Oscar Yolunda 11 Film 7. İstanbul Animasyon Festivali’nde

İstanbul Animasyon Festivali, bu sene 11 film ile Oscar tahminleri yapıyor. Oscar ödüllerinin En İyi Kısa Animasyon Film kategorisi için 45 filmden oluşan uzun liste açıklandı. Bu filmlerden 11’i ise 7. İstanbul Animasyon Festivali dahilinde gösterilecek. İspanyol yönetmenler Enrique Garcia, Ruben Salazar’ın filmi Daisy Cutter, Polonya’nın ünlü animasyon stüdyosu Platige Image’den Damian Nenow’un filmi Paths Of Hate, Savaşı Sevmiyoruz bölümünde yer alıyor. Denizler ve Denizciler bölümündeki The Storyteller ise diğer aday.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Oscar Yolunda 11 Film 7. İstanbul Animasyon Festivali’nde yazısına devam et
  • Hollywood’dan Türkiye’ye Sinema Dünyasının Nabzını Tutan, Kanaltürk Klak Sinema Programı Taptaze Bölümüyle Karşınızda

    Celal Tan ve Ailesi’nin Aşırı Acıklı Hikayesi’nde Selçuk Yöntem’in genç eşi Özge, Kosmos’un gizemli Neptün’ü, Musallat 2: Lanet’in Elif öğretmeni, son yılların en başarılı genç oyuncusu Türkü Turan, Klak Stüdyosu’nda. Motion Capture tekniğiyle hazırlanan Türkiye’nin ilk uzun metraj 3D filmi Allah’ın Sadık Kulu: Barla’nın set ziyareti, yönetmeni Esin Orhan’dan filmin yapılış öyküsü Klak Arkası’nda. Haftanın yeni filmleri Dedemin İnsanları, Zirveye Giden Yol (The Ides Of March) ve Hayat Ağacı (The Tree Of Life), sinema dünyasından son haberler Gizem Ertürk’ün hazırladığı Klak’ta sizleri bekliyor. Klak, 26 Kasım Cumartesi 15:10’da Bugün TV’de, tekrarlar Cumartesi 01:20, Pazar 17:20’de.

  • Basın Bülteni
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Hollywood’dan Türkiye’ye Sinema Dünyasının Nabzını Tutan, Kanaltürk Klak Sinema Programı Taptaze Bölümüyle Karşınızda yazısına devam et
  • Bir Zamanlar Anadolu’da, Asya Pasifik Film Ödülleri’nde Önemli Ödülleri Kazandı

    Nuri Bilge Ceylan’ın yazıp yönettiği, Zeynep Özbatur Atakan’ın yapımcılığını üstlendiği Bir Zamanlar Anadolu’da, Asya Pasifik bölgesinin en prestijli sinema ödüllerinden olan Asya Pasifik Film Ödülleri’nden (APSA) üç ödülle döndü.
    Nuri Bilge Ceylan, En İyi Yönetmen; Gökhan Tiryaki, En İyi Sinematografi ve yapımcı Zeynep Özbatur Atakan da Uluslararsı Jüri Büyük Ödülü ile ödüllendirildi. Dün akşam sonuçları açıklanan beşinci geleneksel Asya Pasifik Film Ödülleri’nde Asghar Farhadi’nin filmi Bir Ayrılık (A Seperation) En İyi Film Ödülünü aldı. (Haber: Serpil Boydak.)

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Dedemin İnsanları

    Çağan Irmak’ın son filminin ilk üç gününde seyirciden çok iyi rağbet görmesi basına “Dedemin İnsanları, Çağan Irmak’ın en iyi açılış yapan filmi oldu” şeklinde yansıtıldı. Bu ifade diğer filmlerinin ilk 3 gün hasılatlarıyla karşılaştırıldı. “Issız Adam”a bir şey demeyeceğim ama yapımcısı Avşar Film’de çalıştığım sırada vizyona giren “Babam Oğlum”a basın koordinatörü olarak kenarından köşesinden bulaşmışlığım var. O nedenle bir hatırlatma yapayım. “Dedemin İnsanları” belirtildiği gibi ilk 3 gününde 490 salonda vizyona girdi ve 164.500 kişi tarafından seyredildi. “Babam Oğlum” ise ilk 3 gününde 35 salonda vizyona girdi ve 35.101 kişi tarafından seyredildi. Rakamları salon adedine indirgersek Çağan Irmak’ın En İyi Açılış Yapan Filmi hâlâ “Babam Oğlum”, çünkü Dedem’i 3 günde salon başına 336 kişi, Babam’ı 1.101 kişi izlemiş. Şimdiden yazayım “Dedemin İnsanları” vizyonunu tamamladığında benzer bir kıyaslama yapılırken “Babam ve Oğlum”un vizyonunu -yanlış hatırlamıyorsam- 175 kopya ile tamamladığı da dikkate alınsın. Birde “Çağan Irmak’ın filmleri genelde kulaktan kulağa yayılarak seyircinin ilgisini çekiyor” deniyor. Bu ifadede de bir eksiklik söz konusu. “Dedemin İnsanları”nın tanıtımını yapan arkadaşın da başına aynı şey geldi. Biz basın koordinatörleri istisnasız her film için aynı tanıtım gayretini gösteririz, ondan sonrası filmin kendisine kalmıştır. “Babam ve Oğlum”da da öyle bir söylenti çıkmıştı, neymiş efendim film iyi duyurulmadığı halde kulaktan kulağa yayılarak seyircisini arttırmış. Açıkladığım üzere hiçde öyle değil. Film iyi hasılat yaptığında kulaktan kulağa, tepeden tırnağa, aşağıdan yukarıya, sağdan sola yayılmış oluyor, kazara iş yapmazsa basın elemanları al gülüm ver gülüm. Olmuyor yani, tarihe not düşmüş olayım.

    (01 Aralık 2011)

    Sadi Çilingir

    2. Malatya Uluslararası Film Festivali’nde Jürinin İşi Zor

    2. Malatya Uluslararası Film Festivali’nin 5. gün etkinlikleri kapsamında 22 uzun film, 5 kısa film ve bir belgeselin gösterimleri festival sinemaları ve Malatya Kongre ve Kültür Merkezi Salonları’nda gerçekleştirildi. Jüri üyeleri festivalin “kalitesine” dikkat çekerek, seçim yapmanın “zor olacağını” söyledi. Festivalin 5. gün gösterimleri kapsamında Ulusal Uzun Film kategorisi yarışmacılarından Kar Beyaz’ın galası yapıldı. Gösterimden sonra izleyiciler ile sohbet eden filmin yönetmeni Selim Güneş, Sabahattin Ali’nin Ayran adlı öyküsünden uyarladığı filme mekân olarak Şavşat’ı seçmesinin nedenini izleyiciler ile paylaştı.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    2. Malatya Uluslararası Film Festivali’nde Jürinin İşi Zor yazısına devam et
  • Yiğit Özşener, Kanal D Cinemania’da

    Ömür Gedik’in hazırlayıp sunduğu sinema programı Kanal D Cinemania’da bu haftanın stüdyo konuğu Dedemin İnsanları filminin başrol oyuncularından Yiğit Özşener.
    Ünlü aktör, Çağan Irmak’ın babasını oynamayı neden kabul etti? Türkiye’de göçmen olma durumuyla ilgili hangi yorumlarda bulundu? Hangi konuda oldukça kıskanç biri olduğunu söylüyor?
    Editörlüğünü Fırat Sayıcı’nın yaptığı programda vizyona giren yeni filmler, haberler, vs. yer alıyor. Ömür Gedik’le Cinemania her Cumartesi Kanal D’de.

  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Yiğit Özşener, Kanal D Cinemania’da yazısına devam et
  • Alacakaranlık’tan Gençliğe Hitabe

    Twilight serisinin dördüncü filmi Twilight Saga: Breaking Dawn – Part 1 (Alacakaranlık Efsanesi Şafak Vakti Bölüm 1) tıpkı Hary Potter’ın son iki filminde uygulanan taktikte olduğu gibi ikiye bölündü.
    Ve yine beklendiği gibi gişe rekorları kırıyor.
    Tabii Twilight’ın hinlikleri bununla sınırlı değil.
    İzleyici kitlesini özellikle gençlerin oluşturduğu Twilight’ın sondan bir önceki bölümü Breaking Dawn adeta gelenek, görenek ve ahlâk bilgisi dersi gibi.
    Nasıl mı?
    Bir kere gençler kendi hayatlarıyla ya da hayalleriyle bir şekilde bağlantı kuramadığı bir filmi böylesine sahiplenmez.
    Twilight, her ne kadar vampir ve kurt adamlarla dolu fantastik bir hikâye gibi görünse de bu tiplemeleri (görünüşlerindeki gerçeklikten de dolayı) kendi hayatlarında bulmaları olası. Bella ve Edward arasındaki ilişkiyi fena halde ciddiye alıyor ve kendileri de tıpkı Edward gibi bir sevgili bulma hayalleri kuruyorlar.
    Peki Edward’ın vampir olmak dışındaki özellikleri neler?
    Bir kere yaşı büyük ve olgun…
    18 yaş altı genç kızlara bak böyle büyük bir adamla birlikte olursan baştan bir şeyleri kabullenmelisin mesajı veriliyor bir kere.
    Peki, yaptın bir hata ve aşık oldun, o halde mutlaka evlenmelisin.
    Evlilik dışı ilişki yaşamamalısın diyerek okuldu, eğitimdi, kariyerdi her şey bir kenara bırakılıyor.
    Evlilikten önce cinsel bir yakınlaşma kesinlikle yaşanmıyor.
    Bir de işin içine bebek girince, durumun ciddiyeti giderek artıyor.
    Bu yaşta hamile kalan her kıza o çocuğu dünyaya getirmemesi öğütlenir.
    Çünkü kendisi daha çocuktur ama filmimiz sizin günahlarınızı o masum yavru çekmesin diyerek onu dünyaya getirme pahasına annenin ölümü daha doğruymuş gibi gösteriyor.
    Tabii bir de annelik içgüdüleri var.
    Kan içmeler vs…
    Bella’yı yavaş yavaş öldüren bebek önce şeytan sonra da günahsız bir melek oluveriyor.
    Gelenek ve göreneklere uygun düğün hazırlıkları, bebeğe iki tarafın annesinin harflerinden uydurmasyon bir isim türetmeler daha neler neler…
    Kısaca Twilight Saga bu bölümde gençliğe hitabe gibi.
    Tabii bir de genel olarak filmin sinemasal olarak verdiği tattan söz etmek gerekirse, yerle yeksan olduğunu söylemeye gerek var mı bilmiyorum.
    Filmin 15, hadi bilemediniz 30 dakikası alacak bir mevzu 120 küsür dakikaya öyle bir yayılmış, öyle bir yayılmış ki, bir an kendimi bir brezilya dizisinde sandım.
    Göz göre göre yoluyorlar fanları.
    Filmin maliyeti de ilk gün çıkmıştır eminim.
    Çünkü bütün film neredeyse kapalı mekânlarda geçiyor.
    Bir balayı evi, bir de Edward’ların evi.
    Güzel iş valla.
    Yine de takdir etmek lâzım.
    Bakalım son bölümde nasıl bir taktik uygulayacaklar, bekleyip göreceğiz.

    (01 Aralık 2011)

    Gizem Ertürk

    Bu Benim İlk Filmim Etkinliği Kapsamında Türkiye Sinemasının Yeni Yolculuğu Başlıklı Panel Düzenleniyor

    11 Kasım’da başlayan Bu Benim İlk Filmim etkinliği bugün 19:30’da TÜRSAK toplantı salonunda yapılacak panelle sona eriyor. Yönetmenler, oyuncular ve Telif Hakları Sinema Genel Müdürü Abdurrahman Çelik’in de katılacağı Türkiye Sinemasının Yeni Yolculuğu adlı panelde destekleme politikaları üzerine görüşler sunulacak. Bu Benim İlk Filmim etkinliğinde gösterilen filmlerin yapımcıları herhangi bir ücret talep etmeseler de FİLMYÖN yönetim kurulu filmlerin gösteriminden biriken parayı hak sahiplerine dağıtma kararı aldı ve bu kararın, tüm telif haklarının dağıtılmasına örnek olması dileğinde bulunuldu.

  • Basın Bülteni
  • Etkinlik hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Pembe Hayat KuirFest’te Son Gün: 24 Kasım 2011 Perşembe

    17 Kasım’da başlayan Türkiye’nin ilk kuir festivali Pembe Hayat KuirFest bugün yapılacak gösterimlerle sona eriyor. Gün içinde Kızılay Büyülüfener Sineması’nda Bana Bak (Look At Me), Sevgilimi Ben Vurdum (I Shot My Love), Dönersen Islık Çal, Erkek Gibi Ölmek (To Die Like A Man), Romeolar (Romeos), Yok (Ausente – Absent), 3 – Üç (Three) adlı filmler gösterilecek. Yönetmen Marco Berger son filmi Yok’la, öğretmen-öğrenci, yaşlı-genç ilişkisi gibi ahlâksal tartışmalara yola açabilecek başlıklarla oynuyor ve Hitchcockvari bir gerilim kurararak seyircinin ilgisini ayakta tutuyor.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Pembe Hayat KuirFest’te Son Gün: 24 Kasım 2011 Perşembe yazısına devam et
  • Ahmet Uluçay: Bize Sinemadan Fayda Var

    Henüz Ahmet Uluçay’ın acı kaybına alışamamışken, sinemamızın köşe taşlarından, birçok unutulmaz filmin yaratıcısı usta yönetmen Zeki Ökten’in ölüm haberiyle sarsılmıştık o günlerde.. Şimdi ise Lütfi Akad ustanın ölümünün acısına alışmaya çalışıyoruz. Sinemanın o güzel insanlarının acı kaybı kolay alışılır gibi değildi. Güzel düşlerin izini sürenler birer birer çekiliyordu hayattan ve hayat daha da anlamsızlaşıyor; biz gittikçe daha yalnızlaşıyorduk her ölümle. Ahmet Uluçay da büyük düşlerin izini sürmüştü yaşamı boyunca.

    Hepimizin kalbinde yatan aslan sinemaydı bütün zamanlarımızda, yaşımız kaç olursa olsun. Beyazperdede izlediğimiz filmlerin etkisiyle hülyalara dalar, sinemanın yakıcı aşkı ile kavruluruz.

    Henüz ilkokul yıllarımda, lokum kutularının altını sinema perdesi biçiminde kesip, kutunun iki ucuna geçirdiğim çubuklara gazeteden kestiğim “Bizimkiler” çizgi romanını arka arkaya ekleyip sararak yaşıtlarıma sinema gösterileri yapardım. Ortaokula geldiğimde sinema makinesiyle, film afişleriyle tanışmıştım. Ortaokul arkadaşım Orhan’ın babası okullarda hafta sonları film oynatırdı. Yaşlanan ve yorulan babasından görevi Orhan devralmıştı. Kartal’ın, Cevizli’nin, Maltepe’nin çeşitli okullarında hafta sonları birlikte film gösterirdik. Sinema makinesini, afişleri ve büyük siyah perdeleri birlikte taşır, filmleri birlikte sarardık. Okulun salonunda filmi izleyen çocuklarla birlikte, biz de izlerdik kaçıncı kez izlediğimizi düşünmeden ve sıkılmadan.

    O yaşlarda birçok işte çalışmama karşın, en çok sinemalarda çalışan yaşıtlarıma imrenirdim o günlerde. Çünkü benim gidemediğim, izleyemediğim filmleri onlar hiç kaçırmıyorlardı. Yine de gittiğimiz sinemalarda ‘alaska frigo’ ve gazoz satan o çocuklar kadar iyi tanırdım sinema oyuncularını.

    Ahmet Uluçay’ın yaşamöyküsünü düşündüğümde o günlerimi anımsıyorum. 1950’li 60’lı yıllarda köyleri, kasabaları gezen seyyar sinemacılar vardı. Kimi köy meydanında ya da okul salonunda gösterirdi filmleri. Ahmet Uluçay’ın da yaşam öyküsünden, sinemayı böyle bir seyyar sinemacı sayesinde tanıdığını öğreniyoruz. Bir tutkuya dönüşen sinema düşünü hayata geçirmek için çok beklemez. Her “düşbaz” gibi biraz delidir sonuçta. Onun deliliği dahiliğindendir. “Köyün delisi” diye bellenen kimseler bilge kişilerdir çoğu zaman. Bilge ve dahi sinemacı Ahmet Uluçay da köyün delisi gözüyle bakılabilecek düşünü gerçekleştirme işine koyulur. Dahiliği yaşamı boyunca hepimizin tanık olduğu zekâsı ve yaratıcılığındandır; “deliliği” ise “düşbaz”lığından. 12 yaşında arkadaşı İsmail Mutlu ile üç yıllık bir uğraşın sonunda yaptıkları sinema makinesiyle bir ahırda köylülere film göstermeye başlarlar. Sinema çöplüklerinden film toplayıp, kareleri birbirine ekler, bir kaç saniyelik görüntüler elde ederek; köyün bir ahırında dağları, deniz ve ormanı seyrederler. Ailesinin “sinema zengin çocuklarının işidir” demesi de tutkusunu yok edemez.

    Arkadaşlarıyla “Tepecik Köyü Arkadaş Sinema Grubu”nu oluşturup çok kötü bir kamerayla işe koyulurlar ve ilk filmi “Optik Düşler”i 1992 yılında çeker.

    Ahmet Uluçay’ın kısa filmlerini, belgesellerini 2005 yılında Akbank Kısa Film Festivali, Özel Bölüm’de izleme olanağı bulmuştum. Yaşam öyküsünde yer alan “ilk kez 1994 yılında 6. Ankara Uluslararası Film Festivali’ne katılarak Optik Düşler ve Koltuk Değneklerinden Kanat Yapmak isimli filmleriyle tanındı. Ahmet Uluçay 11 filmiyle 22 ödül kazandı” cümleleri kısa yaşamına ne çok düş sığdırdığını anlamamız için ipucu.

    Bir söyleşisinde “Dünyanın en güzel filmlerini ben çekiyorum. Buna inanıyorum ve dünyanın en güzel filmlerini yine ben çekeceğim.” demişti. Karpuz kabuğundan gemiler yaptı, düşlerini yüzdürdü; bize de dünyanın en iyi filmlerinden birini bıraktı miras olarak.

    Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak

    “Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak” filmin kahramanlarından biri olan Karpuzcu Kemal’in, “olmayacak şeylere umut bağlamak” anlamında kullandığı ve kendi uydurduğu bir deyimdir.

    Filmin Öyküsü: Recep ve Mehmet yazları, köylerinin yakınındaki yaz mevsiminde yakınlardaki Tavşanlı kasabasında çıraklık yapmakta olan iki köylü çocuğudur. Recep bir karpuz satıcısının, Mehmet ise bir berberin yanında çıraklık yapmaktadır. Her ikisi de sinemaya delicesine tutkundur. Bu tutkunun bir sonucu olarak geceleri köydeki evlerinin terkedilmiş ahırında bir yandan derme-çatma bir film projeksiyon makinesi yapmaya çalışırken, diğer yandan da hayatlarını tümden değiştirecek olan rejisörlük hayalleri kurmaktadırlar. Köyün delisi Deli Ömer de çocukların bu sinema sevdasının tek tanığı ve destekçisidir.

    Onların bu konudaki uğraşlarını kimse ciddiye almaz: Ne kasabadaki fotoğrafçı, ne aileleri, ne de kasabadaki sinema salonunun sahibi… Fakir köylü çocuklarıdır onlar ve böyle şeylerle vakit geçirmeyerek vakitlerini daha faydalı uğraşlar için harcamalıdırlar.

    Recep bir gün, kasabada oturan ve ineklerine yedirmek için ham karpuzları toplamaya gelen Nezihe adlı iki kız çocuğu olan dul bir kadın ile tanışır. Nezihe’ye her gün kelek çıkan karpuzları toplayıp kendisine getirmek üzere söz verir. Bu sevimli çocuktan hoşlanan Nezihe, Recep’in bu iyiliği karşısında onu sık sık çay içmek veya kahvaltı etmek için evine davet etmeye başlar. Recep bu gelip gitmeler sırasında Nezihe’nin büyük kızı olan ve yaşça da kendisinden büyük olan Nihal’e ilgi duymaya başlar ve onun ilgisini çekebilmek için türlü uğraşlar verir. Nihal ise başlangıçtan beri bu yabancı ve köylü oğlan çocuğun eve girip çıkmasından bile rahatsız olmakta ona elinden geldiğince ters davranmaktadır. Küçük kız Güler ise ablasının aksine Recep’e ilgi duymakta ancak o da bu ilgisine karşılık bulamamaktadır. Önceleri karşılıksız olan bu aşklar, tam anlamıyla gelişmeye fırsat bulamadan Nezihe ve kızlarının aniden kasabadan taşınmasıyla sona erer. Bu sırada zaten işlerini de kaybetmiş olan iki kafadarın ellerinde artık sadece uyduruk projeksiyon makinelerinde hareketli görüntü elde edebilmek ümidi kalmıştır.

    Sinema projeksiyon makinesi konusundaki denemeleri sonunda başarıya ulaşsa da iş ve aşk konularındaki şanssızlıkları bu konuda da yakalarını bırakmaz. Deli Ömer bir kızgınlık anında zorlukla çalıştırmayı başardıkları projeksiyon makinesini parçalar.

    Sonunda, Recep ve Mehmet’in hayatlarında iz bırakarak geçen bir yaz mevsimi sona ermiş ve kahramanlarımız her şeyi kaybetseler de hiçbir zaman kaybetmeyecekleri sinemasal hayalleri ile başbaşa kalmışlardır.

    Film “Optik Düşler”in uzun metraj olarak tasarlanmasıyla oluşur. ‘Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak’ Uluçay’ın yaşamöyküsüne dayanıyor.

    “Entelektüel olmaya çalışmıyorum. Sinema yaparken bildiklerimi de unutuyorum.” diyordu Ahmet Uluçay. Entelektüel olma beyhude çabası biz ölümlülere özgüydü sonuçta. O, yaradılıştan zeki ve büyük düşleri olan, naif bir sinemacıydı; naif olduğu kadar büyük yaratıcılara özgü bir bilgeliğin sinemamızdaki karşılığıydı.

    (01 Aralık 2011)

    Mesut Kara

    Şükran Ay’ı Kaybettik

    Türk Sanat Müziği’nin 70’li yıllardaki sevilen seslerinden Şükran Ay, tedavi gördüğü Şişli Etfal Hastanesi’nde 23 Kasım 2011 Çarşamba günü hayatını kaybetti. Lütfi Ömer Akad’ın yönettiği Vesikalı Yarim başta olmak üzere sinemamızın bazı filmlerine söylediği şarkılarla sesiyle destek veren Ay, Çingene Aşkı: Paprika, İşte Hendek İşte Deve, Cilalı İbo: Yetimler Meleği, Ver Allahım Ver gibi filmlerde oyuncu olarak görüntüsüyle de beyazperdeye geldi. Cenazesi, 24 Kasım 2011 Perşembe günü Fatih Camii’nde kılınacak öğle namazını müteakip kaldırılacak olan merhumeye tanrıdan rahmet, kederli ailesine sabırlar dileriz.

  • Basın Bülteni
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Şükran Ay’ı Kaybettik yazısına devam et