Korkut Akın Yazıyor: Stalin’in Ölümü

“Anı yaşa” derler ya… Stresten kurtulmak için, geleceği düşünmemek, geçmişe üzülmemek, ne olup olmayacağıyla ilgilenmemek gerektiğini söylerler. Bilmem artık hayatın ne kadarını taşır ama bir bildikleri vardır ki söylerler, doktorlar bile. Oysa akşam ne yiyeceğinizden, çocukların eğitimine, sağlık sorunlarından soğuğa sıcağa kadar her şey (komşudan gelen gürültü bile… çünkü yazmamı engelliyor neredeyse) sizin yaşama … Devamı… »

Gerçek Kesit: Manyak

Bir cümle gelir aklınıza, gelişmeye açık, işlenebilir… Kime anlatsanız kabul eder ve sizi destekler. Yardımcı olacaklarını söylerler… Hatta geliştirmek için öneriler sıralarlar. Öyle bir cümledir ki bu, hem günceldir hem de istenildiği gibi işlenmesi mümkündür. O heyecanla sarılırsınız kağıda kaleme… Çevrenizdekiler, biraz da tanınmışsanız belli destekler sunar, küçük de olsa rol alır oynarlar… Gişe için önemli bir fırsattır… Ekip kurarsınız çabucak. Sonra… sonrası filmde.

Sinema hayattır

Hemen bütün sanat dallarında çok fazla harcama yapmaksızın üretim mümkündür. Sinema ise endüstri olduğu için çok da kolay bir sanat değildir, her ne kadar teknolojinin gelişmesiyle birlikte ucuzlamış ve kolaylaşmış olsa da… Önce öykünüzü senaryo haline getireceksiniz. Mekânları belirleyeceksiniz, oyuncuları saptayacaksınız… Ekip kuracaksınız. Çekimler zaman ve para yutan canavardır, onu aşacaksınız. Montaja gelecek sıra, o da bir başka gayya kuyusu… Salon bulmanız ise bir başka bela…

Bunca sıkıntıyı hep doluya koyup aldıramayarak, boşa koyup dolduramayarak aşacaksınız. Bunun için de sürekli ama sürekli çalışmak, düşünmek, uygulamak zorundasınız. İşte, onun için sinema zordur, diğer sanat dallarındaki gibi olmadı deyip sıfırdan başlamanız da pek mümkün olmaz.

Şansı iyi kullanmak…

Sinemayı sevenler ve nasıl meşakkatli bir uğraş olduğunu bilenler kolay kolay kötülemezler bir filmi. Muhakkak gözle görülür, elle tutulur bir şey bulurlar savunacak. Sinemayı desteklemek hayatı desteklemektir çünkü.

Onur Ünlü’nün Gerçek Kesit: Manyak filminin neyini anlatabileceğimi bilemediğimden, savunabilecek küçücük bir nokta bile bulamadığımdan yazarken avuçlarım terliyor. Üzgünüm.

Televizyonların reality show furyasından tanınan Gerçek Kesit’in senaristi ve oyuncusu Cahit Kaşıkçılar ile aynı kesitten bir filmde buluşmuş Onur Ünlü. Günümüzün en önemli sorunu yalnızlık ve iletişimsizlik üzerine bir de anne bağımlılığını eklemişler ve alabildiğine yoğrulabilecek bir öykü yakalamışlar. Ama derslerine çalışmadıkları için ellerine yüzlerine bulaştırmışlar. Yine üzgünüm.

Filmin girişinde, televizyon programcılığına uygun “az sonra” mantığıyla çarpıcı bir görüntü var. Ama konuyla ilgili olmadığı için izleyicinin merakı çabucak sönüyor. Televizyon sunucusu (ki, benzer bir programın da sunucusuydu zamanında) çok da ilgili değil sunduğuyla. Tipik bir sunucu işte… Vazifemi yaparım mantığında, çünkü televizyon kanalları çok çalıştırıp az ücret verdikleri için insanda heves bırakmıyor… Eğretilemeler başta heyecanlandırsa da, sinema dili yaratılamadığı için yetmiyor. İnsanların kafa sesi, iyi bir trük ama uzadıkça çekilmez oluyor. (Zaten o kadar uzatılmış olmasına rağmen film 90 dakikayı bulamıyor.)

Evden gelen koku sokaktaki insanları rahatsız ediyor da, içeri giren polisler hiç etkilenmiyor (geçtim onların gelişini bekleyen muhtarı). Bu tipik bir yönetmen hatası, bizim ülkemizde oyuncular ne konuyla ne canlandırdıkları karakterl,e ne de işin özüyle ilgilenir.

Günümüzün hastalığı…

Yalnızlık ve iletişimsizlik, evet, günümüzün en önemli ve çözümü en güç hastalığı… Hepimizin başında, hepimizi etkiliyor. Sokağa çıktığınızda onlarca insanla karşılaşıyorsunuz “kafayı sıyırmış” dediğiniz. Bir uzmana sorsanız doğru yanıtı alırsınız. Hadi, diyelim ki, siz de o hastalıktan mustaripsiniz… Onlarca film bulursunuz polisiye-gerilim türünden… Kimseye sormadan, biraz dikkatle anlatabilirdiniz ne ise öykünüzün konusu…

Sakallı Celal söylesin son sözü: Silah zoruyla mı çektirdiler bu filmi size?

Gerçek Kesit: Manyak, Yönetmen Onur Ünlü, oyuncular: Cahit Kaşıkçılar, Emel Emir, Fatma Pazvant, Mehmet Vanlıoğlu, Erdal Parmaksız, Zehra Sözügüzel, Mesut Hakyemez, Berat Demireğer, Ufuk Durmaz, Çetin Altındal, Fatih Yıldızgül, Ayca Öztürk… 23 Mart’tan itibaren gösterimde…

(21 Mart 2018)

Korkut Akın

[email protected]

Louis & Luca: Büyük Peynir Yarışı

Rasmus A. Siverstsen’in yönettiği ve Kari Ann Gronsund, Trond Hovik, Per Skjolsvik ile Kare Conradi’nin oynadığı Louis & Luca: Büyük Peynir Yarışı (Louis & Luca: The Big Cheese Race), 06 Nisan 2018’de Özen Film dağıtımıyla Özen Film tarafından vizyona çıkarıldı.
Louis Magpie, memleketi ve komşu köyü arasında Geleneksel Peynir Yarışı yapılacağını haber alır ve adeta büyülenir. Sonunda gerçek bir yarış şampiyonu olduğunu kanıtlamak için bir şans elde etmiştir. Bu coşkusuyla hemen harekete geçer, takımın zaferi için evini ve arkadaşı, mucit Alfie’nin muhteşem atölyesini bahse koyma konusunda tereddüt etmez.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Facebook
  • Fragman
  • IMDb

37. İstanbul Film Festivali, 06 – 17 Nisan’da Sinemaseverleri Bekliyor

Türkiye’nin en büyük uluslararası sinema etkinliği İstanbul Film Festivali’nin basın toplantısı 14 Mart Çarşamba günü yapıldı. Bu yıl 06 – 17 Nisan tarihleri arasında düzenlenecek festivalde sinemanın en nitelikli ve başarılı örneklerinin gösterimlerinin yanı sıra usta sinemacılarla söyleşiler yer alıyor. 37. İstanbul Film Festivali, dünya sinemasının en yeni örnekleri, kült yapıtlar, usta yönetmenlerin son filmleri, yeni keşifler ve gizli hazinelerin aralarında olduğu 198 uzun metrajlı ve 12 kısa filminden oluşan zengin programıyla festival takipçileriyle buluşuyor. Festivalde, 12 günde, 18 bölümde 43 ülkeden 218 yönetmenin 210 filminin gösterimi yapılacak.

37. İstanbul Film Festivali, 06 – 17 Nisan’da Sinemaseverleri Bekliyor yazısına devam et

Bir Garip Aile Komedisi: Tolga Karaçelik İmzalı Kelebekler’in Afişi ve Fragmanı Yayınlandı

Tolga Karaçelik’ten, aile olamamak ve büyüyememişlik üzerine sıra dışı komedisi, Sundance Film Festivali 2018’den büyük ödülle dönen Kelebekler, 30 Mart’ta vizyona girmeye hazırlanıyor. Bartu Küçükçağlayan, Tuğçe Altuğ ve Tolga Tekin’in, 30 yıl ayrı kaldıktan sonra köylerinde bir araya gelen üç kardeşi canlandırdığı Kelebekler’in afişi ve fragmanı yayınlandı. Karaçelik, yazıp yönettiği filmiyle Sundance Film Festivali 2018’de tarihi bir başarıya imza atarak, Dünya Sineması Jüri Büyük Ödülü kazanan ilk ve tek yerli yapım oldu. Gündeme damgasını vuran film, Avrupa prömiyerini ise 47. Uluslararası Rotterdam Film Festivali kapsamında yaptı.

  • Basın Bülteni
  • Fragmanı izlemek için tıklayınız.
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.

Çetin Altay’ı Lüleburgaz’da Kaçırdılar

Adem Kılıç’ın yönettiği Oflu Hoca Trakya’da filminin fragmanında en dikkat çeken sahnelerinden biri Çetin Altay’ın kaçırılma sahnesi oldu. Altay’ın 3 tane silahlı adam tarafından siyah bir minibüse bindirildiği anlarda çekimlerin yapıldığı Lüleburgaz’da hareketli dakikalar yaşandı. Mahalle sakinlerinin korkuyla izlediği çekimler hakkında konuşan Çetin Altay “Kaçırıldığım sahne adrenalin doluydu.” şeklinde konuştu.

  • Basın Bülteni
  • Fragmanı izlemek için tıklayınız.
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.

37. İstanbul Film Festivali’nde Kaçırılmaması Gerekenler

37. İstanbul Film Festivali’nin şehrimize konuk olmasına sayılı günler kaldı. Bu yıl 06 – 17 Nisan tarihleri arasında yapılacak olan gösterimler için genel bilet satışı 24 Mart Cumartesi günü başlıyor. Program kitapçığına Atlas ve Rexx Sinemaları ile İKSV’den ulaşabilir, zengin bir seçki içinden kişisel programınızı yapabilirsiniz. Festival üzerine bu ikinci yazımda, seçimlerinize katkıda bulunacağını umduğum geleneksel ‘kaçırılmaması gerekenler’ listemde yer alan 20 küsur filmi takdim ediyorum.

BİR EVLİLİKTEN MANZARALAR (Scener Ur Ett Äktenskap):

Önceki yazımda da belirttiğim gibi, 100. doğum yılında İsveçli büyük usta Ingmar Bergman kariyerinden tam on adet başyapıtla anılıyor festivalde. Bu seçkinin tüm değerli parçaları geniş perdede izlenmeli, ancak bir çiftin evliliklerini on yılın ardından mercek altına alan bu film, altı bölümlük bir mini dizi olarak İsveç televizyonunda yayınlandıktan sonra sinema için yeniden kurgulanarak kısaltılmıştı. Festivalde bütünlüğü korunarak 5 saatlik özgün kopyası gösterileceği için izleme listenize almayı ihmal etmeyin.

İZ SÜRÜCÜ (Stalker):

Efsane Rus sinemacı Andrey Tarkovski’nin imzasını taşıyan yapım, iki yolcunun bir rehber eşliğinde yasak bölgeye yaptığı metafizik yolculuğa dair. Yalın ama güçlü görüntüleriyle hem gerçek bir bilimkurgu hem de zengin felsefi çağrışımlarıyla tam bir zihin egzersizi olan bu benzersiz başyapıt, yıllar geçse de büyüsünü yitirmeyen sinema hazinelerinden. Atlas Sineması’nın geniş perdesindeki tek gösterimi kaçırılacak gibi değil.

BUĞDAY:

Semih Kaplanoğlu’nun şimdiden sinema tarihimize geçen son çalışması, esinler taşıdığı Tarkovski filmiyle birlikte izlenmeli. Yakın geleceğe dair ‘Stalker’ benzeri karanlık dünya tasviri içinde, iki bilim adamının Tasavvuf inancından hareketle umuda yolculuğunu anlatan film, ‘Buğday mı Nefes mi’ sorusunu yöneltiyor izleyicisine. Vizyonda görememiş olanlar yine Atlas Sineması’nın geniş perdesindeki tek gösterimini kaçırmasın.

PARIS, TEXAS:

‘Yol filmlerinin en içlisi, işlevsiz aile filmlerinin en yürek acıtıcısı, atsız bir western’. Festival kitapçığında ne güzel tanımlanmış bu kült başyapıt. Ry Cooder’ın klasikleşmiş müzik çalışmasıyla, aradan geçen yıllara rağmen etkileyeceğini koruyan benzersiz Wim Wenders filmi, geçen yıl kaybettiğimiz usta oyuncu Harry Dean Stanton’ı anmak için de güzel bir fırsat.

24 KARE:

Sinemada başyapıtlar üretirken fotoğrafçılığı hiç bırakmamış olan İranlı ozan Abbas Kiarostami’nin ölmeden önce çektiği son filmi, fotoğraf ve tablolardan esinlenen her biri dört buçuk dakikalık 24 kısa filmden oluşuyor. Fotoğraf çekildikten hemen sonra ne olur? Görüntünün öteki dünyası neler saklar? Film bu soruların peşine düşen bir ustalık gösterisi, sanatçının sinemaya gönderdiği veda mektubu.

12 GÜN:

Fransız bürokrasisine göre, isteği dışında psikiyatrik denetim altına alınanların hakimin karşısına çıkmak için 12 günü vardır. Gazeteci, fotoğrafçı, yaman belgeselci Raymond Depardon son yapıtında, kurumların ve bürokrasinin insanların hayatları üzerindeki etkilerini ve sorumluluklarını ele alırken Fransız adalet sistemine tartışmalı bir açıdan bakıyor, ‘deliliği’ tüm boyutlarıyla belgeliyor.

DOVLATOV:

Dünya prömiyerin Berlin’de yapan film, ölümünden sonra ünlenecek Rus yazar Sergei Dovlatov’un 1971 Leningrad’ında geçen altı gününü anlatıyor. Yönetmen Alexey German Jr. bu hikâye üzerinden dönemin entelektüel çevresi ve onların Brejnev zamanı Sovyetler Birliği ile ilişkisinin çarpıcı bir portresini sunuyor.

MİRASÇILAR (Las Herederas):

Berlin Film Festivali’nden üç ödülle dönen film, iki kadının 30 yıllık birlikteliklerinin ekonomik sorunlarla yıpranması ve yeni bir niteliğe bürünmesinin hikâyesi. Paraguaylı yönetmen Marcelo Martinessi sınıf farklılıklarına ve kadının özgürleşmesine özgün bir bakışla yaklaşırken yılın en ilgiye değer filmlerinden birini imzalamış.

YÜZ (Twarz):

Berlin’den en iyi yönetmen ödüllü ‘Beden / Cialo’ filmiyle tanıdığımız Polonyalı kadın yönetmen Malgorzata Szumowska, geçtiğimiz ay yine Berlin’den, bu defa Jüri Büyük Ödülü ile dönen son çalışmasında, yüz nakli ameliyatı üzerinden derin bir kimlik ve toplum eleştirisine soyunuyor. Yönetmen filmini ‘yetişkinler için bir masal’ olarak tanımlıyor.

HANNAH:

Bol ödüllü ilk uzun metrajı ‘Medealar’ ile 2014 yılında festivale konuk olmuş Andrea Pallaoro, dört yıl aradan sonra çektiği ikinci filminde başrolü usta oyuncu Charlotte Rampling’e teslim etmiş. Hapse giren eşinin arkasında durmayı seçen, bir yandan güçlü, öte yandan içini kemiren şüpheyle yüzleşmekten çekinen Hannah yorumuyla Venedik Film Festivali’nde en iyi kadın oyuncu ödülünü kazandı Rampling.

KORKUNÇ ANNE (Sashishi Deda):

Locarno’da Altın Leopar için yarışmış bol ödüllü yapım, her şeyi karşısına alıp tutkusunun peşinden gitmeye karar veren elli yaşındaki yazar ev kadını Manana’nın hikâyesi üzerine. Gürcü yönetmen Ana Urushadze’nin ilk uzun metrajı, geçtiğimiz yıl festivalde ilgiyle izlenen ‘Benim Mutlu Ailem’den izler taşıyor.

MAKALA:

Prömiyerini yaptığı Cannes Eleştirmenler Haftası’ndan büyük ödül ‘Altın Göz’ ile dönen film, Gus Van Sant’in ‘Gerry’, Bela Tarr’ın ‘Torino Atı’ndan esinlenmiş. Bu şiirsel belgesel, Dominik Cumhuriyeti’nin güneyinde aşırı yoğun kömür imalatı nedeniyle bitki örtüsüyle hayvan nüfusu neredeyse tükenmiş olan bir bölgede, hayatını kömür yapıp satmakla kazanan genç bir adamın hikâyesi üzerine.

EV:

İranlı sinemacı Asghar Yousefinejad hayranlık uyandırıcı bir yönetmenlikle kotardığı ilk uzun metrajında, bir vasiyetin hikâyesini anlatıyor. Neredeyse tek mekanda geçen ve sürükleyici psikolojik gerilimini hiç kaybetmeyen, oyuncuların harika performansları ile dikkat çeken film festivalin keşif avcıları için.

TRANSIT:

Alman sinemacı Christian Petzold’un Berlin’de dünya prömiyerini yapan son filmi, günümüzün göçmen krizine Avrupa’nın geçmişinden bakıyor. Usta yönetmen tarihten ödünç aldığı öyküyü günümüz Marsilya’sında çekerek 75 yılda çok az şeyin değiştiğini vurgularken, göçmenlik ve arada kalmışlığa dair bir tartışma başlatıyor.

ATÖLYE (L’Atelier):

Fransız sinemasının en önemli yönetmenlerinden Laurent Cantet’nin, bir grup genç yazar adayını bir atölye çalışması için ünlü bir yazar rehberliğinde bir araya getirdiği son filminde, gençlerden kasabanın endüstriyel geçmişiyle bağ kuracak bir suç romanı yazmaları isteniyor. Cantet, kurgu ve yaratıcısı arasındaki ilişkiyi masaya yatıran filminin senaryosunu, önceki filmlerinde olduğu gibi, geçtiğimiz yıl ‘Kalp Atışı Dakikada 120’ ile dikkatleri çeken Robin Campillo ile birlikte yazmış.

TARİHSİZ, İMZASIZ (Bedoune Tarikh, Bedoune Emza):

Festivalde keşfedilmeye değer bir İran yapımı daha. Selanik’ten Fipresci ödüllü filminde yönetmen Vahid Jalilvand, suçluluğun pençesinde kıvranan bir doktorun trajik günlerini mercek altına alıyor. Korkaklık, şüphe ve dürüstlük gibi kavramları ahlaki bir ikilem üzerinden sorgulamaya girişiyor.

DUA (La Prière):

Berlinale 2018’den en iyi erkek oyuncu ödülü ile dönen filmde, genç Anthony Bajon dua yoluyla kurtuluşu arayan genç bir eroin müptelasını canlandırıyor. Fransız sinemasının deneyimli isimlerinden Cédric Kahn’ın yönetmenliğini yaptığı film, inanç, din ve bağımlılık konularına çok farklı bir noktadan yaklaşıyor, duanın dönüştürücü gücünü keşfe çıkıyor.

POROROCA:

Adını Amazon nehrindeki dev gelgit dalgalarından alan film, Romen Yeni Dalga sinemasının son ürünlerinden biri olarak keşfedilmeyi bekliyor. Yönetmen Constantin Popescu bu üçüncü uzun metrajında, özellikle 18 dakikalık kesintisiz park planıyla övgüleri topladı. Beş yaşındaki küçük kızlarının kaybolmasıyla hayatları alt-üst olan ailenin hikâyesini anlatan filmdeki baba rolüyle San Sebastian Film Festivali’nde en iyi erkek oyuncu seçilen Bogdan Dumitrache’ye özel dikkat.

ÇİĞ SÜT (Petit Paysan):

Genç Fransız yönetmen Hubert Charuel, ‘En İyi İlk Film’ dahil üç Cesar ödülü kazanan filminde, büyük tarım şirketlerinin karşısında ezilen küçük çiftçilerin ayakta kalma mücadelesini akıllıca yazılmış bir senaryo ve doğal bir sinema diliyle anlatıyor. Film geçtiğimiz yıl ‘Avrupa Sinema Ödülleri’nin ‘keşif’ dalı adaylarından biriydi.

KARANLIKLAR VADİSİ (Skyggenes Dal):

İlk gösterimini Toronto Film Festivali’nde yapan film, İskandinav masallarından esinlenen yeni nesil gotik bir çalışma. Yönetmen Jonas Matzow Gulbrandsen 35 mm peliküle çektiği ve çocukluk korkularının tedirginliğini perdeye taşıdığı filminde, Polonyalı büyük usta Krzystof Kieslowski’nin vazgeçemediği Zbigniev Preisner’in film için bestelediği müzik özellikle dikkat çekiyor.

WESTERN:

Bir grup Alman inşaat işçisinin Bulgaristan kırsalında, evlerinden çok uzakta çalışmalarına dair bir hikâye anlatıyor Valeska Grisebach imzalı yapım. Aralarından biri, sıradan bir yabancı olmayı reddederek, inşaat alanının yakınlarındaki bir köyün sakinleriyle arkadaşlık ilişkisi kurmaya girişiyor. Film, adından da anlaşılacağı üzere, Western ikonografisini kullanarak oldukça güncel bir ‘yabancılık’ tartışmasına soyunuyor.

Bu sınırlı seçki dışında, keşfedilmeyi bekleyen, çağdaş sinemanın son örnekleriyle dolu, çok zengin bir program sunuyor festival. Önümüzdeki yazıda, ‘Ulusal Yarışma’ seçkisinde yer alan, sinemamızın son hasadından sürprizler vadeden yapımları ele alacağız.

(21 Mart 2018)

Ferhan Baran

[email protected]

50. Siyad Ödülleri Açıklandı, En İyi Film: Koca Dünya

13 Mart Salı akşamı Nergis Öztürk’ün sunuculuğunda Caddebostan Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen törende 50. SİYAD Ödülleri sahipleriyle buluştu. 2017 yılında vizyona giren tüm yerli filmleri değerlendiren SİYAD üyeleri arasında yapılan oylama sonucunda belirlenen 50. SİYAD Ödülleri’nde En İyi Film başta olmak üzere dört dalda ödül kazanan Koca Dünya en fazla öne çıkan yapım oldu. Reha Erdem’in yazıp yönettiği Koca Dünya’yı üç ödülle Pelin Esmer’in yönettiği İşe Yarar Bir Şey ve iki ödülle Ceylan Özgün Özçelik’in ilk filmi Kaygı izledi. En İyi Yabancı Film ödülü ise Fabula Films’in ithal ettiği Yaşamın Kıyısında (Manchester by the Sea) adlı filmine verildi.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Tanıtım Filmi

50. Siyad Ödülleri Açıklandı, En İyi Film: Koca Dünya yazısına devam et