Turgut Orhan’ı Kaybettik

Duayen makinistlerimizden Turgut Orhan, 29 Ekim 2016 Cumartesi günü (bugün) hayatını kaybetti. Mesleğe Kumkapı Nil Sineması’nda başlayan Orhan, Şehzadebaşı Kulüp ve Turan Sinemaları’nda makinistlik yaptı; Beşiktaş, Beyoğlu, Harbiye ve Şişli sinemalarında çalışma fırsatı buldu. Turgut Orhan, 35 mm.lik gösterim makinelerinin kurulumlarını da yapmaktaydı. Beşiktaş’taki birçok sinemanın makinelerinin uzun yıllar bakımlarını üstlendi. Cenazesi, 30 Ekim 2016 Pazar günü Zincirlikuyu Camii’nde kılınacak öğle namazını müteakip Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedilecek olan merhuma tanrıdan rahmet, kederli ailesine sabırlar dileriz.

Dünyanın En Şenlikli ve Kapsamlı Film Kitabı Çıktı

Son 100 yılın en iyi filmleri, hafızalara kazınmış kareleri, dönem afişleri ve infografiklerle bezeli anlatımıyla Sinema Kitabı çıktı. Financial Times sinema yazarı Danny Leigh, serbest eleştirmen Louis Baxter, öğretim görevlisi John Farndon, Filmclub yazarı Kieran Grant, Empire Dergisi’nin editörü Damon Wise’ın katkılarıyla oluşturulan sinema başucu eseri Sinema Kitabı, Alfa Yayınları tarafından basıldı. Okuyucu bu kitapla, sinemanın büyülü dünyasında kaybolacak, geçmişinden bugününe pek çok bilgiyi keşfedecek, yüzyılın en önemli film ve yönetmenleri hakkında zengin bilgiye sahip olacak.

Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali 2016

18 – 20 Kasım 2106 tarihleri arasında 20 il ve ilçede eş zamanlı olarak düzenlenecek Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali 2016, Sürdürülebilir Yaşam Kolektifi öncülüğünde hayata geçiyor. 2008 yılından bu yana gerçekleşen festival sürdürülebilirlik kavramını, görselin ve gerçeğin gücünden faydalanarak, içinde çözüm barındıran ilham verici belgeseller ile ortaya koyuyor. Belgeseller karşılaşılan sorunların aslında birer semptom olduğunu gösterirken, izleyicinin bunların kökenindeki gerçek sorunları anlamasını, sorunun aciz bir parçası olmaktan öteye geçip çözümün bir parçası olabileceklerini hatırlatmayı hedefliyor.

Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali 2016 yazısına devam et

Ali Erden Yazıyor: Karanlık Mali Meselelere Heyecanlı Aksiyon

Küçük Christian Wolff bir otistik. Yapboz oyunu oynamayı seviyor. Kız kardeşi de konuşma engelli. Kendinden küçük kardeşi Braxton’ın herhangi bir sorunu yok. 1998 yılı. Anne-babası asker olan Christian için doktor çözüm yollarını sunuyor aileye. Yapboz oynamaktan hoşlanan Christian’ın annesi onun öfke nöbetlerine dayanamıyor. Baba da kendi eğitimini oğullarının gelişimi için kullanıyor. Cakarta’ya bile götürüyor onları dövüş … Devamı… »

53. Uluslararası Antalya Film Festivali Yeniliklerle Dolu Bir Yılı Geride Bıraktı

Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel başkanlığında gerçekleştirilen 53. Uluslararası Antalya Film Festivali, EXPO 2016 Antalya Kongre Merkezi’ndeki kapanış töreniyle sona erdi. Her iki tören de Antalya Kültür Merkezi’ne (AKM) kurulan ekranlarda eş zamanlı olarak yayınlandı. Türkiye’nin en köklü sinema etkinliği olan Uluslararası Antalya Film Festivali, 16 – 23 Ekim tarihleri arasında 7 salonda, 227 seansta 39 ülkeden 134 filmi izleyiciyle buluşturdu, 130’a yakın yan etkinlik düzenledi, Altın Portakal dahil 43 ödül sahibini buldu. Festival Merkezi, Festival Yolu ve Film TMR platformu gibi adımlarla sinemaya ve Antalya’ya katkı sağladığı bir yılı daha geride bıraktı.

53. Uluslararası Antalya Film Festivali Yeniliklerle Dolu Bir Yılı Geride Bıraktı yazısına devam et

4. Uluslararası Antakya Film Festivali’nin Kısa Film Finalistleri de Belli Oldu

Bu yıl 23 – 29 Kasım tarihleri arasında gerçekleştirilecek 4. Uluslararası Antakya Film Festivali’nin uzun, belgesel ve kısa film finalistleri belli oldu. Kültür Turizm Bakanlığı ve Hatay Büyükşehir Belediyesi’nin önderliği, Samandağ Belediyesi, Defne Belediyesi, Arsuz Belediyesi’nin destekleriyle, Ansam Kültür Derneği ve Fotofilm Sanat Merkezi tarafından düzenlenen festival, Mehmet Oflazoğlu ve Eylül Gözde Toprak direktörlüğünde hazırlanıyor.

4. Uluslararası Antakya Film Festivali’nin Kısa Film Finalistleri de Belli Oldu yazısına devam et

Amerika Los Angeles’ta Türk Filmleri

Sinemamızı yurt dışında pazarlamak ve tanıtmak için adım atan yapımcı Nur Türkşen ile oyuncu Hakan Türkşen çalışmalara başladılar ve 80 ülkenin katıldığı Los Angeles’taki Amerikan Film Market’e katılmaya karar verdiler ve Türk filmlerini tanıtan ve pazarlayan ekip olarak harekete geçtiler. Bu yıl 02 – 09 Kasım 2016 tarihleri arasında Santa Monica şehrinde yapılacak olan film markette tanıtımı yapılacak filmler arasında Meleklerin Mucizesi, Beni de Götür, Kalandar Soğuğu, Sürgün İnek, İkimize Bir Dünya, Pamuk Prens, Mandıra Filozofu, Merdiven Baba, Mezarcı, Dondurmam Gaymak, Babamın Kanatları, Rüzgarın Hatıraları gibi filmler var.

Amerika Los Angeles’ta Türk Filmleri yazısına devam et

Dünya Sinema, Dizi ve Reklam Sektörünün Kalbi Midwood’da Atacak

Hollywood, Bollywood ve Avrupa sinemasına dünya standartlarında film stüdyoları ve ekipmanları temin edecek olan, gelişen Türk dizi ve film sektörüne de destek vermeyi amaçlayan, Midwood İstanbul Film Stüdyo Kompleksi’nin temeli 30 Ekim 2016 Pazar günü Büyükçekmece’de atılıyor. 5 yıl süren ve detaylı çalışmalar neticesinde ortaya çıkan, Midwood İstanbul Film Stüdyo Kompleksi, Avrupa’nın en büyük film platosu ve dünyanın önemlileri arasında olma özelliği taşıyor.

Dünya Sinema, Dizi ve Reklam Sektörünün Kalbi Midwood’da Atacak yazısına devam et

Ferhan Baran Yazıyor: Almodovar’ın 66 Yaş Dinginliği

Dünya sinemasının en renkli kişiliklerinden Pedro Almodovar üç yılın ardından çektiği ‘Julieta’ ile kadınların dünyasına dönüş yapıyor. Ellili yaşlarını süren Julieta’nın kıpkırmızı bluzunun yakın çekimiyle başlıyor film. Titreşen kumaşın altında çarpmaktadır yorgun kadının yüreği. Şefkatli Lorenzo ile Portekiz’e yerleşme hazırlıkları yaptığı sırada 12 yıldır görmediği kızından aldığı haberle Madrid’deki eski dairesine geri dönmeye karar … Devamı… »

Kırmızı Halıya Türk Oyuncular Damga Vurdu

20 Ekim’de başlayan Hindistan’ın en önemli film festivallerinden biri olan Mumbai Film Festivali geçtiğimiz Perşembe akşamı kapanış töreniyle sona erdi. Festivalin Konuk Ülke: Türkiye projesi kapsamında Hindistan’a giden Türk delegasyonu festival de önemli temaslarda bulundu. Hindistan’da izlenilen dizileri sebebiyle, büyük bir hayran kitlesine olan Hazal Kaya, Sarp Levendoğlu ve Kaan Taşaner, festival komitesinin özel ricası üzerine kapanış törenine katıldı.

Kırmızı Halıya Türk Oyuncular Damga Vurdu yazısına devam et

Ali Erden Yazıyor: Bir Peygamberin Çocukluğu

İran sinemasının değerli yönetmenlerinden Majid Majidi (Mecid Mecidi), son peygamber Hz. Muhammed’in hayatının ilk dönemlerine baktığı 2015 yapımı sinemaskop “Muhammad: Messenger of God-Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi”, İran sinemasının da geldiği önemli noktalarından biri. Filmin teknik yönleri de övgüyü hak ediyor. Filmin başlarında insan biraz hayal kırıklığına uğruyor gibi olurken, film geriye dönüş yaptığında sanat … Devamı… »

Kurgulanmış Tarihin Çıkmazları Üzerine

Cannes, Saraybosna ve Adana festivallerinde övgü ve ödüllere boğulmuş Mehmet Can Mertoğlu imzalı ‘Albüm’ bu haftadan itibaren sinemalarımızda gösterime çıkıyor. 1988 doğumlu gencecik sinemacımızın dört yıldır üzerinde çalıştığı bu ilk uzun metrajı her anlamıyla yılın en heyecan verici keşiflerinden.

Film, otuzlu yaşlarının sonlarında sekiz yıllık evli Bahtiyaroğlu ailesinin trajikomik serüvenini anlatıyor. Şebnem Bozoklu ve Murat Kılıç’ın canlandırdıkları çiftimiz doğal yoldan çocuk sahibi olamayınca, çok yakın aile çevresi dışında herkesten gizleyerek evlat edinmeye karar veriyor ve kimse anlamasın diye bebeği bulma sürecinde yeni bir geçmiş kurgulama yoluna gidiyor. Anne adayının yastık dolu karnı ile çekilmiş sahte hamilelik fotoğrafları ile başlayan oyun, hastanede kuvözden çıkartılmış minik bebekle doğum fotoğrafı çektirmeye kadar uzanıyor. Kendilerine önerilen ilk bebeği hem kız hem de esmer tenli olduğu için reddeden karı koca, Burdur’daki yetimhanede aradıkları maviş oğlanı buluyor. Ancak istedikleri kadar şehir değiştirsinler, evlat edindikleri devlet kayıtlarına geçtiği için, gizlemeye çalıştıkları gerçek gittikleri yerde peşlerini bırakmayacaktır.

Mertoğlu’nun ‘Albüm’ü daha senaryo aşamasında heyecanla karşılanmış ve yürütücü yapımcılar arasında yer alan Danis Tanovic ve ‘Çocuk Pozu’nun yönetmeni Calin Peter Netzer gibi isimlerin dikkatini çekmiş. Çağımızda çoğu kişinin çılgınlık diye nitelediği 35 mm formatını tercih eden yönetmen, özellikle Corneliu Porumboiu imzalı mükemmel ‘Bükreş’in Doğusu’ ve ‘Police Adjective’den hatırladığımız tanınmış Romen görüntü ustası Marius Panduru ile çalışma fırsatını bulmuş. Malatya hayvan çiftleştirme çiftliğinde açılan diyalogsuz başlangıç sekansında üreme zorunluluğunun suniliğini hayvanlar üzerinden aktarıyor genç sinemacı. Ardından içine daldığımız Bahtiyaroğlu’ların öyküsünde, sosyal statülerini sağlamlaştırmak adına bir bebekleri olmasının, oturma odasına koltuk seçer gibi peşine düştükleri bebeğin kendisinden çok daha önemli olduğu süreci sergiliyor adım adım.

Tarih epistomolojisine meraklı olduğunu, filminin ülkemizin resmi tarih algısını sorguladığını vurguluyor Mertoğlu. Can Bahtiyaroğlu’nun lise tarih öğretmeni olması bu yüzden anlamlı. Karısı Bahar ise vergi dairesinde çalışan bir kamu görevlisi. Çiftimiz ilmek ilmek kurgulanmış bir tarih yaratıyor ancak gerçeklerden kaçamıyor. Böylece kâğıt üzerindeki basit aile hikâyesi genç sinemacının elinde kurgulanmış tarihimizin çıkmazları üzerine benzersiz bir metafora dönüşüyor. Kısalarında söze yer vermemiş olan sinemacı (bir hastane görevlisinin günlük rutinini aktaran Akhisar’da çektiği 2008 yapımı mükemmel “Yokuş “u youtube ‘dan izleyebilirsiniz), ilk uzun metrajında ölçülü ve çarpıcı diyaloglarıyla parlıyor. ‘Diyalogların çoğu benim kişisel tanıklıklarımdan çıkıyor’ diyor bir söyleşisinde. Manisa Akhisar’da büyümüş. Taşrada doktor olan babası dahil, devlet dairelerindeki tiplemeler aşina olduğu bir dünyadan esinlenmiş. ‘Bu serüvende karşımıza çıkan tiplerle Türkiye için bir portre çizmeyi hedeflediğini’ ifade ediyor. Devlet kurumları sahnelerinin tümüne yakını gerçek mekânlarda çekildiğinden, sahneler ve diyaloglar daha bir sahici.

Evlât edinmenin ülkemizde saklanılması gereken bir şey olduğu gerçeğinden çıktığı yolda, ırkçı, seksist ayrımcı replikleri gündelik konuşmaların içine ustaca yerleştiriyor. Hantal devlet bürokrasisi eleştirisi hayranlık duyduğu Romen sinemasından izler taşıyor, ancak katı ahlâkçı bir tutum değil onun seçimi. Tersine trajiğin ardındaki komiğin, gündeliğin içine sızmış saçmanın (absürdün) peşine düşmeyi yeğliyor. Televizyonda yerli dizi ya da futbol maçı izleyen, muhafazakâr komşularıyla okey oynayan, erotik bir iştahla yemek yiyen, bebek odasında fosur fosur sigara tüttüren orta sınıftan yeni Türkiyelileri mesafeli bir bakışla izliyor. Birer anti-kahraman yaratma peşinde de değil. Yargılamıyor onları, ancak yüzeydeki komik söylem kültürel kodlarımıza dair yakıcı bir eleştiri içeriyor.

Vergi dairesinde geçen, öğle tatilinde Bahar haricinde tüm memurların uyukladığı, elektrikli süpürgenin çalışır vaziyette sahipsiz ortada döndüğü sekansta Roy Anderson’a, Antalya’daki plaj çekimlerinde Jacques Tati’ye, bürokrasi eleştirisinde Romanyalı ustalarına selam çakıyor, ancak genelinde kendi taptaze imzasını vuruyor filmine. Büyük kaybımız Seyfi Teoman’ın anısına ithaf ettiği İlk uzun metrajıyla sinemamıza hoş geldin diyoruz Mehmet Can Mertoğlu’na. Kendi adıma çok şeyler bekliyorum ondan. Yolu açık olsun.

(03 Kasım 2016)

Ferhan Baran

[email protected]

Hollywood’un Teorisyeni Robert Mckee Türkiye’ye Geliyor

Senaristlerin el kitabı olarak bilinen Story kitabının yazarı Robert McKee, 10 – 18 Kasım’da düzenlenecek 4. Uluslararası Boğaziçi Film Festivali’nin davetlisi olarak İstanbul’a gelecek. Yapılan açıklamaya göre, senarist McKee, 16, 17, 18 Kasım’da seminer verecek. McKee’nin, festival kapsamında TV Dizisi, Aksiyon / Gerilim ve Komedi başlıkları altında gerçekleşecek GENRE Semineri’ne sınırlı sayıdaki katılım için festivalin internet sitesi üzerinden detaylı bilgi alınabilecek.

Cüneyt Karakterine Girebilmek İçin Günde 4 Paket Sigara İçtim

Yokuş ” adlı kısa filmi ile dikkat çeken Mehmet Can Mertoğlu’nun yönettiği bol ödüllü ve övgülü ilk filmi “Albüm”, 04 Kasım 2016 Cuma günü itibariyle ülkemiz sinemalarında gösterime giriyor ve sinemasever izleyicileriyle buluşuyor. Sinemamızda yokluğu hissedilen kara komedi türünün yüz akı bir ilk film olan “Albüm” filminin başarılı ve tecrübeli oyuncusu Murat Kılıç ile sadibey.com okurları için yazarımız Gizem Ertürk söyleşi yaptı:

“Albüm”, 4 Kasım itibariyle vizyonda, öncelikle filminizin bol ödüllü festival yolculuğunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öncelikle Saraybosna’da En İyi Film Ödülü almamız büyük bir onur, Cannes’daki En Yenilikçi Film Ödülü’de aynı şekilde… Hikayemizin ne kadar evrensel olduğunu kanıtlıyor.

“Albüm”, Adana’da da En İyi Yönetmen ve Senaryo dahil olmak üzere 3 ödül kazanmıştı. Filmin Antalya’da jüri tarafından görülmemesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Jürinin kararları kendisini bağlar. Ben kendi adıma ödül beklentisinde değildim ama filmimizin jüri tarafından onore edilmesini beklerdim. Yurt dışında bu kadar ödül almış bir filmin kendi memleketinde görmezden gelinmesine –birkaç filmle daha birlikte- kendi adıma üzüldüğümü söyleyebilirim. Afrika’da bir kabile var, berabere kalınca bırakıyorlar. Orada amaç bir ürün ortaya koymak… Antik Yunan’dan beri bir yarışma kültürü var ne yazı ki ama keşke olmasa…

Adana ve Antalya’da nasıl bir festival haftası geçirdiniz?

Her iki şehre de ilk kez bir film festivali dolayısıyla gittim. Film izlemeyi çok sevdiğim için sabah ilk seanstan gece son seansa kadar film izleyerek geçirdim. Günde 3-4 film izledim, kapıda beni görenler abi bu filme de mi geldin, diye soruyorlardı. (gülüyor)

Yeniden filme dönecek olursak, “Albüm”e nasıl dahil oldunuz?

4 yıl önce Yoel Meranda (Yapımcı) beni aradı ve Mehmet Can’ın benimle tanışmak istediğini söyledi. Beni Bir Zamanlar Anadolu’da filmindeki Polis İzzet rolünde görmüş. Bana senaryoyu gönderdi ve sonraki 3 yıl boyunca sık sık görüştük. Filmi konuşmadık, önce arkadaş olduk. Bu süreçte Mehmet Can bana bazı film ve kitap önerilerinde bulundu. Bazıları çok sıkıcı olsa da okudum, izledim. (gülüyor)

Neden bu filmde olmak istediniz?

Dürüstlük benim için çok önemli. Yoel ve Mehmet Can hayatıma o kadar güzel bir şekilde girdiler ki… Bir iş yapıp sonradan savunmak durumunda kalmaktansa savunduğum işler yapmayı tercih ettim. Bu film de derdi itibariyle benim savunduğum bir dünya görüşünü içinde barındırdığı için içinde olmayı çok istedim.

Konu itibariyle çok bize ait bir hikâye gibi görünen filmin yurt dışında bu kadar sevilmesini neye bağlıyorsunuz?

Çocuğu olmayan anne-baba, bürokrasi altında ezilen insanlar… Tüm bunlar dünyanın her yerinde aynı. Hatta Fransa’da gelin bürokrasiyi siz bir de bizde görün, diyenler bile oldu. Bu ülkeye has şeyler var ama dünyanın her yerinde yaşanabilecek bir hikâye.

Cüneyt karakterinin size çok uzak olduğunu biliyoruz. Peki onu kendinize yakınlaştırmak için neler yaptınız?

Bu kadar tek düze, ağır ve durağan bir insanın karakterine girebilmek kolay olmadı. Günde 4 paket sigara içtim. (gülüyor) Bol bol çay içtim, insanlarla çok az diyalog kurdum.

35 mm kamera ile çalışmak hakkında neler söylersiniz?

Bol bol prova yapmak derim… 5 prova yaptıysak bir kayıt alıyorduk. Kamera dendiğinde kesmeden en az 5 dakikalık sahneler çekmekten söz ediyorum. Oldukça zorlayıcıydı.

Peki en çok zorlandığınız sahne hangisiydi?

Cem Zeynel ile maç izlediğimiz sahne… Buna aynı zamanda Mehmet Can’ın mobbingini en çok arttırdığı sahne demek daha doğru olur. (gülüyor) Cem’i çok eskiden tanırım, ev arkadaşlığı yapmışlığımız bile vardır ama Mehmet Can sahneyi bir türlü beğenmiyor. Bende zaten futbol fanatiği değilim, isimleri bilmem, kim iyi oynuyorsa onu tutarım. Sporcunun zeki, çevik ve ahlâklısını severim yani…

Sonra ne oldu?

O sahneden bir gün önce bir yemek sahnesi çekmiştik. Ondan sonra hastalandım. İki üç serumdan sonra geldim. Mehmet Can istersen çekmeyelim dedi ama enerjim düşük ve durağan olduğum için çekmek istedi. O sırada sanırım ben yanlış meslek yapıyorum, oyuncu olmamalıydım diye bile düşündüm. (gülerek)

Tüm diyaloglar senaryoda yazdığı gibi mi çekildi, doğaçlamalarınız var mı?

Her şey senaryoda yazıldığı gibiydi ama yemek sahnesi normalde diyaloglu bir sahneydi. Aile bir haber alır ve yemek yerken bu haberi konuşur ancak Mehmet Can sahnenin diyalogla çalışmadığını görünce çok zekice bir yöntemle sahneyi başka bir şeye dönüştürdü. Mehmet Can’in ne istediğini bilen bir yönetmen olması işimizi çok kolaylaştırdı.

Türk seyircisi ödüllü filmlerden korkuyor mu sizce?

Korkuyor muyuz bilmiyorum ama ödüllü filmleri izlemediğimiz kesin. Nuri Bilge Ceylan Bir Zamanlar Anadolu’da ile Cannes’dan ödül aldı. Kış Uykusu, Altın Palmiye aldı. Rakamlara baktığımızda 250 bin gibi bir ortalama görüyoruz. Oysa bir komedi filmi 1, 2 hatta 6 milyon izlenebiliyor. Ödüllü filmlere sıkıcı sanat filmi gözüyle bakıyor olmak seyirciyi uzaklaştırıyor sanırım.

Tam da bu noktada, Yüksel Aksu’nun Antalya’da söylediği “seyirci dostu film yapmak” ile ilgili söylemi hakkında ne düşündüğünüzü sormak isterim.

Biz bizi izlemiyoruz ama öyle de bir gerçek var. Biz kendi içimizde birbirimizin filmlerini izlemiyoruz, ötekileştiriyoruz. Sonra da bir fırıncıya, bakkala ya da bankacıya neden beni izlemiyorsun deme hakkım yok.

Ama dönüp dolaşıp “tekelleşme” meselesine geliyoruz değil mi?

Evet, geçen senenin en iyi filmleri Abluka ve Sarmaşık bile 20 bin küsuru geçemedi. Oysa bu şirketler bir salonlarını bağımsız filmlere açsalar bir film izleme kültürü ve seyircisi de oluşacak. Eğer mesele paraysa bu da uzun vadede gelir demek. Sanki ikisi bir arada olmazmış, popüler olan mubahmış gibi bir durum var.

Geleceğe kalmak deyince, Muhsin Bey geliyor aklıma…

Ah, Uğur Yücel diyorum başka bir şey demiyorum. Gözlerinin içine bakarak oynamak istediğim tek adam…

Gelelim esas soruya, seyirci “Albüm”ü niye izlemeli?

“Biz” olduğumuz için… Her gün gördüğümüz insanlar oldukları için… Ön yargılarımızı bir kenara bırakıp izlemeliyiz ancak bu şekilde bir yere varabiliriz. Kibirle yukarıdan bakarsak hiçbir şeyi çözemeyiz.

(03 Kasım 2016)

Gizem Ertürk