Şahan Gökbakar’a Birkaç Söz

Aslında bu yazı, Şahan Gökbakar’ın İzzet Çapa’yla yaptığı söyleşi olmasa kaleme alınmayacaktı. Bu durum, -Gökbakar’ın iddialarının tersine- günümüz sinemasında önemli bir duruma işaret eden ve korkarım ki bir süre daha devam edecek olan Recep İvedik olgusunu önemsememekten kaynaklanmıyor; aksine geniş yığınlar ile yedinci sanat arasındaki kitlesel işbirliğinin en önemli dışavurum alanının mizah olduğunu gayet iyi biliyorum. Ne var ki oyuncunun iki ana başlıkta toplanabilecek düşüncelerinden ilki, sinema yazarlarının / aydınların İvedik tiplemesiyle (dolayısıyla da kendi üretimleriyle) arasının açık olmasına yol açan durumla ilgili. Gökbakar’a göre yarattığı “halk kahramanı”na duyulan öfkenin sosyolojik bir arka plânı var:

“Türkiye’de sosyal, ekonomik, kültürel dengesi birbirinden ayrı insanlar yaşıyor. İkon olarak Recep İvedik’i ortaya koyarsak; onun simgelediği her şeyden nefret edenler var. Bu adamlar; yaşadıkları toplumdan da, o toplumun beğenisinden de, siyasi tercihlerinden de, kısacası her şeyden tiksiniyorlar. Sokakta bu tip bir adamı görünce ‘ıyyy’ diyorlar.”

Bir başlangıç noktası bulmak zor olmakla birlikte, Gökbakar’ın konjonktürel siyasetten bağımsız ele alınamayacak bu sözleri, sinemasal bir figür üzerinden Türkiye okumasına kadar genişleyebilir; ancak oyuncunun unuttuğu bir şeyler var. Öncelikle İvedik’in temsil ettiği sosyal kişiliğe tepki duyulması söylemi oldukça havada kalıyor; çünkü böyle bir temsiliyet yok! Recep İvedik, alabildiğine karikatürleştirilmiş, karton haline dönüşmüş marjinal bir imge. Sinema tarihine damgasını vuran komik figürler gibi, yanında saf tuttuğu kesimlerin (son filmdeki yeşil alan savunuculuğu da dahil olmak üzere) eli, ayağı, dili olma gibi bir derdi yok. Evet, daha sessiz dönemlerde makinelerla savaşa giren Keaton’dan eser yok onda; Chaplin gibi paranın karşısına sokağı da çıkarmıyor; ya da Harold Lloyd’un metropol kabusunu paylaşmıyor. Tati gibi takıntıları yok; Peter Sellers’ın, Jerry Lewis’in masumiyetinin yanından bile geçmiyor. Örnekler bizim sinemamızla sürdürülebilir; örneğin kendisinden önceki son komik kahraman olan Şaban’ın temsiliyetinin yanına dahi yanaşmıyor; politik okumalara çok daha açık Bilo (İlyas Salman) ise çok daha uzak bir kıtada…

Şaban’a sahip çıkanlar, şimdi yerinde AVM’lerin, gökdelenlerin olduğu o sevgi dolu mahallelerde yaşayanlar, 70’ler / 80’ler Türkiye’sinde, yanıbaşlarında öyle bir karakterin olması için neler feda etmezdi ki? Bir de benzer bir vurgudan hareketle, sokağına sahip çıkıyor gibi görünen Recep İvedik’i düşünelim. Hoyratlığın son kalesi gibi duran “kahramanımız”, olanca ölçüsüzlüğüyle mahalleliye kan kusturmak için orada bulunuyor gibi; hatırlayınız, amacı ne kadar kutsal gibi görünse de, zabıtaya, kahvedeki vatandaşlara, ev hanımlarına hatta çocuklara çektirdiği azap ve çok daha önemlisi adadaki maceraları.

Sizin anlayacağınız, sinemada “kahraman” olma iddiası taşıyan evrensel komiklerin tarihini ve hayata karşı duruşlarını unutmamızı ve önümüze koyduğu üretimi koşulsuz kabullenmemizi istiyor Gökbakar. Hadi, önceki filmlerde otel sorumlusu ile garsona uyguladığı orantısız şiddeti (yoksa orantısız zekâ mı demeli!) bir an için gözden kaçırdık diyelim; peki, adadaki tek dostunu adeta köleliğe zorlamasına ya da kilolu olması dışında hiçbir davranışıyla antipati uyandırmayacak bayan yarışmacıyı eline / diline dolamasına ne diyeceğiz? (Serinin son filminde upuzun bir süreye yayılan takım seçmelerini hatırlayın ve Gökbakar’ın güldürme noktasındaki tercihini gözden geçirin lütfen.) Bir güldürü unsuru olarak “kaba komedi”, olsa olsa ancak bu kadar kaba ele alınabilirdi.

İvedik’in toplumun beğenisine sahip olduğunu yalnızca gişe sonuçlarından çıkaran oyuncunun buradan derin Türkiye analizine soyunması ve aydın / halk ilişkileri hususunda fikir beyan etmesine söylenecek tek söz, “halkın kahramanının” zamana ne kadar direnebileceği ve onunla ilgili son kararı tarihin vereceği olmalı kanımca. Zira sinema tarihinde gişe rekorlarına imza atıp günümüzde hiçbir anlam ifade etmeyen birçok film olduğu gibi, zamanında değeri anlaşılamamış pek çok başyapıt bulunmaktadır. Yine de Recep İvedik’e ‘ıyy’ diyenlerin sadece belli bir toplum kesimi olmadığını, tiplemenin yanında gibi durduğu geniş kesimlerin de benzer duygular taşıdığını söylemekle yetinebiliriz. Burada söz konusu olan, Gökbakar’ın iddia ettiği gibi filme gidenlerin hor görülmesi veya aşağılanması değil, onun sinemasının, taşıdığı iddiaların tersine, neye, hangi oranda hizmet ettiğinin sorgulanmasıdır. Bu durum, yalnızca Gökbakar’la ya da onun üretimleriyle alakalı olmayıp, kitlesel olan hemen hemen tüm yapımlar için geçerlidir.

Sonsöz olarak oyuncunun, sanatçı ve muhalefet ilişkisine getirdiği yorumun “sahici” olduğunu söyleyebiliriz:

“Bu kişinin dünyaya bakış açısına göre değişir. İçinde muhalif olup, işlerine bunu yansıtmayabilirsin.”

Doğrusu, başta Gezi süreci olmak üzere tutum ve davranışları hakkında bolca fikir sahibi olduğumuz Gökbakar’ın “içinden” muhalif olup olmadığına dair birşeyleri sorgulamak istemeyiz; ama oyuncunun bunu “dışa” yansıtmama hususundaki yorumu gerçeğe uygun görünmektedir.

(23 Şubat 2014)

Tuncer Çetinkaya
ModernZamanlar Sinema Dergisi Editörü