Sinemada Üretim Fazlası “Balon” Var mı?

Bu yıl 49. Altın Portakal Film Festivali sırasında, Sabah Gazetesi ekonomi yazarı Meliha Okur’la sinema üzerine havadan sudan konuşmalar yaptık. Uzmanlık alanı olan “sayılar” söz konusu olunca Meliha Okur’un ilgisi sektörümüze yönelmiş oldu. Nitekim festival süresince Sabah’ daki köşesinde (11 ve 13 Ekim tarihlerinde) bir değil iki yazı yazdı. Ayrıca bana bu konunun peşini bırakmayacağını da söyledi.

Konuyu biraz daha ve derinlemesine açalım. Konu şu: sekiz yıldan bu yana Kültür Bakanlığı tarafından desteklenen filmler (ki sayısı 200 civarında) sinema seyircisinin ilgisinden mahrumdur. Önemli bir kısmı, ‘Pay TV’ hariç kamu veya özel TV’ler tarafından satın alınıp gösterilemiyor. Ayrıca üretilen film sayısı ve film başına düşen seyirci sayısı dikkate alındığında ekonomik olarak irrasyonel bir tablo karşısındayız. Bu durumda “TÜRKİYE SİNEMA ENDÜSTRİ”sinin üretim fazlası bir “balon”u mu var?

Ben sinemada “meselesi” olan filmleri sevdim ve destekledim, hatta ithâl ettim. Bu ülkede bu filmleri yürekten destekleyen önemli bir seyirci kitlesi her zaman olmuştur. Ancak benim sevdiğim ve desteklediğim yerli filmlerimizin “mesele”ye önem veren seyirci kitlesine bile ulaşamamış olması karşısında “yeni şeyler” söylemek gerekiyor. Çünkü yanlışlığın bu seyirci kitlesinden değil, bizden kaynaklandığını düşünüyorum. Bu kitle her zaman yüzbin seyircinin üzerinde olmuştur. Bu kitle bizim can suyumuzdur. Nefes borumuzdur. Yaptığımız filmlere öncelikle bu seyirci kitlesinin “değer” vermesini isteriz. Son altı yılın sayılarına bakalım.

Görüldüğü gibi destek alan filmler toplam yerli film seyircisinin % 5’i mertebesindedir. 2006 ve 2007 de % 10 seviyesine ulaşabilmiştir. Yukarıdaki listeye eş dost desteği ile yapılan filmler eklenirse bu oranlar daha da düşer.

Nasıl oluyorda filmlerimiz bu kitleye bile ulaşamıyor. Gişede binin (1.000) altında bilet satışlarıyla gösterimini tamamlayanlar bile var. Bu kadere razı olan filmlerin sayısı her yıl hızla artıyor. Durum bir hayli vahimdir. Elimizdeki verilere bakınca “ART HOUSE” tanımının fena halde “house filmler”e dönüştüğünü görmek çok ürkütücü bir durum değil midir? Öte yandan, altı-yedi filmle toplam yerli seyircinin % 90’ını toplayan “ticari film” kodamanlarının, “Sinema Destekleme Fonu, bizim filmlerimizle besleniyor ama bize destek verilmiyor” yakınmaları karşısında savunmasız kalınmıyor mu?

Bu filmlerin büyük bir bölümü TV sektörünün de ilgisini çekmediği için TV seyircisine de ulaşamıyor. Sinemada ve TV.de (bir kısmının da DVD ortamında) seyircisi ile buluşamayan bu filmlere (bu görüntülere) hangi ismi vermemiz gerekecek?…

Sebeplere geçmeden önce “ART HOUSE” filmlerimiz için bir parantez açmamız lâzım. Yılda en az sekiz – on filmimiz, “art house” vasfına uygun olarak hem ulusal hem de uluslararası film festivallerinden ödüllerle dönmektedir. Bu filmlerin yapım bütçesine çoğu kez Batı Avrupa’lı sinema fonlarının da katkısı var. Gişe başarıları olmasa da ulusal ve uluslararası festivallerden alınan akçeli ödüller ve marketlerde yapılan yurtdışı satışlar, bu filmlerin yapımcılarını mutlu etmeye yetmektedir. Söz konusu balonun dışında kaldıkları için, konumuz bu filmler değildir.

Balonu şişiren filmlerin temel kaynağı, Kültür Bakanlığı Sinema Destekleme Fonu’dur. Bu fon, sektör temsilcileri ve Kültür Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü yetkililerinden oluşan “özerk” bir kurul tarafından yönetilmektedir. Yılda iki defa toplanan Fon yönetiminin on yıldan beri sürdürdüğü temel bir yanlış bu günkü balonun sebebidir. Her toplantıya uzun metraj film yapımı için yüzün üzerinde proje başvurmaktadır. Fon yönetimi “mümkün olan en çok sayıda” projeyi desteklemekle vahim bir yanlış yapmaktadır. Bu durumda proje başına düşen destek miktarı bir sinema filminin maliyetinin beşte birine denk gelmektedir. Bu sayı ortalama 200 bin TL.dir. Bu para ile nasıl film yapılır?

Yapımcı önce yurt içinde sponsor bulmak veya TV ön satışı için kanal aramaya başlar ve çoğu kez bulamaz. Yurt dışındaki fonlardan da ümidi kesince, filmini Fon’un verdiği parayla yapmaktan başka çaresi kalmaz. Bu para ile ortaya çıkan ürünü, sinema endüstrisinin “merdiven altı” üretimi olarak algılamak yanlış olmasa gerek. Bu bütçe ile çalışanların ücretleri, SGK primleri, stopajlar ve yasal satın almaların karşılanması mantık dışı bir varsayımdır. “İman kuvveti” ile stüdyoya indirilen film, post prodüksiyon için, ya borçlanarak ya da, biraz şansı olanlar stüdyoyu filme “ortak” etmeyi başararak bir adet 35 mm kopya elde edebilmektedir.

Ancak işin zor kısmı bundan sonra başlamaktadır. Fon’dan aldığı parayı çoktan tüketen yapımcı, filmin sinema vizyonu için en az 50-100 adet 35 mm kopya ve tanıtım giderleri için asgari 400 bin TL. bulmak zorunda. Yapım için para bulamayan, gösterim için nasıl para bulabilir? Bu durumda ya, 2-3 kopya ile gerekli tanıtımı yapmadan gösterime (!) girip hüsrana uğrayacak, ya da filmini kutulara hapsedip bekleyecektir. İşte “merdiven altı film üretimi”nin sonucunda oluşan “balon” budur. Bu filmler zarar ettikleri için Fon’dan aldıkları parayı geri ödemeleri de gerekmiyor. Talebi kışkırtan ve heveslileri coşturan fon’umuz böylece bu “balon”u her yıl biraz daha da şişiriyor.

Öte yandan her yıl en az otuz civarında yeni yönetmen (ayni zamanda yapımcı) ilk filmi ile bu yapıya entegre oluyor. Bu kan değişiminin sektöre yepyeni bir canlılık getirdiğini ileri sürenler haklı olabilirler. Ancak bu genç insanlar, sinema yapma hayallerini kolay yoldan gerçekleştiriyor ama ardından “balon”a toslayarak tükeniyorlar. Yüzlerce “ilk film” yapımcı ve yönetmeni arasında ikinci filmini çekebilme başarısını gösterenlerin oranı bir hayli düşüktür.

Doğru Çözümler Her Zaman Vardır

Çözüm basittir. Türkiye Sineması’nın üretim kapasitesini pompalamak yerine akılcı bir yöntemle yeniden plânlamak gerekmektedir. Kültür Bakanlığı’nın stratejik hedefleri arasında gördüğü sinema sektörünü “plânsız ve hedefsiz” olarak algılaması düşünülemez. Bu başıbozuk ve plânsız destek sisteminden hemen vazgeçilmelidir. “Mümkün olan çok sayıda projeye destek” yanlışından dönülmelidir.

Destek miktarı, yapım bütçesinin en az üçte birine denk gelmelidir. Bu da destek alan film sayısının sınırlanması demektir. Bu birinci adımdır. Ancak bu yetmez. Ayrıca, “gösterim desteği” olarak “ikinci bir destekleme kategorisi” oluşturulmalıdır. Bu da yetmez. Desteklenen filmlerin uluslararası marketlerde satılmasını sağlamak üzere, personeli tamamen profesyonellerden oluşan “TÜRK FİLM” birimi oluşturulmalıdır. (Bu tür “birimler” her ülkede var.)

Sektörün Sorumluluğu

Bakanlık yetkilileri Fon’un yanlış yönetiminden sektörü sorumlu tutmaktadırlar. Çünkü fon yönetiminde sektörün gönderdiği üyeler çoğunluktadır. Ayrıca üye olarak gönderilenler arasında uzun metrajlı bir sinema filminin yapımında bulunmamış kişilerin çoğunlukta olması büyük bir yanlışlıktır. Fon Yönetmeliği’nin gözden geçirilmesi gerekmektedir. Plânlama anlayışını esas alarak, gerekli düzenlemeyi yapmak için yasa çıkarmaya gerek yoktur. Yönetmelik, “fon üyeliği”ne sektörün göndereceği temsilciler için çok net kriterler koymalıdır. Fon’un, Bakanlığın siyasi eğilimlerine göre veya üyelerin eş-dost tercihlerine göre değil, “sektörün üretim plânlaması” hedeflerine uyumlu olarak yönetilmesi sağlanmalıdır. Sektörde denetleyici görevini etik kurullar oluşturarak yapmalıdır.

Sektörde Oluşan “Balon” Ne Olacak?

Öte yandan Sinema gösterimi başarısız olmuş veya hiç gösterime girememiş filmlerle, TV’lerin satın almaya yanaşmadığı “balon”u besleyen filmler için “yeni bir destek sistemi”ne gereksinim vardır. Kurulacak bir komisyon bu filmler arasında TV gösterimine uygun olanları seçerek işe başlayabilir. TV’lerin reyting kaygısını aşmak üzere Kültür Bakanlığı’nın sponsorluğuna ihtiyaç vardır. Hiç değilse bu filmler TV’de seyirciye sunularak “film” vasfına kavuşabilir. Böylece bu “balon” en fazla iki yıl içinde eritilerek söndürülmüş olur.

Bu yapılmazsa, yani “destek” verilerek yapılan bu filmler “film” vasfını kazanamazsa, kutularda bekleyen “görüntüler” Kültür Bakanlığı’nın ve “destek” veren kurul üyelerinin tarihsel sorumluluklarına “ağır bir yük” olarak asılı kalacaktır.

(15 Ekim 2012)

Sabahattin Çetin
(Yapımcı – Dağıtımcı)

Altın Portakal Korteji’nde Sevgi Seli

49. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali etkinlikleri ikinci gününde de hız kesmeden devam etti. Günün en renkli etkinliği geleneksel Altın Portakal korteji ve sonrasında Büyükşehir Belediyesi önünde yapılan kırmızı halı geçişiydi. Kortej sırasında sokakları dolduran Antalyalılar Yeşilçam yıldızları ile buluştu. Kırmızı halı geçişi ise renkli görüntülere sahne oldu. Festivalin ikinci gününde galası yapılan filmlerden biri de yönetmenliğini Ahmet Sönmez’in üstlendiği Elveda Katya oldu. Filmin başrollerini Kadir İnanır, Anna Andrusenko, Caner Cindoruk ve Rüçhan Çalışkur paylaşıyor.

Altın Portakal Korteji’nde Sevgi Seli yazısına devam et

Nagihan Çakar’ın Büyükaşık’lar ve Zilan’ın Renkleri Adlı Filmleri 2 Ülkede Ödül Kazandı

Nagihan Çakar’ın yönettiği Büyükaşık’lar ve Zilan’ın Renkleri belgeselleri Türkiye’yi temsilen 2 önemli dünya festivaline katıldı. Kazakistan – Almaty’de düzenlenen 10. Uluslararası Shaken’s Star Film Festivali’nde Nagihan Çakar’ın yönettiği Büyükaşık’lar belgeseli Jüri Özel Ödülü’ne layık görüldü. Büyükaşık’lar ayrıca Mısır’da düzenlenen Uluslararası 15. İsmaila Film Festivali’nde finalist olması nedeniyle Kahire’ye davet edildi ve festivalde gösterildi. Nagihan Çakar’ın Zilan’ın Renkleri adlı belgeseli de Hindistan’da düzenlenen Uluslararası 17. World Craft Council Film Festivali’nde ikincilik ödülünü kazandı. Nagihan Çakar’ın Büyükaşık’lar adlı belgeseli geçen yıl Safranbolu’da da ödül kazanmıştı.

  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Nagihan Çakar’ın Büyükaşık’lar ve Zilan’ın Renkleri Adlı Filmleri 2 Ülkede Ödül Kazandı yazısına devam et
  • Zerre, 49. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde Gösteriliyor

    Başrolünde Jale Arıkan’ın rol aldığı, yönetmenliğini Erdem Tepegöz’ün yaptığı Zerre filminin 49. Altın Portakal Film Festivali’ndeki galası 09 Ekim 2012 Salı akşamı saat 18:00’de AKM Aspendos Salonu’nda gerçekleşiyor. Farklı bir sinemasal anlatım dili ile dikkatleri üzerine çekecek olan Zerre, kızı ve annesi ile küçük bir evde yaşayan Zeynep‘in haksız yere işten atılmasıyla, üç kişilik bir ailenin hayatta kalmak için verdiği zorlu mücadeleyi anlatıyor. Türkiye’de ilk kez 49. Altın Portakal’da gösterilecek olan Zerre filminin galasının ardından söyleşi düzenlenecek.

  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • 2. El Film Festivali’nde Film İzleyicinin, Gişe Yönetmenin

    20 – 24 Şubat 2013 tarihleri arasında yedincisi düzenlenecek olan ANKAmall 2. El Film Festivali bu kez ritim konsepti ile sinemaseverlerle buluşacak. Festivale film başvuruları ise 22 Ocak 2013 tarihinde son bulacak. 2013 yılı için belirlenen ritim konsepti doğrultusunda, film başlıklarını yedi nota üzerinden kategorilendiren festivalde; ilk nota DO – Denedin Olmadıysa sloganı ile açıklanmıştı. İkinci nota ise RE – Reddettiler Elendiysen başlığı ile festival izleyicisi ile buluşacak. 2007 yılından beri seyirci ile buluşturan festival yedinci yılında yedi nota başlığı ile bu filmlerin gösterimini sağlamaya devam edecek.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü afişe haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    2. El Film Festivali’nde Film İzleyicinin, Gişe Yönetmenin yazısına devam et
  • Rafi Emeksiz’i Kaybettik

    Türk sinemasının ve TV dizilerinin sevilen oyuncusu Rafi Emeksiz, 07 Ekim 2012 Pazar günü 52 yaşında vefat etti. Eyyvah Eyvah filminde Ata Demirer ile de oynayan Rafi Emeksiz, son olarak İffetadlı TV dizisinin yanı sıra Özcan Deniz’in Evim Sensin adlı filminde rol almıştı. TV seyircisinin karşısına ilk kez 1995 yılında Çiçek Taksi ile çıkan Emeksiz’in rol aldığı diğer dizi ve filmler arasında Ruhsar, Her Şey Çok Güzel Olacak, Kapalıçarşı gibi yapımlar da yer alıyor. Emeksiz’in cenazesi Çarşamba günü saat 13:00’te Kumkapı Meryem Ana Kilisesi’nden kaldırılacak ve ardından Bakırköy Ermeni Mezarlığı’nda toprağa verilecek.

  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Rafi Emeksiz’i Kaybettik yazısına devam et
  • Romanistanbul Belgeseli, Altın Portakal’da Gösteriliyor

    Film müziği bestecisi Özgür Akgül’ün ilk filmi olan ve ilk defa 31. İstanbul Film Festivali’nde izleyiciyle buluşan Romanistanbul adlı belgesel filmi, 49. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin Belgesel Film Yarışması’nda yer alıyor ve 09 Ekim 2012 Pazartesi günü 20:30’da seyirci karşısına çıkıyor. Film, 2000’lerle birlikte gözle görülür biçimde zenginleşen ve kendine has tarzıyla yurt dışında da aranır hale gelen İstanbul’un müzikal potansiyelini bu potansiyelin ağırlık merkezi Romanlar özelinde ele alarak, çok tanıdık bir hikâyeyi ilk ağızdan ve kendi diliyle anlatmayı amaçlıyor.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • 2012 / 49. Antalya Altın Portakal Film Yarışması: En İyi Erkek Oyuncu – En İyi Kadın Oyuncu ve…

    Bir festival daha bitti… Notlarımızı alalım, festivaller tarihçemize ekleyelim. Bu yılki festivalde, önceki yıllarda olmayan bir şey oldu; En İyi Erkek Oyuncu Ödülü bir oyuncuya (Abdülkadir Tuncer) verildi ama 13 yaşında… Ertesi gün gazeteler yansıyan eleştiriler: “Bir çocuğa ödül verilmiş”, “Bu çocuğun oyuncu olması -geçmişi olmadığı için- olmazmış, ödülde verilmemeli imiş”, “Jüri başkanı Hülya Avşar’ın çocuklara ilgisi ile verilmiş”, “Çocuk oyuncular için ayrı bir ödül olmalı imiş…”

    Kimlerin söylediği önemli değil. Bir düşünelim. Bir oyuncunun bir festivalde ödül alması için kaç yıllık oyuncu olması gerekir? Daha önce kaç filmde oynaması gerekir? Oyunculuk eğitimi alması şart mıdır? Öncelikle “oyuncu” (toplumumuz açısından büyük bir yanılgıdır ama) bir filmin asli unsuru değildir. Yönetmen, herhangi bir kimseyi, profesyonel oyuncu olsun olmasın, filminde oynatabilir. Bir oyuncuyu -kontrolü elden kaçırmayan bir yönetmense- ister profesyonel, ister amatör olsun, isterse ilk kez oynayan biri olsun, istediği gibi oynatabilir, kadrajına istediği biçimde sokabilir (oynatabilmeli / sokabilmelidir).

    Bizim eski festivallerimizde çocuk oyunculara verilmiş ödüller vardır ama o festivallere katılan başka “çocuk oyuncu” yoktur. Çocuk oyuncular, yapım ilişkileri nedeni ile filmin ağırlığını taşıdıklarından, yarışacakları başka çocuk oyuncu olmasa da, zaman zaman, jüriler tarafından değerlendirilmişlerdir. Böyle bir ödül kategorisi de -aslında yoktur da- verildiği festival bünyesinde yer alır ve münhasıran çocuğa verildiği içinde kimseden itiraz almaz. Ama bir festivalde En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nün, diğer profesyonel oyuncuları -yoksa “yaşını başını almışları mı” demeliyim- hesaba katmadan bir çocuğa verilmesi tepkileri üzerine çeker. NEDEN? Bir oyuncu kaç yaşında çocuk oyunculuktan, oyunculuğa geçer? Sonra, ilk kez bir filmde oynamak, yapılan rolün ödülle değerlendirilmesine neden manidir? Jüri başkanının (kişisel olarak başkanlığını sindirememiş olabilirim) çocuklara ilgisi nedeni ile ödül verilmesi de ayrı bir komedidir. O jüride başkan kararları tek başına mı alıyor? Diğer üyeleri etkilese, -hele böyle bir değerlendirmede- ne kadar etkileyebilir? Ve ödül töreni sırasında, başkan o ödülü kendi vermek isteyebilir ama filmde seyrettiği, üstelik ödül verdiği birinin adını, sırf küçük adı ile söyleyip üç-dört tekrardan sonra soyadını ile beraber ancak anons edebildiği biri için… (“Heyecandan” diyeceksiniz, peki kabul edebilirim ama doğru değil). Oyuncu, 13 yaşında da olsa açıklama tam adı ile (birinci kerede) yapılmalı idi.

    Ayrıca şunu söylemek isterim ki, En İyi Oyuncu’yu anlarım da En İyi Yardımcı Oyuncu ne demektir, bunu anlayamam. Başrole göre daha kısa (?) rollerde oynayan oyuncular mı? Peki Gecelerin Ötesi filminde başrol oynayan Kadir Savun, Kuyu’da başrol oynayan Hayati Hamzaoğlu nasıl oluyor da, filmlerinin katıldığı yarışmalarda / festivallerde En İyi Yardımcı Oyuncu Ödülü alıyorlar. (Klâsik Yeşilçam yapılanmasında oynadıkları filmlerde başrole göre daha küçük rollerde oynadıkları için mi?)

    Bunun yanında yardımcı oyuncuya, bir zamanlar (bazı kereler) karakter oyuncusu deniliyordu, başroller “karaktersiz” mi oluyor böylece. Karakter oyuncusu deyimi, başrolün karşıt anlamı (eski tabiri ile mefhumu muhalifi ) değil ama kullanıldığı zamanlar oldu. Umut Veren Oyuncu tabiri için ise -basiretim bağlanıyor-, söyleyecek söz bulamıyorum. Tiyatrodan farklı bir örnek: -sanırım (yanlış hatırlamıyorsam) yalnız bir kez verilen- Ulvi Uraz Ödülü, sadece En İyi Oyuncu Ödülü veriyordu, kadın-erkek ayrımı yapmadan. Tabiki festivallerimiz için bunu önermek abesle iştigâl olur.

    En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’ne gelince, ödülü alan Anna Andrusenko, ilk kez bir filmde, Elveda Katya’da oynayan bir Rus. Ulusal bir festivalde bir yabancı oyuncuya neden ödül verilmesin? Bu tartışılacak, konuşulacak bir konu bile değil. Daha önce örnekleri var. Ulusal yarışmaya katılan film yarışma koşullarına uyuyorsa, oyuncunun milliyetini araştırmak, kimsenin haddi olamaz. Geçmiş yıllarda, daha yakında Claudia Cardinale’ye ödül vermedik mi? Ondan öncesinde de -her ne kadar uzun süre ülkemizde kalıp bir çok filmde oynadı ise de-, bir yerde “yabancı” olan Ferit Şevki’ye ödül vermedik mi? Heyecandan ödülü düşürüp, -oturduğu tablayı koparan- Andrusenko’ya ödül vermişiz ne olur?

    Ve festivaller -her türlüsü- eleştiriye açıktır, aynı filmleri başka bir jüri başka türlü değerlendirebilir. Yeterki festivaller, kendi içlerinde sağlam bir statüyü sağlamış olsunlar, filmleri ile öne çıksınlar. Yoksa sadece, gelip halka gösterilen eski “yıldız(?)-ların” boy gösterdiği yerler olmasınlar.

    Benim anlayamadığım bir uygulama da festivallerin başlangıç geceleri, daha önceden açıklanmış 5-6 kişiye (eski sinemacıya) onur ödülü verilmesi. Son filmini 15-20 yıl önce yapmış, yeni kuşak seyircinin çoğunlukla tanımadığı, TV-lerde eski filmleri zaman zaman gösterilse de -genellikle- izlemediği, yılda 200’ün üstünde film çevrildiği yıllarda bir kısım filmlerde oynamış, filmleri çoktan unutulmuş (hatırlandığı zamanlar -!?!- olmuş olabilir), kişilerin yıldız-mış gibi gösterilerek ödüllendirilmesi. ONUR ÖDÜLÜ, zamanında gerçek bir değer olmasına rağmen -bizde uzun süre festival diye bir şey yoktu- gerek festivallerde, gerek sair yollarda değeri yeteri kadar bilinmemiş, hakkı yenmiş, (bunlarda her yıl 5-6 tane olmaz), kişilere verilebilir. (Hedefimde kimse yok, tamamen -genel anlamda- kişisel görüşlerimdir.)

    (15 Ekim 2012)

    Orhan Ünser

    Celal ile Ceren

    Togan Gökbakar’ın yönettiği ve Şahan Gökbakar, Ezgi Mola, Gökcen Göçebağ ile Dilşah Demir’in oynadığı Celal ile Ceren, 18 Ocak 2013’de Tiglon Film dağıtımıyla Çamaşırhane tarafından vizyona çıkarılıyor.
    Babasının dükkânında çalışmakta olan esnaf Celal’le, büyük bir yapı markette departman sorumlusu olarak çalışan Ceren yaklaşık altı yıldır birlikte yaşamaktadır. Evlenmeye karar veren çiftin yakın arkadaşlarının sebep olduğu çeşitli olaylardan dolayı Ceren ile Celal’in evlilik plânları da bozulur ve suya düşer. Celal ile Ceren filmi, insan ilişkilerini komedi üslûbuyla anlatırken, herkesin kendinden bir şeyler bulacağı kadar da gerçekliğe yakın duruyor.

    Celal ile Ceren yazısına devam et

    Altın Portakal’da Menekşe’den Önce’nin Galasına Büyük İlgi

    49. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin ilk galası Menekşe’den Önce belgeseline yapıldı. AKM Perge Salonu’nu dolduran izleyiciler, Sivas’ta yaşanan Madımak Oteli katliamını anlatan filmin ilerleyen dakikalarında gözyaşlarına hakim olamadılar. Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Mustafa Akaydın ve eşi Dr. Günseli Akaydın da Menekşe’den Önce’nin izleyicileri arasındaydı. Filmin gala söyleşisinde yapımcı Halide Didem Kurt, müzik danışmanı Güvenç Dağüstün ve öldürülen şair Metin Altıok’un kızı Zeynep Altıok izleyicilerle buluştu.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Altın Portakal’da Menekşe’den Önce’nin Galasına Büyük İlgi yazısına devam et
  • Altın Portakal’da Kısa Filmler İzleyiciyle Buluşuyor

    49. Antalya Altın Portakal’da, Ulusal Kısa Film Yarışması’na katılan filmler, ücretsiz olarak gösteriliyor. Antalya Kültür Merkezi (AKM) Perge Salonu’nda gerçekleştirilen gösterimler sinemaseverlerin ilgisini çekiyor. Bu yıl yarışan 21 filmden biri, 49. Antalya Altın Portakal’ın en iyi kısa filmi seçilecek. Festivalin ikinci gününde Süleyman Demirel’in yönettiği Müphem, Pelin Kaçar’ın yönettiği The Other Eye, Dilek Aydın’ın yönettiği Ziyaret, Çetin Baskın’ın yönettiği Gerayiş, Abdurrahman Öner’in yönettiği Buhar, Burak Koçak’ın yönettiği Buğu ve Serhat Karaaslan’ın yönettiği Musa, izleyiciyle buluştu.

    Altın Portakal’da Kısa Filmler İzleyiciyle Buluşuyor yazısına devam et

    Altın Portakal Festivali Yönetiminden Mezarlık Ziyareti

    49. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali kapsamında mezarlık ziyaretleri gerçekleştirildi. 49. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin ikinci günü, Cumhuriyet Meydanı’ndaki Atatürk anıtına çelenk koymakla başladı. Çelenk koyma töreninin ardından Andızlı Mezarlığı’nda, Altın Portakal’ın kurucusu ve dönemin Antalya Belediyesi Başkanı Avni Tolunay’ın; Uncalı Mezarlığı’nda ise Altın Portakal’ın isim ve fikir babası Behlül Dal, sinema oyuncusu Hayati Hamzaoğlu ve sinema yazarı – eleştirmen Rekin Teksoy’un mezarları ziyaret edildi.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Altın Portakal Festivali Yönetiminden Mezarlık Ziyareti yazısına devam et