15. Uluslararası Çevre Kısa Film Festivali

Türkiye’nin ilk çevre temalı kısa film etkinliği olan 15. Uluslararası Çevre Kısa Film Festivali, 24 Nisan – 31 Mayıs 2017 tarihleri arasında yapılacak. Çevre Film ve BASAD (Bakırköylü Sanatçılar Derneği) tarafından, Bakırköy Belediyesi ve Üniversitelerin katkıları ile yapılacak festival kapsamında, Ulusal Çevre Kısa Film Yarışması, söyleşi ve açık oturumlar, ücretsiz film gösterimleri, ile müzik dinletileri bulunuyor. Herkesin katılabileceği yarışmaya, Çevre temasını ele alan kurmaca, belgesel ve canlandırma türü kısa filmler başvurabiliyor. Tüm türler için en fazla 20 dakika ile sınırlı olan kısa film yarışmasına son katılım tarihi 01 Mart 2017.

15. Uluslararası Çevre Kısa Film Festivali yazısına devam et

Madencilik Dünyasında Vahşi Savaş

Altın (Gold)
Yönetmen: Stephen Gaghan
Senaryo: Patrick Massett-John Zinman
Müzik: Daniel Pemberton
Görüntü: Robert Elswit
Oyuncular: Matthew McConaughey (Kenny), Edgar Ramírez (Mike), Bryce Dallas Howard (Kay), Stacy Keach (Clive), Bruce Greenwood (Mark), Corey Stoll (Brian), Toby Kebbell (Paul), Bill Camp (Hollis), Joshua Harto (Lloyd), Timothy Simons (Jeff), Craig T. Nelson (Kenny), Macon Blair (Connie)
Yapım: TWC-Dimension (2016)

Amerikalı yönetmen Stephen Gaghan’ın “Altın” filmi, gerçek olaylardan yola çıkarak doğayı ve kendilerini mahveden madencileri anlatıyor. Filmde yoksulluklar da yansıyor.

1981 yılı. Nevada’nın Reno şehri. Büyükbabasının birkaç katırla geldiği, elleriyle kazdığı madeni babası büyük bir şirkete dönüştürmüş Kenny Wells, sevgilisi Kay’i etkilemeye çalışırken Kenny’nin hikâyesi başlıyor. Artık yorgun babası işi ona bırakıyor. 1988 yılı. Kenny iflâsın eşiğinde. Şimdi ne olacaktı? Ama onun hayalleri vardı. Her zaman yeniden başlama gücü olmalıydı. Bunun için de hayallere ihtiyaç vardı.

1965’te Kentucky-Louisville’de doğan yönetmen Stephen Gaghan, önemli filmlerin senaryo yazarı olarak sinemada kendini fark ettirdi.
Senaryo yazarı olarak William Friedkin’in 2000’deki “Rules of Engagement-Vur Emri” ve Steven Soderbergh’in yine 2000’deki “Traffic-Trafik” hemen öne çıkıyor. 2005’te yönettiği ikinci filmi “Syriana” ülkemizde gösterilmişti. Yönetmen bu filminde, Amerika’nın Ortadoğu’daki suçlarını, günahlarını anlatıyordu. Bu filmde, İslamcı teröristlerin nasıl palazlandığı da cesurca anlatılıyordu. Yönetmen Gaghan, 2016 yapımı sinemaskop “Gold-Altın” filminde de altın madenciliğindeki sömürü düzenini cesurca yansıtabiliyor.

En başta filmin görselliğinin çarpıcılığını belirtmeli. Endonezya’nın balta girmemiş zümrüt yeşili ormanları ve uzayıp giden nehirleri insana huzurlu anlar yaşatıyor. Ama buradaki yoksulluklar da bu güzelliklerin arasında kamerayla yansıyor. Filmin kameramanı büyüktü. 1950 doğumlu Amerikalı kameraman Robert Elswit, Curtis Hanson’dan Stephen Gyllenhaal’a, Paul Thomas Anderson’dan Roger Spottiswoode’a kadar önemli yönetmenlerle çalıştı. Ama 2005’te George Clooney’nin siyah-beyaz “Good Night, and Good Luck-İyi Geceler, İyi Şanslar”, Stephen Gaghan’ın yine 2005’te “Syriana” ve Paul Thomas Anderson’ın 2007’deki “There will be Blood-Kan Dökülecek” filmlerindeki görüntü çalışmaları unutulmazdı.

Bir de filmin müzisyeni var. 1978 doğumlu İngiliz besteci Daniel Pemberton’ı keşfetme zamanı. Tınılarının büyüsü hemen insanı kuşatıyor. Nick Murphy’nin 2011’deki “The Awakening-Öbür Dünyadan”, Jeremy Lovering’in 2013’teki “In Fear-Korku Yolu”, yine 2013’te Ridley Scott’ın “The Counselor-Danışman”, 2016’da Nicole Garcia’nın “Mal de Pierres-Aşk Mektupları” filmlerindeki müzikler hemen ele geçirecek sanatseverleri. Bu bestecinin tınılarına kesin kulak verilmeli.

Endonezya’nın ormanlarında…

Dibe vurmuş ve sürekli içen Kenny, son bir umutla Mike Acosta’yla buluşuyor Endonezya’da. Onu ikna etmesi gerekiyor. Çünkü hayaller paradan da önemliydi belki. Mike onu zorlu bir yolculuktan sonra kendi hayallerini gösteriyor. Kenny, Nevada’da toplayabildiği kadar para toplayınca kazma işleri başlıyor. Her şey kötü giderken, bir de sıtmaya yakalanıyor Kenny. Elbette yoksul halk da. Su arıtma kurulunca duran çalışmalar başlıyor yeniden. Sonra bir mucize oluyor ve Mike altın damarını bulduklarını söylüyor Kenny iyileşmeye başlarken. Endonezya’daki başarı, New York’taki borsa madencilerini de heyecanlandırıyor. Şirket, anlaşmalarla borsada işlem görmeye başlıyor. Ama borsa, Endonezya’nın zümrüt ormanlarından daha tehlikeliydi. Oradaki ayak oyunları hiçbir yerdekine benzemiyordu. Borsacılar, Kenny’nin şirketini yutmak istiyorlar. Ama bunu başaramayınca, Endonezya’daki diktatörle anlaşıp şirketin faaliyetlerini durduruyorlar. Kenny yine iflâs ediyor. Ortağı Mike’ın da planları vardı. O da diktatörün işe yaramaz oğlu Danny’yle iş yapmak. Bunun için de Kenny’nin kaplanın başını okşaması gerekiyor. Artık bundan sonrası beklenmedik ve merak duygusunu ayakta tutan anlarla dolu.

Film sadece görselliğiyle değil, zaman zaman çarpıcı kurgusuyla da kendini fark ettiriyor. Görüntülerin büyük perdede karelere bölünmesi muhteşemdi. Sinema tarihinde etkileyici böyle filmler var elbette. Michael Gordon’ın 1959 yapımı renkli sinemaskop “Pillow Talk-Yastık Sohbeti” filminde, görüntüler “W” harfiyle üçe bölünmüştü. Norman Jewison’ın 1968 yapımı “The Thomas Crown-Kibar Soyguncu” filminde de görüntünün karelere bölünmesi yetkin bir teknikle başarılmıştı. Yönetmen Gaghan’ın “Altın” filmi, sezonun sürpriz filmlerinden. Bu yönetmenin bulunan her filmi görülmeli.

(31 Ocak 2017)

Ali Erden

ailerden@hotmail.com

Yaşamak Güzel Şey Dedirten Görüntüler

Müfit Can Saçıntı’nın merakla beklenen yeni filmi Yaşamak Güzel Şey’den yayınlanan ilk kareler ve gösterilmeye başlanan teaserı sinemaseverlerin büyük beğenisini topladı. Filmin sosyal medyada paylaşılan fotoğrafları ise, takipçilerden “Tablo gibi” yorumları aldı. Nisan ayında vizyona girecek olan film görüntüleriyle hayli iddialı. Hüznü ve komediyi harmanlayan film, hikâyesiyle terapi yaparken görüntüleriyle görsel şölen yaşatacak.

Alman Sineması Kitabı Yayınlandı

Hollywood dışındaki ülke sinemalarını tanıdan Dünya Sineması Kitaplığı serisinin son halkası olan Alman Sineması yayınlandı. Kitap, dışavurumcu avangart sinemadan Nazi propagandalarına, Yeni Alman Sineması akımından son dönemin politik hesaplaşma filmlerine kadar, Alman sinemasının keşfedilmesi gereken zengin tarihine bir bakış sunuyor. Sinema yazarı Rıza Oylum’un hazırladığı kitapta, Alman sineması tarihi, yönetmenlerin hayatları ve film kritikleri sunulmakla birlikte Alman sinemasına tematik bir yaklaşım da getiriliyor. Kitap, Alman sinemasını yakından tanımak isteyenlere ayrıntılı bir kılavuzluk görevi görme iddiasını da taşıyor.

Neşeli Dalgalar: DalgaManya

Henry Yu’nun yönettiği ve John Cena, Michael Cole, Jeremy Shada ile Diedrich Bader’in oynadığı Neşeli Dalgalar: DalgaManya (Surfs Up: WaveMania), 10 Mart 2017’de Bir Film dağıtımıyla Bir Film tarafından vizyona çıkarıldı.
Heyecan dolu sörf maceralarında Cody ve arkadaşları aile boyu eğlenceye davet ediyor. Cody, Tavuk Joe ve Lani hayatlarının en efsane macerasına atılıyor. Sörf dünyasının en çılgın rüya takımı olan Hang Five ile beraber, gezegenin dillere destan sörf mekânına yelken açan Cody ve arkadaşları, yolculuklarında birbirinden çılgın maceralar yaşayacaklar ve ekip arkadaşlığının değerini öğrenecekler.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Fragman
  • IMDb

Çalgı Çengi’nin Ünlü Oyuncuları Forum Trabzon’da Sevenleriyle Buluşuyor

Gişe rekorları kıran Çalgı Çengi: İkimiz filminin oyuncuları, Forum Trabzon’da yapılacak özel gösterimde Trabzonlu sinemaseverlerle buluşuyor. 26 Ocak Perşembe günü 18:45’te yapılacak söyleşinin ardından filmin gösterimi gerçekleştirilecek. Filmde, 6 yıl önce bulaştıkları mafya tarafından, düğün şarkıcılığı görevi icra ettirilen Gürkan ve Salih’in maceraları devam ediyor. Çalgı Çengi: İkimiz’de sevdiği kızla evlenmek için mafyadan ayrılmak isteyen Salih ve kuzeni Gürkan’a bunu gerçekleştirmeleri için tek bir seçenek verilir: Gittikleri düğündeki nikah memurunu kaçırmak. İkilinin başına hiç beklenmedik, birbirlerinden farklı ve ilginç olaylar geliyor.

İstanbul Lisesi 14. Uluslararası Altın Boğa Kısa Film Festivali

Liseli genç yönetmenler için düzenlenen ve alanında ilk olan 14. İstanbul Lisesi Uluslararası Altın Boğa Kısa Film Yarışması’nı uluslararası platforma taşıyan İstanbul Lisesi Sinema Kulübü, üçüncü festivalini düzenlemeye hazırlanıyor. Festival kapsamında yapılacak olan kısa film yarışmasının son başvuru tarihi 01 Mayıs 2017 olarak belirlendi. İstanbul Lisesi 14. Uluslararası Altın Boğa Kısa Film Festivali, yerli ve yabancı kısa film seçkilerini, alanında uzman kişilerle yapılacak atölye ve söyleşileri sinemasever izleyicilerle buluşturacak. Açılış galasıyla başlayacak festival, birincilik ödülü Altın Boğa’nın sahibini bulacağı ödül töreniyle sona erdirilecek.

  • Web Sitesi
  • Tanıtım Filmi

İstanbul Lisesi 14. Uluslararası Altın Boğa Kısa Film Festivali yazısına devam et

Alper Baloğlu’nu Kaybettik

Kısa film yönetmen ve senaristi Alper Baloğlu, 23 Ocak 2017 Pazartesi günü (bugün) hayatını kaybetti. Duayen görüntü yönetmenimiz Aytekin Çakmakçı, öğrencisi Baloğlu’nu şöyle anlatıyor: “Eğitim sonlarını 2 kısa film çekimi takip ederdi. Doğru Açı adlı senaryosunu filme çekti. Onu 4 kat yukarı taşıyan, abisi Zafer, Alper’in ertesi gün mutluluktan sabaha kadar uyumadığını söylemişti.” Cenazesi, 23 Ocak 2017 Pazartesi günü (bugün) Gülbahar Hatun Camii’nde kılınacak ikindi namazını müteakip Akyazı Mahallesi’ndeki aile kabristanına defnedilecek olan merhuma tanrıdan rahmet, kederli ailesine sabırlar dileriz.
Alper Baloğlu’nu Kaybettik yazısına devam et

Sekans Film Eleştirisi Film Çözümlemesi Yarışması 2017

Sekans Sinema Grubu, film eleştirisi alanında ürün veren yazarların ürünlerini değerlendirmek, sinema kültürünün gelişmesine katkı ve bu alanda üretim yapan kişilere ortam sağlamak ve ulusal sinemanın, film eleştirisi alanında üretilen yazılar aracılığıyla daha geniş bir platformda tanınmasının ve tartışılmasının önünü açmak amacıyla düzenlediği Sekans Film Eleştirisi Yarışması’nın altıncısını gerçekleştiriyor. Başvuruların 21 Mayıs 2017 Pazar günü akşamına kadar yapılması gerekiyor.

Sekans Film Eleştirisi Film Çözümlemesi Yarışması 2017 yazısına devam et

Hatıraların Masumiyeti

Sadi Bey’in Facebook Günlükleri:

Bir başarı öyküsü: Bugün, ki günlerden 28 Ocak 2017 Cumartesi, Mecidiyeköy Cinemaximum Cevahir Sineması’nda 13:30 seansında bir filme girdim. Ferahlatıcı, bilgilendirici, şenlendirici, huzur veren reklâmlardan sonra birkaç tane yerli film fragmanı gösterildi. Bu fragmanlardan bir tanesini, Fırıldak Ailesi adlı yerli yapım animasyon filminin fragmanını görünce şaşırdım. 03 Şubat’ta vizyona girecek olan bu filmi o saate kadar başrollerinde etli, butlu, kanlı, canlı oyuncuların oynadığı konulu bir kurmaca film sanıyordum, meğer animasyonmuş. 16:00 civarı sinemadan çıktıktan sonra Cumhuriyet Caddesi’nin sol kaldırımından yürüdüm. Gazi Sineması’nı geçip Nişantaşı’na dönen Rumeli Caddesi kavşağına gelene kadar hilâfsız her elektrik direğinde Fırıldak Ailesi filminin bez panoları dalgalanıyordu. Bu dalgalanan panolardan öğrendiğime göre bu film BKM Film yapımı ve 3 Adam, Murat Boz, Yılmaz Vural ve Mahmut Tuncer tarafından seslendirilmiş. Panolarda filmin hangi şirket tarafından dağıtıldığı bilgisini edinemedim. Neticede bu facebook notumun başına dönersek, orada yazan “Bir başarı öyküsü”nün ne olduğunu açıklayayım: Buradaki başarı, şu kadar senedir sinemanın içinde olan ve 11 senedir sinema konusunda yayın yapan bir web sitesinin editörlüğünü yürüten bendenizin gösterimine 6 gün kalmış bir film hakkında yeterli bilgiyi öğrenememe başarısıdır. Lütfen bu öyküde başka bir art niyet aramayın. Neyse ki internet ortamı var, girer, bakar, film hakkındaki bilgileri öğrenir, görevimi deruhte ederim. (28 Ocak 2017)

Dikkat ederseniz aldığımız pırasanın neredeyse yarısı çöpe gidiyor. Çekirdeksiz karpuz gibi yapraksız pırasa da yetiştirilse ne güzel olur. “Marketten paketlenmiş pırasa al” demeyin. Ben manav veya pazardan alınan pırasadan bahsediyorum. Salkım domateste kendimce sorunu çözdüm. Sizi bilmem ama ben salkım domates aldığımda hiç üşenmiyorum teeek tek domateslerin saplarını koparıp attıktan sonra tarttırıyorum. Eleman da her seferinde hiç üşenmeden bir bana bir domateslere baktığında “Salkım” diyorum, öylece geçinip gidiyoruz. (28 Ocak 2017)*
* Bu günlüğe gelen faydalı yorumlar:**
A.S.K.: Kesinlikle size katılıyorum Sadi abi, Marketlerde pırasanın en uç noktalarını kestiriyorum ama tarttıktan sonra kesiyorlar. Çeri domateslerin de tepelerini tek tek yolup reyondaki çöpe atıyorum. Tartan kişiler homurdansa da ellerinden bir şey gelmiyor tabi.
İ.H.: Siz İstanbul’da çok şanlısınız. Ben İzmit’teki marketlerde domateslerin tepesineki yeşil kısımları koparınca söylenip duruyor elemanlar… Utanmasalar elime vuracaklar. Real’de de, Carrefour’da da böyle… Bir tek Migros’lar anlayışlı sanki…
A.F.K.D.: Aaaa Sadi Abi, pırasanın yapraklarından çok güzel börek olur. Yufkası evde açılsa daha da güzel olur ama hazır yufkayla denedim o da oluyor. Atmaaa yazık ona.
O.Ü.: Saplarını zeytinyağında kavurun, üzerine yumurta kırın. Çok güzel olur.
B.R.: Her türlü değerlendirmesi yapılır: http://tuzluvesekerli.blogspot.com.tr/2010/12/pirasali-borek.html?m=1
Sadi Çilingir: O zaman pırasayı ikiye bölüp ana gövdeyi “yemeklik”, yeşil yapraklı kısımlarını da “böreklik – kavurmalık” şeklinde pazarlamalı ki benim gibi yetersiz aşçılık bilgisine sahip olanlar yeşil kısımlarını çöpe atmasın. Hayır, gülmeyin, fikir fikir, öneri öneridir.
** İsimlerinin baş harflerini belirttiğim arkadaşlar bu yazıyı okuyup izin verirlerse adlarını faş edebilirim. (Faş etmek = Açıklamak)***
*** Büyüklerimizin**** “Eski Türkiye / Yeni Türkiye” diyerek sürekli ayırım yapmaları neticesinde kafalarımızı mükemmelen karıştırdıklarının bir göstergesidir.
**** Lâfın gelişi. Aslında bendenizden küçük.

Mensubu olduğum SİYAD – Sinema Yazarları Derneği, 2016 yılının sinemalarımızda gösterilen en iyi filmlerini Mart ayında yapacağı ödül töreninde açıklayacak. 2016 yılı yabancı film sıralamam şöyledir:
The Hateful Eight
Dheepan
O Kadın (Elle)
Ben Daniel Blake (I, Daniel Blake)
Hatıraların Masumiyeti (Innocence of Memories)
Gece Hayvanları (Noctural Animals)
Saul’un Oğlu (Son of Saul)
Savaş Vadisi (Hacksaw Ridge)
Aşıklar Şehri (La La Land)
The Club

Genel beğenide öne çıkan Gençlik (Youth), Carol, Cloverfield Yolu No: 10 (10 Cloverfield Lane), Neon Şeytan (The Neon Demon) gibi filmleri göremediğimi de belirteyim. (30 Ocak 2017)

(30 Ocak2017)

Sadi Çilingir

Fırıldak Ailesi

H. Can Dizdaroğlu ile Berk Tokay’ın yönettiği ve Eser Yenenler, İbrahim Büyükak, Oğuzhan Koç ile Murat Boz’un seslendirdiği animasyon film Fırıldak Ailesi, 03 Şubat 2017’de Mars Dağıtım dağıtımıyla Grafi2000 – BKM Film tarafından vizyona çıkarıldı.
Bir tarafta halay çeken, okeye dördüncü arayan Fırıldak Ailesi, diğer tarafta ise büyülü ormanlar, tılsımlar ve ejderhalar. Bir gece köydeki tüm kadınların kaçırılmasıyla başlayan macera, Sabri Fırıldak ve arkadaşlarını çok korkunç yaratıklarla dolu büyülü ormana sürükleyecektir. Kadınlarını geri almak için ise, kahramanlarımızın kötülerin başı olan Tarumar ile büyük bir savaşa girmeleri kaçınılmaz olacaktır.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb

Fırıldak Ailesi yazısına devam et

Toni Erdmann

Maren Ade’nin yönettiği ve Peter Simonischek, Sandra Hüller, Michael Wittenborn ile Thomas Loibl’in oynadığı Toni Erdmann, 03 Şubat 2017’de Bir Film dağıtımıyla Filmartı Film tarafından vizyona çıkarıldı.
Piyano öğretmeni Baba Winfried, en yakını köpeğini de kaybedince hayatta yapayalnız kalır. Hayatını yeniden düzene sokmak için ise Romanya’da bir danışmanlık şirketinde önemli bir pozisyonda çalışan kızı Ines ile arasını düzeltip yakınlık kurmaya çalışarak başlamaya karar verir. Ines ise kariyerine odaklı aslında en az babası kadar yalnız ancak hayatı fazlasıyla ciddiye alan, iş hayatının tam da göbeğinde yükselmeye çalışan bir iş kadınıdır.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Fragman
  • IMDb

Toni Erdmann yazısına devam et

Alin Taşçıyan: Katı Biçimde Ataerkil Bir Toplumda Yaşıyoruz

Yıllardır cinsiyetçilikle bilfiil mücadele eden bir sinema yazarı Alin Taşçıyan… İlklerin kadını demek de yanlış olmaz onun için; 1925 yılında temelleri atılan FIPRESCI’nin de, 1977’de kurulan SİYAD’ın da ilk kadın başkanı oldu. Öyle koltuğuna, mevkiye sıkı sıkıya yapışanlardan da değil, ne zaman bir sohbetimiz olsa hep yerine gelmesini umut ettiği gençlerden, gençlikten söz eder. Çalışkanlığı, entelektüel birikimi ve dik duruşu ile kadın sinema yazarlarının örnek aldığı yegâne isim olmuştur. Günümüzde hızla tırmanışa geçen, siyasetten sanata evrilen eril dil rahatsız edici boyutlara ulaştı. Sektörde hangi kadına dokunsanız bin ah işitiyorsunuz. Kendisiyle tüm bunları konuşmak istediğimi söylediğimde, “meseleye ya feminist açıdan yaklaşılacak, ya da hiç bulaşılmayacak. Çünkü bizim sağlam bir temele dayanmayan argümanlarla magazine düşme lüksümüz yok.” diye cevap verdi. Aradığım cevap tam da buydu. Buyrunuz…

Merhaba, öncelikle sıcağı sıcağına Dakka’da katıldığınız Sinemada Kadın Konferansı’nın nasıl geçtiğini ve gündemde nelerin olduğunu sorarak sohbetimize başlamak isterim.

Üçüncü kez düzenlenen bu konferansın kapsamı çok geniş… Festivalle iç içe organize ediliyor, iki gün sürüyor. Her katılımcı kendi branşı doğrultusunda sunumlar hazırlıyor. Bunların büyük bir kısmı basılı… Ayrıca çeşitli başlıklar altında üçer kişilik paneller de düzenleniyor. Sinemacılar çoğunlukla kendi film yapma deneyimlerinden, karşılaştıkları engellerden ve ulaştıkları hedeflerden yola çıkarak serüvenlerini paylaşırken akademisyenler belirli konulardaki araştırmalarını sunuyor. Ben de dünya çapında daha fazla feminist film eleştirisine ihtiyaç duyma nedenlerimiz üzerine, geniş alıntılar kullandığım bir metin hazırlayarak erkek sinemacıların da sinema yazarlarının da feminist film teorilerini okumamalarından kaynaklı cinsiyetçiliğe vurgu yaptım. Tartışma yaratıp ufuk açacak yaklaşımlara ihtiyacımız var.

Yakın zamanda bir filmin cinsiyetçi yaklaşımı dolayısıyla kadın sinema yazarları ve film ekibi arasında sosyal medyada seviyesi aşağılarda bir ağız dalaşı yaşandı. Yıllardır cinsiyetçilikle bilfiil mücadele eden bir sinema yazarı olarak meseleye genel olarak feminist açıdan bakarsak, nasıl yorumlamalıyız?

Meseleden sen söz edince haberim oldu. İnternette aradım, bu konuda bir haber okudum ve bir bildiri gördüm. Doğrusu bildirinin haklı bir nedeni var, birçok kişi imza vermiş… Ama keşke o bildirinin diline biraz daha özen gösterilseydi… “Tecavüz kültürü” diye bir ifade yer almasaydı içinde… Melissa Silverstein, bu ifadeyi, yani “rape culture”ı ironik olarak kullandığı bir makale yazdı ama niteliği yanlış anlaşılan bir olayda, Amerika’daki anlayışı eleştirmek için. Sosyal medyadaki ağız dalaşını bilmiyorum, eğer seviyesi söylediğin kadar aşağıdaysa bilmek de istemem… Katı biçimde ataerkil bir toplumda yaşıyoruz, cinsiyetçilik her alana sinmiş durumda. Sinemaya da yansıyan bir toplumsal sorun. Yeşilçam, kendisine şiddet uygulayan erkeği, ‘namus bekçisini’ anlayışla karşılayan bakireleri kutsayan filmlerle doludur. Evinin iffetli hanımı olmakla, sokağa düşmek arasında seçenek sunmadığı kadın tipine karşılık iş ya da servet sahibi olup cinsel arzu duyan kadını “şeytani şehirli sarışın fahişe” diye damgalar. Erkekler ise kadınları ya da hasımlarını tokatlar, döver, öldürür, zengin olup intikamını düşmanlarını küçük düşürerek alır. Kollektif bilinç altında böylesi marazi karakterler olan bir sinemanın bugün de çoğunlukla kaba cinsiyetçi bir tavırla, zaman zaman da gayet inceltilmiş ve bilinçli bir mizojiniyle film üretmesine şaşırmıyorum. Küfür, erkek olanın erkek olmayana cinsel saldırısını ifade ettiği için savunulacak hiçbir yanı yoktur. Doğrudan erkek şiddetini ifade eder, anlaşılır, normal, olağan bir şey değildir. Ama cinsiyetçiliği sadece senaryoya, diyaloglardaki dile indirgememek gerek. Mizahın kaynağı olarak kullanılması hakikaten çok çirkin ve yazarlarının ince yaratıcılıktan nasibini almadığını, futbol holiganı düzeyinde kaldığını gösteriyor. Fakat unutmayalım ki sinema görsel işitsel bir dal ve maşizm görüntüde de kendini ele veriyor. Feminist film okumalarına ağırlık vermemiz gerek, böylece kulağı tırmalamayan cinsiyetçiliği de analiz edebiliriz.

Yapılan bir araştırma geçtiğimiz yıl boyunca vizyona giren filmlerin yüzde 90’ının erkek yönetmenlere ait olduğundan; bir diğerinde ise 2016’da vizyona giren 110 filmden yalnızca 11 tanesinin yönetmenin kadın olduğunu gözler önüne seriyor. Sizce kadın yönetmenler nerede?

Kadın yönetmenler dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de erkek meslektaşlarıyla eşit fırsatlara ve haklara sahip değiller. O yüzden şimdilik sayıca geri plandalar ne yazık ki… Kadınlar hiçbir alanda henüz eşitliği elde edemediği için sinema sektöründe git gide daha etkin olmaya başlamaları bu alanı ayrıcalıklı ve umut verici bile kılıyor. Hatta belirli dallarda hem sayıca hem nitelik açısından üstünlük sağlamaya başladıklarını yıllardır gözlemliyorum, aman söylemeyeyim hangi dallarda olduklarını hemen önlerine engeller dikiliverir! Sinema için her daim söylenegelir: “Erkekler tarafından, erkekler için yapılan ve erkeklerin oynadığı filmlerden ibarettir” diye. Binlerce yıllık uygarlık tarihinde vardığımız noktaya bakınca yine sinemanın haline şükredebiliriz. Ama dünyada gözlemlediğim şu: Hem Avrupa’da hem ABD’de sinema sektöründeki eşitsizliği sürekli vurgulamamız ciddi bir rahatsızlık yarattı ve kadınların öznesi olduğu filmlere ilgi ve özen gösterilmeye başladı. Hem Avrupa Film Akademisi’nde hem Amerikan Film Sanatları ve Bilimleri Akademisi’nde de bu yönde hareketlenme var. Festivaller film seçerken bir denge sağlamaya gayret gösteriyor artık. Ama önümüzde daha katedilecek çok yol var…

Sektördeki hemcinslerinizi bir konuda eleştirmeniz gerekse, hangi konuda eleştirirsiniz?

Sektördeki hemcinslerime gelene kadar maçoları eleştireyim, daha yararlı olmaz mı? Ama bir şeyi talep ederim kadınlardan: Feminizm, en basit tanımıyla dünya nüfusunun yarıdan fazlasının özgürlük ve eşitlik mücadelesidir, evrensel bir hak arayışıdır. Bu mücadeleye aktif biçimde katılmalarını, bu konuda kendilerini ciddi yapıtları okuyarak ve izleyerek bilinçlendirmelerini isterim. Safları sıklaştırsak ve bütün farklılıklarımıza rağmen dayanışma içinde olsak gerçekten her şey değişebilir. Ama sağlam bir teori şart ki eleştirilerimiz yüzeysel kalmasın. Bir de sektörde tutunmak uğruna erkek egemen ideolojilerin baskısı altında kalmasınlar, erkek gibi düşünüp erkek gibi davranarak erkek gözüyle ve erkek diliyle film çekmek zorunda değiller… Ki şu an aktif olarak çalışanların önemli bir kısmı kadın gibi kadın filmi çekiyor, hakikaten çok mutlu oluyorum filmlerini izleyince.

Başka bir açıdan bakacak olursak, Son yıllarda Hollywood’da kadın oyunculara karşı yapılan cinsiyetçi tavırlara -yine kadınlar tarafından- ciddi tepkiler geldiğini biliyor, duyuyoruz. Örneğin henüz 40’ına varmamış Amerikalı oyuncu Maggie Gyllenhaal’ın, 55 yaşındaki bir erkek oyuncunun karşısında oynayamayacak kadar “yaşlı” bulunduğu için reddedilmesi bu konuya dair verilebilecek en çarpıcı örneklerden bir tanesi olabilir mi?

Belli ki o rol kadın bedenini nesne olarak gören bir projedeymiş. Hollywood devasa bir pazarlama mekanizması. İdoller yaratmalı ki ebedi gençlik ve güzellik hayalini, ancak bu gençlik ve güzellikle elde edilebilecek aşk, evlilik, başarı, şöhret ve servet hayalini satabilsin. Hollywood’un kadın karakterleri tuhaf biçimde git gide tekdüzeleşti… Gerçek karakterler nadiren çıkıyor karşımıza… Sofistike bir tutuculuk sardı filmleri Arrival’da, Loving’de, La La Land’de kadın karakterlere bakınca içim daralıyor. Kadınları anne ve eş olarak aile içinde konumlandırmanın ötesine geçmiyor ve onlara fedakârlıkları ölçüsünde değer biçiyorlar. Bir de empowerment tutturdular, sanki Wonder Woman çekince sorun çözülüyor. Erkek kahramanlara özgü nitelikleri kadın kahramanlara yüklemek de cinsiyetçilik madalyonunun diğer yüzü sadece.

Son James Bond filmi Spectre 007’de yeni Bond kızının 1985 doğumlu Léa Seydoux olması (Daniel Craig 1968 doğumlu) Hollywood’un altın çağlarından beri süregelen cinsiyetçi bir takıntısının bir sonucu olduğunu rahatlıkla söylemek mümkün mü?

Oyuncuların doğum tarihlerinden çok daha önemli faktörler var James Bond misali bir kahramanın körüklediği cinsiyetçilikte. Ayrımcılığın bir paket olduğunu emperyalizm, kolonyalizm, ırkçılık, milliyetçilik ve cinsiyetçiliğin bir bütünün parçalarını olduğunu gözümüze gözümüze sokar. Dünyaya hükmeden gücün, İngiltere ve ABD’den oluşan beyaz Anglosakson Hristiyan kutsal ittifakının koruyucu şövalyesidir James Bond. Ruslar, Çinliler, Koreliler, Müslümanlar ya da müttefik devletlerin yerine talip olup dünyayı ele geçirmek isteyen delilere karşı temsil ettiği güç, elbette eril bir güçtür! Bu yüzden onu gören her kadın -düşmanı da olsa- karşısında eriyecektir. Çenemizi yorduğumuza değmez, çift sıfır yedi.

53. Uluslararası Antalya Film Festivali’nde Türkiye’nin en genç kadın yönetmeni unvanıyla anılan Yağmurlarda Yıkansam filminin yönetmeni Gülten Taranç’ın “Şişman olduğum için iş vermediler” açıklamasını nasıl yorumlarsınız?

Gülten Taranç’a iş vermeyenler utanmıştır diye iyimser düşünmek isterim… Biz onlar adına utandık en azından. Ama gerçek şu ki kadınlara dayatılan güzellik kültü, o tek tip görüntüye endeksli estetik anlayışı, yüzbinlerce kadının kendilerine güvenlerini yitirmesine, potansiyellerini ortaya çıkarmalarına, yeteneklerini değerlendirmelerine engel olabiliyor. Sinemacı ve akademisyen bir aileden ve çevreden gelmese belki Gülten Taranç da heyecanını yitirecekti, inadı kırılacaktı… Güzellik için ille de ölçütümüz olacaksa moda dergilerine değil de müzelere bakalım bari. Bence Renoir, Gülten Taranç’ı nehir kıyısında yıkanırken çizebilirdi. Victoria’s Secret defilesine çıkmaktan daha prestijli herhalde!

Geçtiğimiz günlerde, İtalyan yönetmen Bernardo Bertolucci, Paris’te Son Tango filmindeki tecavüz sahnesinin gerçek olduğu ve Maria Schneider’ın haberi olmadan çekildiğini dair haberler ülkemizdeki pek çok haber sitesinde yer bulmuştu.

Türkçeye çevrilen haberler hakikaten çok sorunlu olabiliyor. Bir de sinemada cinsellik hakikaten yaşanıyormuşçasına haberler yaparak sansasyon yaratmaya bayılır bazı meslektaşlarımız. O söyleşiyi Bertolucci yanılmıyorsam üç yıl önce falan verdi. Sonra bir İspanyol yayın organı kısmen çevirip ortaya koydu. Bir sürü başka yayın organı kullandı eksik haberi, ünlüler tweet attı, derken olay çarpıtıldı. Bertolucci, tecavüz gerçekti demedi, zaten Schneider de dememişti. Küçük düşürülmüş. “Hem Brando, hem Bertolucci tarafından tecavüze uğramış gibi hissettim biraz. Marlon’un yaptığı gerçek olmasa bile döktüğüm gözyaşları gerçekti,” demişti. Nedeni de apaçık tuzağa düşürülmesi! Bir gece önce Brando ve Bertolucci’nin aklına anal seks sahnesinde tereyağını kayganlaştırıcı olarak kullanmak gelmiş. Nasıl çekeceklerini söylememişler ki o dönemde deneyimsiz bir oyuncu olan Schneider gerçekten dehşete düşsün ve performansı inandırıcı olsun. Çok çirkin bir olay ve bir kadın oyuncunun genç ve deneyimsiz olmasından alenen yararlanılmış, güveni de bedeni de istismar edilmiş. Ama tecavüz bambaşka bir suç. Tecavüz kadar ağır bir suçu yerli yersiz kullanmamak lâzım. Polanski’nin bir çocuğa tecavüz ettiği mahkeme kararıyla kesinleşmiş olmasına rağmen sinema dünyasının erkekleri onu nasıl da korudu ve kolladı! Üzerinden çok vakit geçmişmiş! Hâlâ daha görülmemiş bir dayanışma içindeler! Tippie Hedren Kuşlar için çalıştıkları sırada Hitchcock’un tacizine uğradığını kaç kere anlattı, hâlâ toz kondurmazlar! Büyük usta olması büyük zampara olmasına engel değil. Paris’te Son Tango’ya gelince, şimdiki sözleşmelerle falan zor kabûl ettirirler önceden üzerinde mutabakata varılmamış böyle bir sahnenin çekimini… Sözleşmeye uydurulsa ve tazminat hakkı doğsa bile kadın oyuncu sahneyi çekmek istemese, durumu açıklasa birçok meslek kuruluşu tepki gösterir yönetmene. Demek ki hukuki açıdan bir nebze gelişme gösterilmiş, baskı grupları oluşabilmiş.

Bir de tabii Türkiye’de filmlerdeki cinsiyetçiliğe dikkat çekmek için düzenlediğiniz gelenekselleşen Altın Bamya Ödülleri var. 8 yıla şöyle bir bakacak olursanız tek bir ödül verecek olsanız hangisini seçerdiniz?

Altın Bamya’da birincilik derecesi yok… Film, senaryo, kadın ve erkek karakter kategorileri ve özel ödüller var. Bütün kazanan ve aday olan eserler bence hak etmiştir, bir seçme yapamam, kıyamam hiçbirine!

Tüm bu çabaya rağmen bugün gelinen noktaya baktığımızda ülke sinemamızda erkek egemen bakışa karşı biraz olsun yol alınabildi mi, farkındalık yaratılabildi mi yoksa geriye gitmeye devam mı ediyoruz?

Bence birçok kişide farkındalık yaratabildik. Ama sorunu görmezlikten gelen, varlığını inkâr edenler çok… Durumu sınıf ayrımıyla, piyasa koşullarıyla, geleneklerle, mizahla, romantizmle açıklamaya çalışanlar gördüm. Beni üzen tek şey nadiren de karşımıza çıksa bazı kadın yönetmenlerin de eril bakışla film yapması. En çok sevindirecek olan da bir koldan feminist bir koldan queer sinemanın Türkiye’de atılım yapması ve belden aşağı mizah nasıl yapılır dersini maçolara vermesi. Haydi inşallah canım!

(29 Ocak 2017)

Gizem Ertürk

Aşağılanma ve İntikam

Asghar Farhadi Fransa’da çektiği ‘Geçmiş / Le Passé’nin ardından ülkesine dönüş yapıyor bizde yeni gösterime giren son filmiyle. ‘Satıcı / Forushande’ usta sinemacının geleneksel ile modernizm arasında yolunu çizmeye çalışan İranlı orta sınıf entellektüelin çıkmazları üzerine yine.

Lise edebiyat öğretmeni Emad ile amatör bir tiyatro topluluğunda birlikte oyunculuk yaptıkları eşi Rana’nın sıradan hayatları beklenmedik gelişmelerle sarsılır. Komşu inşaat çalışmasıyla temelleri çatırdayan evlerinden ayrılmak zorunda kalırlar önce. Geçici bir süre için taşındıkları dairenin daha önce para karşılığı erkeklerle birlikte olan bir kadına kiralanmış olduğunu öğrendiklerinde ise çok geç kalmışlardır. Kocasının geldiğini zannederek kapıyı açık bırakan Rana eski kiracının müşterisi tarafından saldırıya uğrar bir gece vakti. Bu beklenmedik şok genç karı kocanın hayatını temelli olarak değiştirecektir.

Kriz anında değişen ve varlığından haberdar olmadıkları karanlık yönleri su yüzüne çıkan karakterleri anlatmayı sevdiğini söylüyor Farhadi. Genç çiftin sahnede yorumladıkları oyun olarak, aşağılanma üzerine en etkileyici metinlerden birisi olan Arthur Miller imzalı ‘Satıcının Ölümü’nün seçilmesi bu yüzden anlamlı. Değişen dünyanın getirdiklerine uyum sağlamayan Willy Loman’ın çaresizliği ile özel yaşamlarının uğradığı tecavüzle sarsılan Emad’ın büyüyen öfkesi arasında paralellik kuruyor yönetmen.

Genç çift çevrenin ahlâki baskısıyla kanuni yollara başvurmaktan çekiniyor. Bu da öfkenin ve intikam duygusunun büyümesini hızlandırıyor. Olaylar ilerledikçe Emad’ın filmin başlarında çizilen açık fikirli medeni görüntüsü değişiyor, hoşgörülü, bağışlayıcı genç adam acımasız bir zalime dönüşüyor. ‘Geleneklerle modernizm arasına sıkışmak böyle bir şey işte’ diye açıklıyor İranlı sinemacı. Eğitimli orta sınıf bireyinin modernizm talepleri ve toplumun yeniden inşasındaki kibri, mahalle baskısından etkileniyor ve şiddet kaçınılmaz olarak ortaya çıkıyor.

Röportajlarında tiyatro ile gerçek hayatın içiçeliğini vurgulamak isteğinin altını çiziyor İranlı yönetmen. Karakterlerinin Miller’de olduğu gibi kalın çizgilerle iyi ve kötü olarak ayrışmadığını, insan doğasının bilinmezliği üzerine kafa yorduğunu belirtiyor. Bağışlayıcının zalime, kurbanın cellada dönüştüğü müthiş bir finalle allak bullak ediyor izleyicisini. Emad ile Rana’yı sahnede canlandırdıkları Willy Loman ve karısı Linda’nın ile kanlı canlı karşılıklarıyla yüzleştirirken İranlı genç çiftin ahlâk anlayışlarını ve vicdanlarını sınıyor. Ve yine röportajlarında belirttiği gibi, son jenerik yazıları akarken yeni bir hikâyeyi kurgulamaya başlıyoruz hepimiz.

‘Satıcı’ ustalıkla yazılmış ve yönetilmiş bir film. Farhadi’nin önceki filmlerinden aşina olduğumuz oyuncuların (Cannes’dan en iyi erkek oyuncu ödüllü Shahab Hosseini, Taraneh Alidoosti, Babak Karimi ve diğerleri) mükemmel yorumları, Hossein Cafarian’ın birinci sınıf görüntüleri, Sattar Oraki’nin etkileyici tema müziğiyle akıllardan kolay çıkmayacağa benzer bir başyapıt. Kaçırmamaya çalışın.

(29 Ocak 2017)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com