“Yokuş ” adlı kısa filmi ile dikkat çeken Mehmet Can Mertoğlu’nun yönettiği bol ödüllü ve övgülü ilk filmi “Albüm”, 04 Kasım 2016 Cuma günü itibariyle ülkemiz sinemalarında gösterime giriyor ve sinemasever izleyicileriyle buluşuyor. Sinemamızda yokluğu hissedilen kara komedi türünün yüz akı bir ilk film olan “Albüm” filminin başarılı ve tecrübeli oyuncusu Murat Kılıç ile sadibey.com okurları için yazarımız Gizem Ertürk söyleşi yaptı:
“Albüm”, 4 Kasım itibariyle vizyonda, öncelikle filminizin bol ödüllü festival yolculuğunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle Saraybosna’da En İyi Film Ödülü almamız büyük bir onur, Cannes’daki En Yenilikçi Film Ödülü’de aynı şekilde… Hikayemizin ne kadar evrensel olduğunu kanıtlıyor.
“Albüm”, Adana’da da En İyi Yönetmen ve Senaryo dahil olmak üzere 3 ödül kazanmıştı. Filmin Antalya’da jüri tarafından görülmemesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Jürinin kararları kendisini bağlar. Ben kendi adıma ödül beklentisinde değildim ama filmimizin jüri tarafından onore edilmesini beklerdim. Yurt dışında bu kadar ödül almış bir filmin kendi memleketinde görmezden gelinmesine –birkaç filmle daha birlikte- kendi adıma üzüldüğümü söyleyebilirim. Afrika’da bir kabile var, berabere kalınca bırakıyorlar. Orada amaç bir ürün ortaya koymak… Antik Yunan’dan beri bir yarışma kültürü var ne yazı ki ama keşke olmasa…
Adana ve Antalya’da nasıl bir festival haftası geçirdiniz?
Her iki şehre de ilk kez bir film festivali dolayısıyla gittim. Film izlemeyi çok sevdiğim için sabah ilk seanstan gece son seansa kadar film izleyerek geçirdim. Günde 3-4 film izledim, kapıda beni görenler abi bu filme de mi geldin, diye soruyorlardı. (gülüyor)
Yeniden filme dönecek olursak, “Albüm”e nasıl dahil oldunuz?
4 yıl önce Yoel Meranda (Yapımcı) beni aradı ve Mehmet Can’ın benimle tanışmak istediğini söyledi. Beni Bir Zamanlar Anadolu’da filmindeki Polis İzzet rolünde görmüş. Bana senaryoyu gönderdi ve sonraki 3 yıl boyunca sık sık görüştük. Filmi konuşmadık, önce arkadaş olduk. Bu süreçte Mehmet Can bana bazı film ve kitap önerilerinde bulundu. Bazıları çok sıkıcı olsa da okudum, izledim. (gülüyor)
Neden bu filmde olmak istediniz?
Dürüstlük benim için çok önemli. Yoel ve Mehmet Can hayatıma o kadar güzel bir şekilde girdiler ki… Bir iş yapıp sonradan savunmak durumunda kalmaktansa savunduğum işler yapmayı tercih ettim. Bu film de derdi itibariyle benim savunduğum bir dünya görüşünü içinde barındırdığı için içinde olmayı çok istedim.
Konu itibariyle çok bize ait bir hikâye gibi görünen filmin yurt dışında bu kadar sevilmesini neye bağlıyorsunuz?
Çocuğu olmayan anne-baba, bürokrasi altında ezilen insanlar… Tüm bunlar dünyanın her yerinde aynı. Hatta Fransa’da gelin bürokrasiyi siz bir de bizde görün, diyenler bile oldu. Bu ülkeye has şeyler var ama dünyanın her yerinde yaşanabilecek bir hikâye.
Cüneyt karakterinin size çok uzak olduğunu biliyoruz. Peki onu kendinize yakınlaştırmak için neler yaptınız?
Bu kadar tek düze, ağır ve durağan bir insanın karakterine girebilmek kolay olmadı. Günde 4 paket sigara içtim. (gülüyor) Bol bol çay içtim, insanlarla çok az diyalog kurdum.
35 mm kamera ile çalışmak hakkında neler söylersiniz?
Bol bol prova yapmak derim… 5 prova yaptıysak bir kayıt alıyorduk. Kamera dendiğinde kesmeden en az 5 dakikalık sahneler çekmekten söz ediyorum. Oldukça zorlayıcıydı.
Peki en çok zorlandığınız sahne hangisiydi?
Cem Zeynel ile maç izlediğimiz sahne… Buna aynı zamanda Mehmet Can’ın mobbingini en çok arttırdığı sahne demek daha doğru olur. (gülüyor) Cem’i çok eskiden tanırım, ev arkadaşlığı yapmışlığımız bile vardır ama Mehmet Can sahneyi bir türlü beğenmiyor. Bende zaten futbol fanatiği değilim, isimleri bilmem, kim iyi oynuyorsa onu tutarım. Sporcunun zeki, çevik ve ahlâklısını severim yani…
Sonra ne oldu?
O sahneden bir gün önce bir yemek sahnesi çekmiştik. Ondan sonra hastalandım. İki üç serumdan sonra geldim. Mehmet Can istersen çekmeyelim dedi ama enerjim düşük ve durağan olduğum için çekmek istedi. O sırada sanırım ben yanlış meslek yapıyorum, oyuncu olmamalıydım diye bile düşündüm. (gülerek)
Tüm diyaloglar senaryoda yazdığı gibi mi çekildi, doğaçlamalarınız var mı?
Her şey senaryoda yazıldığı gibiydi ama yemek sahnesi normalde diyaloglu bir sahneydi. Aile bir haber alır ve yemek yerken bu haberi konuşur ancak Mehmet Can sahnenin diyalogla çalışmadığını görünce çok zekice bir yöntemle sahneyi başka bir şeye dönüştürdü. Mehmet Can’in ne istediğini bilen bir yönetmen olması işimizi çok kolaylaştırdı.
Türk seyircisi ödüllü filmlerden korkuyor mu sizce?
Korkuyor muyuz bilmiyorum ama ödüllü filmleri izlemediğimiz kesin. Nuri Bilge Ceylan Bir Zamanlar Anadolu’da ile Cannes’dan ödül aldı. Kış Uykusu, Altın Palmiye aldı. Rakamlara baktığımızda 250 bin gibi bir ortalama görüyoruz. Oysa bir komedi filmi 1, 2 hatta 6 milyon izlenebiliyor. Ödüllü filmlere sıkıcı sanat filmi gözüyle bakıyor olmak seyirciyi uzaklaştırıyor sanırım.
Tam da bu noktada, Yüksel Aksu’nun Antalya’da söylediği “seyirci dostu film yapmak” ile ilgili söylemi hakkında ne düşündüğünüzü sormak isterim.
Biz bizi izlemiyoruz ama öyle de bir gerçek var. Biz kendi içimizde birbirimizin filmlerini izlemiyoruz, ötekileştiriyoruz. Sonra da bir fırıncıya, bakkala ya da bankacıya neden beni izlemiyorsun deme hakkım yok.
Ama dönüp dolaşıp “tekelleşme” meselesine geliyoruz değil mi?
Evet, geçen senenin en iyi filmleri Abluka ve Sarmaşık bile 20 bin küsuru geçemedi. Oysa bu şirketler bir salonlarını bağımsız filmlere açsalar bir film izleme kültürü ve seyircisi de oluşacak. Eğer mesele paraysa bu da uzun vadede gelir demek. Sanki ikisi bir arada olmazmış, popüler olan mubahmış gibi bir durum var.
Geleceğe kalmak deyince, Muhsin Bey geliyor aklıma…
Ah, Uğur Yücel diyorum başka bir şey demiyorum. Gözlerinin içine bakarak oynamak istediğim tek adam…
Gelelim esas soruya, seyirci “Albüm”ü niye izlemeli?
“Biz” olduğumuz için… Her gün gördüğümüz insanlar oldukları için… Ön yargılarımızı bir kenara bırakıp izlemeliyiz ancak bu şekilde bir yere varabiliriz. Kibirle yukarıdan bakarsak hiçbir şeyi çözemeyiz.
(03 Kasım 2016)
Gizem Ertürk