraber evi terk ediyor ve Filip’i yapayalnız bırakıyor geride. Fabrikada da bir şeyler oluyor ve Osuch’un işine son veriliyor. Bakanlık, cücenin belgeselinin televizyonda yayımlanmasından dolayı rahatsızlık duymuş nedense. Ayrımcılık yapıyorlar. Irkçılığın başka bir yüzüydü bu.

    Kieslowski usta, son bölümde Filip’in boşluğunu unutulmaz bir anlatımla yansıtmış. Bomboş ve soğuk evde, eline aldığı yeni 16 mm kamerayla pencereden uzakları çekiyor Filip boşluğunu belgelemek için. Yeni bir başlangıç olabilir miydi bu? Ama, çalan her kapı zilinden de umutlanıyor Filip. Ama, Irka artık yok. Film, Filip’in, doldurulamaz boşluktaki mutsuzluğuyla sonlanıyor. Binlerce yıldır hiçbir filozof, hiçbir bilim insanı kadınları
    çözümleyemedi. Her deneme “Kolomb sendromu”na dönüştü. Gizemli kalması daha iyidir belki de. Daha çok mutluluk sunuyorlar işte. Kieslowski usta, erkekler kadınları anlamlandırmakta ve çözümlemekte de amatördür diyor sanki bu filmiyle. Irka, sinemada etkisinde bırakan özel karakterlerden biri oldu.

    Filmin estetiği de gerçekten çarpıcı. Kurgu heyecan veriyor. Kieslowski, birçok şeyi ve anı, Filip’in gözleriyle yansıtıyor. Hatta objektifinden. Kieslowski, belgeselleri de az da olsa seyircilere göstermiş. Filip’le Irka’nın evleri, sıra sıra dizilmiş apartmanların birinde. Kapitalist ve komünist ülkelerde, özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra banliyölerde, çirkin ve özensiz binalar dikilmişti. Savaş sonrasında insanların acilen barınmaya ihtiyacı vardı. Kieslowski usta, 1980’lerin sonunda bu binalarda yaşayan şehirli insanları, “Musa’nın On Emri”nden yola çıkarak çektiği “Dekologlar” seri televizyon filminde anlatmıştı. “Amatör” filmindeki oyunculuklar da muhteşem. Filmin kış atmosferinde geçtiğini de belirtelim. Filmin müzikleri de kulağa iyi geliyor.

    (29 Aralık 2013)

    Ali Erden

    ailerden@hotmail.com

    Samuraylar Klaket Aktüel’de

    Online dergi Klaket Aktüel 14. sayısıyla yayında. Derginin bu sayısında Biket İlhan’ın yönettiği Yarım Kalan Mucize filminden Nihan Belgin ve Umut Beşkırma röportajları yer alıyor. Cemil Ağacıkoğlu’nun yönettiği ve başrolünde Güven Kıraç’ın oynadığı Özür Dilerim filminde rol alan oyuncu Köksal Engür de filmle ilgili soruları cevaplandırdı. Özel Dosya bölümünde samuray filmlerinin derlendiği dergi Kamera Arkası, Dizi, Gezi, Müzik ve Yaşam Tarzı sayfalarıyla dolu dolu bir içerik sunuyor. Derginin iletişim bilgileri şöyle: Tahsin Erkin Erk, e-posta: erkin@klaketaktuel.com, GSM: 0546 290 99 92.

  • Web Sitesi
  • Hepsi Birarada Kapak Fotoğrafları
  • 2014 Berlin ve Cannes Festivallerinin Programlarında Neler Var?

    Türkiye’de Tiglon tarafından temsil edilen 20th Century Fox Stüdyosu iki büyük filmiyle (“The Grand Budapest Hotel – Büyük Budapeşte Oteli” ve “The Monuments Men – Hazine Avcıları”) 2014 Berlin Film Festivali’ne ağırlığını koydu.

    “The Grand Budapest Hotel – Büyük Budapeşte Oteli”

    Hayranları arasında efsanevi Martin Scorsese’nin de bulunduğu, Amerikan Bağımsız Sinemasının üç kez Oscar adaylığı elde eden harika çocuğu Wes Anderson yeni filmi “The Grand Budapest Hotel”de sinema tarihinin belki de en büyük ve en iddialı oyuncu kadrosunu bir araya getirdi. “The Grand Budapest Hotel” ilk kez 6 Şubat 2014’te 64. Berlin Film Festivali’nin açılış filmi olarak seyirci önüne çıkacak.

    “The Grand Budapest Hotel”de Kimler Oynuyor?

    * “American History X” ve “Primal Fear”la Oscar adayı olan Edward Norton.
    * “Atonement – Kefaret”le Oscar adayı Saoirse Ronan.
    * “The Royal Tenenbaums” senaryosuyla Oscar adayı Owen Wilson.
    * “Amadeus”taki Mozart’ın rakibi Salieri rolüyle Oscar kazanan F. Murray Abraham.
    * “Soğuk Dağ” ve “Yetenekli Bay Ripley”le Oscar adayı Jude Law.
    * “İngiliz Hasta” ve “Schindler’in Listesi”yle Oscar adayı Ralph Fiennes.
    * “Shadow of the Vampire” ve “Platoon – Müfreze”yle Oscar adayı Willem Dafoe.
    * “Piyanist”le Oscar kazanan Adrien Brody.
    * “Michael Clayton” ile Oscar kazanan Tilda Swinton.
    * 1972, 1974 ve 1976 yıllarında yılın en iyi filmi Oscar’larını kazanan “Baba”, “Baba 2” ve “Rocky” filmlerinin oyuncusu Talia Shire’ün oğlu Jason Schwartzman.
    * 2013 Cannes Film Festivali’nde büyük ödül Altın Palmiye’yi kazanan “Mavi En Sıcak Renktir”deki rolüyle festivalde kadın oyuncu ödülünü kazanan Lea Seydoux.
    * “Lost in Translation – Bir Konuşabilse” ile Oscar adayı Bill Murray.
    * Kısa film dalında Oscar adayı “Küçük Sürprizler”le Oscar adayı Jeff Goldblum.
    * “Bugsy”le Oscar adayı Harvey Keitel.
    * “Michael Clayton” ve “In the Bedroom”la Oscar adayı Tom Wilkinson.
    * Spielberg’ün “Münih”inin ve Cannes Film Festivali’nde yönetmen (Julian Schnabel) ödülünü kazanan “Kelebek ve Dalgıç”ın oyuncusu olan ve kendisi de “Tournee” adlı filmiyle Cannes’da yönetmen ödülünü kazanan Mathieu Amalric.
    * Robert Altman’ın “Gosford Park”ının yapımcısı olarak Oscar adaylığı kazanan Bob Balaban.

    Wes Anderson Filmleri:

    * Bottle Rocket / Maliyet: 7 milyon dolar / Dünya hasılatı: Bilinmiyor.
    * Rushmore / Maliyet: 20 milyon dolar / Kuzey Amerika hasılatı: 17 milyon dolar.
    * The Royal Tenenbaums / Maliyet: 21 milyon dolar / Dünya hasılatı: 71 milyon dolar.
    * The Life Aquatic with Steve Zissou / Maliyet: 50 milyon dolar / Dünya hasılatı: 34 milyon dolar.
    * The Darjeeling Limited / Maliyet: 17 milyon 500 bin dolar / Dünya hasılatı: 35 milyon dolar.
    * Fantastic Mr. Fox / Maliyet: 40 milyon dolar / Dünya hasılatı: 46 milyon dolar.
    * Moonrise Kingdom / Maliyet: 16 milyon dolar / Dünya hasılatı: 68 milyon dolar.

    “The Monuments Men – Hazine Avcıları”

    İkinci Dünya Savaşı’nda yaşanan gerçek bir öyküye dayanan, göz kamaştırıcı yıldızlar kadrosuna sahip “The Monuments Men – Hazine Avcıları”nın hem görsel efektleri tamamlanamadığından, hem de 2013’ün son çeyreğindeki film rekabetinden zarar görebileceği endişesiyle dünya sinemalarındaki gösterim tarihleri birkaç ay ertelenmişti.

    21 Mart 2014’te Türkiye sinemalarında gösterilmeye başlanacak olan “The Monuments Men – Hazine Avcıları” şimdi de 2014 Berlin Festivali programına alındı. “Argo”nun yapımcısı ve “Syriana”nın oyuncusu olarak iki kez Oscar kazanan George Clooney “The Monuments Men – Hazine Avcıları”nda yapımcı, yönetmen, senaryo yazarı ve oyuncu olarak karşımıza çıkıyor…

    Öte yandan, Clooney’nin başrollerinden birini üstlendiği 100 milyon dolar yapım bütçeli “Gravity – Yerçekimi” 2013’ün en gözde filmlerinden biri olmayı başardı; hasılatı 600 milyon doları geride bıraktı.

    “The Monuments Men – Hazine Avcıları”nın Oyuncuları:

    Dördü de Oscar ödüllü Matt Damon, George Clooney, Cate Blanchett ve Jean Dujardin’e, ikisi de Oscar ödülü adayı Bill Murray ile Bob Balaban eşlik ediyor.

    Bilindiği gibi bu yıl Berlin Festivali Wes Anderson’ın “The Grand Budapest Hotel”iyle açılacak. ”The Monuments Men – Hazine Avcıları” ile “The Grand Hotel”in iki ortak oyuncusu var: Bill Murray ile Bob Balaban.

    “The Monuments Men – Hazine Avcıları”nın Konusu:

    Başta Adolf Hitler, Herman Göring ve Albert Speer olmak üzere Nazi liderlerin neredeyse tamamı hırsızlıkla, zorbalıkla, el koyarak sanat koleksiyoncusu haline gelmişti. Savaşın sonuna gelindiğinde özellikle Yahudilerden yağmalanan ve bilinmeyen yerlere saklanan Avrupa ve Asya’nın binlerce yıllık kültür sanat hazinelerinin geri alınması için ABD Başkanı Franklin Delano Roosvelt bir görevlendirmede bulunur; yedi müze müdürü, küratör ve sanat tarihçisini bir müfrezede bir araya getirir.

    “The Monuments Men – Hazine Avcıları” oyuncu kadrosundan George Clooney ile Cate Blanchett İkinci Dünya Savaşı sonunda harabeye dönmüş Berlin’i dekor alan Steven Soderbergh yönetimindeki “The Good German – İyi Alman”da da bir araya gelmişti. 32 milyon dolar yapım bütçeli bu filmin dünya hasılatıysa 5 milyon dolarda kalmıştı.

    Berlin Film Festivali büyük ödülü Altın Ayı için yarışan Türk filmleri ya da Türk asıllı yönetmenlerin filmleri (Tam Liste):

    * 1961 – “Kırık Çanaklar” / Memduh Ün
    * 1964 – “Susuz Yaz” / Metin Erksan / Büyük Ödülü kazandı
    * 1980 – “Düşman” / Zeki Ökten
    * 1983 – “Hakkari’de Bir Mevsim” / Erden Kıral
    * 1985 – “Pehlivan” / Zeki Ökten
    * 1988 – “Av Zamanı” / Erden Kıral
    * 1999 – “Güneşe Yolculuk” / Yeşim Ustaoğlu
    * 2000 – “Mayıs Sıkıntısı” / Nuri Bilge Ceylan
    * 2001 – “Cahil Periler” / Ferzan Özpetek
    * 2004 – “Duvara Karşı” / Fatih Akın / Büyük Ödülü kazandı
    * 2010 – “Bal” / Semih Kaplanoğlu / Büyük Ödülü kazandı
    * 2011 – “Bizim Büyük Çaresizliğimiz” / Seyfi Teoman

    “On the Milky Road”

    “Underground – Yeraltı” ve “When Father Was Away on Business – Babam İş Gezisinde”yle iki kez Cannes Film Festivali büyük ödülü Altın Palmiye’yi kazanan, 2004 Moskova Film Festivali’nde tüm çalışmalarıyla Yaşam Boyu Başarı Ödülünü elde eden Emir Kusturica “On the Milky Road” adlı yeni filminin ilk gösterimini 2014 Cannes Festivali’nde yapmaya hazırlanıyor.

    2014 Cannes Festivali programında yer almasına kesin gözüyle bakılan filmler arasında, Nicole Kidman’ın Grace Kelly’i canlandırdığı “Grace of Monaco”, Nuri Bilge Ceylan’ın senaryo yazarlığını ve yönetmenliğini üstlendiği “Kış Uykusu – Winter Sleep” ve Edoardo Ponti’nin yönetmenliğini ve senaryo yazarlığını üstlendiği, Erri De Luca’nın diğer senaryo yazarı olduğu, Jean Cocteau’nun (1889 – 1963) 1930’dan bu yana gündemde olan “ölümsüz” tiyatro oyunundan uyarlanan “La voce umana – La Voix humaine – The Human Voice – İnsan Sesi”de bulunuyor.

    “Kış Uykusu”nda Haluk Bilginer, Demet Akbağ ve Melisa Sözen, “İnsan Sesi”ndeyse Oscar ödüllü Sophia Loren baş rolde…

    Senaryosunu Emir Kusturica ve 27 yaşındaki kızı Dunja’nın beraber yazdığı “On the Milky Road”da baş rolde Monica Bellucci var. Filmin oyuncuları arasında Emir Kusturica da bulunuyor.

    Bellucci bu sıralarda “The Apartment – L’appartement” (1996) adlı filmin setinde tanıştığı ve 1990 ile 1994 arasında evli kaldığı Claudio Carlos Basso’dan sonra 3 Ağustos 1999’da evlendiği Fransız oyuncu Vincent Cassel’den boşanıyor. Bellucci – Cassel çiftinin 8 yaşında Deva ve 3 yaşında Leonie adlı iki çocukları var.

    Monica Belluci’nin En Çok Tanınan Filmleri:

    * “Bram Stoker’s Dracula” (1992) Yönetmen: Francis Ford Coppola. Dünya sinema hasılatı: 215 milyon dolar.
    * “The Passion of the Christ” (2004) Yönetmen: Mel Gibson. Dünya sinema hasılatı: 611 milyon dolar.
    * “The Matrix Reloaded” (2003) Dünya sinema hasılatı: 742 milyon dolar.
    * “The Matrix Revolutions” (2003) Dünya sinema hasılatı: 427 milyon dolar.

    Başlıca Kusturica Filmleri:
    * “Do You Remember Dolly Bell? – Dolly Bell’i Hatırlıyor musun?” Venedik Film Festivali’nde En İyi İlk Film Ödülüne ve Film Eleştirmenleri Ödülüne layık bulundu.
    * “Arizona Dream – Amerika Rüyası” Berlin Festivali’nde büyük ödül Altın Ayı adaylığı elde etti.
    * “Black Cat, White Cat – Kara Kedi Ak Kedi” Venedik Festivali’nde büyük ödül Altın Aslan adaylığı elde etti.
    * Kusturica “Time of the Gypsies – Çingeneler Zamanı”yla Cannes Festivali’nde büyük ödül Altın Palmiye adaylığı elde etti ve En İyi Yönetmen Ödülünü elde etti.
    * “Promise Me This – Bana Söz Ver”le Cannes Festivali’nde büyük ödül Altın Palmiye adaylığı elde etti.
    * “Life Is a Miracle – Bir Mucizedir Yaşamak”la Cannes Festivali’nde büyük ödül Altın Palmiye adaylığı elde etti.

    Cannes Film Festivali büyük ödülü Altın Palmiye için yarışan Türk filmleri ya da Türk asıllı yönetmenlerin filmleri (Tam Liste):

    * 1982 – “Yol” / Şerif Gören / Büyük Ödülü kazandı
    * 1983 – “Duvar” / Yılmaz Güney
    * 2003 – “Uzak” / Nuri Bilge Ceylan
    * 2006 – “İklimler” / Nuri Bilge Ceylan
    * 2007 – “Yaşamın Kıyısında” / Fatih Akın
    * 2008 – “Üç Maymun” / Nuri Bilge Ceylan
    * 2011 – “Bir Zamanlar Anadolu’da” / Nuri Bilge Ceylan

    (29 Aralık 2013)

    Hakan Sonok

    hakansonok.sonok1@gmail.com

    Altın Portakal’ın En İyi Filmi Kusursuzlar Özel Gösterimiyle Basınla Buluştu

    50. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Film, En İyi Yönetmen, 4. Malatya Uluslararası Film Festivali’nde de En İyi Kadın Oyuncu ödüllerine layık görülen Kusursuzlar, oyuncular ve film ekibinin de dahil olduğu özel bir gösterimle basınla buluştu. Yönetmen koltuğunda Ramin Matin’in oturduğu, senaryosu Emine Yıldırım’a ait olan Kusursuzlar, 03 Ocak 2014’te sinemaseverlerle buluşuyor. İstanbul’dan kaçarak Çeşme’ye anneannelerinin yazlığına giden iki kız kardeşin, sırlarla örülü hikâyesini anlatan filmde, Lale ve Yasemin dışarıdan bakıldığında birlikte vakit geçirmek için tatile gelmiş gibi gözükseler de onları İstanbul’dan Çeşme’ye sürükleyen bir olay vardır.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Altın Portakal’ın En İyi Filmi Kusursuzlar Özel Gösterimiyle Basınla Buluştu yazısına devam et

    2012 – 2013 Yılı Festival Değerlendirmesi

    Türkiye’de 2012 ve 2013 yıllarında yapılan film festival ve yarışmalarda verilen ödüller kameraarkasi.org linkindeki dosyada sıralandı. Hayri Çölaşan tarafından hazırlanan bu araştırma http://www.kameraarkasi.org sitesinde yer alan veri tabanı çalışmasından çıkan sonuçtur. Bittiğinde kitaba dönüşecek proje ülkemizde kısa film ve belgesel alanında yazılacak birçok kitabın istatistikî bilgilerinin kaynağı olacak. Yurtdışında kazanılan başarılar bu listeye alınmadı.

    Gencecik Bir Gündüz Güzeli

    Fransız sinemasının verimli yönetmenlerinden François Ozon’un kısa filmleri ve ilk dönem uzun metrajları ergenlik dönemi üzerine parlak gözlemlerle doludur. Bu yıl içinde bizde de vizyona giren son dönem yapıtlarından ‘Evde / Dans La Maison’da (2012) iki genç erkek oyuncu ile çalışan Ozon, ilk kez 66. Cannes Film Festivali’nin yarışmalı seçkisinde yer almış ve bu haftadan itibaren ‘Başka Sinema’ programında izleyici karşısına çıkan son filmi ‘Genç ve Güzel / Jeune & Jolie’de bu kez 17 yaşındaki Isabelle üzerinden günümüz gençliğine ve kırılgan büyüme dönemine bakmak istemiş.

    Hali vakti yerinde hoşgörülü Parisli burjuva ailenin kızı Isabelle’in kendi özgür kararıyla fahişeliğe başlaması öncelikle Luis Bunuel’in ünlü klâsiği ‘Gündüz Güzeli / Belle De Jour’unu (1967) çağrıştırıyor. Varlıklı ve evli bir kadının öğleden sonraları lüks bir genelevde fahişelik yapmasını öyküleyen ‘Gündüz Güzeli’ İspanyol asıllı ustanın burjuva ahlâkını acımasızca eleştiren eserinin nadide parçalarındandır. Benzer bir hikâyede Ozon’un niyeti daha farklı. Birçok filmde idealize edilen ergenlik döneminin, duygusal olmaktan çok hormonların atağı karşısında buhranlı bir geçiş dönemi olduğunu düşünüyor ve bu başkaldırış dönemini ele alırken, Isabelle’in fahişeliği seçişini bu doğrultuda bir kimlik ve cinsellik arayışı olarak değerlendiriyor Ozon. Her şeyin mümkün görüldüğü huzursuz ve kırılgan ergenlik dönemi irdelerken, fahişeliği bir sapkınlık olarak değil, hayata ve dünyaya açılım, ahlâki kısıtlamaları göz ardı eden bir macera olarak kabul eden bakışıyla benzerlerinden çok farklı bir filme imza atıyor.

    Aile içi sorunlar, anne kız çekişmesi gibi filmin mesajını zedeleyebilecek klişelerden özellikle kaçınan Ozon’un sineması her zamanki incelikleriyle öne çıkıyor. Sözgelimi, Isabelle’in gizemli serüveni bir ders yılı içinde dört mevsim boyunca dört farklı karakterin bakış açısıyla görüntülenmiş. Bekâretinden kurtulduğu yaz aylarını kendisini dürbünle gözetleyen erkek kardeşinin, sonbahar dönemini paralı müşterisinin, kış aylarını annesinin ve nihayet bahar başlangıcını üvey babasının bakışlarından izliyoruz. Ve her bir mevsime Françoise Hardy’nin gençlik aşkının romantizmini ve hayal kırıklıklarını dile getiren klâsik şansonları eşlik ediyor. Ozon okul sahnelerinde oyunculuk deneyimi olmayan gerçek liselileri kullanmış. Isabelle’in gizemli serüvenini tetikleyen Arthur Rimbaud’nun (Erdoğan Alkan’ın yaratıcı çevirisiyle) ‘On yedi yaşlarında gelgeç oluyor yürek / On n’est pas sérieux quand on a 17 ans’ dizesiyle başlayan ‘Roman’ şiirinin tartışıldığı edebiyat dersi bir belgesel havasında doğaçlama çekilmiş.

    İlk büyük rolünde genç oyuncu Marine Vacth son derece başarılı. Finalde güzel bir sürprizi daha var Ozon’un. Detayları fazla açık etmeden, gerçek mi düş mü olduğu izleyiciye bırakılmış bu final sekansında genç Vacth’a ‘Gece Bekçisi / Il Portiere di Notte’nin gizemli usta oyuncusu, Ozon’un gözdelerinden Charlotte Rampling’in eşlik ettiğini duyurmakla yetinelim.

    ‘Genç ve Güzel’ fırtınalı ergenlik dönemine, genç bedenlerin değişim sancılarına onları yargılamadan şefkatle bakan, benzerlerinden farklı bir çalışma olarak önem kazanıyor.

    (François Ozon’un filmi, ‘Başka Sinema’ projesi kapsamında İstanbul, Beyoğlu Beyoğlu; Kadıköy Rexx; Altunizade Capitol Spectrum; Haramidere Cinetech Torium; Ankara Kızılay Büyülüfener; Bursa Cinetech Korupark Sinemaları’nda dönüşümlü seanslarda gösterilmektedir.)

    28 Aralık 2013

    Ferhan Baran

    ferhan@ferhanbaran.com

    47 Ronin

    Carl Rinsch’in yönettiği ve Keanu Reeves, Hiroyuki Sanada, Kou Shibasaki ile Tadanobu Asano’nun oynadığı 47 Ronin, 27 Aralık 2013’de UIP Filmcilik dağıtımıyla UIP Filmcilik tarafından vizyona çıkarıldı.
    Tehlikeli bir savaş lordu, kendilerini sürgün edince, artık liderleri olmayan 47 samuray intikamlarını almak için yemin ederler. Evlerinden sürgün edilmiş ve ülkenin dört bir yanına dağılmış Roninler, olağanüstü tehlikelere karşı savaşırken bir zamanlar aralarına kabul etmedikleri melez Kai’nin yardımına ihtiyaç duyarlar. Bu dışlanmış kişi, en güçlü silâhları haline gelerek sayıları az kalmış asilere ölümsüzlüğe ulaşmaları için ilham veren kahramana dönüşecektir.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb
  • Ferhan Baran Yazıyor
  • 47 Ronin yazısına devam et

    Teaser Yayında, Bi Küçük Eylül Meselesi 14 Şubat Sevgililer Günü’nde Vizyona Giriyor

    Başrollerini Engin Akyürek ve Farah Zeynep Abdullah’ın paylaştığı sinema filmi Bi Küçük Eylül Meselesi’nin ilk tanıtım teaser’ı internet ortamında yayına verildi. Yapımcılığını Ay Yapım’ın, senaristliğini ve yönetmenliğini Kerem Deren’in üstlendiği, Bozcaada’nın büyüleyici atmosferinde geçen çarpıcı bir aşk hikayesini konu alan Bi Küçük Eylül Meselesi’nin teaser fragmanı 20 Aralık Cuma gününden itibaren de sinema salonlarında da gösterilmeye başlandı.

  • Basın Bülteni
  • Teaser’ı izlemek için tıklayınız.
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • SİYAD – Sinema Yazarları Derneği’nden Sinema Dergisi ile İlgili Basın Açıklaması

    19 yıldır yayın yapan Sinema Dergisi’nin aniden kapanmasıyla ilgili olarak SİYAD – Sinema Yazarları Derneği basın açıklaması yaptı. SİYAD’ın basın açıklaması şöyle: “19 yıldır yayım hayatımızda yer alan; sayfalarında 7. sanatı bütün renkleri ve sesleriyle okurlarına taşıyan Sinema Dergisi’nin kapanışından derin bir üzüntü duyduk. Meslektaşlarımız son derece başarılı bir yayın organına imza atıyorlardı. Sinema yayımlarının toplam sayısının bir elin parmaklarını geçmediği bir zeminde yirmi yıla yakın bir süredir okuyucusuyla buluşan ve sektörel gelişime katkıda bulunan Sinema Dergisi’nin kapatılma kararının bu kadar hızlı alınmasının yayıncılık ve 7. sanat adına …

  • Bildirinin devamı için tıklayınız.
  • Web Sitesi
  • Maymunlar Cehennemi: Şafak Vakti, 11 Temmuz’da Sinemalarda

    Maymunlar Cehennemi: Şafak Vakti (Dawn of the Planet of the Apes) 3 sene önce gösterime giren ve 300 bin seyirci sayısını geçen serinin ilk filmi Maymunlar Cehennemi: Başlangıç’ın 10 yıl sonrasından başlıyor. Karşımızda Caesar’ın liderlik ettiği, evrim geçirmiş, daha zeki bir maymunlar topluluğu var. 10 sene önce yayılan ölümcül bir virüs salgınından sağ kalan bir grup insanla yüzleşiyorlar. Dünyanın “kuralları koyan türü” olmak için maymunlar ve insanlar arasında büyük bir savaş başlıyor. 11 Temmuz 2014’te gösterime girecek olan Maymunlar Cehennemi: Şafak Vakti’nin fragmanı internet ortamında yayına verildi.

  • Basın Bülteni
  • Fragmanı izlemek için tıklayınız.
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.