Bir Peygamberin Çocukluğu

Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi (Muhammad: Messenger of God)
Yönetmen-Senaryo: Majid Majidi
Müzik: A.R. Rahman
Görüntü: Vittorio Storaro
Oyuncular: Mahdi Pakdel (Ebu Talip), Sarah Bayat (Halime), Hamidreza Tajdolat (Hamza), Arash Falahat Pisheh (Ebrehe), Rana Azadivar (Ümmi Cemil), Mohammad Asgari (Ebu Leheb), Mina Sadati (Amina), Ali-Reza Shoja Nuri (Abdül Muttalip), Mohsin Tanabandeh (Samuel), Dariush Farhang (Ebu Süfyan), Siamak Adib (Hanatte)
Yapım: Nour-e-Taban Film (2015)

İranlı yönetmen Majid Majidi’nin Hz. Muhammed’in doğumundan ergenliğe kadar geçen dönemini anlattığı “Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi” filminde insanları gözyaşlarına boğuyor etkileyici anlarıyla.

İran sinemasının değerli yönetmenlerinden Majid Majidi (Mecid Mecidi), son peygamber Hz. Muhammed’in hayatının ilk dönemlerine baktığı 2015 yapımı sinemaskop “Muhammad: Messenger of God-Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi”, İran sinemasının da geldiği önemli noktalarından biri. Filmin teknik yönleri de övgüyü hak ediyor. Filmin başlarında insan biraz hayal kırıklığına uğruyor gibi olurken, film geriye dönüş yaptığında sanat anlamında muhteşem güzelliklerini sunmaya başlıyor seyircilere. Yönetmen, daima beyazlar içindeki Muhammed’in yüzünü hiç göstermiyor. Sesi bile duyulmuyor. Muhammed konuşunca bu altyazı olarak yansıyor. Bebek Muhammed’in minik elleri ve ayakları görünüyor sadece. Çocukluğundaysa uzun saçları yüzüne düşüyor hep.

İranlı yönetmen Majidi, 1959’da Tahran’da doğdu. İran sinemasında Abbas Kiarostami, Mohsen Makhmalbaf, Asgar Ferhadi gibi önde gelen yönetmenlerden. 1997’de “Bacheha-Ye Aseman-Cennetin Çocukları”, 1999’da “Rang-e Khoda-Cennetin Rengi”, 2001’de “Baran” ve “Avaze gonjeshk-ha-Serçelerin Şarkısı” filmleri öne çıkıyor.

Işıklar içinde gelen bebek…

Bu değerli yönetmen bu filminde hikâyeye, Hz. Muhammed’in Mekke’den sürülmesiyle başlıyor. Yedinci yüzyıl… Ebu Süfyan, Kâbe’de Müslümanlara karşı savaş başlatıyor. Ortaya çıkan bu yeni din, Kâbe’ye gelen hacıları azaltırsa şehrin de geliri azalabilirdi. Araplar putlara tapıyorlardı. Elbette diğer öncü iki semavi din Museviliğe ve Hıristiyanlığa putlara tapıyorlar denmiyor. Bu saygısızlık ve hakaret olurdu. Hz. Muhammed’in amcalarından Hamza, korkunç işkencelerden yaşlı bir adamı kurtarıyor. Sonra da Mekke’den göç başlıyor. Açlık ve yokluk demek bu. Peygamber ışıklar içinde bir ayet okurken, büyükbabası Abdül Müttalip kapının dışında bunu dinlediğinde geçmişe dönüyor. Peygamber o olayı bilmiyordu ve Kuran’da vardı. Habeşistan’dan, şimdiki Etiyopya’dan fil ordusuyla gelen Kral Ebrehe (Abraha), Kâbe’yi kuşatmak istiyor. Muhammed daha annesi Amina’nın karnında. Büyük talan başlıyor. Ama bir mucize de gerçekleşiyor. Gökyüzünü kuşatan ebabil kuşları gagalarındaki küçük taşları fil ordusunun üstüne yağdırıyorlar.

Zaman geçiyor ve gökyüzünü ışıklar sarıyor. Çünkü Allah’ın sevdiği bir başka peygamber dünyaya geliyor. Hıristiyan papazları ve Yahudi hahamları bu ışığın anlamını biliyor. İsa da ışıklar içinde gelmişti. Yahudi tüccar Samuel (İşmail) bu yeni doğan bebeğin peşine düşüyor. Samuel ismine bizler İsmail mi diyorduk?

Muhammed’in babası Abdullah’la iki ay evli kalan Amina, bebeğini onsuz büyütmek zorunda. Amina’nın sütü de yok. Muhammed’in amcası Ebu Leheb’in cariyesi süt verirken, karısı Ümmi Cemil karşı çıkıyor buna. Çölde susuz kalmış bir aile Mekke’ye doğru yol alıyor. Onların da bebekleri var. Mekke’de aç kalan aile kahverengi develeri Cemil’i kasaba satarlarken, deve kaçıyor. Peşine Halime de düşüyor. Deve bebek Muhammed’in avlusuna geliyor. Memesi kurumuş Halime Muhammed’i emzirmeye başlayınca memeleri sütleniyor.

Muhammed’in mucizeleri…

Dede Abdül Müttalip bebeği, Samuel gibi düşmanlardan korumak ve Muhammed’in süt emmesi için, sütannesi Halime’nin ailesinin yanına veriyor. Muhammed güvende büyüyor orada. Halime hastalandığında şifacılar büyülerle onu iyileştirmek için uğraşırlarken, Muhammed, ona sarılıp şifa veriyor. İlk mucizesiydi bu. Elbette mucize yayılıyor. Aslında filmde çocuk Muhammed’in yaşadığı birkaç ana dokunmak gerçekten insana sıcak bir huzur veriyor. Filmi izlerken, kendiliğinden insanın boğazı düğümleniyor ve gözleri ıslanıyor.

Genç Muhammed, keçileri güderken bir ses duyuyor. Öfkeli adam, soyunun tükendiğini düşünen adam yine kız bebeği doğurmuş karısına öfkesini boşaltıyor. Muhammed mezarın içindeki tatlı bebeği alıyor ve elindeki zile bebeği sakinleştiriyor. Sonra da bebeğin babasını teskin ediyor. Muhammed’in gözleri, hiç görmediği babasına benziyormuş. Muhammed de, bebeğin gözlerinin babasına benzediğini söylüyor. Güzel sözler, ürpertici kasırgaları bile teskin ederdi. Bir an daha unutulmazdı. Deniz

kıyısında balıkçı halk kıtlıktan açlık çekiyorlar. Bu yüzden tanrılarına kurbanlar veriyorlar. Denizin içine doğru uzanan kayalıkta dışlanmış anne ve çocuklarının yanına gidiyor genç Muhammed. Sonra da mucize yaşanıyor. Dev dalga onlarca balığı kıyıya taşıyarak kasabalının açlığını bitiriyor. Filmdeki başka unutulmaz anları perdede görmek gerek. Üç saate yakın süren bu değerli film görülmeyi hak ediyor. Elbette filmi izlerken, Hintli besteci-şarkıcı AR Rahman’ın tınılarına da kulak vermeli. Bernardo Bertolucci ustanın birçok filmini gözleri olmuş büyük usta Vittorio Storaro’nun görüntüleri de muhteşemdi. Bu film, üçlemenin ilkiydi belirtelim.

(27 Ekim 2016)

Ali Erden

ailerden@hotmail.com