Uzay-Zaman ile Barbut Oynamak

Çağdaş sinema endüstrisine yön veren dev şirketler rekabetinin son parlak ürünü ‘The Flash’ gösterimini sürdürüyor. Marvel’ın ‘Örümcek-Adam’ patentli çok başarılı animasyon serisinin devam filmi vizyonuna devam ederken, DC daha önce ‘Justice League’ dizisinde yardımcı karakter olarak boy göstermiş olan Flash önderliğinde kendi evreninin tüm süper kahramanlarına selam çakmış. Ezra Miller’in yeniden hayat verdiği Flash bilindiği üzere fırtınalı bir gecede yıldırım çarpması sonucu elektrik akımının kimyasallar ile etkileşimi neticesinde süper güçler kazanmış, Looney Tunes’un çöl kuşundan esinle ışık hızını aşan süratli koşucu özelliğine sahip bir karakter. Gündelik hayatında Barry Allen kimliği ile sakar ve gösterişsiz iken Clark Kent misali Superman’e dönüştüğünde harikalar yaratan bir süper kahraman.

Yönetmenliğini Andy Muschietti’nin üstlendiği yapım yüksek enerjili bir başlangıç sekansıyla açılıyor. Artık yaşanası bir kent haline gelmiş olan Gotham’da işler yine karışmış, patlamalarla sarsılan şehir hastanesinin doğu kanadı yıkılma noktasına gelmiştir. Batman Güney Amerika’daki bir volkan felâketi ile ilgilendiğinden sadık dostu Alfred (kısa performasında Jeremy Irons) bizim saf görünüşlü Allen’dan yardım ister. Flash kostümüne bürünen genç adam doğum koğuşunun patlayan camlarından yağmur gibi düşen bebekleri havada toplarken (burada ‘Baby Shower’ esprisi harika!) geri dönen Batman hastane kargaşasına sebebiyet veren virüs hırsızlarını köprüde geçen soluk soluğa bir mücadele sonucu haklar. Bu hızlı girişin ardından rutin hayatına döner ve kendi trajedisi ile baş başa kalır Allen. O da Batman gibi küçük yaşta yalnız kalmış, annesi gündüz vakti evlerine dalan meçhul biri tarafından bıçaklanırken suç marketten dönen babasının üzerine yıkılmıştır. Ertesi günkü duruşmada suçsuzluğu ispatlanamazsa babasından ömür boyu uzak kalması muhtemeldir. Işık hızını aşan sürati ile geçmişe dönebilen Allen gelişmelere müdahale ederek annesinin hayatını kurtarmayı, böylece bedbaht geçen çocukluğunu onarmaya niyetlenir. Lakin yaş almış ama formunda Batman’in (kısa rolünde Ben Affleck) tarihin akışına müdahale etmenin sakıncalarına ve uzay-zaman ile barbut oynanmayacağına dair tüm uyarılarına rağmen Allen dinlemez ve olayların akışını değiştirir. Saçlarına hafiften kır düşmüş annesi ile (hâlâ cazibeli Maribel Verdú) buluştuğu huzurlu yuvasına yeniden kavuştuğunda onu büyük sürprizler beklemektedir. Geçmişe yolculuk yaptığı yer farklı bir evrendir. Baba evindeki bu evrende 18 yaşındaki ergen görünüşlü Allen ile karşılaşır. Karşılaşmanın şokunu yaşarken güçlerini kaybettiğini anlar. 2013 tarihli ‘Çelik Adam / Man of Steel’in kötü Kriptonlusu General Zod (Michael Shannon) ortalığı talan etmek üzere yeryüzüne indiğinde Superman dahil diğer bir çok süper kahramanın bu evrende var olmadığını fark eder. Genç ikizi ile birlikte umutsuzca Batman’in malikanesine vardığında karşısına çıkan saçı sakalı birbirine karışmış emektar Batman’den (Tim Burton imzalı 1989 yapımı filmden Michael Keaton) yardım ister.

2013 yapımı ‘Mama’ adlı ilk uzun metrajı ile ilgi alanıma giren, Stephen King yapıtı ‘O / It’in övgüyle karşılanmış yeniden çevrimlerinin ardından DC patentli bir süper kahraman projesi emanet edilen Arjantin asıllı Andres (kısaca Andy) Muschietti bu sürprizli üstün yapım ile hayli uğraşmış. Filmin çift kişilikli ana karakterinin son dönemin en yetenekli oyuncularından Ezra Miller’e teslim edilmesi yerinde olmuş. 2011 tarihli Lynne Ramsay filmi ‘Kevin Hakkında Konuşmalıyız / We Need To Talk About Kevin’de övgü toplamış sorunlu ergen performansı ile sinema dünyasına adımını atmış olan Miller’in adı son dönemde kriminal olaylara karışmış olmasına karşın, cinsiyetsizliğine ilişkin cesur açıklamaları ile yankılar yaratmış olan oyuncudan vazgeçilmemiş. Genç oyuncu bu parlak ve yaratıcı öykünün duygusal damarını, ailesini yitirmiş Allen’ın hüznünü aktarmada gayet başarılı. Filmin sürprizleri yazdıklarımla bitmiyor. Beethoven 9. Senfoni koral pasajının prestissimo bölümünü andıran çoklu evren çarpışmasının doruğunda 80’li yıllardan günümüze DC evreninin çocukluk anılarımızda yer etmiş yüzleri bir bir karşımıza çıkıyor. ‘Geleceğe Dönüş / Back to the Future’ ruhundan hareketle anılar tazeleniyor, kaybettiklerimiz için hüzünleniyoruz.

(28 Haziran 2023)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com

Ateş ile Suyun Dansı

Animasyon devi Pixar’ın son ürünü olarak 76. Cannes Film Festivali’nin kapanışında dünya prömiyerini yapan ‘Elemental: Doğanın Güçleri’ yönetmen Peter Sohn’un hayal projesiymiş. Koreli sinemacı ailesinin 70’lerin başında Amerika’ya gelişi ve Bronx’un küçük bir mahallesinde mütevazı bir market işlettiği yıllardan esinlenmiş. Bu çok kişisel olduğu denli evrensel nitelikteki büyük umutlar öyküsünü ustalıkla tasarladığı bir fantastik evrene taşımış.

Farklı diyarlardan gelen, farklı küçük mahallelerde farklı diller konuşan grupların kültür mozaiği ile New York City’yi anımsatan ‘Element City’ büyük kente göç ediş sırasıyla su, toprak, hava ve ateş topluluklarından oluşuyor. Ateş grubundakiler biraz sona kalmaları bir de tehlike (!) arzettikleri için asimilasyon sorunu çekiyor ve sürünün kara koyunu misali ‘öteki’ muamelesi görüyor. Ailesinin işlettiği ve ilerde bir gün başına geçmesini bekledikleri markette çalışan ateş kız Ember’ın (Türkçe dublajındaki adıyla Alev’in) zapt edilmesi zor sinirinin nedeni bundan kaynaklı. Su borusundaki arıza neticesinde tanıştığı sugillerden Wade ile (bizdeki dublaj adıyla Deniz) karşılaşması hayatında bir dönem noktası oluyor. Babasının dükkanını korumak isteyen ateş topu ile naif ve kırılgan su oğlanının zıt kutupların çatışması olarak başlayan birlikteliği Romeo ve Juliet misali tutkulu bir aşka dönüşmekte gecikmiyor.

Pixar’ın önce sanat departmanında işe başlayan, daha sonra öykü bölümünde çalışan, ses işlerine bulaşan yönetmen Sohn, tıpkı Ember gibi adım adım hedefledikleri için uğraş vermiş. Farklı elementlerin çatışması ve kaynaşmasını anlatan öykü hem kişisel hem de çağdaş göçmen sorununa yaklaşımı ile evrensel. Animasyon ile yaratılan renkli ve fantastik dünya Thomas Newman’ın etnik enstrümanlar kullandığı müzik bandı ile son derece etkileyici. Lauv’un seslendirdiği ‘Steal the Show’ şarkısını önümüzdeki yıl Oscar adayları arasında göreceğime de nerdeyse eminim.

Göçmen metaforu animasyon evreninde pek rastlamadığımız romantik bir aşk hikâyesi ile renkleniyor. Ember’ın öfkeli ateşi aşkın sihriyle yatışırken filmin görsel başarısı izleyeni büyülüyor. Çevrenin ‘Ateş ile Su asla birlikte olmaz’ dayatmasına, ‘sen beni söndürürsün, ben seni buharlaştırırım’ endişelerine sabırla göğüs geren (‘ufak ufak dokunuşlarla başlayalım’) ikilinin tutkulu ve komik aşkının her yaştan izleyiciyi etkileyeceğini düşünüyorum. Amerikan toplumunun röntgenini çeken senaryo, genç bireyin geleceğini köklerine bağlı ailenin istekleri değil kendi hayalleri doğrultusunda kurma çabasını destekliyor, küçük mahallelerde su baskınlarına yol açan dev transatlantik metaforuyla azgın kapitalizmin çevreye ve farklı kültürlerin zenginlik kattığı dünyamıza verdiği tahribata dikkat çekiyor.

(27 Haziran 2023)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com

Semur 4: Mahşer

Hakkı Kaplan’ın yönettiği ve Fırat Çöloğlu, Merve Özel, Alara Kuru, Çağatay Şık, Kaan Şahin ile Mecbure Bozyel’in oynadığı Semur 4: Mahşer, 14 Temmuz 2023’de CJ ENM dağıtımıyla BMS Film tarafından vizyona çıkarıldı.
Hiç kimsesi olmayan ve hayatını tek başına sürdüren Ozan, bir gün kendisine bir evin miras kaldığını öğrenir. Paraya çok ihtiyacı olan Barkın, bir emlakçıyla anlaşarak evi satın almaya karar vermiştir. Satış işlemlerini yaptırmak için yanına arkadaşlarını da alıp giden Ozan, işlemlerin uzaması üzerine evde arkadaşlarıyla birlikte bir gece kalır ancak başlarına gelen esrarengiz olaylar yüzünden evde sabaha çıkmak imkânsız gibidir.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Fragman
  • IMDb

Sürükleyici Aksiyon Sahneleri ile Sisu, 30 Haziran’da Sinemalarda

Big Game filmi ile tanınan Finli yönetmen Jalmari Helander’ın yönettiği Sisu, İkinci Dünya Savaşı’nın umutsuz son günlerinde Finlandiya’nın buz gibi topraklarında yolunu bulmaya çalışan eski bir askerin sadece hava şartlarında değil Naziler karşısında da hayatta kalma mücadelesini anlatıyor. Çekimleri kuzey ışıklarıyla meşhur Laponya’nın vahşi doğasında gerçekleştirilen film, seyrek ve çok az diyalogla gerilim yüklü bir hikâye ortaya koyuyor. Aksiyon tutkunlarına sürükleyici bir yolculuk vadeden, ana karakter Aatami Korpi’nin ilk kez final sahnesinde konuştuğu, diyalogların 2sadece gerektiğinde kullanıldığı macera filmi Sisu, 30 Haziran’da gösterime giriyor.

Çocuklar, Eğlenceli ve Öğretici Bir Deneyime Hazır mısınız? Afacanlar İş Başında, Çok Yakında Vizyonda

Wedia Entertainment tarafından gösterime sunulan Afacanlar İş Başında, 23 Haziran’da okulların kapanmasıyla birlikte tatildeki çocukların enerjisine keyif katacak. Filmin konusu şöyle: Joey 4 yaşında ve Anna 5 yaşındadır. Onlar sadece kardeş değiller, aynı zamanda en iyi arkadaşlardır. Çok kısa zamanda aralarındaki yakınlığa küçük keçi bir bebek daha eklenecektir. Yavru keçi kaçınca, çılgına dönen Joey’in zorlu arayışı, ona ihtiyaç duyduğu tüm ilgiyi en beklenmedik şekillerde üzerine çeker. Filmin eğlenceli şarkılarının sözleri Dilek Kavraal’a ait olurken, seslendirme kadrosunda ise Dilek Kavraal, Erman Tazegül, Toprak Ali Tazegül, Aslı Binici ve Gizem İşgen yer alıyor.

3. İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali’nde Zuhal Olcay Unutulmaz Bir Konser Gecesi Yaşattı

3. İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali’ne dün usta sanatçı Zuhal Olcay’ın verdiği konser damga vurdu. Ahmet Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde gerçekleşen konser, Olcay’ın Yine Aşk Var şarkısıyla başladı. Seyircinin yoğun ilgisiyle gerçekleşen konserin sürpriz anlarından biri de Vedat Sakman’ın sahneye konuk olup, Zuhal Olcay’la birlikte şarkı söylemesi oldu. Zuhal Olcay geçmişten günümüze şarkılarını içeren geniş bir repertuvarla unutulmaz bir performansa imza attı.

3. İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali’nde Zuhal Olcay Unutulmaz Bir Konser Gecesi Yaşattı yazısına devam et

Arkeolojinin Bin Gizemiyle Örülmüş Tutkulu Bir Macera: Indiana Jones ve Kader Kadranı

Tüm zamanların en iyi öykü anlatıcılarından biri olan Spielberg, ilkinin yaratıcı olduğu “Kamçılı Adam” Indiana Jones için gene çizgi roman tadında bir prodüksiyonun yapımcılığını üstlenmiş.

Yeni (belki de Harrison Ford için son) Indiana Jones, iki dünya savaşı görmüş, oğlunu Vietnam’a göndermek istemese de engelleyememiş ve ölümünün acısını yaşamış. Nazi subayların, savaş sonrasında ABD’deki çalışmalarıyla Ay’a gidişi görmüş…

Film, insanlık tarihi boyunca bilimin savaşlara hizmet ettiğini, bunun acısını da tüm dünyada herkesin çok çektiğini gözler önüne seriyor… Bu arada, barış isteyenlerin, barış için çaba harcayanların savaşları engelleyemediğini (devletlerin inanılmaz mücadelesini) bir kez daha görüyoruz, insani olmasına karşın. Paraya esir olmuş yakın arkadaşı, Dr. Shaw’ın kızı ile çatıştığını izliyoruz.

Düşbaz birinin hayali kahramanı

Spielberg, 1981 yapımı Kutsal Hazine Avcıları’ndan bu yana şimdiye kadar beyazperdeye aktarılmış en sevilen karakterlerden biri olduğuna hiç şüphe bulunmayan, Amerikan Film Enstitüsü’nün “tüm zamanların en iyi ikinci film kahramanı” olarak seçtiği Indiana Jones’i yine yalnız bırakmayıp James Mangold’a teslim etmiş. Senaryosu Jez Butterworth ve John – Henry Butterworth ile David Koepp ve Mangold tarafından George Lucas ve Philip Kaufman’ın yarattığı karakterlere dayanılarak yazılmış. Filmin müziklerini 1981 yapımı Kutsal Hazine Avcıları’nın da müziğini yapan John Williams bestelemiş.

Indiana Jones’tan, onun bir bakıma vurdumduymaz, kaygılı ama tasasız tavrından, şu geçen 40 yılı aşkın sürede etkilenmeyen var mıdır acaba? Hepimiz bir şekilde onu sevdik, benimsedik… bu kez, teknolojinin de desteğiyle geçmişi de takip ediyoruz. Gerçi teknolojiden yararlanılsa da yaşlanan Ford’un eski hareketliliğinin kalmadığı, durgunluğu üzücü, ama 154 dakikalık film, -arada kesintiler olsa da- soluksuz izleniyor, merak ve heyecan dorukta hep.

Film New York’ta, emekliliğe adım atan Indy’yi bulan vaftiz kızı, Helena Shaw (Phoebe Waller – Bridge), zamandaki çatlakları bulma gücüne sahip olduğu iddia edilen meşhur Arşimet Kadranı’nı aramak için yaptığı sürpriz ziyaretle işler değişir. Yıllar geçse de aradan, Nazi’ler kendilerini gizleyerek, uzay çalışmalarının başına geçmiş ve Jürgen Voller, (Mads Mikkelsen) başarı da elde etmiştir ve tabii, o da Kadranın peşindedir.

Tamam işte, öykünün temeli çatıldı bile…

Arşimet’in kadranı, zamanda yolculuk yapmaya fırsat yaratan bir alet. Arşimet, önemini ve özelliğini bildiği için, kadranı iki parçaya bölmüş ve saklamış. İki parçayı birleştirip de kurduğunuzda zamanda yolculuk bile yapabiliyorsunuz. Indiana Jones ile Helena Shaw ve tabii, peşindeki Nazi’ler birlikte bizi de geçmişe taşıyor. Arşimet’in o ünlü mancınıklarının da kullanıldığı savaşa katılıyorlar. Bir küçük ayrıntıyı da belirteyim: Helena’nın bakmakla zorunlu olduğu Teddy (Ethan Isidora) el hünerlerini (!) de kullanarak onları yalnız bırakmıyor.

Ne demiştik!

Dünyanın en iyi öykü anlatanlarından birinin yapımcılığını üstlendiği, dünyanın en iyi çizgi kahramanı denli benimsenen Kamçılı Adam’ı izlememek olmaz. Önceki maceralarının damaklarda (belleklerde) kalan tadıyla -ki, filmde geçmişi de görüyoruz- o güzel süreci bir kez daha anımsıyoruz.

Filmin sonunda da bir sürpriz var: Şapka. Sizi bilmem ama benim görüşüm, Indy’nin vaftiz kızı, Kamçılı Adam’ın yerine geçeceği… Öyle ya, kapitalizm gölgesinden yararlanmadığı ağacı keser.

30 Haziran’da gösterimde…

(26 Haziran 2023)

Korkut Akın

korkutakin@gmail.com

3. İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali Hafta Sonunu Geride Bıraktı

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin Kültürlerarası Sanat Derneği işbirliği ile düzenlediği 3. İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali’nde, dün 5 farklı mekânda 26 yapım izleyicilerle buluştu. Çiğdem Sezgin imzalı Suna ve Kaan Müjdeci yönetmenliğindeki Iguana Tokyo günün Ulusal Yarışma filmleriydi. Uluslararası Yarışma’da ise Lucie Kralova imzalı Kapr Kodu (Kapr Code) ve Marie Castille Mention Schaar yönetmenliğindeki Divertimento beyazperdedeydi.

3. İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali Hafta Sonunu Geride Bıraktı yazısına devam et

3. İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali’nde Gösterimler Başladı

3. İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali, izleyicilerin yoğun ilgisiyle geçen ilk günü geride bıraktı. İzmir Fransız Kültür Merkezi’nde Sinemada Müziğin İşlevi başlıklı özel bir söyleşi gerçekleşti. Müzik Temalı Kısa Film Proje Yarışması filmleri sinemasever izleyiciyle buluştu. Festivalde Ulusal Yarışma kapsamında izleyicilerle buluşan Kabahat filminin gösterimi sonrasında filmin yönetmeni Ümran Safter filme dair merak edilenleri soruları cevaplamak için izleyicilerle buluştu.

3. İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali’nde Gösterimler Başladı yazısına devam et

Bir Boru Hattı Nasıl Patlatılır

Daniel Goldhaber’in yönettiği ve Ariela Barer, Kristine Froseth, Lukas Gage ile Forrest Goodluck’ın oynadığı Bir Boru Hattı Nasıl Patlatılır (How to Blow Up a Pipeline), 30 Haziran 2023’de Başka Sinema dağıtımıyla Fabula Films tarafından vizyona çıkarıldı.
Bir grup çevre aktivisti, yaşadıkları bölgeyi kirleterek zarar veren devasa boru hattı şirketine karşı imkansıza yakın, cesurca ve ses getirecek bir eylem planlarlar. Amaçları, petrol endüstrisinin sebep olduğu tahribatı kamuoyunda tartışmaya açmaktır. Fakat zamana karşı bu yarışta büyük ve ciddi engellerle karşılaşırlar. Film ana fikrini Andreas Malm’ın kitabından alıyor.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Fragman
  • IMDb

Ferhan Baran Yazıyor: Tutsak Bedenler

‘Joyland’ ya da dilimizdeki karşılığıyla ‘Neşe Diyarı’ adına aldanmayın. Bu film hiç de mutlu bir dünyayı anlatmıyor. İlk uzun metrajını çeken Saim Sadiq imzalı yapım keyifli bir sahne ile başlıyor gerçi. Beyaz bir çarşafın altına gizlenmiş iki kız yeğeni ile şakalaşan Haider Rana (Ali Junejo) ile tanışıyoruz önce. Genç adamın görücü usulü evlendiği eşi Mümtaz (Rasti Faruk) ile baba evinde süren geniş aile düzeni, erotik dansların sergilendiği … Devamı…»

Altın Elmalar Sahiplerini Buldu

23. Uluslararası Frankfurt Türk Filmleri Festivali’nin ödül töreni yapıldı, Altın Elma Ödülleri sahiplerine takdim edildi. Frankfurt Metropolis Cine Star Sineması’nda yapılan törene Hüseyin Sıtkı, Burhan Gün, Yüksel Aksu, Fehmi Yaşar, Nilperi Şahinkaya, Seda Özkaraca, Yağız Can Konyalı, Ece Uslu, Sennur Nogaylar, Barış Gönenen, Ahmet Rıfat Şungar, Seyhan Derin, Emre Yusufi ve çok sayıda davetli katıldı. Festival kapsamında En İyi Film Ödülü Kurak Günler ve En İyi Yönetmen Ödülü Karanlık Gece filmiyle Özcan Alper’e verildi. Bu yıl ilk kez Uzun Metraj Jürisi, ilk filmini çeken Kar ve Ayı filminin yönetmeni Selcen Ergun’a En İyi İlk Film Jüri Özel Ödülü verdi.

Altın Elmalar Sahiplerini Buldu yazısına devam et

3. İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali Başladı

3. İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali, Elhamra Sahnesi’nde düzenlenen açılış töreni ile başladı. Festival direktörü Vecdi Sayar’ın konuşması ile start alan törende bir hafta sürecek festival programı tanıtıldı. Emek Ödülleri ve festival sponsorları plaketlerinin sahiplerine takdim edildiği törende Nuri Bilge Ceylan’ın Kasaba, Mayıs Sıkıntısı ve Uzak filmlerinden seçilmiş 11 sahne üzerine bestelenen Taşra Üçlemesi Caz Projesi dünya prömiyerini yaptı.

  • Basın Bülteni
  • Açılış Gecesinden Görüntüler
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.

3. İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali Başladı yazısına devam et

Anderson Usulü Kozmik Hüzün

Çoklu evren çılgınlığının hüküm sürdüğü günümüz sinemasında Wes Anderson patentli özel aleme dalmaya ne dersiniz. Çağdaş sinemanın ayrıksı yaratıcısı yıllar boyu ilmek ilmek inşa ettiği evreninin son sürümü ‘Asteroit Şehir / Asteroid City’de bizleri 1950’li yıllara ışınlıyor.

Bizde ‘Alacakanlık Kuşağı’ olarak yayına girmiş 50’lerin ünlü TV dizisi ‘The Twilight Zone’ gizemini aratmayan açılışta Rod Serling kıvamındaki eksantrik sunucudan (Bryan Cranston) filme adını veren çok tutmuş sahne oyununun televizyona uyarlandığı bilgisini alıyoruz. Siyah – beyaz prologda, tam 785 kez sahnelenmiş oyunun yazım sürecine, Tennessee Williams esinli oyun yazarının (Edward Norton) yaratım sancılarına tanıklık ediyoruz. Derken perde renge bürünüyor ve 3 perdelik oyunun film versiyonunu izlemeye koyuluyoruz. Bu oyun içinde film süreci, oyuncuların sahne gerisindeki çalışma süreci ile iç içe geçerek Anderson yapıtının alıştığımız çok katmanlı yapısını oluşturuyor.

Güneybatı Amerika’nın 87 nüfuslu kurgu çöl kasabası, yaşı küçük dehası büyük kıdemsiz uzay gözlemcilerinin de davetli olduğu ‘Uzay Araştırmaları Kongresi’ne ev sahipliği yapmaktadır. Savaş fotoğrafçısı Augie Steenback (Jason Schwartzman) ergenlik çağındaki parlak zekâlı oğlu Woodrow (Jake Ryan) için buradadır. Karısını erken yaşta yitirmiş olan genç adam, geçmişin acılarını ifadesiz bakışları ile maskeleyen ünlü yıldız Midge Campbell (Scarlett Johansson) ile karşılaştığında ruh ikizini bulduğunu anlar. İki yaralı ruh, kayıplarının hüznünü paylaşır bir süreliğine. Derken gizemli şeyler olmaya başlar. Tam ortasında 5000 yıllık meteor krateri bulunan çöllük araziden atomik testlerin sarsıntıları duyulur, ardından radyoaktif mantar bulutları yükselir. Seminer için toplanmış kalabalığın dehşetli bakışları arasında bir uzay gemisi sürpriz konuğu ile birlikte gökten iniverir. Herkesin bilinmezlik endişesi ile baş başa kaldığı süreçte yerleşim bölgesi güvenlik güçlerince karantinaya alınacaktır.

Anderson’ın uzun yıllar birlikte çalıştığı yapım tasarımcısı Adam Stockhausen ile birlikte yarattığı kurgu kasaba, yönetmenin alameti farikası farklı katmanlar içinde ayrıntılarla zenginleşen bir dünya yaratıyor. Renkli bölümler parlak -ki ne parlak- çöl ışığı izlenimini vermek için özel filtrelerle çekilmiş. Kimi çok kısa rollerde de olsa yönetmenin gözde yüzleri ve ilk kez çalıştığı birkaç düzineyi aşkın pek ünlü oyuncular insanoğlunun kozmik hüznünü, bilinmeyeni keşif arzusu kadar bilinmeyen karşısında telaşlı ve komik çaresizliğini ete kemiğe büründürüyor. Tek bir karesinden filmlerini tanıdığımız yönetmenin 2014 yapımı ‘Büyük Budapeşte Oteli / The Grand Budapest Hotel’ Anderson’ın Avusturyalı yazar Stephen Zweig’a yazdığı aşk mektubudur. Sondan bir önceki ‘Fransız Postası / The French Dispatch of The Liberty, Kansas Evening Sun’ hayranı olduğu ‘The New Yorker’ dergisi editör ve yazarlarına ve de Fransız Yeni Dalga ekolüne ithafıdır. Anderson bu defa 50’li yılların soğuk savaş iklimine odaklanarak ikinci büyük savaşın ardından dünya hakimiyetini ilan etmiş -ve henüz Vietnam bozgununu yaşamamış- kibirli Amerika’nın röntgenini çekmeye koyulmuş. Uzayı keşfetme tutkusu ile bilim adamlarıyla işbirliği yapmış generallerin hırslı otoriter dünyasında nükleer başlıklar yük vagonlarıyla taşınıyor çöllük ücra bölgeye. Atomik denemeler kaygısızca sürdürülüyor. İçine doğduğu kafası karışık Amerikan toplumunun 15 yıl öncesine neşter atan sinemacının sonraki çalışmalarından birinde kamerasını Vietnam trajedisi ile sarsılmış çiçek çocukları kuşağının Woodstock manifestosuna çevirmesini bekliyorum şahsen.

Bir söyleşisinde, John Ford westernlerinden, ‘The Petrified Forrest’ (1936) ve ‘Bad Day at Black Rock’ (1955) filmlerinin çöl sahnelerinden ilham aldığını ifade ediyor sinemacı. Final jeneriğine döşediği çocukluk anıları ile yüklü ‘Looney Tunes’dan ‘Road Runner’ esinli hızlı koşucu çöl kuşu ile yaşam hüznünü komikle buluşturan yapıtını noktalamayı tercih ediyor. Roman Coppola ile birlikte kaleme aldığı girift senaryonun siyah – beyaz katmanlarında ise 50’li yıllar New York tiyatro dünyasına sevgi dolu özlemi gözlemliyoruz. Elia Kazan esinli tiyatro yönetmeni (Adrien Brody) ile dönemin yükselen Metod oyuncuları hep bu dönemin nostaljik iz düşümleri olarak yerini almış. Jason Schwartzmann ile Margot Robbie’nin yer aldığı tiyatro binasının yangın merdivenlerinde çekilmiş uhrevi sahne ise filmin unutulmaz sekanslarından birini oluşturuyor.

(24 Haziran 2023)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com