Eylül’ün Kayıp Bir Ayı Nereye Gitti?

Bi Küçük Eylül Meselesi
Yönetmen-Senaryo: Kerem Deren
Müzik: Toygar Işıklı
Çizgiler: Erdil Yaşaroğlu
Kurgu: Aylin Zoi Tinel
Görüntü: Gökhan Tiryaki
Oyuncular: Engin Akyürek (Tekin), Farah Zeynep Abdullah (Eylül), Ceren Moray (Berrak), Onur Tuna (Atıl), Serra Keskin (Gülşah), Ege Aydan (Baba)
Yapım: Ay Yapım (2013)

Kerem Deren’in “Bi Küçük Eylül Meselesi”, polisiye filmler gibi ince işlenmiş ve merak duygusunu sonuna kadar koruyan heyecan verici ve estetik bir film. Genç oyuncularına da övgü göndermeli.

Kerem Deren’in yazıp yönettiği 2013 yapımı “Bi Küçük Eylül Meselesi”, bir polisiye film gibi Eylül’ün kayıp bir ayının peşine düşüyor. Senaryo gerçekten iyi ve zekice yazılmış. Boşlukta kalanlar, küçük ayrıntılar ve kurgu dili bu filme, giderek sinemamıza heyecan getiriyor. Diyaloglar çoğu anda iyi yansısa da, bazı anlardaysa yapay kalıyor. Sinemamızın genel meselesi bu. Yönetmenin, yaratıcı senaryolarla filmler ortaya çıkartacağını hissediyorsunuz filmin içinde dolaşırken. Filmin görselliğinin de zengin olduğunu belirtmeli. Sinemamızın önemli kameramanlarından Gökhan Tiryaki’nin sinemaskop çerçeveleri, sinema perdesinde estetik anlamda insanı etkisi altına alıveriyor. Gökhan Tiryaki, Nuri Bilge Ceylan ustanın filmlerinin gözleri daima. İnsan onda Slawomir Idziak’a dokunuyor. Bir kameramanın, gerçek anlamda fotoğraf sanatına yakın durması gerektiğini de hatırlatıyor bu heyecan verici kameraman. Fonda duyulan Toygar Işıklı’nın müzikleri de iyi. Ama duyulan pop şarkıları ruha iyi gelmiyor. Bu şarkılar filmi olumsuz anlamda biraz geriletmiş maalesef.

Bozcaada’ya bir yolculuk…

Eylül, güzel bir genç kadın. Yönetmen öyle öngörmese de, Eylül’ün ruhuyla, Eylül’ün her zaman elinin altında olan gazeteyi bütünleştirmiş. Sanatta metaforun gücü bu işte. Filmdeki bu gazeteyle, Fransızların sağ liberal çizgideki Le Figaro Gazetesi neredeyse ruhen aynı. İkisi de sanat eserlerine yüzeysel yaklaşıyorlar daima. Eylül, magazinsel, aşağılayıcı, ayrımcı, zihni karışık, şizofren ruhlu ve az da olsa suçluluk yaşayan bir insan. Geride kırık bir kalp bırakmış kırmızılar içindeki neşeli Eylül, kendi çevresindeki sevgilisi Atıl’ın dört çekerli cipiyle trajediye de yolculuğa çıkıyor. Kaza, onun belleğininden silinmiş bir ayın peşine de düşmesine neden oluyor. Deştikçe, karanlık labirentte zihinsel ışığı arıyor. O labirentte, sınıfsal anlamda uzak olduğu Bozcaada’ya yerleşmiş sessiz karikatürist Tek, yani Tekin var. Eylül, tanımadığı ama çizgilerine tutulduğu Tek’le evleneceğini düşünmüş. Ama onunla tanışınca, kendince hayal kırıklığı yaşıyor. “Beyaz atlı prens”ler gibi yakışıklı değilmiş Tek. Elbette sınıf farkı da var. Yönetmenin, zeka yüklü senaryosu, zihinsel anlamda seyircilere haz vermeye başlıyor. Gerçekten filmin içinde dolaşırken merak duygusunu da azaltmamalı. Yer yer bu filmden polisiye film tadı aldık. Hikâyenin içindeki boşlukları ve ayrıntıları zihinsel olarak birbirine bağlamaya başladığınızda sinemasal keyfe dönüşüyor bu.

Ön jenerik sürerken, suyun içindeki dolaşan kamera, sudan çıkıyor ve evin içine giriyor. Bu giriş anı filmdeki estetiği de duyuruyor. Yönetmen, kamerayı mekânın içinde kaydırarak dolaştırmaktan hoşlanıyor. Kubrick’in 1957 yapımı “Paths of Glory-Zafer Yolları” savaş filminin tadını verdi bize. Sadece öne çıkan kamera değil filmde. Senaryo yaratıcı ve zekice yazılınca bu kurguya da yansıyor. Gerçekten küçük bir an, küçük bir ayrıntı, zihindek küçük bir boşluk, derinlikte anlamlaşarak insanın zihninde bütünleşiyor. Bozcaada’daki mekânlar, filme sadece turistik anlam katmamışlar. Özellikle gecenin içindeki sokaklar, kasvetli ve Eylül’ün zihniyle de metafor kuruyorlar. Gerçekten çarpıcı fotoğraflar toplanmış bu anlarda. Kıyıda kalmış Tek’in evi de insana tuhaf, kederli bir huzur da veriyor. Korkuluğun simgesel anlamı da var filmde. Bir de Tek’in sarı renkteki “moto guzzi”si, yani “triportör”ü var. Bu üç tekerlekli triportöre binmenin ne kadar keyifli olduğunu da belirtelim. Son olarak genç oyunculara da övgü gönderiyoruz.

(13 Şubat 2014)

Ali Erden

[email protected]