Dokuz Eylül Üniversitesi Film Tasarımı Bölümü’nde Bölüm Başkanı olarak görev yapan Prof. Dr. Ertan Yılmaz, 2011 yılında sinema kitaplığımıza birbirinden önemli beş eser kazandırdı. İlk çevirileri 80’li yıllarda Yarın ve Stüdyo İmge’de yayınlanan akademisyen ve yazar, geçmişte, aralarında Robin Wood’un “Hitchcock Sineması”, Bordwell ve Thompson’un “Film Sanatı” ve Koller’in “Yalnızlık Sineması”nın da bulunduğu çokça çeviriye imza atmış; ayrıca “Amerikan Sinemasında Savaş ve Vietnam Filmleri” ile “1968 ve Sinema” adlı iki kitap kaleme almıştı. Yılmaz’la son dönemdeki çevirilerinin yanı sıra, sinema yazınına dair görüşlerini ve gelecekteki projelerini konuştuk:
TUNCER ÇETİNKAYA: 2011’de yayınlanan sinema kitaplarının önemli bir bölümüne derleyen ve çevirmen olarak imza attınız. Öncelikle “bu üretkenliği neye borçlusunuz” diye sormadan yapamıyor insan…
ERTAN YILMAZ: Türkiye’de bir bilgi alanı olarak sinema göreceli olarak yeni bir olgu. Sinema eğitimi vermeye çok geç başlamış bir ülkeyiz. 1917 Ekim Devrimi’nden kısa bir süre sonra Sovyetler Birliği’nde hemen sinema okulu kurmuşlar. Biz 1970’lerin ortasında bu etkinliğe başlamışız. Akademik alanda çalışan insanlar bilgi üretmekle yükümlüdür. Üretilen bilginin o alanın ya da bizim alanımız olan sinemanın gelişmesine, üretiminin kalitesinin artmasına yaraması gerekir. Türkiye’de bu alanda giderek daha fazla bilgi üretildiği doğru. Ancak yeterli düzeyde olmadığı da bir gerçek. Sinema bilgisi özgün çalışmalarla olduğu kadar çeviri metinlerle de gelişmek durumunda. Bu alanda ülke dışında yazılan çok değerli araştırmalar var ve bunların Türkçeye aktarılması gerekiyor. Beni sinema kitaplarını çevirmeye yönelten o özel olayı anlatmalıyım. 1990’ların ilk yarısında doktora tezim genel olarak 1968 ve politik sinema üzerineydi ve Türkçede doğru dürüst kaynak yoktu. İngilizce kaynak istemek için, ünlü bir eleştirmenin, bir dostu aracılığıyla bağlantı kurarak evine gittim. Evinin kütüphanesine gitti ve dönerek bana bu konuda “bende kaynak yok” dedi. Emin değildim, ama yalan söylediğini, bana kaynak vermek istemediğini düşünüyordum. Çünkü ülkemizde belirli insanlar, özellikle de üniversite hocaları yabancı dilde kitapları okuyup, derslerinde bu kitapları kullandılar ve bir anlamda o kitaplardaki bilgileri tekellerinde tutmanın, yani saklamanın avantajını yaşadılar. Bilginin paylaşılması gerekir ilkesine inanıyorum. İşte bu yüzde o ünlü eleştirmenin evinden ayrılıp yolda yürürken, “madem kaynak var ve Türkçesi yok, o zaman ben çeviririm” diye karar verdim ve o gün bu gündür sinema kitapları çeviriyorum.
T. Ç.: Akademisyen kimliğiniz olmakla birlikte, geniş sinema okuyucusunun sizi öncelikle, yıllar önce Antrakt tarafından hazırlanan “Vietnam Filmleri” ve ardından gelen “1968 ve Sinema” adlı eserlerle tanıdığını söyleyebiliriz. Çevirilerinizde tercih ettiğiniz yazarlar / konular ile sinema anlayışınız arasında bir paralellik var mı?
E. Y.: Çevirilerde tercih ettiğim yazarlar ve konular var tabii. Her zaman tercih etmem mümkün olmuyor ama dünya görüşüme, yani sosyalizme yakın bulduğum yazarların metinlerini daha isteyerek ve zahmetsizce çeviriyorum. Bu açıdan çok zor bir metin olmasına rağmen James Roy MacBean’ın Marksist bakış açısından yazdığı “Sinema ve Devrim” kitabını büyük bir hazla çevirdim, çok uğraştırdı ve yayınevinin editörüyle çok boğuştum, ama sonunda istediğim gibi yayımlandığı için mutluyum. Aynı şekilde Robert P. Kolker’ın kitaplarını da, yazar sinemanın, içinde yaşanılan ve insanı örseleyen/kendine yabancılaştıran, hiyerarşik ve baskıcı bugünkü sistemin değiştirilmesinde ve daha insanca ve adil bir düzenin kurulmasında işlev görmesi gerektiğini düşünerek yazdığı için, çok severek tercüme ettim.
T. Ç.: Dilerseniz çevirilerinize Godard’dan başlayalım. Önce “Konvansiyonele Karşı Modernist Sinema”, ardından da “Sanatçının Yetmiş Yaşında Bir Portresi”… Sizce Godard neden bu kadar önemli?
E. Y.: Godard başka türlü bir sinemanın yapılabileceğinin hâlâ yaşayan bir örneği. Hiçbir zaman yerleşik sinema anlayışıyla uzlaşmamış bir sanatçı/yönetmen/düşünür. Ancak Godard’ın sinemasını/filmlerini anlamak ve onlardan haz almak kolay değildir. Filmlerini bir kez izlemeniz yetmez, üzerine kafa yormanız gerekir. Ancak onları anlamaya başlayınca da, müthiş bir keyif alırsınız. Marx’ın çok önemsediğim ve birkaç yazıda alıntıladığım bir cümlesi vardır: “Sanattan haz almak istiyorsanız, sanatın kültürüne sahip olmalısınız” der. Ben burada “sanat” sözcüklerinin yerine Godard’ı yerleştiriyorum.
T. Ç.: James Monaco’nun Batı’da klâsikleşen “Bir Film Nasıl Okunur?”u, sonra da Kolker’den “Film, Biçim ve Kültür”… Bu tür kitapların sinema yazınıyla aktif olarak ilgilenen okuyucuda nasıl bir değişim sürecine yol açacağını tahmin edersiniz?
E. Y.: Keşke böyle keyifle çevirebileceğim kitaplar bulabilsem, çünkü bu kitapları büyük bir zevkle çevirdim. “Bir Film Nasıl Okunur?” şimdilerde 13. baskısını yaptı. Türkiye’de, özellikle de sinema alanında bir kitabın bu kadar okunması inanılmaz görünüyor. Çok basılmasının en önemli nedenlerinden biri ülkemizde sinema eğitiminin, düzeyi tartışmalı olsa da, yaygınlaşması. Bilebildiğim kadarıyla sinema dersleri veren hocalar genellikle bu kitabı öğrencilerine tavsiye ediyorlar, çünkü Türkçe’de literatür hâlâ çok zayıf. Öğretmek ve öğrenmek için temel bir kitap olduğunu düşündüğüm için Monaco’nun metniyle uğraştım. Başta belirttiğim gibi sinema aynı zamanda bir bilgi üretme ve edinme alanı. Sinemadan anlamak, filmlerden gerçekten keyif almak onun hakkında bilgi sahibi olmayı da gerektiriyor. Çerçeve nedir, objektif çeşitleri nedir, nasıl aydınlatma yapılır, kamera hareketlerinin ne gibi anlamları olabilir, tür nedir, auteur yönetmen kimdir gibi sinemanın birçok yanından haberdar olursanız, yani filmin ne anlattığı kadar nasıl anlattığının farkına varırsanız, o zaman film izleme deneyiminiz ister istemez zenginleşecektir.
T. Ç.: “Filmde Yöntem ve Eleştiri” de bir başka önemli temel kaynak. Eisenstein’den Griffih’e, Bazin’den Wood’a pek çok önemli isim, konsept dahilinde bir araya getirilmiş. Söz eleştiriden açılmışken, Türkiye’de sinema eleştirisine dair görüşlerinizi alabilir miyiz?
E. Y.: Türkiye’de sinema kitaplarının sayısı artıyor. Yayınevleri bu kitapları basmakta geçmişe göre daha istekli görünüyor, ancak temel kuramsal metinlerin çevirisi pek yapılmıyor. Düşünsenize, sinema tarihinde auteur yönetmen tartışmasını başlatan Truffaut’nun “Fransız Sinemasında Belirgin Bir Yönelim” adlı yazısı ancak 2010 yılında öğrencim de olan Dr. Rana İğneci Süzen imzasıyla, “Sanat Sineması Üzerine” adlı derlemede yayımlanabildi. Benzer bir durum Cahiers du Cinéma Dergisi editörlerinin ortaklaşa yazdıkları “John Ford’s Young Mr. Lincoln” adlı yazısı için de geçerli. Bu, sinemamız ve sinema kültürümüz açısından gerçekten çok vahim bir durum. Kuşkusuz her hafta gazetelerde kendilerine ayrılmış köşelerde haftanın filmleriyle ilgili yazı yazan insanların yazdığı eleştiriler gazetelerin onlara ayırdığı yer, birden fazla filmle ilgili yazı yazma zorunluluğu gibi nedenlerle önceden koşullanıyor. Ama biz buna zaten popüler eleştiri diyoruz. Bu alanda fazla bir derinlik beklemek boşunadır. Ancak dergilerde, akademik yayın organlarında üzerinde uzun uzadıya düşünülen ve yazılan eleştiri yazıları var. Bunların niteliği çok önemli.
T. Ç.: “Modernizmi Seyretmek” ve “Değişen Bakış”, sinema tarihinin farklı ve -pek de popüler olmadığı için- çok iyi bilinmeyen dönemlerine ışık tutuyor. Bu eserlerin “Yeni Türkiye Sineması”nda varolduğu iddia edilen eğilimlerin algılanmasına katkı sağlayacağını düşünüyor musunuz?
E. Y.: Elbette. Çünkü bu kitapların incelediği dönem/yönetmenler/filmler Türkiye’de fazla bilinemedi. Modernist denen yönetmenler 1960’ların sonundan itibaren Sinematek etkinliği sayesinde ve daha sonra da sinema festivallerinde izlenebildi, üzerine yazılar yazılabildi, dolayısıyla sınırlı bir çevre içinde kaldı. Yeni Türkiye Sineması’nı anlayabilmek için bu kitaplarda incelenen dönemlerin, yani modernist sinemanın bilinmesinin zorunlu olduğunu düşünüyorum. Bu iki kitap, birincisi Varoluşçuluğu, diğeri ise sol-radikal değişimci bir bakışı temel alarak yönetmenleri etkileyen modernist sinemayı inceliyor. Zaten Yeni Türkiye Sineması’nın ortaya çıkıp kabul görmesinin temelinde de, tıpkı modernist sinemanın kendisini egemen sinemadan koparması ve ona alternatif olması gibi, eski Yeşilçam kalıplarını kullanmamaları, ona karşı gelerek yeni bir sinema estetiği arayışı yatıyor. İşte bu yeni arayışlarında onlara rehberlik eden de modernist sinema. Evet, artık 1920’lerdeki ya da 1960-70’lerdeki gibi filmler yapılmıyor, ama yeni bir sinema estetiğinin oluşturulması da, o dönem yapılanların üzerine inşa edilmek zorunda.
T. Ç.: Son çalışmanız “Caligari’den Hitler’e” gerçek bir sürpriz oldu. Bir yanıyla sessiz sinemanın en özgün dönemlerinden birine dair eşsiz bir kaynak, diğer yandan da Batı’da üzerine çok tartışılmış bir metni gündeme getiriyor. Türkiye’de çok geç yayınlandığını üzülerek belirteceğimiz bu kitabı yayınlama süreciniz nasıl gelişti?
E. Y.: Doğrudur, çok geç yayımlandı, çünkü başlangıçta birkaç yayınevine bu kitap için başvurdum, ancak sonuç alamadım. Frankfurt Okulu çevresi çok önemli. Sevgiyle andığım Ünsal Oskay bu okulun Türkiye’de bilinmesi için ömrünü verdi diyebilirim. Ben de bu konuda ondan çok şey öğrendim ve yıllardır bu okulun işlendiği en az dört-beş ders veriyorum. Okul üyelerinin metinlerinin ne kadar zor olduğunu biliyorum. Nitekim bu metinlerin Türkçe’ye çevrilmesinde yaşanan güçlükleri de anlayabiliyorum. O yüzden Kracauer’in metnine “hakkını verebilir miyim” diye temkinli yaklaştım. Ancak yazarın yazdığı konuyu (erken dönem, 1930’ların ortalarına kadar olan Alman sineması) bir miktar biliyorsanız, içinde yer aldığı toplumsal bağlamından haberdarsanız (Weimar dönemi) yazarı ve yazdığını anlamakta kolaylık yaşıyorsunuz. Burada bahsetmem gereken bir konu var: Örneğin ben tıpla ya da genetikle ilgili metni çeviremem, çünkü bağlamı bilmiyorum. Çeviride ilgili bağlamı bilmek çok önemli bir mesele. Yalnızca dil bilmeniz yetmiyor. Yayınevlerinin bu konuda (sinema kitapları) titiz davranmaları ve çevirileri basarken sinema bilen insanlardan yardım almaları gerekiyor, aksi takdirde önemli çeviri yanlışlarına ve dolayısıyla yanlış bilgilenmeye neden olabiliyor.
T. Ç.: Önümüzdeki döneme ilişkin yeni projeler, çeviri, derleme ya da özgün çalışmalarınız hakkında bilgi verir misiniz?
E. Y.: “Amerikan Sinemasında Savaş ve Vietnam Filmleri” çalışmasını güncelleştirmek istiyorum. Çünkü o araştırmayı yaptığım dönemden (1988-90) bu yana ABD’nin Irak’a ve Afganistan’a müdahaleleri, Irak’ı işgali yaşandı. Bunlarla ilgili onlarca film çekildi. Vietnam Savaşı ile ilgili aldatıcı/yanıltıcı filmler bu savaşlarla/müdahalelerle ilgili olarak yapılmaya devam ediyor. Hollywood’un, istisna filmler hariç, filmlerde ürettiği yalanları deşifre etmek gerekiyor. Ama ne zaman vakit bulurum, açıkçası bilemiyorum. Şu sıralar çevirisini tamamlayıp teslim ettiğim Mike Wayne derlemesi “Sinemayı Anlamak – Marksist Perspektifler” adlı bir kitap var. Birkaç ay içinde yayımlanacağını umut ediyorum. Ayrıca Fransız Sineması Tarihi’ni çeviriyorum ve sonra da İtalyan Sineması Tarihi’ne yöneleceğim. Şunu özellikle vurgulamak isterim: Ele aldığım kitapların büyük çoğunluğunu kendi isteğimle çevirdim ve yayımlatmak için yayınevi aradım. Çok az kitabı bir yayınevinin isteği üzerine çevirdim. Yayınevlerinin sinema kitabı çevirmeye ilgi duymaya başladığını belirttim, ancak benim çevirdiğim kuramsal nitelikteki metinler hâlâ rağbet görmüyor. Oysa yaşam öyküleri, röportajlar vb. kitapların yanında bu tip metinlere de önem verilmesi gerekiyor.
(29 Kasım 2011)
Tuncer Çetinkaya
ModernZamanlar Sinema Dergisi Editörü