İstanbul’da Belgesel Buluşması

Istanbul Cinema Network (ICN) – İstanbul Sinema Ağı, bu yıldan itibaren Türkiye’deki belgeselcilerle uluslararası belgesel sinema sektörünün önde gelen temsilcilerini İstanbul’da buluşturmaya hazırlanıyor. Şubat – Mayıs 2019 tarihleri arasında düzenlenecek ilk dört etkinliğin odak ülkesi Amerika Birleşik Devletleri olarak belirlendi. İstanbul Cinema Network, yapacağı etkinlikler ile profesyonel yönetmen ve yapımcılarla öğrencileri buluşturmayı hedefliyor.

İstanbul’da Belgesel Buluşması yazısına devam et

Bir Taşra Köpeği, Doğan Kitap’tan Çıktı

Nuri Bilge Ceylan’ın yönettiği Ahlat Ağacı filminin ortak senaristlerinden ve oyuncularından Akın Aksu’nun ilk romanı Bir Taşra Köpeği, kitapçı raflarında yerini aldı. Roman, ıssız taşrayı bilinenin aksine canlı, çok sesli bir taşra tablosuna dönüştürüyor. Bir Taşra Köpeği’nin adsız kahramanı, bir sahil kentinde hayatını sürdürebilmek için tuvalet bekçiliğinden gazete muhabirliğine çeşitli işlere girip çıkarak, her biri bir öncekine benzeyen günlerini taşralı yarı aydınların hırslarla, küçük hesaplarla, ördükleri dünyasında geçirmektedir. Bu taşra kentinde günler birbirinin aynısıdır. Bu tekdüzelik bir zaman sonra özel bir taşra sıkıntısı ve gülünç hayatlar ortaya çıkarır.

Bu Haftasonu (02 – 03 Şubat 2019) Kundura Sinema’da

Beykoz’da film stüdyosu ve sanat etkinlikleri merkezi olarak kullanılan Kundura Fabrikası içinde açılan Kundura Sinema gösterimlerini sürdürüyor. Sinemada, 02 – 03 Şubat 2019 tarihlerinde Teşhis (Diagnosis), Bir Çakalın Yolculuğu (Touki Bouki), 5’ten 7’ye Cleo (Cleo de 5 a 7), Fındık İşi 2 (Nut job 2), Son Adam (The Last Laugh) ve Geçmişi Olmayan Adam (The Man Without a Past) adlı filmler gösterilecek. 5’ten 7’ye Cleo’da, biyopsi sonuçlarını bekleyen bir şarkıcı, ölebileceği gerçeğiyle yüzleşiyor.

Bu Haftasonu (02 – 03 Şubat 2019) Kundura Sinema’da yazısına devam et

İskoçya Kraliçesi Mary

Beau Willimon’un yönettiği ve Saoirse Ronan, Margot Robbie, Jack Lowden ile Joe Alwyn’nin oynadığı İskoçya Kraliçesi Mary (Mary Queen of Scotts), 01 Şubat 2019’da UIP Filmcilik dağıtımıyla UIP Filmcilik tarafından vizyona çıkarıldı.
18 yaşında dul kalan Kraliçe Mary yeniden evlenmesi için yapılan baskıya karşı gelir; İskoçya’ya dönerek tahtı geri ister. Ama İskoçya ve İngiltere, Birinci Elizabeth’in yönetimi altındadır. Her iki kraliçe de kız kardeşini korkuyla gözlemler. İktidarda ve aşkta rakip, erkekler dünyasında ise kadın hükümdar olan iki kardeşin bağımsızlığa karşı evlilik oyununu nasıl oynayacaklarına karar vermeleri gerekmektedir.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb

İskoçya Kraliçesi Mary yazısına devam et

On Kadın, Zurich Sigorta Desteğiyle Yenilenerek 38. İstanbul Film Festivali’nde İzleyiciyle Buluşacak

İstanbul Film Festivali, Zurich Sigorta işbirliğiyle Türk sinemasının en önemli yapıtlarını yeniden sinemaya kazandırıyor. Bu yıl festivalin Yaşam Boyu Başarı Ödülü’nü alacak olan Şerif Gören’in 1987 yapımı filmi On Kadın, Atlas Post Production tarafından restore ediliyor. Film, İKSV tarafından 05 – 16 Nisan 2019 tarihlerinde gerçekleştirilecek olan 38. İstanbul Film Festivali’nin Dünden Bugüne Türk Klasikleri bölümü kapsamında, yenilenmiş kopyasıyla izleyiciyle buluşuyor.

Yuvaya Dönüş Filminin THY Tarafından Seçilen Özel Yüzü Beyzanur Mete

Yuvaya Dönüş filminde THY’nın film için özel yüzü olarak seçilen Beyzanur Mete “Bu yıl benim için şanslı ve sürprizli başladı.” dedi. Geçtiğimiz yaz, Üç Harfliler: Beddua, BalKaymak ve Bende Kal adlı 3 sinema filmiyle gündemde olan genç oyuncu, Hakan Kurşun’un yönettiği Yuvaya Dönüş sinema filmi için, filmin destek sponsorlarından THY’nın özel yüzü olarak bir hostesi canlandırdı. Geçtiğimiz haftalarda Mood Ödülleri’nde aldığı Gelecek Vadeden Kadın Oyuncu Ödülü ve rol aldığı dizisi Diriliş Ertuğrul için Altın 61 Karadeniz Ödülleri’ne aynı kadroda yer aldığı Hülya Darcan ve Nurettin Sönmez’le birlikte ödül almaya giden Beyzanur Mete, aynı hafta iki ödülü birden kucaklamış oldu.

Gerçek Olan Her Şey Güzeldir

Son birkaç yıldır sürekli seçimle iç içe, buna da bağlı olarak kamplaşmış siyasi görüşlerle karşı karşıyayız… Birinin ak dediğine diğeri kara diyor, gerçek(çi) olsa bile. Siyaset böyle bir şey(miş) demek ki, çünkü Alman faşizmi de Sovyet Sosyalizmi de böyle bakıyor. Mesele bunun dışına çıkabilmek.

Sanatın gözü…

Yönetmen Florian Henckel von Donnersmarck (Oscar kazanan “Başkalarının Hayatı” ile tanıyoruz), siyasetin ne denli katı kurallarla, sanatın ise alabildiğine özgür ve geniş açılı bakışı olduğunu işliyor “Never Look Away / Asla Gözlerini Kaçırma” filminde…

Bir başka nokta da, eğer başarılı (!) ve güçlü (!) biri olmaksa amacınız tek ayak üstünde kırk yalan ve/veya gizlilikle kendinizi korumanız gerekliliği… İşini çok iyi yapan, ama ırkçı ve katil olan Profesör Seeband, hayatı kendi istediği gibi ve düzeyde yaşayabilir; ancak kızı onu dinlemediğinde hata yapmış olmaz, aksine çok daha doğru yapmış olacaktır.

Çok yönlü bakış…

1930’larda başlayıp 1960’lara dek devam eden savaşı da içeren siyasal çalkantılarla dolu önemli bir süreci anlatan filmde sadece siyaset yok. Aşk da var, korumacılık da var, sanatın özgür ruhu da… Vurgulanması gereken dekorlar ile kostümlerin gerçekçiliği ve gücü… Oyuncular için de aynı. Yönetmen Donnersmarck’ın ne denli gerçekçi, ne denli titiz, ne denli ayrıntıcı olduğunu bir kez daha görüp hayran olmamak mümkün değil.

Faşist baskının özgür ruhlu gençleri nasıl “deli” (!) ettiğini, Hipokrat yemini etmiş bile olsa bir doktorun ne denli tutucu, ne denli ön yargılı, ne denli art niyetli, ne denli çirkin (!) olduğunu, fırsatını bulunca da neyi var neyi yoksa toplayıp kaçtığını izliyoruz. Belki yaşamın diğer alanlarında farklı olabilir, ama iş sanata gelince aynı çarpıklığı reel sosyalist iktidarda da görüyoruz. Burada bir ayraçla, akademideki öğretmenin öğrencilerinin işlerine bakmaması… Kendi resimlerini bile dersinde yakacak derecede sevmemesi, savaşta ölmemesini sağlayan ailenin “kocakarı ilaçları” ile oluşturduğu yapıtlar üretmesi… Kurt’un istediğini veremediği resimlerini bozması, yeniden yeniden arayışlarla kendi çizgisini bulma çabası sanatın ve sanatçının gücünü, altını kalın çizgilerle çizerek vurguluyor.

Bir başka bakışla…

Profesörün kızı Ellie’nin yaşadıkları da bir başka dram… O açıdan baktığımızda annenin alabildiğine duygusal yaklaşımıyla “doğru”yu bulmasına karşın babanın ırkçı ve tutucu yanlışını karşılaştırma izni veriyor film biz izleyicilere.

Yaşamdan mutluluk süzen ve ilerisi için umut veren, ama istemediği bir şeyi yaptırdıkları için -aslında kendine- kızgınlığının sonucu olarak kendini yaralayan teyzenin toplama kampına ölüme gönderilmesi, faşist anlayışın kadına bakışının bir göstergesi… Kusursuz Alman ırkını hedefleyen Nazilerin hasta ve engelli herkesi kamplara toplayıp gaz odalarında öldürmeleri; kendine kusursuz insan diyenlerin, izleyeni insanlığından utandıran yaklaşımı… Küçük Kurt, teyzesini unut(a)mıyor, resimlerine yansıyor o anılar. Profesörün resmiyle kolaj oluşturması ise Kurt’un izleğini belirliyor.

Sansüre hayır!

Her filmden bir ders almak gerekir mi, bilmiyorum. Ama bu film bizim ülkemizde de yaşanan sanatın engellenmesinin, sansüre uğramasının önüne geçmek için bir kıvılcım olabilir. Hele de yine yeniden bir seçim arifesinde…

(04 Şubat 2019)

Korkut Akın

korkutakin@gmail.com