Bu yıl 49. Altın Portakal Film Festivali sırasında, Sabah Gazetesi ekonomi yazarı Meliha Okur’la sinema üzerine havadan sudan konuşmalar yaptık. Uzmanlık alanı olan “sayılar” söz konusu olunca Meliha Okur’un ilgisi sektörümüze yönelmiş oldu. Nitekim festival süresince Sabah’ daki köşesinde (11 ve 13 Ekim tarihlerinde) bir değil iki yazı yazdı. Ayrıca bana bu konunun peşini bırakmayacağını da söyledi.
Konuyu biraz daha ve derinlemesine açalım. Konu şu: sekiz yıldan bu yana Kültür Bakanlığı tarafından desteklenen filmler (ki sayısı 200 civarında) sinema seyircisinin ilgisinden mahrumdur. Önemli bir kısmı, ‘Pay TV’ hariç kamu veya özel TV’ler tarafından satın alınıp gösterilemiyor. Ayrıca üretilen film sayısı ve film başına düşen seyirci sayısı dikkate alındığında ekonomik olarak irrasyonel bir tablo karşısındayız. Bu durumda “TÜRKİYE SİNEMA ENDÜSTRİ”sinin üretim fazlası bir “balon”u mu var?
Ben sinemada “meselesi” olan filmleri sevdim ve destekledim, hatta ithâl ettim. Bu ülkede bu filmleri yürekten destekleyen önemli bir seyirci kitlesi her zaman olmuştur. Ancak benim sevdiğim ve desteklediğim yerli filmlerimizin “mesele”ye önem veren seyirci kitlesine bile ulaşamamış olması karşısında “yeni şeyler” söylemek gerekiyor. Çünkü yanlışlığın bu seyirci kitlesinden değil, bizden kaynaklandığını düşünüyorum. Bu kitle her zaman yüzbin seyircinin üzerinde olmuştur. Bu kitle bizim can suyumuzdur. Nefes borumuzdur. Yaptığımız filmlere öncelikle bu seyirci kitlesinin “değer” vermesini isteriz. Son altı yılın sayılarına bakalım.
Görüldüğü gibi destek alan filmler toplam yerli film seyircisinin % 5’i mertebesindedir. 2006 ve 2007 de % 10 seviyesine ulaşabilmiştir. Yukarıdaki listeye eş dost desteği ile yapılan filmler eklenirse bu oranlar daha da düşer.
Nasıl oluyorda filmlerimiz bu kitleye bile ulaşamıyor. Gişede binin (1.000) altında bilet satışlarıyla gösterimini tamamlayanlar bile var. Bu kadere razı olan filmlerin sayısı her yıl hızla artıyor. Durum bir hayli vahimdir. Elimizdeki verilere bakınca “ART HOUSE” tanımının fena halde “house filmler”e dönüştüğünü görmek çok ürkütücü bir durum değil midir? Öte yandan, altı-yedi filmle toplam yerli seyircinin % 90’ını toplayan “ticari film” kodamanlarının, “Sinema Destekleme Fonu, bizim filmlerimizle besleniyor ama bize destek verilmiyor” yakınmaları karşısında savunmasız kalınmıyor mu?
Bu filmlerin büyük bir bölümü TV sektörünün de ilgisini çekmediği için TV seyircisine de ulaşamıyor. Sinemada ve TV.de (bir kısmının da DVD ortamında) seyircisi ile buluşamayan bu filmlere (bu görüntülere) hangi ismi vermemiz gerekecek?…
Sebeplere geçmeden önce “ART HOUSE” filmlerimiz için bir parantez açmamız lâzım. Yılda en az sekiz – on filmimiz, “art house” vasfına uygun olarak hem ulusal hem de uluslararası film festivallerinden ödüllerle dönmektedir. Bu filmlerin yapım bütçesine çoğu kez Batı Avrupa’lı sinema fonlarının da katkısı var. Gişe başarıları olmasa da ulusal ve uluslararası festivallerden alınan akçeli ödüller ve marketlerde yapılan yurtdışı satışlar, bu filmlerin yapımcılarını mutlu etmeye yetmektedir. Söz konusu balonun dışında kaldıkları için, konumuz bu filmler değildir.
Balonu şişiren filmlerin temel kaynağı, Kültür Bakanlığı Sinema Destekleme Fonu’dur. Bu fon, sektör temsilcileri ve Kültür Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü yetkililerinden oluşan “özerk” bir kurul tarafından yönetilmektedir. Yılda iki defa toplanan Fon yönetiminin on yıldan beri sürdürdüğü temel bir yanlış bu günkü balonun sebebidir. Her toplantıya uzun metraj film yapımı için yüzün üzerinde proje başvurmaktadır. Fon yönetimi “mümkün olan en çok sayıda” projeyi desteklemekle vahim bir yanlış yapmaktadır. Bu durumda proje başına düşen destek miktarı bir sinema filminin maliyetinin beşte birine denk gelmektedir. Bu sayı ortalama 200 bin TL.dir. Bu para ile nasıl film yapılır?
Yapımcı önce yurt içinde sponsor bulmak veya TV ön satışı için kanal aramaya başlar ve çoğu kez bulamaz. Yurt dışındaki fonlardan da ümidi kesince, filmini Fon’un verdiği parayla yapmaktan başka çaresi kalmaz. Bu para ile ortaya çıkan ürünü, sinema endüstrisinin “merdiven altı” üretimi olarak algılamak yanlış olmasa gerek. Bu bütçe ile çalışanların ücretleri, SGK primleri, stopajlar ve yasal satın almaların karşılanması mantık dışı bir varsayımdır. “İman kuvveti” ile stüdyoya indirilen film, post prodüksiyon için, ya borçlanarak ya da, biraz şansı olanlar stüdyoyu filme “ortak” etmeyi başararak bir adet 35 mm kopya elde edebilmektedir.
Ancak işin zor kısmı bundan sonra başlamaktadır. Fon’dan aldığı parayı çoktan tüketen yapımcı, filmin sinema vizyonu için en az 50-100 adet 35 mm kopya ve tanıtım giderleri için asgari 400 bin TL. bulmak zorunda. Yapım için para bulamayan, gösterim için nasıl para bulabilir? Bu durumda ya, 2-3 kopya ile gerekli tanıtımı yapmadan gösterime (!) girip hüsrana uğrayacak, ya da filmini kutulara hapsedip bekleyecektir. İşte “merdiven altı film üretimi”nin sonucunda oluşan “balon” budur. Bu filmler zarar ettikleri için Fon’dan aldıkları parayı geri ödemeleri de gerekmiyor. Talebi kışkırtan ve heveslileri coşturan fon’umuz böylece bu “balon”u her yıl biraz daha da şişiriyor.
Öte yandan her yıl en az otuz civarında yeni yönetmen (ayni zamanda yapımcı) ilk filmi ile bu yapıya entegre oluyor. Bu kan değişiminin sektöre yepyeni bir canlılık getirdiğini ileri sürenler haklı olabilirler. Ancak bu genç insanlar, sinema yapma hayallerini kolay yoldan gerçekleştiriyor ama ardından “balon”a toslayarak tükeniyorlar. Yüzlerce “ilk film” yapımcı ve yönetmeni arasında ikinci filmini çekebilme başarısını gösterenlerin oranı bir hayli düşüktür.
Doğru Çözümler Her Zaman Vardır
Çözüm basittir. Türkiye Sineması’nın üretim kapasitesini pompalamak yerine akılcı bir yöntemle yeniden plânlamak gerekmektedir. Kültür Bakanlığı’nın stratejik hedefleri arasında gördüğü sinema sektörünü “plânsız ve hedefsiz” olarak algılaması düşünülemez. Bu başıbozuk ve plânsız destek sisteminden hemen vazgeçilmelidir. “Mümkün olan çok sayıda projeye destek” yanlışından dönülmelidir.
Destek miktarı, yapım bütçesinin en az üçte birine denk gelmelidir. Bu da destek alan film sayısının sınırlanması demektir. Bu birinci adımdır. Ancak bu yetmez. Ayrıca, “gösterim desteği” olarak “ikinci bir destekleme kategorisi” oluşturulmalıdır. Bu da yetmez. Desteklenen filmlerin uluslararası marketlerde satılmasını sağlamak üzere, personeli tamamen profesyonellerden oluşan “TÜRK FİLM” birimi oluşturulmalıdır. (Bu tür “birimler” her ülkede var.)
Sektörün Sorumluluğu
Bakanlık yetkilileri Fon’un yanlış yönetiminden sektörü sorumlu tutmaktadırlar. Çünkü fon yönetiminde sektörün gönderdiği üyeler çoğunluktadır. Ayrıca üye olarak gönderilenler arasında uzun metrajlı bir sinema filminin yapımında bulunmamış kişilerin çoğunlukta olması büyük bir yanlışlıktır. Fon Yönetmeliği’nin gözden geçirilmesi gerekmektedir. Plânlama anlayışını esas alarak, gerekli düzenlemeyi yapmak için yasa çıkarmaya gerek yoktur. Yönetmelik, “fon üyeliği”ne sektörün göndereceği temsilciler için çok net kriterler koymalıdır. Fon’un, Bakanlığın siyasi eğilimlerine göre veya üyelerin eş-dost tercihlerine göre değil, “sektörün üretim plânlaması” hedeflerine uyumlu olarak yönetilmesi sağlanmalıdır. Sektörde denetleyici görevini etik kurullar oluşturarak yapmalıdır.
Sektörde Oluşan “Balon” Ne Olacak?
Öte yandan Sinema gösterimi başarısız olmuş veya hiç gösterime girememiş filmlerle, TV’lerin satın almaya yanaşmadığı “balon”u besleyen filmler için “yeni bir destek sistemi”ne gereksinim vardır. Kurulacak bir komisyon bu filmler arasında TV gösterimine uygun olanları seçerek işe başlayabilir. TV’lerin reyting kaygısını aşmak üzere Kültür Bakanlığı’nın sponsorluğuna ihtiyaç vardır. Hiç değilse bu filmler TV’de seyirciye sunularak “film” vasfına kavuşabilir. Böylece bu “balon” en fazla iki yıl içinde eritilerek söndürülmüş olur.
Bu yapılmazsa, yani “destek” verilerek yapılan bu filmler “film” vasfını kazanamazsa, kutularda bekleyen “görüntüler” Kültür Bakanlığı’nın ve “destek” veren kurul üyelerinin tarihsel sorumluluklarına “ağır bir yük” olarak asılı kalacaktır.
(15 Ekim 2012)
Sabahattin Çetin
(Yapımcı – Dağıtımcı)