Cannes Film Şenliği Jüri Büyük Ödülü’nün ardından 1995 yılında Yabancı Film dalında Oscar’ı da alarak büyük başarı kazanan Güneş Yanığı (Burnt by the Sun – Utomlennye Solnstem), yıllar sonra bir devam filmiyle yeniden gündeme geldi. Nikita Mikhalkov’un Sovyetler Birliği’nin dağılması ertesinde kotardığı klâsikleşmiş ilk film, 1936 yazında bir günde geçer. Devir Stalin’in ‘Büyük Temizlik’ olarak da tarihe geçmiş terör dönemidir. Cadı kazanlarının kaynadığı bu yıllarda Troçki’nin başı çektiği Bolşevik Partinin eski önderleri akıl almaz suçlamalarla emperyalist devletlerin ajanları olarak mahkûm edilmişlerdir. Filmimizin baş kişisi Sosyalist Devrim kahramanı Albay Kotov da bu haksız suçlamalardan nasibini alarak kendisinin ve ailesinin hayatı karartılan dönemin trajik aktörlerinden birisidir. Karısının burjuva kökenli ebeveynlerinin emektar yazlık evinde, parlak güneşin ortalığı neşeye boğduğu o Çehovyen yaz gününde beklenmedik bir ziyaretçi, albayın ailesini, özgürlüğünü ve yürekten bağlı olduğu Sovyet ülküsünü ellerinden alacaktır. Karısının ilk gençlik aşkı Mitya, Sovyet Gizli Polisi kimliğiyle yıllar önce yetiştiği bu güzelim ‘Vişne Bahçe’sine bir bomba gibi düşecek ve kişisel intikamının ateşiyle aileyi dağıtacaktır. Film adını dokunaklı bir aşk şarkısından almıştır, mecazi anlamda kullanılmış Stalin güneşi de cezbedici parlaklığı ölçüsünde yakıcıdır, yıkıcıdır, ya da Fransızca çok yakışmış ismi ‘Le Soleil Trompeur’de olduğu gibi aldatıcıdır.
Oscar başarısının ardından politikaya da atılan Mikhalkov, klâsikleşmiş ilk filmden tam 16 yıl sonra, Rusya’da yapılmış en büyük bütçeli yapım sloganıyla takdim edilen bir devam filmine soyunmuş. Sonucun parlak olmadığını, fazlasıyla zorlama bir filmle karşı karşıya olduğumuzu baştan söyleyelim. Şöyle ki, ilk filmin sonunda çıkan yazılarda belirtildiği üzere Albay Kotov tutuklandıktan sonra infaz edilmiş, karısı Marusya ise bir toplama kampında hayatını kaybetmişti. Güneş Yanığı 2’nin başında Albayın ölümden kurtulduğunu, eşi ve kızının ise Mitya’nın himayesinde başka kimliklerle hayatta kaldığını öğreniyoruz. Ve bütün film boyunca Nazi işgâli altında kırılan Sovyetler Birliği’nden kanlı savaş manzaraları ardı ardına sergileniyor. Mikhalkov’un Hollywood savaş filmlerine nazire olarak çektiğini düşündüğüm bu Rus üstün yapımının tarz olarak özgün Güneş Yanığı ile yakından alâkası yok. Üstelik yeniden hizmete giren Feriye Sineması’nda gösterilen 2,5 saatlik kopya, devam filminin yalnızca birinci bölümünü içermekte olup öykü de sonlanmıyor. Benzerlerini gerek Rus, gerekse dünya sineması örneklerinde defalarca izlediğimiz bu savaş mezalimi toplamından şahsım adına geriye kalan, ölmek üzere olan gencecik Rus askerinin kendisine yardım elini uzatan genç kızın göğüslerini görmek istediği o dokunaklı sekans oluyor. Bir de bazı plânları devam filminde de kullanılan özgün ilk filmi yeniden izleme isteği ve uzun bir aradan sonra Feriye Sineması’na tekrar kavuşmanın keyfi.
(11 Ekim 2012)
Ferhan Baran