Anadili Almanca Olan Türk Filmi Semi, Frankfurt Türk Film Festivali’nde

Almanya doğumlu Refik Çakar’ın yönettiği ve başrollerinde Semi Çakar ile Katharina Simon’un oynadığı, göçmen bir çocuğun sessiz dünyasını dile getiren Semi adlı film, yine bir festival yolcusu. Frankfurt Türk Film Festivali’nde yarışan Refik Çakar’ın ilk filmi Semi, anadili Almanca olan bir Türk filmi olarak festival seçkisinde öne çıkıyor. Çakar, filmin İstanbul Film Festivali’ndeki özel gösterimden sonra, Romanya’da düzenlenen Dreamfest Slatina adlı festivalde En İyi Yönetmen Ödülüne layık görüldü. Böylelikle ikinci uluslararası ödülünü olan yönetmen, ilk uluslararası ödülünü, 2010 yılında Mahmut Fazıl Coşkun’un Uzak İhtimal filmiyle İran’ın en büyük festivali olan Fajr Film Festivali’nde kazandı.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Hükümet Kadın 2

    Sermiyan Midyat’ın yönettiği ve Demet Akbağ, Sermiyan Midyat, Mahir İpek ile Burcu Gönder’in oynadığı Hükümet Kadın 2, 08 Kasım 2013’de UIP Filmcilik dağıtımıyla BKM Film tarafından vizyona çıkarıldı.
    Xate ve Faruk, Hükümet Kadın 2’de de yine hiç beklenmedik bir anda, karşı karşıya. Üstelik bu kez, amansız mücadele, bir iktidar mücadelesi yaşanacak. Tek derdi kasabanın çocukları ve kendi çocukları ile ilgilenmek olan Xate, bu kez kendini Midyat seçimlerinde ön saflarda bulacak. Beklenmedik işlere soyunmak zorunda kalan Xate’nin karşısında yine Faruk var.

    • Basın Bülteni
    • Fotoğraflar
    • Facebook
    • Fragman
    • IMDb

    Hükümet Kadın 2 yazısına devam et

    Fast Food Kültürünü Bombardıman Eden Film: Şişir Beni

    En az Michael Moore’un “Fahrenheit 9/11”i kadar değerli ve önemli bir belgesel “Şişir Beni”. Üstelik altı milyon dolara malolan “Fahrenheit 9/11”den çok daha ucuza maloldu. Kimi kaynaklara göre sadece 65 ilâ 75 bin, kimilerine göre 300 bin dolarlık bir bütçeyle gerçekleştirildi. “Şişir Beni”, saygınlığı çok yüksek bir festivalde, Robert Redford tarafından kurulan Sundance’de yönetmen ödülüne layık bulundu ve Oscar ödülü adaylığı elde etti. Ödülleri bununla da bitmiyor. MTV ödülünü de kazandı. “Şişir Beni” 7 Kasım 1970 doğumlu yönetmenine, (Luc Besson’un “Leon”unda görev alan Morgan Spurlock) kısaca söylemek gerekirse, dünya çapında bir saygınlık kazandırdı. “Şişir Beni”, “Hamburger Cumhuriyeti” (Yazan: Eric Schlosser) adlı kitap gibi fast food kültürünü otopsi masasına yatırıyor.

    Michael Mann’in “Insider-Köstebek”inde Russell Crowe tarafından canlandırılan Doktor Jeffrey Wigand kadar cesur bir işe soyunan yönetmen çok uluslu şirketlerin insan sağlığı konusundaki vurdumduymazlıklarını, bunların ürettikleri pazarladıkları, sattıkları kimyasal olarak işlenmiş, yüksek yağlı, yüksek tuzlu, yüksek şekerli gıdalarla on milyonlarca insanın yaşam sürelerini nasıl kısalttıklarını bütün çıplaklığıyla sergiliyor. Yine bu film fast food endüstrisi ürünlerinin insan beyninde çikolata-eroin ve sigarayla aynı bağımlılık etkilerini uyandırarak on milyonlarca insanın sağlığını nasıl bozduklarını anlatıyor.

    Yönetmen, yaşadıkları aşırı kilo ve obezite sorunlarından McDonald’s’ın ürünlerinin sorumlu olduğunu iddia ederek dava açan ve davaları düşen iki genç kızla ilgili haberin izinden gidiyor. Bunun için de bir ay boyunca üç öğün sadece McDonalds restaurantlarından beslenerek bedenindeki değişimi anı anına filme kaydediyor. Böylece deneyin başlangıcında 83 kilo olan ağırlığı, 12 günde yedibuçuk, bir ayda da 11 kilo artıyor. Vücudundaki yağ oranı yüzde 11’den yüzde 18’e çıkıyor. Bir ayda McDonald’s menülerinden 13,6 kilo şeker ve 5,5 kilo yağ alıyor.

    Beslenme uzmanlarına göre yönetmen bir ay boyunca günde üç öğün fast foodla beslenerek aslında sağlıklı bir insanın tam sekiz yılda almasında sakınca olmayan fast food ürününü tüketiyor. Yine filmde beslenme uzmanları bulunduğunuz yere şarbon bombası atıldıysa ya da sağlıklı besinleri bulamıyorsanız fast food ürünleriyle beslenebilirsiniz diyorlar. İyi genlere sahip yönetmenin fast food ürünleriyle beslenmeye başlamasıyla birlikte sağlığı bozuluyor. Bunun en büyük göstergelerinden biri de sağlıklı bir insanda 200 puanın altında olması gereken kolesterolünün 160’lardan 230’lara fırlaması.

    Yönetmenin cinsel yaşamı da yeni beslenme rejiminden-alışkanlığından payını alıyor. Yataktaki performansı çok ciddi darbe alıyor. Doymuş yağlar cinsel organındaki kan dolaşımını olumsuz yönde etkiliyor. Cinsel isteği azalıyor. Sevgilisi şöyle diyor: “Seviştiğimiz zamanlarda bir zamanlar olduğu gibi enerjik değil. Ben üstte olmazsam hemen yoruluyor.” Sabah – öğlen – akşam, bir ay boyunca müdahale edilmiş fast food ürünleriyle beslenmek yönetmenin karaciğerini de iflâsın eşiğine getiriyor. Yönetmen fast food ürünleriyle beslenen çocukların karaciğer değerlerinin aşırı alkolden dolayı siroz aşamasına gelen kişilerle aynı olduğunu da belirtiyor.

    Amerikalılar son dönemde hem El Kaide’ye ve hem de sigaraya karşı savaş açtı. Ama sigara kadar büyük bir tehlike olan obeziteyi önemsemediler. Oysa obezite bir numaralı önlenebilir katil olan sigarayı bile yakında tahtından indirmeye hazırlanıyor. Amerika’da yılda 400 bin kişi şişmanlığa bağlı hastalıklardan erken yaşta yaşamını yitiriyor. Yüz milyon Amerikalının kilo sorunu var. Yani aşırı kilolu ve obezler. Son yirmi yılda obez çocuk sayısı ikiye katlandı. 1980’den bu yana aşırı kilolu ve obez Amerikalı sayısı da ikiye katlandı.

    Yine bu belgeselde anlatıldığına göre Amerikalıların yüzde altmışdan fazlası egzersiz yapmıyor. Bir tek Illionis eyaletinde yuvadan 12. sınıfa kadar beden eğitimi zorunlu. Oysa uzmanlar sağlıklı olabilmeleri için insanların günde en az yarım saat egzersiz yapması şart diyor. “Şişir Beni”den obeziteninin tetiklediği en sinsi hastalıklardan biri olan şeker ya da diyabet için sadece Amerikada yılda 100 milyar dolarlık harcama yapıldığını da öğreniyoruz. Şeker hastalığına 15 yaşından önce yakalanan insanlar da yaşam süresi 17 ila 27 yıl kısalıyor. 17 milyondan fazla Amerikalı ikinci tip şeker hastası. Bu beslenme alışkanlıkları aynen devam ettiği takdirde 2000 yılında doğan her üç çocuktan biri şeker hastalığına esir düşecek. “Şişir Beni”nin yönetmeni her dört Amerikalıdan birinin beslenme ihtiyacını karşılayan fast food endüstrisinin amiral gemisi McDonald’s’ı konu almasının nedenini şöyle açıklıyor:

    “Bu şirket çok uzun yıllardır istikrarlı bir şekilde, her yaştaki çocuklara yönelik reklâm, promosyon, tanıtım, pazarlama kampanyalarına ağırlık veriyor. Özellikle onları hedefliyor.” Amerikalı bir çocuk yılda on bin kadar reklâmın saldırısına uğruyor. Bunlardan dokuz bin beş yüzü kimyasal işlemden geçmiş yiyeceklere ait. McDonald’s’ın yüzü aşkın ülkede otuz bin restaurantı var. Her gün kırkaltı milyon insan beslenme ihtiyacını McDonald’s’lardan karşılıyor. McDonald’s Amerikada fast food pazarının yüzde kırküçünü elinde tutuyor. “Şişir Beni”de kimi hastahanelerin içinde bile McDonald’s restaurantlarının olduğuna da dikkat çekiliyor. McDonald’s’ın Super Seçim menüsündeki Coca Cola, kızartılmış patates ile Big Mac toplam 1302 kalori ve 44,1 gram yağ içeriyor. Fast food zincirleri genetik olarak göğüsleri büyütülmüş, hormonlu tavukları çok karmaşık işlemlerden geçirerek müşterilerine sunuyor.

    McDonald’s ve Pepsi’nin Amerikadaki toplam reklâm bütçesi ikibuçuk milyar doları geride bırakırken sebze reklâmları için bu rakamın binde biri bile harcanmıyor. Amerikada üç milyon kola makinesi var. Benzin istasyonlarında benzinden çok kola ve şeker satılıyor. Amerikan Kongresi bu yıl fast food şirketlerine istediklerini altın tepsi içinde sundu. Artık dokunulmazlık zırhı kazandılar. Yeni yasa onların ürünlerini tükettiğinden dolayı sağlığını yitirdiklerini ileri sürerek şikâyette bulunanlara, hukuki yollara başvuranlara karşı adeta koruyucu bir Çin seddi.

    (07 Kasım 2013)

    Hakan Sonok

    [email protected]

    Mavi En Sıcak Renktir

    Abdellatif Kechiche’nin yönettiği ve Lea Seydoux, Adele Exarchopoulos, Salim Kechiouche ile Aurelien Recoing’in oynadığı Mavi En Sıcak Renktir (La Vie d’Adèle – Blue is the Warmest Color), 08 Kasım 2013’de M3 Film dağıtımıyla Kurmaca Film tarafından vizyona çıkarıldı.
    Cinselliğe çekincesiz yaklaşımı ve gerçekçiliğiyle sansür ve sanat tartışmalarına yol açan Mavi En Sıcak Renktir, biri henüz lise öğrencisi diğeri ise mavi saçlı bir sanatçı olan iki genç kızın yıllara yayılan birliktelikleri üzerinden yaşamı ve aşkı sorguluyor. Film 2013 Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye ödülü kazandı.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb
  • Ferhan Baran Yazıyor
  • Mavi En Sıcak Renktir yazısına devam et

    19. Gezici Festival

    Ankara Sinema Derneği tarafından T. C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkılarıyla düzenlenecek olan Gezici Festival, 19. yolculuğuna hazırlanıyor. 27 Kasım – 09 Aralık 2013 tarihleri arasında sinemaseverlerle buluşacak olan festival, bu yıl ilk gösterimlerini 27 Kasım 2013′de Edremit’te gerçekleştirecek. 19. Gezici Festival, 29 Kasım – 05 Aralık 2013′deki Ankara gösterimlerinin ardından, 06 – 09 Aralık 2013 tarihleri arasında Sinop’a konuk olacak. Gezici Festival’in ilk yıllarından itibaren önemli destekçisi olan duayen sanatçımız Tuncel Kurtiz, bu yıl da özel bir bölümle aramızda olacak.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • 19. Gezici Festival yazısına devam et

    Engin Çağlar Sinema Dersi Veriyor

    Sinemamızın Yeşilçam döneminin sevilen oyuncusu Engin Çağlar ile kamera önü oyunculuk dersleri başlıyor. Her hafta Salı ve Perşembe günleri 2’şer saat olarak programlanan dersler 16 hafta sürecek. “Şirinevler Mah., M. Fevzi Çakmak Cad., Gediz Sok., No: 16/1, Bahçelievler, İstanbul” adresindeki Ekol Sanat’ta gerçekleştirilecek dersler hakkında geniş bilgi almak için 0212 6395080 ve 0532 6374771 no.lu telefonlardan Burhan Bey’le irtibat kurulması gerektiği belirtiliyor. Engin Çağlar’la bağlantı kurmak isteyenler ise www.twitter.com/engincaglarycm adresinden sevilen sanatçıyla ulaşabilirler.

  • Web Sitesi
  • Engin Çağlar Sinema Dersi Veriyor yazısına devam et

    Gençliğe ve Cinsel Özgürlüğe Adanmış Bir Başyapıt

    ‘Mavi En Sıcak Renktir’ sadece içinde bulunduğumuz yılın değil, son dönemin en etkileyici filmlerinden biri. 66. Cannes Film Festivali’nin tartışmasız galibi olarak ayakta alkışlanan, Steven Spielberg başkanlığındaki Cannes jürisinin, festival tarihinde bir ilk olarak büyük ödül Altın Palmiye’yi yönetmen Abdellatif Kechiche ve iki muhteşem oyuncusu Adèle Exarchopoulos ve Léa Seydoux’ya birlikte takdim ettiği bu soluk kesici başyapıt, birçok yerde olduğu gibi bizde de İngilizce adının (Blue Is the Warmest Color) çevirisiyle gösterime giriyor.

    Baş karakterlerden birinin ismini taşıyan özgün adıyla ‘Adèle’in Yaşamı-Bölüm 1 & 2 / La Vie d’Adèle-Chapitre 1 & 2’, iki genç kızın derin aşklarının hikâyesi. Cinsel olgunlaşma sürecindeki liseli Adèle, güzel sanatlar okuyan kendisinden yaşça büyük Emma ile karşılaştığında hayatı değişir. Mavi saçlı Emma ona aşkı ve arzuyu tattıracak, Adèle’i yetişkin bir kadın yapacaktır. Tunus asıllı sinemacı, iki kadının tutkulu birlikteliğini cesur sahneler aracılığıyla anlatırken, eşcinsel aşkı herhangi bir aşk hikâyesi olarak vermeyi seçmiş. ‘Adèle’in Yaşamı’nın Cannes ödülü, aynı günlerde Fransa’da yasallaşmış eşcinsel evliliği onaylayan kanunu protesto eden muhafazakâr direnişe bir şamar niteliğinde görülmüş olsa da, Kechiche’in filmi salt bir lezbiyen aşk hikâyesi tanımlamasının çok ötesinde, gençliğe ve cinsel özgürlüğe adanmış bir çalışma. ‘Tunuslu olduğum kadar Fransızım’ diyen yönetmen Kechiche, Cannes kapanış gecesindeki duygu yüklü konuşmasını, ödülünü kendisine özgürlük ruhunu öğreten Fransız gençliğine ve de kendilerini daha özgürce ifade edebilmek ve özgürce sevebilmek için mücadele veren Tunus’un devrimci gençliğine adayarak bitirir. ‘Tunuslu gençler özgür olma, kendilerini ve aşklarını tam bir özgürlük içinde ifade etme arzusuna sahipler’ şeklinde ifade eder duygularını. ‘Cinsel özgürlük olmadan devrim devrim olmuyor’ şeklinde ilâve eder söyleşilerinde.

    Abdellatif Kechiche (soyadı ‘Keşiş’ olarak okunuyor) tüm eserinde kendine özgü ritmini koruyan bir sinemacı. Cannes’daki kapanış konuşmasında, yaptığı her işte ‘vakte ve zamana ihtiyaç duyduğunu’ belirtmişti. Örnek aldığı büyük Japon usta Ozu’nun yapıtları gibi insan doğası üzerine müthiş bir gözlem içeren filmlerinin süreleri oldukça uzun (‘Mavi En Sıcak Renktir’ tamı tamına üç saat sürüyor). Sıkça kullandığı omuz kamerası ve yakın plânlarla karakterlerinin duygu dünyalarını son derece etkileyici biçimde ifade etmesi hayranlık uyandırıcı.

    Tiyatro ve sinema oyunculuğundan kamera arkasına geçmiş Kechiche’in Cannes’ı ayağa kaldıran başarısı onun sinema kariyerini takip edenler için hiç de rastlantı değil aslında. Adèle’in hikâyesininin öncülü sayılabilecek 2003 yapımı ‘Kaçak / L’Esquive’de varoş yaşamından hareketle genç kuşakları anlamaya çalışır yönetmen. Bunu çete tecavüzleri, uyuşturucu, peçeli kızlar ya da zorlanmış evlilikler üzerinden değil de, çoğu Müslüman liseli gençlerin Marivaux’nun ‘Le Jeu de L’amour et du Hasard’ (Aşkın ve Tesadüfün Oyunu) adlı eseri sahnelemeleri aracılığıyla yapar. Varlıklı ve seçkin sınıfın zevklerine uygun, ağdalı bir dille yazılmış, aynı zamanda bu üst sınıfın hal ve tavırlarını alaya alan Marivaux’nun metni aracılığıyla sınıf ilişkilerini irdeler, toplumun alt tabakasından gelen gençlerin yüksek kültür ve estetik değerlerle ilişkileri üzerine kafa yorar. Burada aracı edebiyat öğretmenidir. Bu vesileyle, tutkulu performans sanatçıları olarak adlandırdığı öğretmenlere saygı duruşunda bulunur Kechiche.

    Yönetmenin Marivaux üzerinden gençlerin izini sürmesi ‘Adèle’in Yaşamı’nda da sürüyor. Charles Baudelaire lisesi öğrencisi Adèle ile arkadaşlarını yine derslerdeki Marivaux tartışmaları üzerinden anlamaya çalışıyor. Adèle’in aşkla büyüme öyküsünü kurgularken, yazarın bir başka eseri (La Vie de Marianne / Marianne’ın Yaşamı) üzerinden, öksüz Marianne ile hayatın ve aşkın getirdiklerine karşı cesaretini yitirmeyen kararlı Adèle arasında paralellik kurduğunu belirtiyor.

    Adèle’in Yaşamı’na esin kaynağı olmuş Julie Maroh imzalı çizgi roman karakterinin Clementine olan isminin Arapça ‘Adalet’ anlamına gelen ‘Adèle’ olarak değişmesi de tesadüf değil kuşkusuz. ‘Adalet’, yönetmenin gözde temalarından birisi çünkü. Tüm yapıtı İstanbul Film Festivali programlarında yer almış bulunan sinemacının ilk yönetmenlik deneyimi ‘Kabahat Voltaire’de / La Faute A Voltaire’ (2000), Paris’te zor bir yaşam sürdüren Afrika kökenli yasadışı mülteciler üzerinedir. Voltaire’in torunlarının özgürlük ve insan hakları ülkesi olarak övündükleri çağdaş Fransa ile dalgasını geçerken, Candide’in çağdaşı Tunuslu göçmen Jallel’in apar topar sınır dışı edilmesiyle tartışmaya açtığı özgürlük ve adalet mücadelesinin sözcülüğünü yapmaktadır Kechiche. Daha sonra sırasıyla, 2007 Venedik Şenliği’ni ayağa kaldıran unutulmaz kuskus güzellemesi ‘Balıklı Bulgur / La Graine et Le Mulet’ ile, 35 yıllık hizmetinin sonunda paçavra gibi bir kenara atılmış Kuzey Afrika kökenli göçmen Süleyman’ın şahsında işçi sınıfının çığlığını duyurur. 2010 yapımı ‘Siyah Venüs / La Vénus Noire’, 19. yüzyıl başlarında Londra ve Paris’te ucube olarak sergilenen Güney Afrika’nın ‘Hottentot’ kabilesinden dev boyutlu Saartjie Baartman’ın gerçek öyküsünden hareketle sömürü düzenini kıyasıya eleştiren bir insan hakları manifestosuna dönüşür.

    Kechiche’in sınıf ilişkileri üzerine söylemi ‘Adèle’in Yaşamı’nda da sürmekte. İşçi sınıfından bir aileye mensup Adèle’e karşılık, entelektüel bir çevreden gelen Emma’nın çatışması toplumsal baskıdan değil, bireylerin sınıfsal farklılıklarından doğan kültürel ayrılıklardan kaynaklanıyor. Bu da, geçici deli tutkunun, sınıfsal kültürel değerlere çarparak tuzla buz olduğu benzer kırık aşk hikâyelerini getiriyor aklımıza. Goretta’nın ‘Dantelci Kız / La Dentellière’i ya da Fassbinder’den ‘Özgürlüğün Zorbalık Hakkı / Faustrecht der Freiheit’ gibi. Ancak yaşamı ve mücadeleyi seçecek olan Adèle’in hikâyesi daha farklı bir yolda ilerleyecektir. Öğretmenliğe yeni başlayan ve ilk aşkının hüznünü taşıyan Adèle’in geleceği nasıl şekillenecek, bunu henüz Kechiche de bilmiyor. Truffaut’nun Antoine Doinel serisi benzeri, öykünün devamı bir sonraki filminde, üçüncü ve dördüncü bölümlerde belki.

    ‘Mavi En Sıcak Renktir’ kolay rastlanmayacak güzellikte filmlerden. Gençliğe, aşka, cinsel özgürlüğe adanmış, sınıfsal kodlar, sanat ve iktidar ilişkileri üzerine çok katmanlı okumaya açık sarsıcı bir başyapıt. Beyazperdede izlemeyi ihmâl etmeyin.

    (07 Kasım 2013)

    Ferhan Baran

    [email protected]