Gösterimdeki filmlerin 25 – 31 Ocak 2019 seansları için tıklayınız (Listeler eksiksiz değildir, bu salonlar ve seanslar dışında da gösterimler olabilir. Listeden alıntı veya kopyalama yapıldığında kaynak olarak Haftalık Antrakt Sinema Gazetesi‘nin gösterilmesi rica olunur.)
Günlük arşivler: 24 Ocak 2019
Gülten Taranç, Senin Yüzünden Diyor
Filmlerine yaptığı soundtracklerle müzik kariyerine başlayan Gülten Taranç’ın söz ve müziğini yazdığı, klip yönetmenliğini üstlendiği ve rol aldığı 3. teklisi Senin Yüzünden dijital platformlarda yayına girdi. Taranç; kadın bedenine yüklenen estetik anlam ve algıları değiştirmek istediğini söylüyor ve yapmak istediği şeyin ‘beden olumlaması’ olduğunun altını çiziyor. Taranç şu sıralar ikinci filmi 12’ye 5 Kala’nın hazırlıklarıyla uğraşıyor.
Köpekleşmek Nereye Kadar
Dünya prömiyerini 71. Cannes Film Festivali’nde yapmış olan ‘Dogman’ tipik bir Matteo Garrone filmi. Yine Cannes’da beğeniyle karşılanmış 2008 yapımı ödüllü ‘Gomorra’da mafya ve şiddet sarmalını ele almış olan sinemacı, bizde vizyona gelmeyen bir önceki yapıtı ‘Masalların Masalı / Il Racconto dei Racconti’de mitolojik hükümranların karanlık öykülerini perdeye taşımıştı.
Gerçeküstücü sularda gezinen karanlık öyküler anlatmayı seven Garrone, ‘Dogman’de tahakküm ve şiddetin izlerini küçük bir kıyı kasabasında arıyor. 1980 başlarında İtalya’yı sallamış gerçek bir cinai vakadan yola çıktığı halde, hikâyesini gerçeküstücü sularda gezinen bir peri masalına dönüştürmeyi başarıyor.
Filmin ana karakteri ufak tefek bir köpek bakıcısı. Kasaba sakinlerinin sevgisini hem sempatikliği hem de torbacı olarak verdiği hizmetiyle kazanmış olan Marcello’nun köpekleri ve küçük kızıyla kurduğu huzurlu dünyası, mahallenin belalısı, kokainman eski boksör Simone ile yakınlığı ve O’nun kanunsuz taleplerine hayır diyemeyişi yüzünden alt üst oluyor.
Küçük adam ile muktedir efendisinin bir Ezop masalını andıran hikâyesini kafasında bir western olarak tasarladığını ifade ediyor Garrone bir söyleşisinde. Daha önce başka filmlerinde de yer verdiği İtalya’nın güney ucunda yer alan ıssız sahil kasabası ‘Villaggio Coppola’yı mekân olarak seçişi bu yüzden. Kanunsuzluğun ve şiddetin kolaylıkla zemin bulabileceği bu sınır bölgesinde bir topluluğun üyesi olmak, saygı ve sevgi görmek çok çok önemli. Belalı Simone ile gönülsüz işbirliği yüzünden üyesi olduğu küçük cemaat tarafından dışlanıyor Marcello. Çelimsiz sokak köpeğinin yırtıcı pitbull ile dostluğu kadar marazi bu tehlikeli yakınlaşma, O’nun hayatını alt üst edecek, O’nu şiddetin göbeğine çekerek derin bir yalnızlığa sürükleyecektir.
‘Dogman’ köpeklerin dünyasından yola çıkarak enfes bir alegoriyle insan tabiatını kurcalıyor. Güçlü bir koruyucuya sırtını dayamak suretiyle ayakta kalmaya çabalayan küçük adam portresi çizmeye soyunuyor. Köpekler gibi insanların da yalnız yaşayamayacağının altını çiziyor. Bir insanın hayatta kalabilmek için nereye kadar köpekleşebileceği sorusunu soruyor. Korku ile onurun insan ruhundaki ezeli çatışmasına ışık tutuyor. ‘Dogman’ mütevazi dükkanın adı olmakla kalmıyor, Marcello’nun şefkatle baktığı köpeklerle ne kadar benzeştiğini de ifade ediyor.
Usta görüntü yönetmeni Nicolaj Brüel’in, gittikçe sertleşen ve karanlıklaşan hikâyede ışıklandırma çalışması birinci sınıf. İlk yarıda güneşli bir sahil kasabasında gezinirken, ikinci bölümde gri bulutların, yağmurun rüzgarın, karanlık gecelerin ürpertisini duyumsuyoruz. Filmin en önemli kozu ise, Marcello’yu canlandıran ve ilk oyunculuk deneyiminde Cannes’dan en iyi erkek oyuncu ödülü ile dönen müthiş yetenek Marcello Fonte. Güney İtalya’nın ucundaki yoksul Cabiria’dan gelmiş olan Fonte, eski mahkumların tiyatro çalışmaları yaptığı bir sosyal merkezin bekçisi iken, ani bir kalp kriziyle hayatını kaybeden oyuncunun yerine sahneye çıkmış ve bu arada yapılan seçmelerde keşfedilmiş. Bu güzel filmi keşfetmek için ben de okuyucularımı sinemaya davet ediyorum.
(31 Ocak 2019)
Ferhan Baran
İpler Kimin Elinde?
İnternetle birlikte sosyalleşme denilen kavramın değişmesi gerektiği çok yıllar önce ileri sürülmüştü -ben de bunun üzerine o kadar çok yazdım ki, yinelemekten başka bir yol bulamıyorum- bir zamanlar çocuklar sokağa çıkardı, erişkinler kahveye gider, kadınlar gün yapardı… Tüm bunlarla hayata farklı bakış yakalar, kendilerince donanırlardı. Artık öyle değil… Bir yere gitmeniz gerekmiyor. Ekranın karşısında alışverişten eğitime, bilimsel çalışmalardan uzay araştırmalarına kadar her şeyi, hatta gezip görme ihtiyacını bile karşılayabiliyorsunuz. Sosyalleşme kavramı için herhalde uzmanlar çalışıyorlardır. Bu uzmanlar illa da bilim insanı olmak zorunda değil tabii. Sanatçılar da kendi alanlarında bu hususu irdeliyor, yeni bir “çıkış yolu” bulmaya çalışıyor.
Sinemanın farkı…
Yedinci sanat oluşu dolayısıyla diğer tüm plastik sanatları içinde barındıran sinema, bu açıdan, bu durumu en kolay ve derinlikli açıklayabilen önemli bir sanat. Sinemanın bu önemli, önemli olduğu kadar da belirleyici avantajı biz izleyicilere perdede birçok yeniliği izleme, daha da önemlisi üzerine düşünme fırsatı veriyor.
Birbirini tanımayan, ama zaman içinde birbirlerinin benzeri bir sorun yaşamış (mesela ölümden dönmek) altı insan bir oyuna başlar. Biri içine kapanık, biri hırslı, diğeri çekingen, öbürü karizmatik ve yakışıklı, biri kamyon şoförü yani yalnız, biri savaş görmüş, yaşamın gelgitleri arasından sıyrılabilmiş altı insan kapatıldıkları odadan kurtulmak için ipuçları bulmak, anahtarları açmak ve arkasındaki odadan da çıkabilmek zorundadırlar. İnanılmaz bir gerilim yaşanır daha ilk adımda. İnsan bu, kendi düşüncesinin doğru olduğuna inanır hep. Tabii ki “benim dediğim doğru”dur her zaman. Ama öyle olmuyor işte. Biri bulduğu ipucundan yola çıkıyor, diğeri ona destek olup kapıyı aralıyor… Dayanışma; odaların zorlaşması, ipuçlarının daha zor bulunması, kapıların daha güç açılmasıyla göz ardı ediliyor. “Benim dediğim doğrudur”dan “ben kurtulmalıyım”a ulaşıyor.
Odadan odaya…
Her odadan bir ipucu bulup çıkıyorsunuz ama sizi başka bir oda, buna da bağlı olarak başka bir soru(n), başka bir kilitli kapıbekliyor. Her bir oda farklı, biri bir ortaçağ dönemindeki derebeyi şatosunun salonu olarak dekore edilmiş, biri kitaplık, biri bilardo masası da bulunan bir bar, biri cehennem ateşi saçan fırın, biri kutuptan bir bahçe… Her bir oda, bir öncekini aratacak denli gerilim dolu, heyecanlandıran ve korkunç. Bir de hastane odası var… işte orası çok ilginç, çünkü karakterlerin geçmişini, oraya nereden ve neden geldiklerini öğreniyoruz. Bizim öğrenmemiz bir yana, asıl karakterler öğreniyor…
Kimden yanasınız…
İzleyici olarak oyuna katılanlardan birini ister istemez seçiyor ve tutuyorsunuz… Bir sözü, bir davranışı, bir görüşü sizi kendisine çekebiliyor, ama bir sonraki odada, bir sonraki ipucunu değerlendirmede ve/veya bencillik nedeniyle arkadaşını ölüme terk etmesi içinizde büyüyen o sevgiyi yok edebiliyor.
Gerilim asıl burada…
William Golding’in yazdığı sinemaya da uyarlanan “Sineklerin Tanrısı”nı hatırlar mısınız? Bir adaya düşen izci takımının psikolojik çatışmalarının vahşete dönüşmesi anlatılıyordu… Burada da kurtulmak için arkadaşını feda etmek zorunda hissediyor oyuna katılanlar. Nereye kadar feda edebilirsiniz arkadaşınızı, sıra size geldiğinde ne yaparsınız o zaman? Çok bilinmeyenli, çok seçenekli, çoktan seçmeli bir labirent. Tıpkı hayat gibi…
Peki, biz -filmde değil hayatın içinde yaşayanlar- ne demeliyiz? Kurtulmak yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!
(31 Ocak 2019)
Korkut Akın
Aslı Gibidir Filminin Galasına Ünlü Akını
Başrolünde Aslı İnandık’ın rol aldığı Aslı Gibidir filminin gala gösterimi 23 Ocak Çarşamba günü Levent Cinemaximum Kanyon Sineması’nda ünlü isimlerin katılımıyla gerçekleştirildi. Filmin oyuncuları Aslı İnandık, Toygan Avanoğlu, Ahmet Olgun Sünear, Nazlı Tosunoğlu, Ayten Uncuoğlu, Tuğçe Karabayır, Aslı Turanlı, Berkay Tulumbacı, yönetmen Ali Yorgancıoğlu ile birlikte kırmızı halıda basına poz verdi. Aslı Gibidir, 25 Ocak’ta sinemalarda gösterime giriyor.
- Basın Bülteni
- Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
Leyla Gencer: La Diva Turca
İstanbul Kültür Sanat Vakfı, 20. yüzyılın en önemli opera sanatçıları arasında gösterilen Leyla Gencer’i 2018 yılında, Leyla Gencer Şan Yarışması’yla ve Primadonna ve Yalnızlık başlıklı sergiyle anmıştı. İKSV, bu defa bir belgesel ile Leyla Gencer’in anısını yaşatmaya devam ediyor. Gencer’i, kendisiyle tanışma ve çalışma fırsatı bulmuş sanatçılarla yapılan söyleşilerle daha yakından tanıma fırsatı sunan Leyla Gencer: La Diva Turca başlıklı belgeselin yapımcılığını, Leyla Gencer Arşivi’ni de bünyesinde bulunduran İKSV, yönetmenliğini ise Selçuk Metin üstleniyor. Belgesel film ulusal ve uluslararası film festivallerinde sinemaseverlerle buluşacak.
- Basın Bülteni
- Fotoğraflar
- IMDb
- Filmi izlemek için tıklayınız.
Uluslararası İstanbul Film Festivali Eski Direktörü Hülya Uçansu, İstanbul Perspektifleri Söyleşi Serisi’nde
Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi’nin (İPM) İstanbul’un kültür ve sanat hayatının şekillenmesinde etkin rol oynamış aktörlerle izleyicileri buluşturan İstanbul Perspektifleri Söyleşi Serisi’nin 4.sünde, 24 Ocak 2019 Perşembe günü İstanbul Film Festivali Eski Direktörü Hülya Uçansu ağırlanacak. Söyleşilerin amacı, İstanbul’un kültürel dokusunun 1980’lerden bu yana nasıl şekillendiğini ve dönüştüğünü özel hikâyeler üzerinden anlamlandırabilmeyi mümkün kılacak bir tartışma platformu yaratmak. Söyleşilerde; kentin kültürel dokusunun dönüşümü, mimarlık, görsel sanatlar, sanat piyasası, festival kültürü, sahne sanatları boyutlarını içeren farklı perspektiflerden ele alınıyor.
3. Sinema Kral ve Kraliçesi Yarışması
Bu yıl üçüncü kez gerçekleştirilecek Sinema Kral ve Kraliçesi Yarışması’nın hazırlıkları başladı. 09 Nisan Salı gecesi finali yapılacak olan yarışmanın Avrupa ve Azerbaycan elemeleri önümüzdeki günlerde düzenlenecek. Elemeleri yapacak olan jüri üyeleri Tamer Karadağlı, Wilma Elles, Salih Güney, Aslı Can, Avni Kütükoğlu, Ekin, Dilara Gülsün Meydancı, Edip Önder, Kasım Aksoy, Aylin Arasıl, Atilla Kaplakarslan ve Arif Işık’tan oluşuyor.
SALT Galata’da Gösterim: Trablus’a Uçuş İptal
SALT Galata’da 30 Ocak Çarşamba günü saat 19:00’da Trablus’a Uçuş İptal (Tripoli Cancelled) adlı film gösteriliyor. Atina’da yer alan ve 2001’den bu yana kullanılmayan Ellinikon Havalimanı’nda geçen film, bu terk edilmiş tesiste on yıldır kendi başına yaşayan, kitap okuyan, eşine kimi hayal ürünü, kimi ümitsizlik dolu mektuplar yazarak günlerini geçiren bir adamın hikâyesini anlatıyor. Karakter buraya gönüllü olarak mı sığınmıştır, yoksa çok gizli bir tutsaklık mı yaşamaktadır, hiç kimse bilemez. Yönetmen Naeem Mohaiemen, pasaportunu kaybettiği için aynı havalimanında dokuz gün boyunca mahsur kalan babasının yaşadıklarından yola çıkmış.
SALT Galata’da Gösterim: Trablus’a Uçuş İptal yazısına devam et
SALT Beyoğlu’nda Makbul Tarihin Tutsakları Sergisi Açıldı
Bangladeş’li sanatçı ve tarihçi Naeem Mohaiemen’in Makbul Tarihin Tutsakları adlı sergisi, 23 Ocak’tan itibaren SALT Beyoğlu’nda açılıyor. Mohaiemen’in kültür kurumlarını ulus ötesi bir tarih kitabının sayfaları gibi kurgulama fikrine dayanan sergisi adını Bengalce’de “makbul tarih” anlamına gelen “shothik itihash” teriminden adını alıyor. Sanatçı, kayıp bir film kutusu, sansürlenmiş bir belge gibi ilgisiz detayları birbirine örerek toplumsal kayıp ve hüsran hikâyeleri anlatıyor.
SALT Beyoğlu’nda Makbul Tarihin Tutsakları Sergisi Açıldı yazısına devam et